hesabın var mı? giriş yap

  • "...ve daha mutlu, daha huzurlu hayatlar yaşıyorlar" şeklinde devam etmesi gereken açıklama.

    adam burada doktorasını bırakıyor, mesleğini bırakıyor, şirketini bırakıyor; gidiyor orada s*kindirik bir restoranda komilik yapıyor ve burada kalbur üstü bir kesimdeyken sahip olduğundan daha mutlu, daha huzurlu oluyor. acı olan iran miran değil, ülkenin bu hale gelmiş olmasıdır.

  • nasıl bir ülkede yaşadığımızın kısa özeti gibidir. adamın dükkanında olay çıkarıyorlar, dayak atıyorlar ve ertesi gün ekmek teknesi elinden alınıyor. bu kadar hoşgörülü bir ülkeyiz.

  • iltihap teşhisi kondu, evet bildiğiniz o meşhur "kalp kası iltihabı". ne büyük talihsizliğimdir ki milyonda 1 olan şey geldi beni buldu.

    öncelikle şunu peşin peşin belirteyim: yazacaklarım tamamen benim başıma gelen, beni etkileyen ve bağlayan kişisel deneyime dayalı şeylerdir. sürecin nasıl geliştiğini birazdan detaylı şekilde anlatacağım, ancak bu yazımdan dolayı "aşı karşıtı propaganda yapıyorsun" gibi saçma sapan şeylerle gelmeyin, doktor raporlarını kafanıza fırlatırım burdan. aşı olup olmamak kişinin tamamen kendi hür iradesine kalmış bir şeydir.

    biontech oldum. ilk doz sonrası kol ağrısı dışında hemen hiçbir şey hissetmemiştim. bu ayın 22'sinde ikinci dozu oldum, ertesi iki gün boyunca ciddi yorgunluk ve halsizlik yaptı. hatta kolumu bile kaldıramayacak vaziyette idim. haricinde mide bulantısı, ateş vs gibi şeyler yapmadı onu da belirteyim.

    evvelsi gün, sabah kahvaltımı yaptıktan sonra öğlen 13:30-14 sularında sol göğsüme ciddi ağrı girdi. fakat bu ağrı anlık şekilde öyle hemen girip çıkan bir şey olmadı, istikrarlı şekilde beni göğsümden yoklamaya devam etti fakat baya rahatsızlık verici boyutta ciddi ağrıydı. kalp krizi mi geçireceğim ne oluyor falan gibisinden baya endişe ettim. 10-15 dk bu ağrı devam edince soluğu en yakındaki sağlık kuruluşunun (sağlık ocağı) acilinde aldım. ekg ve kan tahlili yapıldı, sonuçların çıkmasını sedyede bekledim. beklerken bana bakan hemşire "panik atak yaptığını düşünüyorum, kalbinle ilgili bi sıkıntı yoktur" dedi fakat benim de panik ataklık bi durumum yoktu aslında gittiğimde de sakinliğimi korumaya çalıştım. panik atak yapsam bile o boyutta bi ağrının girmesi sadece psikolojik durumla açıklanamazdı.

    sonuçlar tarafıma açıklandı ve tertemiz olduğunu öğrendim. ancak ağrım sürekli devam ediyordu. kardiyoloji bölümü girdiğim sağlık merkezinde bulunmadığından, en yakın zamanda merkezi hastanenin kardiyoloji servisine görünmem telkin edildi. doktor bunu derken espriyle karışık "kan tahlili ve ekg sonuçların temiz, şu an ölmüyorsun endişelenme sakin ol" dedi. kardiyoloji için yine acil servise mi gideyim yoksa randevu alıp gününü mü bekleyeyim diye sorduğumda, "ağrıların aşırı düzeyde artmadığı müddetçe normal randevunu al öyle git, sakin kal" cevabını aldım.

    bugün randevum vardı, sabah 11 sularında. üniversite araştırma hastanesinde doktora başıma gelenleri izah ettim. rutin olarak sorduğu alkol, sigara ya da düzenli kullandığım ilaç olup olmadığı gibi şeyleri bana da sordu hepsine "yok" cevabını verdim. akabinde eko'ya alındım, orada kalbime bakıldı. kalbimin sanırım üst çevresinde iltihap oluştuğu gözlemi yapıldı, ancak doktorun dediğine göre bu iltihap minimum düzeydeymiş ve korkulacak bir şey yokmuş. göğüs ağrımın birkaç gün daha sürebileceğini fakat akabinde iltihabın tamamen temizlenerek bir şeyimin kalmayacağını söyleyip beni eve yolladı. tek kutu ilaç yazdı ki o da sanırım oluşan iltihap için değil, bana giren ağrıları hissettirmemek veya o ağrıları azaltmak için yazdı.

    bir de ben düzenli spor yapan biriydim, maalesef "1 ay spor yapma" dedi doktor. 1 yıldır zar zor edindiğim kasları 1 ayda kaybedeceğim büyük ihtimal fakat umarım ilerleyen süreçte üzüldüğüm tek şey kaslarım olur, onları çalışarak her halükarda yine edinirim.

    sonuç olarak, internette sürekli denk geldiğim ve çeşitli videolardan sürekli biliminsanlarını dinlediğim bu "kalp kası iltihabı" vakasını birebir yaşamış bulunuyorum arkadaşlar. biontech için kuvvetli bir aşı olduğu söylemini hep duymuştum ve özellikle genç erkeklerde bu tip yan etkiler yaptığı konusunda çeşitli araştırmalar mevcuttu.

    aşı olup olmama konusunda kimseye bir şey demiyorum, kişinin tamamen hür iradesine kalmış bir durum bu. bu entryi de kimseyi korkutmak, tedirgin etmek veyahut aşıdan vazgeçirmek için yazmıyorum. öyle bir niyetim de, amacım da yok. insanlık olarak hepimizin mühim bir devreden geçtiği şüphesiz. hele böyle başa gelince durumun vehametini daha da iyi idrak ediyorsunuz. dilerim herkes bu süreci en az zararla atlatır.

    kontrol amaçlı yakın zamanda kalbime baktırmak için yine kardiyoloji servisine gideceğim. umarım doktorun dediği gibi ciddi bir şey değildir de en yakın zamanda geçer bu iltihap.

  • buram buram samimiyet kokan video. abi gözünüzü seveyim göz var izan var. malum şahıs ile kıyas kabul etmeyecek kalitede bir adam.

  • nasıl ki 1970 tarihli new morning, dylan’ın ağırlaşan şöhretin de etkisiyle dış dünyaya yabancılaştığı, kendine sığındığı bir kilometre taşını temsil ediyor ise onun kariyerinde, oh mercy (1989) de tam tersi şekilde dylan’ın kendine yabancılaştığı bir dönemde ortaya çıkışı ile önem arz eden bir albüm.

    bu muhteşem albümün nasıl bir doğum sancısı içinde çıktığını anlamak için dylan’ın zihnine girmek gerek.

    dylan’ın kendi ağzından verdiği demeçlere, yazdığı anılarına ve gazete röportajlarına inanmak kimi zaman risklidir. çünkü çoğu zaman manipülatif ve kurgusaldır açıklamaları. oh mercy süreci ile ilgili de kendi ağzından oldukça bıçaksırtı bir dönemin profilini çizer dylan.

    anlattığına göre; 80’lerde gerçekleştirdiği başarısız albümlerden sonra şöhretinin dibini görmüştür. tom petty ile turneye çıkmış ve seyirci tepkilerine bakarak kendini adeta bir alt grup gibi hissetmiştir. bu sırada eski yazdığı şarkılara da yabancılaşmıştır. hiçbirini söylemek gelmez içinden, çünkü hiçbir şarkı artık içinde herhangi bir duygu uyandırmamaktadır. duygu uyandırmayan şarkıyı da nasıl söyleyeceğini bilememektedir. şarkı yazmayı neredeyse bırakmış gibidir ve artık müziğe karşı da bir motivasyonu kalmamıştır. emekli olma zamanının geldiğini düşünmektedir.

    çok detaya girmeden vereyim; bu çöküş psikolojisinin sonunda grateful dead ile yapacağı projeye yakın, aklına gelen bir turne fikrinin de etkisiyle kendini hafifçe toparlar, fakat hala bir daha albüm yapmama, şarkı yazmama ve emekli olmuş fikri baskındır.

    evet, dylan’ın kendiyle ilgili söylediği pek az şeye itibar etmeliyiz. fakat bu söylediklerinin doğru olduğuna inanmamızı sağlayacak da koskoca bir 80’ler diskografisi var sanatçının. albümlerin kalitesinin giderek düşüşüne, satış rakamların azalışına, şöhretinin törpülenişine müzik tarihi şahit. dolayısıyla dylan’ın bu ruh halinde olduğuna samimiyetle inanmak için sebeplerimiz var.

    1978’de çıkan benim çok sevdiğim, fakat eleştirmenlerden ve dinleyiciden olumsuz yorumlar alan street legal ile başlayan ve oh mercy ile biten o uzun ve karanlık dönemde yaşadığı sanatsal savruluş emekliliği akla getirmeyecek gibi değildir.

    önce tanrı ile, sonra mark knopfler ile heba ettiği yıllar ve 60’lardan itibaren sound dikte eden bir sanatçıyken, 80’lerin güncel sounduna biat eden bir isme dönüşmesi koskoca bir 10 yıl sürdü dylan’ın. sadece soundunu değil, şarkı yazma büyüsünü de yitirmişti adeta. ara sıra çıkan parlak bir fikri de, karmakarışık prodüksüyonlarda heba etmeyi başarıyordu.

    dylan gibi bir sanaytçıysanız, hayatta en tehlikeli uçurum kendinizle yabancılaşmanızdır. çünkü dylan gibi insanlar çevrelerinden değil, kendilerinden beslenirler. geriye dönüp baktığınızda, gördüğünüz insanın, çaldığınız şarkıların, yazdığınız sözlerin artık ne ifade ettiğini bile anlayamaz hale gelmek korkunç olmalı.

    o günlerde bir gece evine yemeğe gelen bono, kendisine daniel lanois adlı bir prodüktör önerir. dylan ile çok iyi anlaşacaklarını düşündüğünü söyler. dylan, lanois ile new orleans’da bir bir evde stüdyoya girer ve dylan’ın yeniden doğuşu gerçekleşir.

    dylan-lanois birlikteliğinin zirve noktası olarak 1997 yılı mahsulü olan time out of mind gösterilir. hiçbir itirazım yok. gerçkten time out of mind, oh mercy’ye kıyasla daha görkemli bir albümdür. dylan adeta siz giderken ben dönüyordum, herkes ayağa kalsın ceketini iliklesin mesajı vermiştir onunla. fakat o benim için biraz fazla gösterişli bir albümdür. oh mercy’nin içeriği, yalınlığı, sanki damıtılıp dinleyiciye sunulmuş tadı veren tadındalığı ve hepsinden öte insanı tatlı tatlı bir tuzağa çekip kendine hapseden atmosferini time out of mind’a değişmem.

    “tuzak” derken abartılı bir benzetme yapmıyorum. karşımızda kariyerinin en kriptik olmaktan uzak, en anlaşılabilir sözlerinin yer aldığı şarkılarıyla çıkar dylan. man in the long black coat belki bu konuda bir istisna ise de, onun dışında albüme giren 9 şarkıda dylan adeta bir mesajı en yalın haliyle ulaştırmaya çalışmaktadır.

    tıpkı bir kutsal kitap gibi. dinleyen herkesin kendisini anlasın ister sanki dylan. “kutsal kitap” benzetmesini de, bir önceki tuzak benzetmesi kadar dildeki anlamında kullanıyorum. çünkü bu albümün sözlerine baktığınızda dylan adeta vahiy indirmiştir. kendi içinden büyük oranda kurtulup, gördüğü dünyayı dinleyiciye ilahi bir dilde aktarmaya çalışır. kendi içine döndüğü şarkılarda ise, 60’lardaki dylan ile 80’lerdeki kendisi arasındaki iletişimsizliği dert edinir.

    albüm gerçekten de dinleyiciye tuzak kurar, çünkü ilk üç sarkı imge-yoğun olmayan sözleri ile size kucağını hiçbir dylan albümünde olmadığı kadar açarken, şarkı düzenlemelerindeki albümle sırıtmayan (görece) neşeli hava ile kendinizi çok rahat hissedersiniz. siz gevşerken dylan, political world ve everything is broken ile aklınıza girmeye, sizi hipnotize etmeye başlamıştır bile.

    oh mercy’nin dördüncü şarkısı olan ring ther bells’de bu tutumunu sürdürürken, albümün tonu ansızın giderek kararmaya başlar. işte siz ilk üç şarkı ile, içinde ölmek için can atacağınız bir bataklığa dizlerinize kadar saplandığınızı o anda fark edersiniz. son şarkıya kadar albüm giderek karanlıklaşacak ve siz isteseniz bile kendinizi bu albümün büyüsünden kurtaramayacaksınızdır. shooting star ile albüm bittiğinde etraf kapkaranlık olacaktır. ve bu harkulade albüm hatmedilmişcesine o karanlıkta aklınızda dönecek duracaktır.

    dedim ya kutsal bir şeyler vardır bu albümün sözlerinde. “peygamber” referansı sık sık verilen dylan’ın indirdiği mesajıdır belki bu.

    political world ile açılır albüm. erdemin, sevginin, merhametin, arın, barışın ne kadar arka plana itildiğini anlatan bir dünya tasviri yapar sanatçı:

    “politik bir dünya bu
    sevgi edilmiş sersefil
    garip yaşanan bu zamanlar kol geziyor suçlular
    suçun eşgali belli değil

    politik bir dünya bu
    bilgelik tıkılmış hapse
    hücrede çürüyor, yerleri gizleniyor
    izini bulamıyor hiç kimse”

    everything is broken ile tasvire devam eder dylan:

    “kırık eller kırık küreklerde
    kırık anlaşmalar kırık sözlerle
    kırık borular, kırık aygıtlar
    kırık kuralları esneten insanlar
    tazılar uluyor, kurbağalardaysa bir ıslık
    her şey kırık”

    diasease of conceit’te tasvirden insan ruhuna iner:

    “bu gece kırılmış bir dolu kalp var
    kibir hastalığı yüzünden
    bu gece sıkışmış bir dolu kalp var
    kibir hastalığı yüzünden
    odana çat kapı girer
    ruhunu kemirir
    duygularını tüketir
    kontrolünü kaybettirir
    burada yok gizli saklı
    bu kibir hastalığı”

    albüme asıl tonunu veren ring the bells’de dylan artık tasviri bırakıp hidayetin yolunu göstermeye başlar:

    “çal o zilleri aziz peter
    dört rüzgarın kesiştiği yerde
    çal o zilleri vur çanlara var gücünle
    bütün insanlar bilsinler
    paydos saati, evlerine gitsinler de
    ellerini tekerlekli sabandan çekmesinler
    bak güneş batıyor tümden
    kutsal ineğin üzerinden

    çal o zilleri hem körler hem sağırlar için
    çal o zilleri geride bırakılan bizler için
    çal o zilleri seçilmiş azınlık için
    oyun bittiğinde çoğunluğu yargılayacak olan kim
    çal o zilleri uçup giden zaman adına
    ağlayan o çocuğa
    masumiyet yok olduğunda”

    bu “erme” hadisesi aslında dylan ile yakın jenerasyonun bir sanatçısı olan leonard cohen’de de vuku bulacaktır birkaç sene sonra. the future (1992) albümünde o da kendi dünya ve birey tasvirini bu kutsal tonda kelimelere dökecektir.

    oh mercy’ye dönersek; albümün bir de 40’lı yaşlarının sonundaki dylan’ın 20’li yaşlarındaki dylan ile hesaplaştığı, özür dileği, aralarındaki iletişimsizliği vurguladığı şarkılar vardır albümde. dylan’ın stüdyoya girerkenki ruh halinin sağlamasını, bu şarkılarında iz sürerek yapar dinleyici.

    shooting star’da, geçmişteki hedeflerinin sorgulamasını yapar.

    “gördüm, bir yıldız kaydı bu gece
    ve seni düşündüm
    başka dünyalara gitmeye çalışıyordun
    bilmediğim doğru düzgün
    hep merak etmişimdir aslında
    gitmeye yetti mi gücün
    gördüm, bir yıldız kaydı bu gece
    ve seni düşündüm

    gördüm, bir yıldız kaydı bu gece
    ve kendime baktım
    aynı mıyım hala diye
    senin olmamı istediğin gibi biri hiç olamadım
    kaçırdım mı göstergeleri, aştım mı çizgiyi
    soracak başka birini bulamadım
    gördüm, bir yıldız kaydı bu gece
    ve kendime baktım.”

    what was it you wanted’de iş, gençliği ile uzak düşmenin getirdiği hayalkırıklığının tetiklediği bir hesaplaşmaya doğru evrilir:

    “neydi senin o istediğin
    kaydını tutamadığım
    sen aynı kişi misin?
    önceden hatırladığım
    önemli bir şey mi?
    belki de değildi
    neydi senin o istediğin?
    tekrar et, unuttum gitti
    her ne idiyse istediğin
    ne olabilirdi ki
    bende bulabileceğini
    sana biri mi söyledi
    insanın içinden gelen bir şey mi bu
    kolay mı söylemesi
    neden istiyorsun sen bunu
    sen kimsin, tanıt önce kendini.”

    oh mercy baştan sona kusursuz bir albüm. daniel lanois müzik dünyasına dylan’ı yeniden armağan etmiştir, onu içine düştüğü o kör kuyudan çıkarmıştır desek yeri var. dylan konsatre olmuş, harika şarkılar yazmış, lanois de o şarkıları içinde ne bir fazla, ne bir eksik enstrüman yer alacak şekilde kaydedip, şarkılara olağanüstü bir atmosfer içinde nefes üflemiştir.

    kayıtlar esnasında albüme girmeyi başaramayan iki şarkı var: series of dreams ve dignity. girememelerinin sebebi, albümün tonuna uygun bir düzenlemelerine ulaşılamamış olmasıdır.

    her iki şarkı da daha sonraki bootleg serilerinde yer almıştır farklı versiyonları ile. hatta dignity mtv unplugged konserinde de görücüye çıkmıştır. fakat benim o şarkı için tercihim, bootleglerde yer alan, dylan’ın sadece piyano eşliğinde söylediği versiyonudur.

    oh mercy günün sonunda çok büyük bir ticari başarı kazanmadı. ancak altın plak alacak kadar sattı. fakat dylan albümü çok sevdi, ilerleyen yıllarda da konserlerinde sık sık bu albümden şarkılar çaldı.

    not: şarkı sözlerinin çevirileri burcu uğuz/ bob dylan sözler/kara plak yayınları

  • bir çok kez başıma geldi. zaman aşımları falan oldu, sicilim temizlendi sonra tekrar yakalandım.. en sonuncuda ehliyeti geri alabilmek için zorunlu olarak bir ay süren "sürücü davranışları geliştirme eğitimi" aldım.. bu eğitimdeki bir kaç şey hiç aklımdan çıkmıyor. bunlardan iki tanesini paylaşayım;

    -eğitimde psikolog hoca bize "diyelim ki sizin çocuğunuza 0,51 promil alkollü olan bi sürücü çarptı ve çocuğunuzu öldürdü. o adam için aman canım 0,01 promil geçmiş sadece, zaten adam 10 tane de içse çok dikkatli kullanacak birine benziyor" şeklinde düşünebilir miydiniz diye sormuştu.

    -başka bir gün ki eğitimde de trafik polisi eğitmen alkol nedenli bir çok kazanın resmini gösterdi. içimiz kalkmıştı. polisin sözleri hala aklımda. "keşke bu kazalardan önce trafik kontrolüne yakalansalardı da, ehliyetlerini alsaydık. şu an ehliyetsiz de olsa en azından hayatta olurlardı"

    öyle işte.. anlayana!

  • "beyza'yı 5 kere kaçırdı. annesi babası 35 kez şikayetçi oldu. 13 yaşında 16 yaşına kadar bunları yaşadı. bu adam niye tutuklanmadı?"

    meselenin ozeti bu sorudur. (bkz: ceza infaz kanunu) (bkz: turk ceza kanunu) 20 senedir iktidarda olan parti anayasa'yi defalarca degisitirmek ve laiklik ilkesi ile ugrasmak yerine ceza kanunlarini kamu yararina duzenleseydi bu manzaralar yasanmazdi.

    ama tabii kamu yarari amac olmayinca tam tersi istikamette duzenlemeler oldu,(bkz: erdoğan affı) bir bakmissin azili suclular sokaklarda fink atiyor.

    kucuk kizimiza acil sifa, ailesine sabirlar diliyorum.

    zorunlu edit: haberin yayininda kucuk kizimizin yogun bakimda oldugu bilgisi vardi, maalesef vefat etmis. ailesine sabirlar dilerim.

  • savarona'nın atatürk'ün şahsi malı değil cumhurbaşkanlığı yatı olduğunu, yani atatürk'ün ölümünden sonra devletin mülkiyetinde kaldığını; "gemicikler"in ise birilerinin şahsi malı olduğunu bilmeyen zavallıları bir an için bile olsa mutlu eden kemalisttir.

  • muhtemelen arapça konuşmasından ziyade yüksek sesle konuşması, telefonla konuşmaması gereken bir yer ya da zamanda konuşmasından kaynaklanmış olup medyanın çarpıtması ile böyle bir habere konu olduğunu 25 yıllık türkiye tecrübemden ötürü düşünmekteyim.

  • türbülans olayına zaten değinildiğine göre kemerin bir diğer faydası ise uçak düşüp parçalandığında tanınmaz hale gelen cesedinizin koltuk numaranıza göre teşhis edilebilmesine yarar.