hesabın var mı? giriş yap

  • yaklaşık 15 yıldır türk televizyonlarında arz-ı endam eden dizi.
    15 yıldır diziyi izlerken, bizde haliyle büyüdük, fikirlerimiz zaman zaman değişti. hep aynı vz olarak, izlemedik, her izleyişimde farklı farklı insanları hatalı buldum. ama bu defa artık, kesin kanaatimi vereceğim.

    dizinin en büyük suçlusu gerçekten ve gerçekten karaktersiz köpek olan behlül.
    atalarımız ne demiş; kime iyilik yaptıysan, ondan koru kendini. adnan'ın yıllar öncesindeki iyi niyetinin bedelini, karısı ve kızına mâl oldu. behlül'ü eve getirerek en büyük kötülüğü yapmış oldu aslında ailesine. hep iyi niyetten bunlar.
    ailesiyle büyümeyen insanlar, dışardan her ne kadar başkaları tarafından sevilip, ailelerine dahil olsalar bile asla tam olamazlar. behlül gibi.
    düzeysiz bir bencillik geliştirirler. ve bunu anlamak imkansızdır. neyse, konuyu dağıtmayalım.

    matmazel, behlül'ü nihal'e karşı uyarıyor. ona nihal'in aşkından bahsediyor. ama behlül, bunu bile bile üstüne gidiyor. ciddiye almasa da, gururu okşanıyor.
    çünkü her kadın ona aşık olmalı, istediğini hep almalı ...
    nihal'e mezuniyet dönüşü aldığı gülü, çöp kovasında gördüğünde, vazgeçilme hissini dibine kadar yaşadı. gururuna yediremedi çünkü; nihal'in ondan vazgeçmesi demek, adnan'ın da imkanlarının kısıtlanması demek, evde artık göze batacağını bilmek demek.
    onun için, yine bihter'i kızdırarak, nihal'e gitme yolunu açtı.
    adnan'ın imkanlarına sırtını dönemezdi.

    sevmediği halde, sırf sevildiğini bildiği için, yaşam standartını düşürmeme yolunu seçti.

    gelelim bihter'e;
    güzelliği ve belki eğitimi dışında adnan ziyagil'e hiç uygun bir eş değildi. adnan'ı taşıyamadı. sürekli kaprisli, asabi ve sorunluydu.
    eve ilk geldiğinde, mutfak takımıyla takıştı. gerçek bir hanımefendi asla böyle davranmazdı. üstten üstten ve kibirli konuşarak hükmedebileceğini düşündü ama hep yanıldı. zaman zaman firdevs hanım'ın dolduruşuna geldi. buradan da manipüleye ne kadar açık ve olgunluktan çok uzak birey olduğunu görüyoruz.
    adnan'ın da zamanla, gerçek bihterle tanışması ve çocuklarına " sizi birşeylere zorladım mı?" gibi sorularla esasen, kendisini sorgulaması pişmanlığının başlangıcıydı.
    bihter de en başında, annesine haddini bildirmek ve standartlarını düşürmemek uğruna baba şefkati bulduğu adnan'a sığınmasaydı, sonu böyle acıklı olmazdı.

    yine de bu hikayenin en kötüsü kesinlikle behlül. ona el uzatmış, kendi evlatlarından hiç ayırmamış* büyütmüş bir adama, kardeş gibi görmesi gereken aynı evde yaşadığı kadınlara ihaneti behlül'ün ne kadar sömürgeci kişilik olduğunu gösteriyor.
    hep o sevilmeli, evler, tekneler, arabalar havada uçmalı. ihanetten de geri kalmamalı.

    15 yıllık birikmiş yorum, burada sonlandı.
    iş bu entry 2008 yılında yayına girmiş olan uyarlama için eleştri entryisidir.

  • çok eğlenceli bir durum. size çocuklarıymış gibi davranıyorlar. arabanın arka koltuğunda yolculuk ediyorsunuz, canınız ne isterse o yapılıyor, ne çekerse o alınıyor.
    evlerinde de bir ayrıcalığınız var. en ağır misafirleri sizmişsiniz gibi davranıyorlar bazen, bazen de "oturmaya mı geldin, kalk da bi çay koy" rahatlığına evrilebiliyorlar. birbirleriyle kavga ettiklerinde "yeter la bi susun amk" diyebilecek kadar samimi arkadaşlarınız olan bir çiftin yanında üçüncüyseniz cidden çok eğlenceli. tavsiye ederim.

  • "ilk üç gün akp'nin sonrasında da ananın suçu evlat" şeklinde cevaplandırılması gereken vitaminsiz suali!

  • hakkari'de ev beğeniyorsun, ev sahibiyle görüşmeye gidiyorsun:

    "hoca, senin o eve maaşın yetmez. doktora kiraya verecem."

    1200 lira kira istiyormuş. yakıt parası da hariç. 700 liradan aşağı ev yok. sırf eşya almayım diye 700 liraya öğretmenevinde kalıyorum, su günde toplamda 3 saat akıyor. elektrik günde garanti 3-4 saat kesilir. gündüz kesilmese gece kesilir mutlaka. bir interneti var, o da çekerse kullanırsın. verdiğimiz paranın içinde başka ne yemek var ne bir şey. yemekhanesinde niyeyse öğlen 12'de çıkıyor yemek; herkes çalışıyor o saatte. milli eğitim personeline yemek fişi veriyorlar, gelip öğle yemeklerini orda yiyorlar.

    mutfağım olmadığı için, ızgaralık falan bir şeylerle idare ediyorum. banvit ürünleri bir markete haftada bir gün, sınırlı sayıda geliyor ordan o gün gidip alıyorum. dışarıdan yesem 10-15 liradan aşağı çıkamıyorum-ki alternatif de yok yiyecek.

    buradaki doktora, polise, askere, akademisyene burada görev yaptığı için geliştirme yardımı adında bir teşvik veriliyor. malesef ki öğretmene tek kuruş fark verilmiyor.

    bu mesleğin kutsallığı da, bu insanların kendi yararını düşünmeyip sırf eğitim aşkıyla buralarda çalışıp didinmesinden geliyordu. şimdi onu da öğretmenin bok yerine konulması, 15 yaşında ergenlerin ağzına sakız edilmesiyle yerle bir ettiler. madem öyle; madem benim yararıma olan tek bir şey yok; burada 1000 liraya oturacağıma gider beşiktaş'ta otururum. siz de "doğu'da öğretmen durmuyor" diye yırtınır durursunuz.

  • ateizmi çökerteceğim derken yanlışlıkla allahı alet ile gözlemlenebilir bir şeymiş gibi göstermişler.
    aptallık böyle bir şey herhalde.
    bunlara kalsa kızılötesi ışınlar, radyo frekansları falan hep allah.
    işte bunlar hep allah.

  • işyerinde, mutfak işlerinden sorumlu tonton ablamız soruyor:

    - siz nereliydiniz?
    - istanbul.
    - yok yok. aslen yani. anne baba dedeniz hepsi istanbullu mu?
    - zamanında anne tarafı saraybosna'dan, baba tarafı iran'dan gelmiş.
    - olsun. insan olması önemli.

    mordorluyum dedim sanki ablaya.

  • yıllar önce makyavel taktikleri vermiş zaten. bizzat uyguladığım için %100 işe yaradığını söyleyebilirim.

    1) iş hayatında bir şeyi kontrol etme gücüne sahip olana kadar asla yüzünü belli etmeyeceksin. kimseyi kesinlikle yakın arkadaşın olarak görmeyeceksin. ismi üstünde onlar "iş arkadaşı".
    2) erkekler iyi anlar beni aynı askerlik gibi ortada bir yerde duracaksın, ne çok silik olacaksın ne de her işe koşacaksın. her zaman delta-pozitif olacaksın.
    3) en önemlisi ise ne olursa olsun iş hayatını ciddiye almayacaksın. yoksa seni ele geçirir ve bu mutsuzluk hayatına yansır.

    özetle işi yapılması gereken, sana gelir sağlayan yan bir şey gibi düşünmek en doğrusudur ki buna profesyonellik denir. ne demişler? "iş işte kalır."