hesabın var mı? giriş yap

  • berberin tras sonrasinda enseye ayna tutmasi, darbe sonrasinda askerin referandum yapmasina benzer. kötü olduğunu görseniz bile kötü diyemezsiniz... sonrasinda ne olacagini bilemezsiniz; berberin her zaman daha kötü kesme ihtimali; askerin agziniza daha beter sicma ihtimali vardir. berbere "elinize saglik usta" dersiniz gozleriniz dolar; askere de %97'lik güvenoyu verirsiniz; iciniz sizlar...

  • hügo almeida'nın şut atabilen, çalım atabilen, driplingi olan, omuz omuza mücadele edebilen, kafa topuna çıkan(düşmeyen), takım oyunu oynayan, son vuruşu olan, pas özelliği olan, verkaçı bilen, pozisyon bilgisi yüksek, özgüveni yüksek, bire birlerde etkili, bire ikiyelerde daha etkili, iletişimi kuvvetli, kariyerli, finishing özelliği yüksek, namazında niyazında olan versiyonu.

  • 1976 yılında dünyanın en büyük 17. ekonomisiydik
    1979 yılında 16. büyük ekonomi olduk
    1980 yılında askeri darbe sebebiyle 20. sıraya geriledik
    1990 yılında 18. sıraya yükseldik
    1993 yılında 17. sıradaydık
    2000 yılında 18. sıradaydık
    2007 yılında 17. sıradaydık
    2015 yılında 18. sıradayız

    ak parti'yi hep beraber tebrik ediyoruz. büyük başarı göstermişler. allah'ın kekoları.

  • seyirciler için;
    - takım ve temas sporu olmaması..
    - oyun sırasında tribünde ses (çıt) çıkarmamak zorunda olunması, oyuna müdahale edilememesi
    - kuralların net olup yoruma açık olmadığı için taraftar/kulüp baskısının bir işe yaramaması, hakem faktörünün maç sonucuna fazla etki edememesi

    sporcular için,
    - oyun zekası, fiziki yeterlilik, sükûnet gibi tüm detayları birarada gerektirmesi
    - hırs, öfke, motivasyon, sıcakkanlılık, tez canlılık, duygusallık, hızlı değişen ruh hali gibi türkiye'de spor müsabakalarında başarıyı tetikleyen faktörlerin bu sporda başarıda çok etkili olmaması
    - sükûnet, soğukkanlılık, sakin kalmak ve disiplin gibi bizim sporcu kültürümüze uymayan faktörlerin başarıda daha etkili olması
    - vücut yapısı olarak tenis sporunun gerektirdiği standartlara yakın/yatkın insan kaynağımızın yeterince olmaması
    - genelde eleme usulü olduğu için en ufak bir başarısızlığın telafisinin olmaması, her maça final gözüyle bakılması.. futboldaki gibi on maç sakat olup, deplasmanlarda sahaya çıkmayıp, maç seçip, son maçta gol atarak, 1-2 maç iyi oynayarak tüm sezonu kurtarma şansının olmaması..
    - futboldaki gibi kötü oynasa da, sakat olsa da, yatarak para kazanma şansının olmaması, her zaman başarılı olunmak zorunda kalınması

  • yılda yapacağınız km’ye, arabaya gösterdiğiniz algıya ve beklentilerinize göre değişecek olan durum. gerçekten mallık da olabilir, akıllılık da.

    öncelikle arabaların birçoğu değer kaybını eksponansiyel olarak azalan bir şekilde yaşıyor. yani sıfır bir arabanın değer kaybı ilk 2-3 yılda diğer yıllara göre biraz daha fazla, özellikle premium markalarda bu biraz daha şiddetli çünkü ikinci el piyasasında alıcı sayısı azalınca aracın pazardaki değeri de azalıyor.

    extreme bir örnek vermek gerekirse porsche panamera aracını satılığa çıkarsan ancak galerilere satarsın onu alacak şahıs zor bulursun ama atıyorum vw jetta’yı sahibindene koysan bir hafta 10 güne satarsın. bmw 3 serisi bir aracı satmaya kalksan bu iki durumun ortalaması bir durum çıkar ortaya.

    yani aracın değeri yükseldikçe ikinci el piyasasındaki hacim daralacağından dolayı, sıfır alınan bir aracın ilk 2-3 yıldaki değer kaybı daha alt segment araçlara göre daha hızlı olur.

    ikinci elin ise kendine göre riskleri var. malum insanlar üçkağıt çevirerek satış yapmaya pek bir meyilli, bu yüzden temiz ikinci eli anlamak da kolay değil. bir de gerçekten araç kazasız bile olsa, kullanıcı profiline göre önceki kullanım çok hoyratsa, mesela araç sürekli kök gaz kullanılmışsa durup dururken de arıza çıkarabilir. ikinci el içinde her zaman böyle bir risk unsuru barındırır.

    sıfır araba almak, eğer senede 30 bin üzeri km yapacaksanız ve 2-3 yılda bir araba değiştiren biri değilseniz ikinci el almaktan çok daha mantıklıdır, ama türkiye’de bu profilde kullanıcı sayısı çok azdır. araba bir statü göstergesi olduğundan dolayı, insanlar her fırsatta araba değiştirmeye meyillidir. zaten bu yüzden bu başlık böyle bir isimle açılmış.

    ister alt ister üst segment olsun, ben bu aracı ciddi bir sorun olmazsa 10 yıl kullanırım diyorsanız sıfır almak en mantıklı tercihtir. gerek aracın kasko masrafları, gerekse mtv sistemi nedeniyle araç yaşlandıkça masraf kalemleri azalmaya başlayacaktır. ilk 2-3 yıldan sonra ise aracın senelik değer kaybı ivme kaybetmeye başlayacaktır.

    burada diyebilirsiniz ki, ilk 2-3 seneden sonra aracın değer kaybı yavaşlayacaksa neden sıfır alayım 2-3 yaşında ikinci el almak yerine. çok saçma bir soru değil ama şöyle bir handikap var. ne olursa olsun ikinci el almak her zaman içinde bir risk barındırır. siz bu riski alıp karşılığında maddi bir getiri elde etmek istiyorsunuz.

    alt segmentte bu değer kaybının aracın sıfır değerine oranı çok yüksek değil, yani aldığınız riskin karşılığında elde ettiğiniz maddi getiri yüksek değil. üst segmentte ise ülkemizdeki kullanıcı profilinin sicili pek bozuk. yani ülkedeki lüks araç kullanıcısının trafikteki davranışlarını biliyorsunuz. bunun iki sakıncası var, bir kazalı aracın size kazasız diye kakalanma ihtimali yüksek, iki kazasız olsa dahi aracın hoyrat kullanılmış olma ihtimali alt segmente göre daha yüksek zira motor ve sürüş dinamikleri alt segment araçlara göre daha gelişmiş zaten bu da aynı nedenle aracın kazalı olma ihtimalini artırıyor.

    tüm bunlar dışında, aracı sıfır olarak almış ve kullanıcısını tanıyorsanız ikinci el almaktaki risk unsurunu düşürmüş olursunuz, ama bu istisnai bir durum olacağı için genele pek yansımaz.

    özetle, 2-3 yılda bir araba değiştiren araba meraklısı bir tipseniz hevesinizi alana kadar ikinci el alıp satmak sizin için daha karlıdır. ama araba aldığınızda 8-12 sene arası bir süre kullanma fikriniz varsa yukarıdaki istisnai durum da ortada yoksa, alt üst segment fark etmez bu ülkede azınlıksınız ve sıfır almak sizin için daha mantıklıdır.

  • 1) anket görünce dayanamadım diyip sadece kendisini övebileceği ankete yazanlar, gösteriş budalaları

    2) fakirliğini geyiğe vurmuş tam olarak neyi amaçladığı belli olmayan pis fakirler

    3) her başlıktan espri çıkarmaya çalışan geyik canavarları

    4) ciddiye alıp saatinin markasını yazan ötesini düşünmeyen insanlar

    5) zengin olmayıp zenginmiş gibi yaparak ilgi çekmeye çalışan zavallılar

    tiplemelerini barındıran anket.

  • kadınların cadı diye yakıldığı ortaçağ karanlığından 500 yıl sonra ortadoğu bataklığında yaşanmış bir olayın nesnesi olmuş zavallı kadın.

  • poşetten para alma durumunu ben de pazarlama hatası olarak görüyorum. ancak pazarlama hatası olarak görenler bir çözüm önerisinde bulunmamış. bazı kişiler de poşetten para alınarak poşet israfının engellenebilir olabileceğini savunmuş.
    benim önerim : her bir ürün için ürüne belli miktarda poşet parasını eklersin. kasada da bunu hesaplarsın. örneğin bir ürünün satılması istenen tutarı 9,75 tl ise 0,25 tl poşet parası eklersin ve 10 liradan satarsın. satınalma kararına etkileyecek bir tutar değil sonuçta. kasada da müşteri örneğin bu üründen 4 adet aldıysa, poşet almazsanız 1 tl iadeniz oluşacaktır dersin. müşteri kendi karar verir o 1 lirayı alıp almamaya. poşet kullanması gerekiyorsa bunu reddeder ve poşeti kullanır. 1 lirayı almak istiyorsa da alır ve poşeti israf etmemiş olur. müşteri taciz edilmemiş olur, ekstra indirim algısı da yaratılabilir.

  • bölük komutanının* tam bir star wars fanatiği çıkması, kol komutanı* asteğmene*, bestler-dereler'de * operasyon sırasında koluyla beraber a&t faaliyetine, tepeye emniyet almaya falan gönderirken, emir verme aşamasında yoda gibi devrik cümlelerle konuşup, "my young padawan" diye hitap etmesi. benim de "yes, master", "acknowledged, sir", "roger, roger" gibi karşılık vermem.

    düşünüyorum da iyi ki öyle yapmış. yoksa kafayı sıyırmamak elde değil, aylarca hemen hemen her iki operasyondan birinde mutlaka çatışmaya girdiğimiz, her seferinde mutlaka bir kaç tane mayına denk geldiğimiz o bölgede. kucağımda şehit olan askeri mevziden taşıdığım, üç gün boyunca silah sesinin dinmediği, 22 tane teröristi ölü ele geçirdiğimiz o acayip coğrafyada. a&t faaliyetinde, bir pkk'lıya arkadaşı tarafından gönderilmiş bir fotoğrafın arkasında "benim için de bir kaç tane tc askeri gebert" yazılı albümü bulduğumuz dere yatağında. çocukların operasyon dönüşü bizi "en büyük asker bizim asker" diye bağırarak karşıladığı, kumanyamızdan artan şeker, bisküvi, çikolatayı dağıttığımız, bana "abi, biz de büyüyünce sizin gibi şehit olacaz" diyen veledin bulunduğu köyde.

    ne öğretti konusuna gelirsek: bana dua etmeyi öğretti. ordaki askerlere, o garibanlara, ve de rütbelilere, yıllarca ailesinden uzakta, savaşın ortasında olan o subay, astsubay, uzman çavuş ve onbaşılara, bitirip gelince her gece "umarım o dağlarda şu an yağmur yağmuyordur, soğuk değildir, umarım sis, pus yoktur, gece görüşler güzel gösteriyordur, inşallah hepsi kazasız belasız birliğe, sonra da evlerine dönerler" demeyi öğretti, tanrıyla çok da işi olmayan bana.

  • dalga sesi net. hele bi de fonda martıların çığlıkları kanat çırpışları da varsa miss miss !