hesabın var mı? giriş yap

  • büyüklerden kim kaparsa şampiyonlar liginin en büyük adayı olurmuş. ah serie a ah. sakız oldun milletin ağzına. adam sanki siirt jetpa'da oynuyor şimdi. juventus bu juventus.

  • gezegenin en derin noktasıdır.

    ortaya çıkarıldığı yıl 1872. bir ingiliz gemisi o yıllarda okyanus tabanının haritasını çıkarmaya çalışıyor. bunu yapabilmek için 4 yıl boyunca 112 bin km yolculuk yapıyor ve her 225 km'de derinlik ölçüyor. bunun için ip ve ağırlık kullanıyorlar. 8 km derinlik ilk o zaman fark ediliyor ve deniz tabanının düz olmadığı anlaşılıyor. bu tarihe kadar deniz tabanı düz sanılıyor. keşif için 1960 yılı bekleniyor ve dipte yaşam olduğu bilgisine ulaşılıyor.

    araştırmalar devam ediyor çünkü güney ucu 11 km derine inen bu çukuru oluşturan şey belli değil. gezegenin en derin noktasında basınç santimetre başına 1 ton. önce okyanus tabanı açığa çıkarılıyor, mariana çukurunun devasa su kanyonlarından oluştuğu kesinleşiyor. en sonunda 50 milyon yıl önce pasifik tabakasının filipin tabakasının altına girdiği, eğildiği ve dünya'nın mantosuna girdikçe çukurun kesinleştiği ortaya çıkarılıyor. şu noktadan sonra araştırmalar canlı yaşamı ile devam edecektir. etmeli de. biz ülkecek izleriz edilmesini.

  • huzuru betimlemektedir.

    gelecekten gelen edit: amazon memnuniyetim tam gaz devam ediyor. (bkz: amazon.com.tr iade politikası)

    prime edit: işbu entry para karşılığı girilmemiştir. amazon üzerinden yaptığım alışveriş sonucu oluşan memnuniyetim sonrasında tuvalette girdiğim 2 kelimelik bu entrynin başlığı gündeme taşıması inanın beni de dumur etmiştir. o yüzden lütfen bunun bir dijital pazarlama operasyonu olduğunu düşünüp para teklif etmeyiniz zira o işlerden anlamamaktayım.

    stokta var edit: reklam olduğunu düşünüp aile fertlerime dil uzatan vatandaşlarımızı ise şu entry'e davet ediyorum. #142458236

  • âmin diyorum.

    ıktidarın ortaya çıkan yolsuzlukları, hırsızlıkları adaletin tecelli etmesidir.

    ama ya siz? sizin yaptıginiz kul hakkına girmeler?

    - polislik sınavlarında dağıtılan sorular?
    - kpss sınavında yaptığınız hırsızlık?
    - belediyelere personel alınırken soruları hazırlayan sizin dersaneleriniz ve giren sizin adamlarınız? daha nice yerlerde aynı olaylar. bu ülke sizden ibaret mi?
    - daha nice kurumlara adam alınırken liyakat sistemi göze alinmaksizin bütün adamlarinizi cansiperhane bir yerlere yerleştirme cabanız?
    - ösym arka çiftliğiniz olmus. tum sinavlarda soruların dağıtılması?
    - trt? yargı?

    bunlarda umumun hakkı hic aklınıza gelmedi mı? samimi degilsiniz, haktan yana değilsiniz!

  • bu gece yalnızdım. eve de pencereden güve midir ne boksa bi böcek girmiş. tüylü bir kelebek gibi bişey işte. acayip bi böcek. şimdi beni tanıyanlar bilir ki aslanın karşısında bile cesur olabilirim belki ama, böcekten korkuyorum ulan! böcek uçtukça evin içinde çığlık tepiş kaçıştım. annemi aradım. yok sineklikle vurdan yok zehir sıka kadar hiçbir tavsiyeyi yerine getiremedim.

    beni böcekten kedim kurtardı lan. aslanım ninja be, boşuna mı besliyoruz seni evde! nasıl yaman avcıymışın sen. bitanesin valla. atladı zıpladı kovaladı, naaptı etti o böceği yakaladı bana. kediler çok yararlı hayvanlar valla. sayesinde huzurlu uyku uyuycam.

    ninjanın göbek adı bundan sonra raid. eski türk adetleri uyarınca, gösterdiği kahramanlıktan sonra kendisine bir ad daha verdim.

  • doping geçmişimiz yüzünden şüpheyle yaklaşanlar var ama boşverip keyfini çıkartmak gerek. bugün kendisi favorilerden biriydi zaten, 1. liği şaşırtmadı beni. ayrıca 20.10 la dünya 1. liğini görünce bolt'un 19.19 luk rekorunun nasıl bir şey olduğu daha net anlaşılıyor.

  • "sıkıştırmak" değil "kullanmak" tır aslında yaptığı eylem. bunu "sıkıştırmak" diye tasvir edince, aslında orada yeri olmayan fuzuli bir sözcük eklenmiş de onu çıkarsak dahi cümlenin anlamı bozulmayacakmış gibi bir izlenim veriyor.

    bu eylemi yadırgamanın da tam olarak yukarıda bahsedilen nüansı fark edememekten ileri geldiğine kaniyim.

    şöyle ki, genelde kişinin özgür iradesiyle karar verdiği veya ekstra bir çaba ile bir niyet doğrultusunda gerçekleştirdiği bir davranış değildir söz konusu olan.

    insanların her cümle kurduklarında durup önden 10 sn semantiği & sentaksı düşündükleri ve bu sırada hangi dilden hangi kelimeyi kullanacaklarına belli bir amaç doğrultusunda karar verdikleri yanılgısı var. yazmak olsa anlaşılır bu varsayım, lakin konuşmak (hele de gündelik rutinde sıkça tekrarlanan "küçük sohbet" gibi diyaloglarda) otomatik pilota alınmış şekilde yaptığımız bir hareket. yani nasıl ki yüzmeyi bir kere öğrendikten sonra her kulaçta durup yeniden "acaba kolumu hangi açı ve hızla suya daldırsam maksimum verim alırım?" diye karar vermiyorsanız, konuşmayı bir kez öğrendikten sonra -maalesef- otopilota alıp ritüelleştiriyorsunuz.

    öğrenilen 2.veya 3. diller de tabii ki kullanılma frekansıyla doğru orantılı olarak yeni nöronal ağlar oluşturup eskilerinin kullanılma sıklığı azaldıkça beyniniz sürekli değiştiğinden, düşünme ve konuşmanızda yeni şeyler ağırlıklarını hissettirmeye başlıyor.
    (mesela aklınızda gün içerisinde bulunan verilerin genelde yakın bir zaman diliminde başınıza gelen veya yeni öğrendiğiniz şeyler olması doğal bir sürecin ve gerekli bir adaptasyonun sonucu.)

    bunların sonucu olarak kendi habitatı içerisinde belli kavramları anadilindeki fonetik karşılıkları ile değil yabancı bir dildeki fonetik karşılığıyla özdeşleştirmeye başlayan kişi, ister istemez mesela servis aracını görünce "ring geldi", "shuttle geliyor" diye anlık bir izlenimi oluyor, sesli olarak belirtmese bile düşünürken veya algılarken dahi bazı spesifik kavramların dilsel göstergeleri değişmiş oluyor. bunu seçim ile yapmıyor, üzerine kafa patlatıp da "mekik" kelimesinin ingilizce karşılığını aramıyor, zaten o türkçesinden önce geliyor aklına. çünkü gün içinde tüm çevresi bu araca böyle hitap ediyor.
    ha ilginçtir mesela ben hiç kampüsündeki araçtan ring olarak bahseden kişinin taksim-çapa dolmuşuna gelince ring dediğine tanık olmadım. yani konsept birebir olarak, bulunduğu çevre ile bağlantı içerisinde alınıyor ve bu kişi taksimde kampüs dışından arkadaşlarına bir anı aktarırken yine "tam sigara yaktım ring geldi" diyebiliyor, dolmuşa dolmuş demeye devam ediyor ama. yani sizin ortamınıza geldiğinde normalde hayatında ingilizce olarak yer etmiş bir takım terimleri sanki özel admış gibi yine ingilizcesiyle belirtiyor çünkü aksi için ekstra bir çaba ve özen gerekiyor sanılanın aksine.

    mesela günde 10 saat ingilizce/fransızca/ almanca eğitim alan veya bu dillerden birinde materyaller okuyan veya bu dilleri kullanan birileriyle iletişim kurarak iş yapan birini ele alalım.
    onun normali artık zaten artık o çalıştığı dilde kurulu, esas aksini yapıp türkçeleştirmek için her seferinde bir istem devreye giriyor bilinçli bir şekilde, aklına öbür dildeki kelime hemen geldiği ve cümlesini tam olarak tamamlayan bir kelime olduğu halde aynısının türkçesini hatırlayıp kullanmayı seçmesi gerek. evet hatırlamak kelimesini kullandm çünkü mikrosaniyeler kadar bir farkla bile olsa aklına türkçesi daha geç geliyor. yani bunu yapmak için kişinin sürekli uyanık ve durumu gözetir halde olması, her ingilizce kullanmak üzere olduğunda ışık hızıyla bunu fark edip kendisini durdurup aklına ikinci gelen kelimeyi telaffuz etmesi gerek. bu süreç de ekstra çaba harcamayı ve bu yönde bir niyeti gerektiriyor.

    burada dünyanın en sinir bozan sorusu karşımıza çıkıyor; " asıl amacı neydi?" yani neden kişi bu durumu önemseyip de düzeltmeler yapma, konuşmasını sadece tek dil bilenlerden daha çok gözetme ve bunun gibi bir detaya yoğunlaşma zahmetine girecek? az da olsa işin doğal gidişatından farklı bir eylemi seçmesi ve davranışsal değişikliğe gitmesi için bir sebep olması gerek çünkü.

    bu sebep ortamda ingilizce bilmeyen kişi yoğunluğunun daha fazla olması, anlaşılma oranının tek dilde konuşunca artması gibi pratik sebepler olabilir.

    eğer bunlar söz konusu değilse, ikisi de ingilizce bilen veya sadece aralarınsa bahsettikleri ingilizce terimlerin anlamsal karşılığını bilen insanlarsa iletişim kurmaları kesinlikle aksamıyor.

    bu durumda geriye estetik ve etik sebepler kalıyor. estetik en çok dile getirileni aslında, durumdan rahatsız olup sinir bozucu olduğunu düşünen çoğu insanın herhangi bir pratik sebep öne süremedikleri halde rahatsızlık belirtiyor olmaları estetikle ilgili. her dilin kendi içinde bir ritmi, kulakta yarattığı dolgunluk veya alışıldık bir tınısı var, kelimelerinin seslerinin birbiriyle uyumu farklı tonlamalara yol açıyor. çoğu zaman rahatsızlık iki veya üç farklı bütünün parça parça karışmış, aralara sanki orada olmaması gereken "arıza" lar katılmış gibi olmasından kaynaklı. ama bu da neticede zevk, keyfiyet herhangi bir lüzumluluk söz konusu değil. dolayısıyla zevk sahibine,
    herhangi birini aksini yapıyor diye kınamak, davranışını değiştirmesini talep etmek hakkı vermiyor.

    kaldı etik, ki bu da estetik gibi muğlak yargılardan mütevellit. yani "bence bu doğru değil" demenizle "bence hoş değil" demeniz çoğu zaman eş skalada değerli. bu konuda öne sürülebilecek etik sebepler şöyle oluyor muhtemelen :
    i) milli kültür/miras ekseninden toplumsal bir bütünlük bilincini muhafaza etme gerekliliği(bunun dildeki karşılığı "dili saf tutmak", "dili korumak" gibi tuhaf çabalar) bunu geçiyorum çünkü milli kimliğin herkesin kabul ettiği bir evrensel değer olduğu varsayımı zaten başlı başına dayatmacı, dogmatik. belki de kişinin korumaktan yana olmadığı sahiplenmediği bir kültür ve onun ürünü olan dil olduğundan, "değişmemesi" şu anki haliyle kalması için çaba sarf etmek şöyle dursun kişi bazı şeylerin değişmesini tercih ediyor olabilir. kaldı ki dil canlı, kıpır kıpır, oynak., bulutumsu bir şey ; şimdiye kadar nerede sabitlendiği görülmüş ki orada tutalım? şu an ana dilim diye konuştuğun şey zamanının yabancı dillerinin(arapça farsça) etkisiyle büyük ölçekte değişmiş, yer yer zenginleşip yer yer yontulmuş kocaman bir ana çerçeveden ibaret. muhtemelen 1000 yıl önce devrin bilginlerinin, sanatçılarının kullandıkları için eleştirildikleri, sofistike bulunan, fildişi kulelerin o "yüksek" dilini şu an kullanıyorsun , kullanıyoruz. yine aynı terane anlayacağın, "var olan"ın korunması ve " var olabilecek"lerden her halükarda daha iyi olduğu zannı, yani konservatiflik.

    ii) "ama herkes yeterince anlayamıyor " tantanası. sanki anlatanın yeterince, gerektiği kadar ve dilediği opaklıkta anlatma hakkı hatta ihtiyacı daha önemsizmişçesine.

    belki de "şu "kadar anlaşılmak" bu" kadar anlatmakla kompanse ediliyor ve kar zarar tablosuna oturttuğunda konuşan için bu kullanım pozitif sonuç veriyordur.

    belki de senin ondan o kelimeyi kullanmamasını talep etme hakkın olduğu kadar onun da senden "o zaman şunun anlamını öğren de gel bir şey anlatamıyorum sana" diye talepte bulunma hakı saklıdır.

    " sen yeni bir şey öğrenme çabasına girme diye ben nedem bildiğimi geri plana atıp yoksayma zahmetine gireyim?" denebilir pekala. sanki anlatmak bir talep ve dinlemek bir lütufmuşçasına, dinleyicinin konforu neden yeğ tutulmalı ki?