hesabın var mı? giriş yap

  • bir seyden uzaklasmak icin baska bir seye yakinlasmak gerekir. mesela dinden uzaklasan etige ya da bilime yakinlasabilir. bizim ulkemiz dinden uzaklasiyorsa da dogru bir yere yakinlasmiyor.

  • envai çeşit peynirlerin, zeytinlerin, jambonların, balın, kaymağın bulunduğu cağnım kahvaltı masasından sadece bir (rakamla 1) yudum portakal suyu hüpletip aceleyle işe-okula-her ne cehennemin dibineyse oraya gitmek. süper bi detay bence.

  • davranış alanında yapılan çalışmalar, insan zihnindeki faaliyetlerin dahi genetik kodlardan geliyor olabileceğini söylemekte. mesela, etik sorunların olmadığı dönemlerde yapılan çalışmalarda, bebeklerin de örümcek ve yılan gibi hayvanların görsellerinden korktuklarını kanıtlayan çalışmalar olduğunu anımsıyorum. yani buna göre ilkel amigdalamızda dahi kendini savunan ve nesilden nesle aktarılan bir bilgi olabilir.

    ama gelin görün, bebeklikte yaşadıklarımızı asla anımsayamıyoruz. hatta parça parça da ya da nadir imajlar olarak dahi hatırlayamıyoruz. yapılan araştırmalar en eski hatıralarımızın ortalama 3,5 yaş dönemine ait olduğunu göstermiş.

    öyleyse hafızayı başlatan ne? neden bebeklik anılarımızı hatırlayamıyoruz? eğer bebeklik anılarımız flu izler* olarak zihnimizde bulunuyorsa, bunların hatıralara dönüşebilmesi ve kalıcı bir hal alması da ne demek?! belki de renklerin kategorilerini anladıkça, kelimeler kalıcı hale gelip beynimizin sağ yarım küresinden, sol yarım küresine geçmesiyle artık hatırlamaya başlıyoruz. sanırım bir dili düşünmek bir yaşam formunu düşünmektir ve bu yüzden aslanlar konuşabilseydi onları anlayamazdık. çünkü, ludwig wittgenstein'ın dediği gibi: bir dili hayal etmek bir yaşam biçimini hayal etmektir.

    bebeklik anılarımızı hatırlayamıyoruz, çünkü o zaman algımız ve algımıza biçim veren dilimiz katı form almamıştı. tıpkı kemiklerimizin sertleşmesi gibi algımız da sertleşti ve hafızaya olanak tanıdı. sanırım şunu anlamamız gerekiyor: bizim insan olarak tek numaramız; yaşadığımız dünya hakkında örüntüler* uydurabilmemizdir.

  • bal türleri iki ana sınıfa ayrılır, bunlar çiçek balları ve salgı ballarıdır, türkiye'nin en kendine özgü ballarından olan çam balı da bir salgı balıdır. polen içermediği için çiçek balının aksine kristallenmez-şekerlenmez. eğer kristalleniyorsa içine çiçek balı karıştırılmış demektir. salgının nereden geldiği yukarıda yazılmış zaten, ondan bir iki burada yazmayan bilgiyi ekleyeyim, arı kovanlarına kovan başına 15 kg civarı kendi ürettikleri baldan bırakılır sonbaharda, bu bal kışı geçirebilmeleri için önemlidir ve çam balı arı kovanına kışlama için bırakılmaz, arılar donmamak için kış salkımı oluşturup salkım içinde sıcaklığı 33-34 derece civarı tutarlar, bu arada dışkı ihtiyaçları için rektumları genişler ve dışkıyı stoklarlar, böylece hem salkımdan hem de kovandan çıkmamış olurlar, ancak çam balı daha fazla dışkıya neden olur, bir tür ishal gibi, arı dışarı dışkı için çıkar ama soğukta kovana geri dönemez donarak ölür. ayrıca çam balı içerdiği mineraller yönünden çiçek ballarından daha zengindir, bir de özellikle mide sorunlarına diğer ballara göre çok daha iyi gelir.

  • --- spoiler ---

    odin, oğlunu dünyaya sürgüne yolluyor. bak düşün adam oğluna ceza verecek, dünyaya yolluyor. öylesine lanet olası bir gezegende yaşıyoruz amk.

    --- spoiler ---