hesabın var mı? giriş yap

  • ilkin rebecca solnit'in kullandığı ve feminizm literatürüne eklediği bu kavramın özetleyici nitelikteki tanımı şu: "endlessly pontificating white male syndrome", türkçesiyle "daima kendisini yücelten beyaz erkek sendromu". bire bir karşılığı ise "erkek söylemi/açıklaması" olabilir, zira man ile explain'in birleşiminden oluşmuştur.

    buradaki kritik hususun erkeğin beyazlığı olduğunu düşünüyorum, zira ortodoks feministlerin bu kavram üzerinden getirdikleri eleştiriler daha çok egemen sistemin merkezine dönüktür, o merkezde bulunan da "beyaz erkek"tir. siyah erkekler ise kendi özgürlük mücadelelerini vermiş bir kesimi, yani, ezilen başka bir kesimi temsil eder: ezilenlerin dayanışmasıdır bir nevi.

    bir şeyler yazdım, buyrun:

    (2) patriyarşi öldü mü? (mansplaining kavramı)
    http://jimithekewl.com/…du-mu-mansplaining-kavrami/

  • bazı dangalakların ağzına sakız olan soru.

    cevabını vereyim o zaman:

    ben ortaokuldaydım.

    gezide yanımda olan kardeşlerim ya okula başlamamıştı ya da ilkokuldalardı.

    bazıları liseye yeni başlamıştı.

    sürekli olarak şurda nerdeydiniz, burda nerdeydiniz diyorsunuz ya? biz gezide'ydik siz nerdeydiniz?

  • yemeyiverin. istikrara oy verin ki bu şekilde istikrarlı bir şekilde zamlar devam etsin. siz de yemeyiverin. size çok peynir meynir.

  • fast and furious başladığında kendi içinde tutarlı bir seriydi. bir alt kültürü anlatmayı tercih etmişlerdi ve her ne kadar lümpen bir tarzları olsa da sokak yarışçıları ve onların hayatlarını düzgün bir şekilde anlatabiliyorlardı. konusu herkese hitap etmeyebilir tabi. ancak seriyi, anlatmayı tercih ettiği konuyu ne kadar iyi anlattığıyla değerlendirecek olursak en azından ilk filmlerde görece başarılı olduklarını söyleyebiliriz.

    fast & furious ve 2 fast 2 furious filmleri çok tuttu. bu filmlerin çıkış dönemi need for speed serisinin underground, underground 2 ve most wanted zamanlarına denk gelince de lise çağında olan bir hayran kitlesi edindi kendine. bu oyun serileri ile insanlarda bir modifiyeli araba sevgisi başladı. izleyici de filmlerde bu arabaların gerçek hallerini görme şansına erişti. daha sonra tutan pek çok diğer yapım gibi bu film serisinin de suyunu çıkarmaya karar verdiler.

    her ne kadar yüzeysel karakterleri olan kadınları obje gibi gösteren arabalar ile seyirci çekmeye çalışan orijinallikten yoksun senaryoları olsa da dördüncü filme kadar serinin kendi içindeki mantığı bozmadan gelebildiler. dördüncü filmden sonra ise işler çığırından çıkmaya başladı. işte otobanda tank ile kovalamaca sahneleri, denizaltılar, hacker'lar falan saçmaladıkça saçmaladılar.

    normalde diğer herkes gibi benim de seri kötü diyerek geçmem gerekiyordu ancak ben bu kötülükten çıkarılacak bir şey fark ettim. fast and furious'un başına gelen şeyler sözlü edebiyatta destanların nasıl ortaya çıktığını ortaya koyan teorilere benziyor.

    bu teorilere göre sözlü edebiyatın temsilcileri olan ozanlar aslında basit gündelik hikayeleri anlatarak bu işe başladılar. ancak yıllar geçtikçe insanlar bu tip hikayelerden sıkılmaya başladı. ozanlar da günlük hayatta olan şeyleri abarttıklarında hikayelerin daha çok ilgi çektiğini fark ettiler. yaşadığı köydeki insanlardan biraz güçlü olan bir adamın hikayesi anlatıla anlatıla herkül'e dönüştü. ormanda bulunan iki çocuğun hikayesi yayıla yayıla romus ve romulus oldu. iyi dövüşen bir hükümdarın hikayesi abartılıp, doğduktan kırk gün sonra et yemeye ve konuşmaya başlayan oğuz kağan'a dönüştürüldü.

    fast and furious da bu abartı işine girmek zorunda kaldı. çünkü sözlü edebiyat gibi sürekli "anlatılıyordu." mesela ilk filmde ekip elektronik ev eşyası çalıyordu ve yerel çeteler tarafından sıkıştırılıyordu. ancak benzer soygun hikayelerini tekrar anlatırsanız izleyici ilgisini kaybeder. bu nedenle işler büyüdü. ilk filmde polisten koşarak kaçan don, son filmlerde ajanlardan falan sıyrılmaya başladı. ekip ufak çaplı tır soygunlarını bırakıp avrupa'ya gitti. yerel çeteleri aşıp uyuşturucu baronlarına kafa tutmaya başladılar. çünkü hikayenin bir şekilde devam etmesini istiyorlardı. o yüzden gidebilecekleri tek yöne yani yukarıya gittiler. şöyle düşünün ilk filmde hızınız 250 km ise ikinci filmde bunu 300'e çıkarmanız gerekiyor ki karakterler için yeni bir mücadele olsun. ilk filmde 250 yaptıktan sonra ikinci filmde 200 ile giderseniz izleyici ekran başında heyecanlanmaz çünkü bu karakterin zaten 250 ile araba kullandığını görmüştür.

    son olarak şunu söyleyeceğim. ilk filmler de dediğim gibi o kadar ahım şahım şeyler değildi. ancak farklı bir kültürün dünyaya bakışını yansıtıyordu o zamanlar. şimdi ise bu alandan ayrılıp ne idüğü belirsiz bir şeye dönüştü. artık filmlere üç şekilde yaklaşıyor insanlar. birincisi hala hayran hayran izleyenler, ikincisi film serisinden nefret edenler, üçüncüsü de benim gibi kötü olmasına rağmen b tipi film muamelesi yapıp keyif almaya çalışanlar. ciddi bir sinema ortamında tabi ki adı bile geçmez ama dediğim gibi anlatılar da abartının nasıl ortaya çıktığını görmek için güzel bir örnek olabilir.

  • yurt ici ucus ise bu yolcular en saf duygularin insani da olabilir. eger oyleyse, bu durumdan yillarca millete ucak yuzu gostermemis olan thy'nin utanmasi gerekir. avrupa'da amerika'da insanlar inanilmaz kampanyalarla, komik fiyatlara o ucak senin bu ucak benim seyahat ederken bizim milletimizce daha 5-10 yil oncesine kadar ucaga binmek bi zenginlik gostergesiydi.

    * ilk kez ucaga binen, ucak ne zaman iner ne zaman kalkar bilmeyen amca inis esnasinda eger sizin kolunuza sarilip "indik mi evladim" diyorsa onun sirtini sivazlarken akliniza thy'nin gelmesi gerekir.
    * veya bi tarafi kalkik bi host/hostes "hanimefendi bir portakal suyu daha rica edebilir miyim?" diyene "tabi efendim" deyip, "kizim bi portakal suyu daha verecen mi hele?" diyene "amca portakal suyu yok" diye cevap verebiliyorsa o hosta/hostese ayari vermek de sizin insanlik vazifeniz haline gelebilir.
    * ya da yaninizdaki teyze ucaktan korkuyor olabilir. ucak kalkisa gecerken veya inerken tedirgin de olabilir. sizinle konusmak da isteyebilir. her halukarda 3-5 soruluk muhabbeti ondan esirgeyip, "olum kari geldi bana diyo ki evladim ben cok tirsiyorum gozumu kapayacam ucak inince soyle sen gozumu acayim diyo ben de 10 dakka gec soyledm ucagin kalktigini ahuhuhauhauaha" diyorsaniz bu ulkenin insaninin hakkini veremiyorsunuz demektir.

    ha ben bu ulkenin insaninin tamaminin asigi degilim. her turlu kazigi atanlar mi dersin, anana bacina tacize yeltenenler mi dersin, yok mu? var elbet. arkani doner donmez seni mihlamak icin firsat kollayan serefsizler de az degil bu ulkede. benim asik oldugum insan, su sikilmis dunyada bozulmadan kalmis, kalbi temiz guzel insandir arkadas. ucaga mi binmis, basimin tacidir o. kafami da sikse beynimi de sikse oyledir.

    not: yukaridaki 3 olay da gercek olaylardir.