hesabın var mı? giriş yap

  • inanılmaz bir tesadüf falan değildir. kazadır. takdir'i ilahidir falan da demeyin. hergün buna benzer yüzlerce olay oluyor. sadece düşenler çoğu zaman kimsenin kafasına denk gelmiyor. benim oturduğum semtin ana caddesinde üç kere apartmanlardan dökülen taşlara şahit oldum. iş işten geçtikten sonra belediye alanı çeviriyor. birisinde bir kızın başına düştü. haber olmuştu.

    buna benzer olaylar hergün yüzlerce kez oluyor. çünkü denetimsizliğin, kuralsızlığın, liyakatsizliğin tavan yaptığı bir ülke olduk. herkes sikinin ucuyla iş yapıyor. yaptığı iş patlayınca yaptırım da görmüyor. oh ne ala. kazadır deriz geçer.

    ulan elin isveç'lisinin kanadalısının başına niye gelmiyor böyle şeyler. neden bir alman böyle saçma sapan bir şekilde ölmüyor. yazık ya cidden. allahın lanetli kulları mıyız biz. o takdir norveçliye işlemiyor mu? o yüzden kader diyip, kaza diyip normalleştirmeyin bu vehameti. üzerim.

  • çalışma masanızda otururken 2-2,5m üstünüzde, tam da sizinle aynı hizada bir başkasının kabahatini yapıyor olması, üstüne üstlük bir de çalışırken kafanızın üstünde sifon çekilmesi ihtimalini ortadan kaldırdığını düşününce, belki de şükredilecektir.

  • akşam yemeği için marketten 250 gram kıyma almıştım. eve gelirken kapının önünde duran sevimli yavru kediye birazını vereyim dedim, baktım annesi de geldi ve her ikisi de verdiğim kıymayı iştahla yediler, kedileri o halde görünce dayanamadım ve kıymanın hepsini onlara yedirdim. çok sevindiler, benim de içimi huzur kapladı. akşam da makarna yedim.

  • tam 4 kış oldu. 4 kıştır içimizden geçtiniz. şu saatte ısrar edip yandaşına para kazandıran ya da kazandırmaya çalışan varsa hakkımın her zerresi vergimin her kuruşu haram olsun.

    akla mantığa sığmayan ama hiç kimsenin de ses etmediği uygulama

    edit: bir baktım mesaj kutum patlamış. 6 oldu diye uyardılar. benim kafa gitmiş demek ki ben 4 ten öncesini hatırlayamadım. uyaranlara teşekkürler.

    ayrıca bi kişi de nasıl para kazandırılıyor diye sormuş. üşenmedim nasıl elektrik harcadığımızı anlattım.

    300 küsür de fav almış amacım fav filan değildi hiç olmadı. ama benim gibi birçok insanın mağdur olduğunu öğrenmiş oldum. parasını geçtim karanlıkta evden çıkmaktan bıktım yahu. ben servise biniyorum daha cami hocası yeni ezana başlıyor. ilerleyen günlerde şirkette ezan dinlemeye başlayacağız. geçen kış öyleydi mesela. hadi biz yetişkiniz ya çocuklar. hiç mi acımanız yok.

  • kpss'ye biraz çalışsa kapağı devlette iyi bir memuriyete atsa bir tık fazlasını kazanırdı. bu devirde 5bin ile geçinmek zor allah yardımcısı olsun.

  • kendilerini seçim sonrası işten çıkartılır, yerlerine kimse alınmazsa iş gücünde zerre kayıp olmaz, mali olarak da kazanç sağlanabilir.

    ekrem başkan 24 haziran günü ilk bunlardan başlayabilir.

  • piramos (pyramos) ve tisbe (thisbe). kraliçe semiramis'in çevresini tuğladan yapılmış surlarla çevirttiği babil kentinde birbirine bitişik iki evde komşu olarak yaşıyorlardı. piramos çok güzel bir delikanlıydı. tisbe'ye gelince bütün doğuda ondan güzel kız bulamazdınız. komşu oldukları için doğal olarak birbirlerini tanıyorlardı ve kısa zamanda da birbirlerine aşık oldular. aslında evlenmeleri gerekirdi, ne var ki anababaları buna izin vermiyordu. ama birbirlerini sevmelerine engel olamazlardı ve işte ikisi de birbirini çok, ama pek çok seviyorlardı. bu gizli sevdada onların yanlarında olacak kimseleri yoktu. birbirleriyle ancak baş, göz, el işaretleriyle konuşabiliyorlardı. ama duygularını gizlemeye çalıştıkça bu gizlenen duygular daha umutsuzca güçleniyordu.

    evlerini birleştiren duvarda evi yapan işçilerin bırakmış olduğu çatlak bir yer vardı. uzun yıllardan beri bu deliğin kimse ayırdına varmamıştı. ama aşk her şeyi görür, işte bunu ilk kez keşfeden ve birbirleriyle konuşmak için kullanan bu iki aşık genç oldu. hiç kimsenin haberi olmadan bu çatlak yerden birbirlerine sevgi sözleri fısıldıyorlardı. piramos duvarın bir yanında, tisbe de öbür yanında durup soluklarını, keserek birbirlerinin söylediklerini dinlerlerken kimi zaman şöyle söylenirlerdi: 'acımasız duvar! neden aşkımıza engel oluyorsun? birbirimize gerçekten kavuşmamız için hepten yok olmanı istemek çok şey olurdu belki ama hiç olmazsa biraz daha açılabilirsin, böylece biz de birbirimizi öpebiliriz. gene de sana minnet duyuyoruz. senin sayende sözlerimiz birbirimizin sevgi dolu kulaklarına erişebiliyor.

    işte boyle konuşurlardı. ikisi de duvarın öbür yuranda olmayı düşleyerek. gece olunca vedalaşırken öbür tarafa geçemeyen öpücükler kondururlardı duvara.

    ertesi gün şafak söküp yıldızlar yok olunca ve güneşin ışınları otların üstündeki çiğ tanelerini kurutunca gene biraraya gelirlerdi. hafif fısıltılarla önce durumlarından yakındılar. sonra birgün gecenin sessizliğinde karanlıktan yararlanıp görünmeden dışarıya çıkmaya karar verdiler. evlerinden çıkınca kenti de arkada bırakıp, tenha yerlerde dolaşmamak için ninos'un mezarı yanında buluşacak, oradaki ağacın gölgesine gizleneceklerdi. bu üstü karbeyazı meyvalarla dolu büyük bir dut ağacı idi yakınında da buz gibi suları olan bir çeşme vardı. buldukları bu çare çok hoşlarına gitti. akşamı iple çekmeye başladılar, gün bitmek bilmiyordu. ama sonunda güneş denizin sularına indi ve gece denizin içinden çıkarak geldi.

    karanlıkta tisbe ses çıkarmamaya özen göstererek kapıyı açtı ve dışarı çıktı. ev halkından kimse onu görmedi. yüzünü bir tülle örterek mezarın yanına geldi ve ağacın altına oturdu. sevgisi onu yüreklendiriyor, korkusunu dağıtıyordu. ama birden bir aslan göründü. herhalde daha yeni bir hayvanı paralamıştı, ağzı kanlıydı. ağacın yanındaki çeşmenin yalağından su içmeye gelmiş. babilli güzel tisbe aslanın geldiğini uzaktan ay ışığında gördü ve korkudan titreyerek kaçıp hemen oracıktaki karanlık bir mağaraya saklandı. ama kaçarken başına bağladığı tül kayıp düşmüş ve arkasında kalmıştı.

    vahşi aslan bol bol su içip susuzluğunu giderdikten sonra ormana dönmek için yola koyulunca tisbe'nin ince eşarbını gördü ve onu kanlı ağzıyla parçaladı.

    az sonra piramos geldi ve toprağın üstünde bir yaban hayvanına ait olduğunu hemen anladığı ayak izlerini gördü. yüzü bembeyaz kesildi derken kan lekeleriyle kirlenmiş eşarbı da bulunca şöyle bağırdı: "aynı gece iki sevgilinin de ölümünü görecek, ikimizden en uzun yaşaması gereken oydu, suçlu olan benim, zavallı sevgilim! seni yok eden ben oldum. çünkü geceleyin böyle tehlikeli bir yere gelmeni senden ben istedim ve buraya senden önce gelmedim. ey bu kayalıklarda yaşayan aslanlar! bedenimi parça parça edin. etimi korkunç çenelerinizle ısırıp paralayın.. ama yalnız korkaklar ölüm dilenirler."
    sonra tisbe'nin eşarbını atarak buluşmayı kararlaştırdıkları ağacın altına gitti. o kadar iyi tanıdığı eşarbı öperek uzun uzun ağladı. ve ona şoyle dedi: "şimdi benim kanımı da içmelisin." böyle diyerek yanında taşıdığı kılıcı hemen böğrüne sapladı ve geri çekti aldığı yarayla o anda öldü. yarasından fışkıran sıcak kanlar tüldeki dut ağacının beyaz meyvalarını boyadı. ağacın kökleri de kanı iyice içmişti . bunun sonucu olarak dut agacının meyvaları mor bir renk aldı.

    ..

    müzehher erim, mitolojiden masallar

    hikayenin devamını eserden okuyunuz.

  • düşük bütçeyle başarılı zombi filmi çekebilme kapasitemizi gösteren izdiham.

    bir kazan domates soslu spaghetti makarnayı halka dağıtacağınızı duyurup 'etrafta boş boş bekleyen zombiler' kısmını çekiyorsunuz. vatandaşları iki saat beklettikten sonra "hadi davranın" diyerek insana saldıran zombiler kısmı için gerekli görüntüleri elde ediyorsunuz. sonra bilgisayarda biraz efekt ekleyerek krallar gibi bir zombi filmi yapmış oluyorsunuz bir kazan makarna bütçesine. o açlık, vahşet, surattaki duygusuzluk 40 yıllık oyuncudan çıkamaz zira. hayırlı olsun.