hesabın var mı? giriş yap

  • bornova küçükpark'ı mesken tutmuş, doğulu, boyacı çocuklardan biriyle girilen diyalogdan alıntıdır:

    ...
    m.o.k: sesin güzel mi senin, bi şarkı söyle bakayım bize
    boyacı: söliyim abi, sorı sorı'yı** sölliyim mi abi?
    m.o.k: söyle bakiyim
    boyacı: sorrı sorrı, kimin yoorı, en güzeali, beanim sorıı. nasıl abi?
    m.o.k: ehehe, aferim. bi de mavi mavi'yi söyle bakalım
    boyacı: *biraz düşünür* moovi moovi, kimin yoorı, en güzealii, beanim sorıı, yok moovi..
    m.o.k: puhaha, lan ibrahim tatlıses'in mavi mavi'sini bilmiyo musun sen
    boyacı: *kendinden emin bir şekilde* abi o moavi moavi diilki mosmavi..

  • bahçeli'nin kebapçıları bölücü-terörist ilan etmesinden sonra vedat milor twitter'dan şu açıklamayı yapmıştı.

    "güncellemenin ardından kebap değerlendirme kriterlerim aşağıdadır:

    - zırhla mı çekilmiş?
    - kuyruk yağı var mı?
    - işletmeci bölücü mü?"

    bunun üzerine bahçeli'nin danışmanı yıldıray çiçek vedat milor'a

    "bugüne kadar "ne şiş yansın, ne kebap" hayat yaşayan vedat milor için değerlendirme kriterim:
    - dinlediğini, okuduğunu anlıyor mu?
    -muhaliflere kuyruk yağı mı olmak mı istiyor?
    - kebap yanında aşırı alkol mü aldı?
    @vedatmilor" şeklinde cevap vermiş.

    ilgili tweet linki

    ayrıca vedat milor'un okuduğunu anlayıp anlamadığının tespiti için kendisine ait vikipedia sayfasından alınan eğitimine ilişkin bilgiler şu şekildedir:

    "galatasaray lisesi'nden sonra boğaziçi üniversitesi ekonomi bölümü'nü yüksek şeref derecesi ile bitirdi. bir dönem londra ekonomi okulu'nda eğitim gördü. amerika'ya kaliforniya üniversitesi, berkeley'ne gitti, sosyoloji doktorası yaptı. 1986 yılında doktora tezi için bir yıl fransa'da kaldı. doktora tezi "planning and economic development in turkey and france: bringing the state back in", 1990 senesinde amerika'da, american sociological association tarafından senenin en iyi doktora tezi seçildi. doktorasını bitirip, askerliğini de tamamladıktan sonra dünya bankası'nda işe başladı. iki yıl süren görevinde bir süre de kemal derviş'le çalıştı. sonra brown üniversitesi'ne, sosyoloji bölümüne yardımcı doçent olarak girdi. princeton'da ınstitute for advanced study'ye davet edildi, bir yıl misafir öğretmenlik yaptı. stanford üniversitesi'nde hukuk okudu. ilk yüzde 10'a girerek bitirdi. aynı okulda doçent olarak çalıştıktan sonra bir ara bir şirketin hukuksal işlerine baktı. daha sonra georgia teknoloji enstitüsü'nde, öğretim üyeliğine başladı. milor orada politik ekonomi, istanbul koç üniversitesi'nde ise uluslararası ilişkiler dersleri verdi."

    viki linki

    vedat milor'un başarı ile bitirdiği okulları aynı cümlede bile kullanamayacak adamların, vedat milor'a sataşarak prim yapma çabası sizce de çok komik değil mi...

  • "ben kış olduğunu hissedene kadar yaz geldi" mevsiminde; paul klee tablolarını hatırlatan bir gökyüzü ve gözlerinin altı velazquez grisi bir kadın, "yaşamanın güzel yanı henüz ölmememiz" diyen godard filmi. arabada okudukları jean cocteau'nun kitabında geçen "gerçek ve rol aynıdır", banyodaki işkence sahnesine göndermedir. ayrıca godard, klasik müzik için şöyle der:

    bach için çok geç, o sabah 8'de dinlenir.
    mozart için çok erken, o akşam 8'de dinlenir.
    beethoven ise çok derin, gece yarısı dinlenir.

  • bunun sadece kapitalizmle, liberal ekonomi politikalariyla ilişkilendirilmesini anlamıyorum. ekonomik sömürüyü bunların ortaya çıkardığı sanılıyor nerdeyse.

    4500 sene önce piramitleri yapan işçiler de sömürülüyorlardı.
    roma lejyonlarını beslemek zorunda olan mısırlı çiftçiler de.
    toprak sahibi olamadan, derebeyine sürekli kira ödeyerek yaşayan köylüler de.

    marx bile buna dikkat çekiyor. onun derdi şu ki, kapitalist toplumlardaki sömürü, ekstra emeğin zorla bir başkasının cebine aktarılmasından ziyade, serbestçe, karşılıklı anlaşmayla yapılıyor.

    fakat bu açıdan herhangi bir ticareti sömürü olarak görmek mümkün: hindistan'da çay üreten işçilere 10 para verirken, bu çayı ingilterede 100 paraya satıyorum. bu bir sömürü. işçiler normalde 1 para kazanacakken, dışardan getirdiğim kapital ve aldığım risk sayesinde 10 para kazanıyor olsalar dahi, o işçilere "ihtiyaçlarından fazlasını" vermiş olsak bile bu sömürü oluyor.

    ben ingiltereye sattıktan sonra, oradaki adam abd'ye 200 paraya satarsa ben de sömürülmüş oluyorum (benim de aldığım riskin ve yönetim emeğimin bir fiyatlandırması olmalı).

    borsadaki her işlem de bir sömürü denemesi. zira birisi sahip olduğu bir hisseyi (o hisseyi biriktirilmiş emek olarak görebiliriz) x fiyattan satınca, bunun kar getireceğini düşünerek satıyor. alan da tam tersine bunu o fiyattan almanın kar getireceğini düşünerek alıyor. bu asimetri birinin sömürülmesi demek. iki taraf eskisine nazaran daha iyi duruma gelse bile (win-win), birinin eline geçen şeyin içine gömülmüş emek, o şeyi almakta kullandığı emekten fazla olduğu için, diğerini sömürmüş oluyor.

    ***

    ben bu konunun kuramının detaylarını pek bilmiyorum, ama günlük hayatta düşünmeden sıkça tekrarlanması ilgimi çekiyor. mesela türkçe'de sömürge dendiği zaman hemen kafamızda bir resim canlanıyorken, ingilizcede koloni ile exploitation arasında böyle direkt bir bağ yok. bizim kafamızda canlanan şey hep negatif ve aynı derecede negatif. oysa bir avrupalının güney amerikaya gidip ellerindeki gümüşü yok pahasına almasıyla, aynı avrupalının ortadoğudaki petrolü ucuza çıkarması farklı durumlar. (ikisinde de silah zoru olmadığını farzedelim, yoksa örnek tüm ilginçliğini kaybediyor, marx öncesi bilindik sömürü teorisine geliyoruz)

    ilkinde gümüş, iki toplumda da kullanılan ve dolaşımda olan bir madde. avrupalı bunu ucuza alıyor, karşılığında az sayıda at, avrat, ve silah vererek. durum win-win ama avrupalının "kar marjı" daha yüksek, çünkü o gümüşle gidip çin'den dünya kadar ipek alabilir, saraylar yaptırabilir. kızılderili aldıklarıyla o kadar avantaj sağlayamaz kendine.

    petrol ise sadece endüstriyel toplumlar için değerli ve çıkarmak için bilgi birikimi artı sermaye gerekiyor. toprak sahibi arapta bu gerekenler olmadığı için o petrolün değeri sıfır, hatta negatif. şunu diyebilir: "ben 50 sene sonra bunu çıkarıp kullanabiliecek duruma geleceğim, sense şimdiden benim geleceğimden çalıyorsun". buna karşılık da avrupalı bir pay verir. bu durumda arabın "kar marjı" daha yüksek olabilir. sonuçta avrupalı çok düşük marja da evet demek zorunda çünkü kendi kaynağı yok zaten. arap ise hiç bir şey yapmadan para kazanıyor, hele ki rezervler çoksa ve ve zamanla o payı (royalty) yükseltme şansına sahipse. (tarihsel olarak olaylar farklı gelişti, burada farazi konuşuyorum)

    farazi örnekleri bırakalım: bugün afrika'ya yatırım yapan kapitalistlerin sermayesiyle kendi kendine yeter hale gelebilen köylüler, klasik emek teorisine göre sömürülüyorlar ama liberal ekonomi politikalarının (kapitalin serbest dolaşımı, emeğin piyasada fiyatlandırılması, mal sahibi olabilmek) olmadığı bir dünyada durumları nasıl olacaktı?

    "beyaz adam" tarafından 10 birim sömürülmek mi daha iyi (ürettiğin emek fazlasının 10 farkla başka yere satılması mı), birbirini 1 birim söğüşlemek mi? ikincisinde sömürü az ama gelişme yok. bıraksan 1000 sene daha öyle devam edebilir. son 100 senede üretim katlanarak arttığı için ve büyüyen pastanın çoğu ufak bir azınlığa gittiği için midemiz bulanıyor ama liberal politikalardan önce sadece krallar ve din adamları pasta yiyebiliyorlar, kalanı ekmek bulamıyordu.

    not: bunları, konunun ilginç olduğunu ve klasik teorinin yetersizliğini [burada hatalı olduğum altta açıklamış arkadaş] göstermek için yazıyorum. yoksa mevcut politikaların savunusu olsaydı, mesela son örnekte "either-or fallacy" (gerçekte varolmayan bir ikilem) yapmakla eleştirilebilirdim.

  • katılmadığım önerme.

    ___________________________________________________________________________________
    i5-2500k@4.50ghz ocz vendetta 2 cpu cooler and ac mx4 termal compound*-*msı p67a-gd65 motherboard*-*gskill ripjaws 4*4gb 1866 mhz ddr3*-*ati hd7870 pcs+ ez edition display card*-*tagan force ıı 800 watt psu*-*1tb caviar black*-*2tb seagate hdd
    aerocool s9 pro case

  • asıl utanması gereken, bissürü teknik hukuki terimin kullanılacağı belli olan basın toplantısına tercüman olarak öğrencileri görevlendiren sorumlu organizatördür. ayıp ulan, üç kuruş hesap için mi yaptınız bunu merak ediyorum.