hesabın var mı? giriş yap

  • yeni meyveleri gördün mü, yaz meyvelerine şöyle bir baksaydın derken göğüslerini gösterir gibi yaptı sanırım :) hangi meyveleri?

    adam erik dedi ya. kütür kütür :)

  • ingilizce'de "to" ve "for" sıklıkla kullanılan iki farklı önlektir. ikisi de çeşitli şekillerde kullanılabilir ancak benzerlikleri şunları içerir:

    amaç belirtme "to" ve "for" her ikisi de bir amaç belirtmek için kullanılabilir. örneğin "i need a pen to write a letter" (mektup yazmak için bir kalem gerekiyor) ve "i bought this gift for you" (bu hediyeyi senin için aldım).

    zamansal ifadeler her iki önlek de zamansal ifadelerde kullanılabilir. örneğin "i have an appointment at 3 o'clock" (3'te randevum var) ve "i will be on vacation for a week" (bir haftalığına tatile çıkacağım).

    değişim hem "to" hem de "for" değişim anlamı taşıyabilir. örneğin "i traded my car for a motorcycle" (arabamı bir motosikletle değiştirdim) ve "i gave my coat to my friend" (montumu arkadaşıma verdim).

    ancak "to" ve "for" arasındaki kullanım farkları da vardır. örneğin "to" genellikle hareket veya yön belirtmek için kullanılırken "for" belirli bir süre veya amaç için kullanılır. ayrıca "for" aynı zamanda bir kişiye veya gruba yapılan eylemi belirtmek için de kullanılabilirken "to" bu durumda kullanılamaz.

    şunuda buraya ekleyelim. "to" preposition (edat) olarak "to" infinitive yapısında ve "to" phrasal verbs (fiil öbekleri) de kullanılırken "for" isimlerde kullanılır.

  • "bizim muhakkak istanbul'da üçüncü değil, dördüncü, beşinci köprüyü de yapmamız lazım."

    "yetkim olsa mimarlar odası ve stk'ları kapatırım."

    "sadece amelelerle değil, fıstıklarla da uğraşıyorum. onlara yeterince zaman ayırabiliyorum."

    "işadamı için şirketleri karısı değil metresi gibi olmalı"

    "kadının iyisi az görür, az duyar ve az konuşur. iyi kadın budur."

    bu şahane vecizelerin sahibidir kendisi. ama nasıl oluyorsa 'itici' ali ağaoğlu, utanmadan üniversiteye ahkam kesmeye gelip de, kafasına yumurtayı yediği zaman 'iğrenç saldırı'ya uğramış oluyor. siz gidin insanların evlerini başına yıkanların, deniz kumuyla inşaat yapıp depremlerde yıkılan binalar sayesinde köşeyi dönenlerin avukatlığını yapmaya devam edin. bu arada bunları üniversitelerinde istemeyen vicdan sahibi öğrencilere de ağzınıza geleni söylemeyi unutmayın. sonuç değişmiyor.

    (bkz: bir iki üç bunlara yetmez ama daha fazla yumurta)

  • su an karim los angeles - istanbul ucaginda.
    malezyadaki olayin oldugu gun bu basligi gorunce bir an kalbim hizlandi bir dusuncesiz yuzunden.

    sozlugu hic ilgilendirmeyen ucustur. atin luzumsuz adamlari buradan ya.

  • acımasız olduğu kadar gerçekçi bir kelime.
    boş oluyorsun, sade kabuk kalıyorsun geriye. içi boş bir kabuk ne işe yarar ki? ceviz olsan atarlar hemen çöpe.

    biz ilk önce evleri ayırdık.
    bir kendimi bir de kızımı alıp çıktım o evden. soranlara bunu söylüyorum hep, aslında o da aynını yaptı, bir kendini alıp çıktı.
    öyle karar verdik çünkü, bize mutluluk vermeyen, bize uğurlu gelmeyen eşyaları ne o ne de ben alamadık.
    çok gerekli bir kaç parça dışında üst baş bile kaldı o evde. sanırım ikimiz de yenilenmek istedik, maddiyat elverdiğince.
    sonra duruşma günü geldi. yön bulma hususunda tam bir kör tavuk gibiyim. kaybolurum hemen. izmir'de iken erkek kardeşimi hatay'dan aşağı mithatpaşa yönünde sahile indirmek isterken önce betonyol'a çıkarmış, sonra da madem çıktık hadi yeşildere'den karşıyaka'ya amcamlara gidelim diye kandırmaya çalışmışlığım vardır. alt üst, sağ sol yok bende, bunu bildiğinden telefonda bana adliyenin yerini o kadar mükemmel tarif etmişti ki elimle koysam bu kadar rahat bulamazdım.
    anlaşmalıydık zaten, uzun sürmeyecekti.
    sonra bitti mahkememiz. çıktık. adliyenin kantine gittik, "gel." dedi, "sana bir çay ısmarlayayım."
    "tamam" dedim, "tatlılar benden o zaman."
    en azından cuma namazlarına gitmesini çok isterdim hep. annemin babamı hazırladığı gibi cuma vakti onu hazırlamak namaza, çok isterdim. hiç nasip olmadı, onu tanıdığımdan itibaren bir kere bile gitmedi cuma namazına. namaz bu, allah ile kul arasında, ses etmemiştim; ama bilirdi üzüldüğümü. geçen cuma namaza gitmiş ve ikimiz için çok dua etmiş, onu söyledi. güldü sonra. "bak, demek senleyken imanım elden gitmiş, senden ayrılacağım için nasıl imana geldim görüyorsun. namaza bile başladım." dedi. beraber güldük, komikti gerçekten de. "sırtında da kaşıntı başlamıştır senin." dedim, anlamadı. "yoo, başlamadı." dedi. "benden ayrılıyorsun ya, kanatların da çıkacaktır. melaike oluyorsun. kaşınıyordur sırtın, dikkat et." dedim.
    iyice güldük. hep böyleydi zaten aramızdaki. bir atışma, bir altta kalmama, bir takılma birbirimize.
    gülerdik ama, hep gülerdik birbirimize. ben ona daha çok gülerdim; çünkü hiç hazırcevap değildim. hep alt ederdi beni. komiğime giderdi. bir de haklı da olurdu, inkar etmek yerine gülmek daha kolayıma gelirdi, gülerdim. zaten bizim evin delisi bendim.
    sonra tatlılar yendi, çaylar içildi, sigaralar söndürüldü. kalktık.
    birden anladım ben, boşanmayı isteyen ben olduğum halde, birden anladım. artık bitmişti.
    kendimi yokladım, pişman mıydım?
    hayır, değildim.
    mutlu değildim, kendi mutsuzluğumda onu da eritmiştim.
    biz birbirini ilk görüşte seven, iki zıt karakterdik.
    yedik bitirdik, sevgimizi.
    dünyanın en güzel şeyini, bizi yani, harcadık.
    pişman da olmadık bundan. geri adım da atmadık.
    çok güvendik karşı taraftakine, seviliyoruz nasılsa dedik.

    ama sevgi sorunları çözmüyor.

    şimdi evlendi.
    duyuyorum ki, çok da mutluymuş. ben de mutlu oluyorum.
    o beni, ben onu mutlu edemedik birlikteyken.
    ayrılığa adım atarak, ona mutluluk için şans vermişim demek ki.
    benimle konuşmuyor, eşi istemiyormuş.
    haklı olabilir. ben anlamıyorum bu mantığı; ama haklı olabilir. kendi tercihi.
    yeter ki mutlu olsun.

    yeniden evlenmeden bir ay kadar önce, kızla ilgili bir şey için buluşmuş çay içiyorduk. evleneceğini biliyordum; ama ilk kez akıl danıştı benden. kadının beni kıskandığından bahsetti, kendisinin nasıl davranacağını bilemediğinden.
    "benden esirgediğin ne varsa ona yap, mutlu olursun." dedim.
    "bir de ailenle fazla yüz göz etme eşini, her şey çözülür." dedim.

    söylediğimi yapmış. ne güzel, şu dünyada biri de benim sayemde mutlu olsun artık.
    mutlu da olsun zaten, o mutlu olsun ki kızımız da mutlu olsun.
    içim o kadar rahat ki, o kadar tüketmişiz ki sevgimizi.

    ..............................

    eski eşim denmesinden hoşlanmıyorum. eski eş nedir yahu, ne kadar kırıcı bir kelime öbeği, her iki taraf için de öyle. kendisinden bahsederken artık, kızımızın babası diyordum. böyle deyince insanlar, hâlâ unutamadığımı söylüyorlar. öyle değil aslında, kızımız değil mi zaten? yalan mı yani?
    yorum yapmaya meraklı insanlar her yerde.
    soğuk bir "kızın babası" diyorum, mesele kapanıyor.

    o da illa anlatmam gerekirse.
    yoksa ben kimseye anlatmıyorum onu.

    çünkü içi boş bir kabuk gibi kocaman bir kelime var aramızda. boşandık biz.
    o öyle mutlu, ben böyle.

    ekleme: ayrılalı 12 yıl olmuş bile. başlarda insan kendini basarısız zannediyor. hiç ilgisi yok oysa, aksine her şey insan için. hele de benim gibi boşanmayı isteyen tarafsanız zaman içinde unutuyorsunuz bile.

  • geçen gün show tv'de odtu'deki sınıf arkadaşlarıyla söyleşi yapmışlar bu genç mecişının/illuşinistin... aman yarabbi. yok uğurlu sayın ne dedi, 7 dedim, sırtını açtı 7 dövmesi vardı, yok derste elinden ateş çıkardı, yok 07'imi büktü, yok mm binasındaki sinemadan dana sürüsü çıkardı, yok bozuk para istedi, verdim, havada tuttu, yok kayıtların ilk günü sisteme girebildi bilmem ne.

    işte bu çocuğun numarası bu dostlarım. bakın dikkat buyurun bu çocuk nereli? iranlı... işte türkiye böyle böyle iran oluyor. gördüğünüz gibi yılların bilim yuvası çökenek köyü'ne dönmüş. yarınlarımızın teminatı koskoca tasarım öğrencileri paramı aldı havada döndürdü, yok derste elini şıplattı ateş çıkardı diye dile gelmişler, konuşuyorlar. işte bu adamın asıl numarası bu... müspet bilimle yoğrulması gereken genç dimağlara sihiri ve büyüyü zerk etmek. çok da ileri geri konuşmak istemiyorum: sonuçta oğlanın gözü velfecir okuyor, duasını okur, sandalyesiz oturur pozisyonunda gezer dururum allah korusun. nihayetinde bilemiyorum da yani, o hali tavrı... ne bileyim... işinde iyi ve yetenekli bir çocuk belki ama milyonların önüne çıkarken bir traş olmaması... gerçekten bilemiyorum...bana güven vermiyor. yarın bir gün canlı yayında çelik kasadan muammer kaddafi'yi falan çıkarırsa bu oğlan, ondan sonra uğraş dur. hayır kaddafi bu, gel desen gelmez git desen gitmez çünkü.

  • dolu dolu 13 sene, sıfır çocuk sıfır sorun.

    gecenin 4 ünde arabaya atlayıp 600 km uzaktaki antik kenti görmeye gitmek, sabah kahvaltıdan sonra şirince'ye şarap tatmaya gitmek, 2 küçük valizle istediğin ülkeye seyahat etmek. hatta son gittiğimiz tanzanya'ya tek büyük bir bavulla gitmek. akşamları evde rahatça film izleyip 12 den sonra iki tek atmaya rahatça çıkmak. iki kapılı araba sahibi olup bagaja ihtiyaç duymamak.

    neşe ve huzurla dolu 13 sene ve daha nice senelere.

  • orijinalinin yerini tutamamış yeniden çekim filmlerdir.

    sinema tarihinde filmlerin hikayelerinin, görüntülerinin ya da çekim tekniklerinin birbirinden ilham alması kaçınılmaz bir gerçek. hatta bazı eserlerin tekrar çekilmesi de alışık olduğumuz ve sıkça rastladığımız bir durum haline geldi.
    izleyicinin takdirini toplamış ve geniş hayran kitlesine ulaşmış bazı başyapıtlar, bazen teknik aksaklıklar sebebi ile, bazen bir yönetmen denemesi olarak, bazen yapımcıların daha fazla kitleye ulaşma hevesi ile hatta bazen de sadece deneysel olarak tekrar çekilmiş ve hayran kitlesi tarafından pek de hoş karşılanmamıştır.

    1- psycho
    1960 yılında alfred hitchcock tarafından çekilmiş ve sinemada bir devrim olarak görülmüş psycho, 1998 yılında gus van sant tarafından tekrar çekilmiştir. bir çok kişi good will hunting, milk, elephant, promised land ve daha nice filmin de yönetmenliğini yapmış usta yönetmen gus van sant’ın, psycho’yu aslında bir çeşit deneme olarak çektiğine inanmıştır. zaten daha sonraları yönetmen ile yapılan röportajlarda bunun açıkça bir deneme olduğu itirafı da gelmiş ve izleyici kitlesi bir nebze de olsa rahat bir nefes almıştır.
    1998 yapımı psycho, her sahnenin orjinaline sağdık kalınarak, birebir, plan plan aynı çekilmiş hatta van sant, hitchcock’un kamera hareketlerini bile birebir kopyalamıştır.
    beklenildiği üzere, film 5 milyon dolar civarında zarar etmiş ayrıca en kötü yeniden çekim ve en kötü yönetmenlik kategorisinde altın ahududu kazanmıştır. ayrıca en kötü kadın oyuncu kategorisine de aday olmuştur.

    2- oldboy
    2003 yılında güney kore’li yönetmen park chan-wook tarafından aynı ismi taşıyan bir japon manga çizgi romanı uyarlaması olarak çekilmiş oldboy, hem orijinal ve çarpıcı senaryosu hem ustaca çekilmiş sahneleriyle, uzak doğu hatta dünya sinema tarihinde bir mihenk taşı olarak yerini almıştır. 2013 yılına geldiğimizde, do the right things, malcolm x, blackkklansman gibi filmleri ile sinemaseverlerin gönlüne taht kurmuş, hatta 2021 yılında gerçekleştirilecek 74. cannes film festivalinin jüri başkanlığı görevini de üstlenmiş ünlü yönetmen spike lee tarafından tekrar çekilmiştir.
    spike lee, oldboy’u bir yeniden çekim değil, ‘yeniden yorumlama’ olarak nitelendirmiş ve filmin karakterler davranışları, sahne teknikleri hatta finalinde bile orijinaline sağdık kalmamıştır.
    orijinal oldboy ile 2004 yılında grand prix kazanan yöneten park chan-wook, filmin haklarını satarken orijinaline sağdık kalınmasını talep etmiştir. daha sonraları, bu ricaya uygun davranmayan yapımcılara tepkisini, yeni oldboy’u izlemediği ve izlemeyi düşünmediğini söyleyerek göstermiştir.
    25 milyon dolar civarında zarar ederek gişede çakılan film, izleyiciden çektiği tepkinin yanı sıra, posterindeki görsel çalışmanın çalıntı olması, çizgi roman yayıncısından izin istenmeden yapıma başlanması gibi başka skandallarla da gündeme gelmiştir.

    3- funny games
    1997 yılında avusturya’lı usta yönetmen michael haneke tarafından çekilen funny games, replikleri, altyapısı, metaforları ve eşi benzeri olmayan hikayesi ile dönemine ustaca atılmış bir imza olmuştur. sinema severler tarafından türünün en iyisi olarak nitelendirilen funny games bütün dünyada en geniş hayran kitlesine sahip filmlerden biri olmuştur.
    1997 yılında filmi avusturya’lı oyuncular ile avusturya’da almanca olarak çeken haneke, yeniden çekimi tekrar kendisi yönetmiş ve bunu bazı ön koşullar karşılığında kabul etmiştir. yeni çekilen funny games’in, tıpkı van sant’ın psycho’sunda yaptığı gibi, sahne sahne plan plan birebir eskinin replikası olmasını, fakat bu defa amerikalı oyuncular ile amerika’da ve ingilizce olarak çekilmesini istemiştir.
    2007 yılında, orijinal filminin yayınlanmasından tam 10 yıl sonra, yeni funny games haneke’nin yeniden yönetmenliğinde, farklı oyuncular tekrar izleyici karışına çıkmıştır.
    bu film ile 7 milyon dolar civarında bir zarar ile gişede büyük bir darbe yiyen usta yönetmen sadece finansal konular değil sanatsal anlamda da ağır eleştirilere maruz kalmış öyle ki, bu filmden 2 yıl sonra çektiği white ribbon ile cannes’te palme d’or kazanmıştır.

    4- the upside / ıntouchables
    2011 yılında fransız yönetmen éric toledano tarafından yönetilen, gerçek bir hayat hikayesinden uyarlama ıntouchables, gerçekçi, dokunaklı ve eğlenceli hikayesi ve mükemmel oyunculukları ile sinema severler tarafından çok sevilmiş ve bir çok listede boy göstermiştir. 9 milyon dolarlık bütçe ile çekilen ve neredeyse 500 milyon dolar brüt hasılat yapan film, yayınlanmasından sadece 9 hafta sonra, gişede en başarılı ikinci fransız filmi olmayı da başarmıştır.
    2017 yılına geldiğimizde, filmin yayın haklarını satın alan aralarında amazon studios gibi ortaklarında bulunduğu yapımcılar, filmin yönetmenlik koltuğuna, limitless, divergent ve the ıllusionist gibi filmlerin de yönetmenliğini yapmış neil burger’i oturtmuş, ismini de the upside olarak belirlemiştir.
    kadrosunda, kevin hart, bryan cranston ve nicole kidman gibi yıldızları barındıran the upside, sinema severler tarafından çok fazla olumlu yorumlarla karşılanmamıştır. karakterlerin derinliği, mizah unsurları ve oyunculukları ile devamlı orijinal filmi ile kıyaslanmak zorunda kalan the upside, gişede zarara uğramamış ve hatta bazı eleştirmenler tarafından olumlu dahi karşılanmıştır.

    5- papillon
    1973 yılında, efsanevi senarist dalton trumbo’nun henri charrière’nin aynı isimli kitabının senaryolaştırması, usta yönetmen franklin schaffner’in rejisinin üstüne denkleme katılan steve mcqueen ve dustin hoffman’ın kusursuz performansları ile izleyiciye iki buçuk saatlik nefes kesen bir deneyim yaşatan papillon, sinefillerin gözünde altın tahtına oturmuştur.
    2017 yılına geldiğimizde, danimarka’lı yönetmen michael noer tarafından yeniden çekilmiş ve kadrosunda charlie hunnam, rami malek gibi yıldızlar yerini almıştır.
    fakat, film çıktığı andan itibaren izleyiciler ve eleştirmenler tarafından fazlaca eleştiriye maruz kalmış ve yapımcısını 5 milyon dolar civarında bir zarara sokmuştur.

    6- ben-hur
    1959 yılında, yönetmen koltuğunda william wyler’ın oturduğu ben- hur, kültürel, tarihi ve estetik olarak sinema tarihinde ilklerden biri olarak sinema severlerin gönlünde yer etmiştir. bir çok kişi tarafından döneminin en iyisini olarak işaret edilen ben-hur, teknik şartlarıyla izleyicisini büyülemiş ve 11 akademi ödülü ile karşılığını bulmuştur. gişede bütçesinin beş katını kazanmış ben-hur, bugün hala bir çok sinema listesinde yerini almaktadır.
    2016 yılında, kazak yönetmen timur bekmambetov, tarafından tekrar çekilen ben-hur, aradan geçen onca yıldan sonra hala orijinalini unutmamış sinema izleyicisi sayesinde eleştiri oklarını üzerine çekti. ülkemizde de o dönem, oyuncu kadrosunda haluk bilginer de bulunduğu için, epey adı duyulmuş olan ben-hur gişede 5 milyon dolara yakın zarar edip, batmıştır.

    7- solaris
    1972 yılında, andrey tarkovski’nin yönetmenliğini yaptığı, stanislaw lem’in aynı adlı romanının uyarlaması solaris, bilim kurgu türüne attığı farklı bakış, çekim teknikleri, şairane replikleri ve eşsiz atmosferi ile aradan yıllar geçse dahi sinema listelerinde üst sıralarda yerini almış, bir eşik olarak tanımlanmış, üzerine makaleler, kitaplar yazılmış bir filmdir. cannes film festivali’nde jüri özel ödülü ile başarısını ispat eden film, şu an hala dünyanın dört bir yanından, bir çok izleyicinin favori filmidir.
    2002 yılında, james cameron prodüktörlüğünde ve ocean’s, traffic, che gibi filmlerden tanıdığımız amerikan bağımsız sinemasının önde gelen isimlerinden steven soderbergh’in yönetmenliğinde yeniden çekimi başlayan solaris, izleyiciler tarafından hemen orijinali ile karşı karşıya getirilmiş ve kıyaslanmıştır.
    yönetmen soderbergh yaptığı açıklamalarda, kendi çektiği solaris’in tarkovski’nin filminin yeniden çekimi değil, stanislaw lem’in kitabının kendine has bir uyarlaması olduğunu belirtmiştir. fakat izleyiciler tarafında yer bulmayan bu açıklama yeni solaris üzerine gelen eleştirilerin şiddetinde bir azalma yaratmamıştır. ne var ki, 2010 yılında, time dergisi, "top 10 hollywood uyarlaması” listesine soderbergh’in solaris’ini de almıştır.
    kitabın yazarı stanislaw lem, 1972 yılında çekilen tarkovski’nin solaris’ine gösterdiği tepkinin aynısını bu filme de göstermiş ve beğenmediğini açıkça söylemiştir.
    gişede15 milyon dolar civarı bir felaket ile zarar eden yeni solaris, bugün hala sinema izleyicisi için bir dilemmadır.

    8- suspiria
    1977 yılında, italya korku sinemasının önemli yönetmeni dario argento tarafından yönetilmiş ve döneme etkisini bırakmış suspiria, yönetmenin le tre madri adını verdiği üçlemenin ilk filmidir. suspiria, özellikle şiddet sahneleri ve çarpıcı ölüm sahneleri ile izleyiciyi büyük bi şoka sokarak 70’li yılların sinemasına göre çok cesur bulunmuştur. film argento'yu tüm dünyadaki önde gelen korku filmi yönetmenlerinden biri haline getirmiştir. daha sonra çektiği pek çok film hayranları tarafından büyük ilgiyle karşılansa da, suspiria genelde yönetmenin başyapıtı olarak değelendirilmiş ve izleyici tarafından yıllar sonra bile takdirle karşılanmıştır.
    2018 yılında a bigger splash ve özellikle call me by your name filmi ile sıkça adını duyduğumuz italyan yönetmen luca guadagnino, vatandaşı argento’nun suspiria’sını onun senaryosunu ve karakterlerini kullanarak, kadrosuna tilda swinton, dokota johnson, chole grace moretz gibi bazı yıldızları da katarak ingilizce olarak tekrar çekmiştir.
    fakat guadagnino’un yeniden çekilen filminin orijinal suspiria hikayesinden fazlaca ayrılması, ayrıca kullanılan renkleri ve oyunculukları orjinaline göre farklı yorumlaması sinema severler tarafından çok da sıcak karşılanmamıştır. guadagnino bu duruma sebep olarak, izleyicinin kendi filmi ile 1977 yapımı suspiria’yı kıyaslamasına engel olmak için böyle bir yol izlediğini söylemiştir. eleştirmenler tarafından her ne kadar beğeneni olsa da beğenmeyenlerin çoğunlukta olduğu filmi savunmak için guadagnino, bu filmin en kişisel projesi olduğunu da söylemiştir. ne var ki, gişede 12 milyon dolar civarında bir zarar uğrayan film rüştünü ispat edememiş ve hala eski suspiria ile kıyaslanmak öteye geçememiştir.

  • amerikan bürokrasisinin kanayan yarası. müdürden falan kesinlikle korkmaz. müdür korkusu da olmadığı için son derece rahat tavırları vardır. sevimli ve bir o kadar da tehlikelidir. çalıştığı kurumun en açık sözlü personeli odur. bir ditroyit motorlu taşıtlar dairesi olsun, bir mesaçüset vergi dairesi olsun çalıştığı yerin neşesidir. kuyrukta bekleyen biri gelip "bakın bayan benim gerçekten çok acelem var" dediğinde, oturduğu yerden böyle gözlerini belerte belerte bakıp "tatlım inan bana burada hepimizin acelesi var" der. amerikan polisleri bu sevimli tombik hanımdan bilgi almak için "letişya belki bir ara yemeğe çıkmalıyız" falan diye kur yapar. ama hiç sözlerini tutmazlar... her şeye rağmen hakkaniyetli bir kadındır. yıllar yılı "tombik zenci kadınlar az çalışıyor" mesajını vermeye çalışan holivut muvilerini ne kadar kınasak az...

    editsel duygular: lan şimdi aklıma geldi... bugüne kadar bir kredi yurtlar kurumu'nda, bir belediye bursu kuyruk sırasında, bir askerlik şubesinde allahın bir kulu bana "tatlım inan bana" diye başlayan bir cümle kurmadı. hadi işimiz görülmesin önemli değil, ama birazcık sevgi ya... birazcık duygu...