hesabın var mı? giriş yap

  • kesfi de soyle olan parcacik.

    (esas oglanimiz: hasan abi)

    bilimadamlari yaptiklari calismalar neticesinde guneste pek cok reaksiyonda enerji kaybina, ve yine bu sekilde dunya uzerindeki pek cok reaksiyonda enerji fazlaligina sahit olurlar. bulduklari denklemlerde bir nokta acik vermektedir. o zamanlarda buyuk yusuf yusuf durumu sozkonusudur bu cevrelerde. (cok kucuk farkliliklar tabii) (lan?) (nasi lan?) (nasil olur?) diye dusunurler, tasinirlar, sonunda nukleer reaksiyonda eksik olan partikulun bir sekilde tasinabilir olmasi, dolayisiyla farkedilebilir olmasi gerektigine karar verirler. fakat cikan materyal kutleye hassas pek cok ortamda o zamana kadar farkedilemediginden "herhalde kutlesi yok bu elemanin" derler. boylece su anda pek cok insanin "kutlesizdir" diye bildigi "neutrino" abimiz ortaya cikar. teoride. birisinin bismillah deyip bunu denemesi gerekmektedir.

    yillardan bindokuzyuzaltmisbes. ben portakal vitamini olmaya giden yolumda daha bir inegin sictigi bok bile degilim. ilk deney guney dakota adi verilen amerikan eyaletinde, lead adi verilen bir kasabadaki homestake adli altin madeninde yapilmaya baslanir. elemanlarimiz, silindirik bir tanki 100.000 galon c2cl4 (kuru temizlik malzemesi perchloroethylene iste..) ile doldururlar. "eger neutrino denilen sey varsa, tankin icinden gececek, cl'nin ar olmasi icin gerekli olan reaksiyonu tetikleyecek enerjiyi verecektir, degil mi hasan abi?" diye dusunurler... silindiri de madenin 1.500 metre altina yerlestirirler. beklemeye baslarlar. trailerlari seslendiren adam o senede "five scientists...one experiment" diye kukremektedir.

    ilk uc haftanin sonunda sabir tasip, tanktaki ar miktari disariya cikarilip olculdugunde ortaya cikar ki, neutrino diye birsey vardir. yapilan denklemlere gore, mevzubahis silindirik tankin icinden iki gun icinde yaklasik on milyar trilyon neutrino'nun gecmesi gerekmektedir. fakat tanktan cikardiklari argon miktari gosterir ki averajda bu rakamdan iki gunde yalnizca bir tane neutrino reaksiyonu tetikleme zahmetinde bulunmustur. yine de bu neutrinonun oldugunu soylemekte yeterlidir.

  • yaş iki, çocuk parkında karınca yuvası inceliyoruz:

    - baba, bu karıncalar nereye gidiyor?
    - yemek bulmaya gidiyorlar canım.
    (karıncalara eğilip parmağıyla ileriyi işaret ederek bağırır)
    - karfur* buradaaaa!

  • bunu çok yakınlarım hariç kimseye anlatmadım. burada zaten kim olduğumuz belli olmadığı için yazmamda bir sorun yok.

    yıl 2010, amerika'nın alaska eyaletindeyim*

    orada yaşamaya başlayalı yaklaşık iki ay olmuştu. şehrin yaşam tarzına artık alışmıştık. mesela sokakta yürüyen bir tek insan yoktu. sadece biz türkler yaya idik, herkes arabayla geziyor.

    birgün marketten çıktım bisikletimi bağladığım yere doğru ağır ağır yürüyorum. arabanın birinde şoför koltuğunun yanında bi tane yaşlı adam oturuyordu, adam aynı dedem. ama bukadar benzer yani. kendimi ona bakmaktan alamadım çünkü aşırı benziyor. o da bana bakıyor. artık o kadar uzun bakıştık ki adam elini yavaş yavaş kaldırıp bana selam verdi. yavaş yavaş diyorum çünkü galiba adam felçliydi, felçli tanıdığı olanlar bilir, hani ilkokulda hoca parmak uçlarımıza cetvelle vururdu ya, parmaklarımızı birleştirirdik, hah işte eli öyleydi. o şekildeki elini yavaşça başına kaldırarak selam verdi ve gülümsedi.

    ben iyice heyecanlandım çünkü benim dedem de felçli. adamın yanına gitmek istedim ama hasta olduğu için birileri adama zarar vereceğimi düşünür diye çekindim ve gitmedim. arkama baka baka gittim ve adam da hiç gözünü benden çekmedi.

    türkiye ile aramızda 11 saat var. yani alaskada sabahken türkiyede akşam oluyor. ben ertesi gün sabah yani türkiyede akşamken bizimkileri türkiyeyi aradım, normal konuştuk ettik. dedemin öldüğünü söylediler. ne zaman dedim dün dediler. yani benim o markette dışarıda o adamla selamlaştığım an.

    dedem yaklaşık 25 sene felçli yattı, yatalaktı yani. çok zor yıllar geçirdi. ben dedemin normal halini hiç göremedim. bir kere bile sohbet edemedik yani adam zaten yatalak. ama hep sıcaklık hissederdim adamcağıza. severdim yani.

    lafın özü bu olay bana pek tesadüf gibi gelmedi. dedemin zaten hayatımızda bir yeri yoktu ki hatırladım özledim aklıma geldi ölümü de ona denk geldi desem. adamın öldüğü anda benim birini ona sanki oymuş gibi benzetmem, elin amerikalısıyla vedalaşır gibi selamlaşmamız bana gülümsemesi kaybolana kadar birbirimize bakmamız..

    dedemin kafamdaki görüntüsü hep o adamın görüntüsüdür, diğer hallerine dair gariptir ama hiç bir anı yok. hep o gülümseyip bana selam verdiği anı hatırlıyorum.

  • bilmesek bunların bir yakınına sarhoş bi şoför çarpti da öldürdu sanacagımız poz.

  • cool bir hareket. geçen kampüste yürüyorum, başladı bu elleriyle kollarını ovuşturup ''üşyrm yhaa x('' falan demeye. sigaramın dumanını diğer tarafa üfledikten sonra yavaşça dönüp o bomba cümleyi söyledim, ''koş ısınırhahahha yalanın sonunu getiremiyorum. kız üşüyorum dese komple okulu yakarım ısınsın diye amk öyle naçar durumdayım.

  • mide bulandırıcı gurbetçi zırvalarından biridir.

    bu ve buna benzer bir sürü videoya yüzlerce yorum yapıldığı için ekstra bir şey söyleyerek zaman kaybetmeye gerek yok.

  • ikinci el urunlere oldum olasi uzak dururum. bir arkadas ilani gormus ve bana gonderdi. piyasinin yari fiyatinda. satici ile yorumlar uzerinden filan iletisime gectim, sifir ayarinda filan dedi ki fotograflarda da oyle gozukuyordu. neyse aldik urunu. urun 2 gundur kargo subesinde bekledi. subeye telefonla ulasmak zaten mumkun degil. gittim subeye dedim benim kargo var ama dagitima çıkartmadınız filan. kargonuz burda, aktarmada zarar görmüş biz o yuzden teslim etmedik. dedim neden haber vermediniz, iste yogunduk filan. kargon kutusu komple parcalanmis, tekrar toparlayip bantlamislar. urun de agir, 100kg kadar. urun de kullanilamaz hale gelmis. bu arada ben dolap uygulamasini hic kullanmamistim. bildirimlere de izin vermemistim. bildirim gelmis, otomatik onay olacak diye ki sistem onaylamis. saticiya para gitmis. ben urunu teslim almadim. musteri hizmetleri telefonu yok. mesaj atin diyor. mesaj atiyorum hemen cevap vermiyorlar. neyse ertesi gun oldu, dolap diyor ki urunu al. ya nasil alim ortada urun kalmamis. biz bu sekilde iade yapamıyoruz. urunu teslim alin ondan sonra iade sureci baslatalim. diyorum ki sizin kafaniz mu guzel kutu bile parcalanmis, parcalari mi teslim alim? bizim isleyisimiz bu sekilde. baska turlu yardımcı olamayiz dediler. saticiyi aradim anlattim durumu, dedi ben parami aldim ne yaparsan yap sen. parani kargodan al dedi. ikinci el urune kargo sirketi para oder mi hic. baktim olmuyor, bankadan direk harcama itirazinda bulundum. teslim almadigim urunun parasini firma geri iade etmedi diye. 10 gun sonra banka parayi iade etti. simdi dolap ariyor, urun nerde? dedim ben almadim. satici da almamis diyor. valla artik o sizin sorununuz. ben urunu kargodan teslim almadan ne diye saticiya parayi aktariyorsunuz. sonuc olarak guvenli bir sistem degil. kredi kartinin harcama itirazi olmasaydi bana girecekti. bu arada isbankasi kartini kullanmistim, iscep ten harcama itirazi yaptim. harcama itirazi yaparken belge ekleme yeri de var, dolap siparisinin ekran goruntusu ile kargo takip sayfasinin ekran goruntusunu ekleyip gonderdim

  • gerekli teçhizat ile yapılabilir. tabii, uçağın nereye gideceği de önemli.

    ticari uçaklar, genellikle atmosferin troposfer ve stratosfer arasında kalan “tropopause” seviyesinde uçar. bu seviyede, hava sıcaklığı -50 üzerindedir ve sabittir. bu seviyeye aniden çıksanız, hypoxia başlamadan önce yaklaşık 17 sn süreniz olur. oksijensizlikten zaten ölürsünüz.

    hypoxia, 10.000 ft yükseklikten sonra başlar. 13.000 ft sonrasında etkileri belirginleşir. nefes alırsınız ama, oksijen alamazsınız. bir kaç dakika içinde, çok mutlu ve sarhoş olarak, en basit işlemleri bile yapamayacak hale gelerek, ölürsünüz. bununla alakalı, internete “helios kazası” yazarsanız, bolca video ve bilgi bulabilirsiniz. uçakta hayatınız, bir tuşa bağlıdır. basınç ve oksijen, şakaya gelmez.

    bunu engellemek için, uçak tekerinde seyahat edilecekse, uçuş süresi boyunca (veya en azından 10.000 ft üzeri kullanacağınız) tükenmeyecek bir oksijen tüpünüz olmalı. bu tüp, -50 derecede de işlevini yerine getirebilmeli.

    donmadan önceki sorunumuzu hallettikten sonra, -50 derecede hayatta kalmamızı sağlayacak ekipmanlarımız olmalı. ateş yakamayacağımıza göre (ki zaten ortamda oksijen yok, nasıl yakacaksın) bir çözüm bulmak lazım. çok sıkı giyinerek, -50 ile başa çıkamayız tahminimce. özel dağcılık ekipmanları falan varsa, olabilir.

    sonrasında da, uçak tercihimizi doğru yapıp, iniş takımları kapanınca, içeride sıkışarak ölmememiz gerekli. bineceğiniz uçak tipini ve iniş takımlarını, önceden incelemekte, video izlemekte falan fayda var.

    tüm bu sorunlardan sonra, dış basınç, inanılmaz azalmışken (yaklaşık 200 hpa veya daha az olacaktır, normalde deniz seviyesinde hava basıncı 1013 hpa kabul edilir) ciğerleriniz falan patlamadan, nasıl yolculuk edersiniz bilemiyorum. nasa’dan astronot kıyafeti arayabilirsiniz. letgo’ya bakın.

    tüm bunlar yerine, kafanızı eşit miktarda çalıştırarak, bir iş bulun, vize alın, bilet alın ve üst tarafta seyahat edin. bu da benim tavsiyem. ama siz bilirsiniz.

  • kocam tam 3 yıl işsiz kaldı. çocuğum sümük kadardı. çocuğumun 40'ı çıktı, haftasına işe başladım. kayınvaldem te anasının şamından geldi, bize yerleşti, çocuğa baktı. ben çalıştım, yeri geldi iş çıkışı 2.işe gittim. eve baktım. o yemini ederken size iyi günde kötü günde diye soruyorlar ya, hah bu tam da o işte.

    bu yemini ederken lütfen ciddiye alın.

    ben bu süreçte allah şahit kocama bir gık demedim, bir gün olsun bu yüzden surat asmadım, yüz çevirmedim. aynı konumda ben de olabilirdim.

    ben o yemini ağzımla değil, gönlümle ettim. bir gün bile pişman olmadım. umarım ileride de olmam, hayat uzun.
    tekrar ediyorum. evlilik kolay bir şey değil. ettiğiniz/edeceğiniz yemini ciddiye alın.

    üzerine çok varsayım dönmüş editi: kocam gerçekten o süreç boyunca çok çabaladı. ben buna şahidim. evden yapabileceği bir kaç iş aldı, ulan adamlar battı, söz verip ödemeyi bin yıl sonra yaptı vbg. fizik gücüyle çalışmasına engel ciddi sağlık sıkıntıları mevcut . herhalde elinde kumanda oturup beni beklemedi arkadaşlar.

    bakın ben 40 yaşına gelmişim. unumun yarısından fazlasını elemişim, o kötü günler geçmiş. eşim de ben de çalışıyoruz, bebe 5 yaşına gelmiş, bir sahil kasabasına taşınmışız. fıtı fıtı orta yaşlılığı yaşıyor, birbirimizin "tellik" sesini seviyoruz.

    burada anlatmak istediğim nokta adama da kadına da türlü haller olabilir. varsayın allah muhafaza kötü hastalık oldu. kapıya mı koyacaksınız. 3 ay bekler boşarım falan diyen arkadaşlar lütfen, lütfen evlenmeyin. hadi evlendiniz teriniz soğumadan çocuk yapmayın. naçizane bir abla nasihati. tutmak size kalmış.

    son edit: tellik : terlik (bizim ailelerin dili dönmeyen yaşlıları tellik diyor da )