hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi
    edit: altından hangi dizi, hangi olay çıkacak akıllara sorular düşürür.
    edit 2: gökyüzünde bir anda beliren parmak izi ipucu olabilir.
    edit:3 ucu açık olay, ne olduğunu anlamak için takipte kalmak gerek.
    edit 4: soru işaretleri giderek artıyor bu yeni çağ ne zaman başlıyacak acaba?

  • ayar değildir. bir doktora yakışmayan cevaptır. doktorluk bu riske rağmen seçilmiş bir meslektir. aids'li hastadan aids kapma, hepatitli hastadan hepatit kapma gibi ağır riskleri de vardır.

    burada arkalarından atıp tutan ergenleri saymazsak bir çoğumuz için tam da bu yüzden kutsaldır.

    bu cevap ise tıp 1. sınıf öğrencisi cevabıdır.

    çin'de, italya'da maske takmaktan yüzleri mosmor olan, ailelerini göremeyen hemşireler dahi böyle saçma bir cevap vermez canından endişe eden bir insana.

  • dün gece ingiliz bir adamla (edebiyatçı/tarihçi bir akademisyen) bira içerken laf lafı açtı ve newton'un color theory'sine geldi. meğer adam newton'un ingilizce notlarını, mektuplarını (latince olmayan yazılmış eserlerini yani) bir hayli incelemiş, dil kullanımı açısından öğrencilerine örnek olarak kullanıyormuş.

    ne alaka color theory ve dil diyeceksiniz ama, newton kendi notlarında mavi rengi "blue" yerine sürekli "blew" olarak yazmış. üstelik tek noktada değil, tutarlı olarak sürekli.

    sabah ayılıp gece neler konuştuğumuzu hatırlayınca, şurada bir düzine örneğine denk geldim: http://www.newtonproject.ox.ac.uk/…alized/natp00006

    "for, a mixture of yellow and blew makes green"
    "as it happens in the blew flame of brimstone; the yellow flame of a candle; and the various colours of the fixed stars."
    "the original or primary colours are, red, yellow, green, blew, and a violet-purple, together with orange, indico, and an indefinite variety of ıntermediate gradations."

    blue'nun etimolojisine bakarsanız "blew" ile akrabalığı görülüyor (anlam olarak değil, yazım olarak) ancak bu yıllarda ingilizce standardizasyonuna dair somut adımlar atılmamıştı, dictionary ile sözcüklerin yazım ve sesletimlerinin ilişkilendirilerek standartlaştırılması 1750'lere denk geliyor. newton'un çağdaşlarının da hiçbirisi blue'yu blew olarak yazmamış, ama kimse de "ne diyon kardeş sen" dememiş. örneğin newton'un rival'ı robert hooke'un newton'a eleştiri mektubuna bakıyoruz:

    "namely that which is most refracted, gives a blue, and that which is least a red"

    dilde standardizasyon için gerçekten güzel ve garip bir örnek.

  • 30 eylül 1969, novato, kaliforniya...

    güneşli bir öğleden sonranın ilk saatlerinde christine hinton, rock yıldızı sevgilisi david crosby’in yeşil volkswagen minibüsünü sürmektedir. yanında kaliforniyalı country joe & the fish grubunun gitaristi barry melton’un eşi barbara langer vardır. iki kadın, crosby ve hinton’un novato’nun marin ilçesinde bulunan yeşiller içindeki çiftlik evinden birkaç kilometre uzağa gitmektedir.

    christine’nin kedilerinin bakımını yapacak bir veteriner onları beklemektedir. yolculuk sırasında hayvanlar oldukça tedirgindir. içlerinden biri aniden arka koltuktan sıçrayıp christine’nin kucağına atlar. kedinin bu hareketinden dikkati dağılan kadın aracın kontrolünü kaybeder. karşı şeritten başka bir araba gelmektedir.

    çarpışma kaçınılmazdır. barbara langer kazayı ciddi yaralarla atlatırken christine için yapılacak bir şey yoktur. olay yerinde ölür. haberi telefonla alan david crosby hemen novato hastanesi’ne gider. tam vardığı sırada eşinin kanlı bir çarşafa sarılı sedyesini taşıyan ambulansı görür.

    korkunç bir şok yaşar.

    crosby’in yasının bitmesi yıllar alacaktır. o zamanlar sahip olduğu mayan isimli yelkenlisiyle uzun bir yolculuğa çıkar. döndükten bir yıl sonra sevgili christine’sinin küllerini golden gate köprüsü’nden pasifik okyanusu’nun sularına döker. bu arada ölen eşine tüm zamanların en güzel ve ilham dolu şarkılarından birini adar: guinnevere adlı şarkı yeşil büyük gözlü, çok güzel ve tatlı bir kadını anlatır.

    https://www.youtube.com/watch?v=lpvotvvbmko

  • 'asıl en kötüsü /bilerek, bilmeyerek / mapushaneyi insanın kendi içinde taşıması' nazım hikmet

    sözlerini hatırlatmış tanımlama. kendi kendimize oluşturduğumuzu düşünsek de bu hapishaneyi, toplumsal baskı denilen şey o kadar büyük ki, insan mücadele ederken kendi yaptığının doğruluğundan şüphe edebiliyor

  • yıllar sonra okuduğunda ne diyor bu diyecekler için: ypg bu saldırıya uluslararası angajman kuralları içinde karşılık vereceğini açıklamış.

    açıklamanın devamında molotof kokteylleri ve fistanlar ile beraber türk tanklarını vurmaya başlayacaklarını ifade etmişler.

    dikkatli olmak gerek.

    0.

  • şu süreç en çok zaytung'u göçertti herhalde. adamların yayını bbc gibi kaldı güncel haberlerin yanında.

  • giriyor da diziyi ayrı, filmi ayrı, maçı ayrı, basket maçını ayrı, avrupa maçını ayrı, araba yarışını ayrı, masa tenisini ayrı, misketi ayrı tasoyu ayrı platforma alıp orta sınıfı ayda 300-400 lira harcamaya mecbur etmek de hırsızlığa giriyor.

    o hırsızlıksa bu da hırsızlık.

    yok bu hırsızlık değilse, milletin yaptığına da hırsızlık demeyelim; servet otlakçılığı diyelim.

    türkiye gibi alım gücünün her geçen gün düştüğü bir ülkede verilen hizmet ve istenen para adil değil. internet yayıncılığı meselesi serbest piyasa yüzünden zaten eziyete dönüştü. netflix ilk başladığında “istediğine istediğin zaman reklamsız ulaş” hizmeti para vermeye değer bir kolaylıktı. şu an her şey başka yere dağıldığı için platformlar hem istediğimiz yayına ulaşmamızı zorlaştırıyor hem de bizi gasp ediyor. 6 tane zamazingoya üye oluyorsun, aklına bi film geliyor düştüğün yer yine hdfilmcehennemi. house of the dragon'ın haftalarca hem yayını yoktu hem telif nedeniyle sitelerden kaldırılıyordu. bu zulme karşı her türlü anarşi caizdir. kimse kusura bakmasın.