hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi
    edit: altından hangi dizi, hangi olay çıkacak akıllara sorular düşürür.
    edit 2: gökyüzünde bir anda beliren parmak izi ipucu olabilir.
    edit:3 ucu açık olay, ne olduğunu anlamak için takipte kalmak gerek.
    edit 4: soru işaretleri giderek artıyor bu yeni çağ ne zaman başlıyacak acaba?

  • epeydir bu kadar sağlam bir rezalet başlığı okumamıştım.

    iddiaya göre
    bir kişiye birden fazla kişinin saldırması var.
    beraber gelinen kadınların da tartaklanması var.
    öldürmeye teşebbüs var.

  • imdb top 250'de ilk 10'a girecek. bunu yazdığım tarihe iyi bakın. daha da editlemem. 2014'e kim öle kim kala ayrıca.

  • ''yüreklice düşün.
    gir bu yola seve seve! iyi yaşamayı sonraya bırakan kimse
    yolunda bir ırmakla karşılaşıp da akıp geçmesini bekleyen
    köylüye benzer...
    oysa ırmak hiç durmadan akıp gidecektir.''

    ... buyurmuş olan akıllı adam.

  • alişan’ın meral akşenere söylediği söz.

    açıklama şöyle;
    meral akşener "biz iktidara gelirsek o sanatçılara selam vermeyeceğiz" dedi. bence selam falan vermeyi bırakın. iktidara gelirseniz bizi türk vatandaşlığından çıkarın.

    sırf bu yüzden meral akşener’e oy vereceğim. bir sebep daha çıktı bana.

    kaynak

  • tam bir azınlık düşmanı, egemenlerin istediği tipte bir düzen çocuğu. herhangi bir azınlığa mensup biri veya kendini azınlıkların yerine azıcık koyabilen insanları ciddi bir şekilde rahatsız edecek, mide bulandırıcı bir zihniyete sahip yazdıklarından bir demet:

    "hımm bunu mu giysem ayy bu da travesti bekir'in iş kıyafeti gibi duruyor".

    "taksidi ile bile bir rus kızını kiralayabileceğim fondötenimi ayy rengi ne iyiymiş dur süreyimdiye atladıkları zaman suratlarını cırmıklayasım geliyor".

    "yaz sıcağında omzuna koyduğun ince kazakla da kendine zengin süsü vermeye çalışmışsın ama buram buram kırıkkalede kuaförlük yapıyorum diye bağırıyorsun".

    "bronz tenin güzel bir şey olduğunu kim çıkartmışsa aklına sıçayım ben onun. arabaların önüne atlayıp silim mi abi diyen bebelerden bir farkı yok. bok rengi saç, kara sarı ten".

    çok öfkelendirici, çok zavallıca.. kendisinin beyniyle ilgili hiçbir halt söylemeyip, dış görünüşünü eleştirenlerin ("dış görünüş eleştirmek"? bir insan sabah kalkar ve saçını sağa veya sola doğru tarar, kimisinin dişi yamuktur, kimisinin saçı yeşildir.. 'eleştirmek' ne demek? nasıl sığ bir beyin, ne kadar da meşru durumda.. 2011 yılında..) bu 'eleştiri'leri de ayrıca mide bulandırıcı.

  • ceza kessen dert kesmesen ayrı dert. kimseye yaranamıyorsun çomaristanda. uygulamadıktan sonra kanun neden var. bu insanlar orkidenin toplanmasının yasak olduğunu biliyor ve bunu bilerek topluyor cezasına katlansın. 1,2 tane de değil 13.5 kilo vay hayvanlar vay. ne var ne yok toplamışlar. demek ticaretini yapacaklar. az bile olmuş.

    ceza dediğin böyle olmalı, bağırta bağırta da alacaksın ki herkese ibret olsun. bir daha o orkidelere dokunuyorlar mı bakalım.

  • robert bresson'un su gun su tarih itibariyle bir "avuc" entryden ibaret bir yonetmen olarak kalmasi tesaduf degildir. anlasilamayan bir "en iyi yonetmenlerden birisi" namiyla yuruse de, kendisinin bu sifat tamlamasini hakedecek herhangi bir "en" filmi, calismasi yoktur. genellikle filmlerinden ziyade "film hakkinda soyledikleri" ile anilan, hatirlanan bresson, kanimca sinema tarihinde "donuk, sikici, bir manaya gelmesi umud edilen flulukta" filmler yapma akimini baslatan kisidir.

    bugun sinema festivallerinde ve film okullarinda ne manaya geldigi belli olmayan, uzun uzun bekleyis ve ic cekislerin oldugu, koyun nazarlari ve buyukbas dinginligi hakimiyetinde filmler goruyorsak, bunun buyuk cogunlugunu bu akimin duayeni olan bresson'a borcluyuz. kendisini ve anlatamadigi her seyi essekler gibi ciddiye almis, anlatmaktan cok anlasilmayi, kesfettirmekten cok kesfedilmeyi, beslemekten cok ekmegi aslanin gotune koymayi maharet ve huner sanmis olan bresson bu tavriyla kendince sonra gelen sinemacilara yol gostermis "amdan gotten olsaniz da belki onemli bir seyler diyorsunuz diye saygi duyabilirler" akimini hediye etmistir.

    halkin cekinmeden "yarragim gibi" diyerek adalandiracagi bresson filmleri icerisinde en kayda deger olani journal d'un curé de campagne (ya da"diaries of a country priest"), en berbat olani ise le diable probablement olmalidir.

    kendisine ve sinematografisine zerre saygi duymadigim bresson 99 araliginda oldugunde sinema icin artik cok gec kalinmistir.

  • iliklerime kadar midemi bulandıran kavram.

    öncelikle bana bu entry'i yazmam için ilham veren olaya değinmek istiyorum. ben ki bilmemkaç aylık boyner holding stajımda ofise, daha sonra likya'yı yürüdüğüm dağcı botlarımla gitmiş, ümit boyner'le üzerimde yeşil parka montla filan tanışmış biriyim. hani, artık düşünün. yeni başladığım iş yerim ise çok sıkı olmamakla birlikte kıyafet konusunda biraz daha kuralcı, haliyle gidip kendime yeni ciciler aldım sırf iş için. haliyle bu cicilerin çok ama çok büyük çoğunluğu siyah, kalanlar ise ya lacivert ya da beyaz. zaten günlük hayatımda da koyu renkler tercih eden bir insanım, böyle seviyorum, ben buyum kısaca. bir ayağı bizim ofiste dünyalar tatlısı bir kıdemli ablamız ise beni ne zaman görse şu cümleleri kuruyor.

    'yavrum gencecik kızsın, neden hep siyah giyiyorsun? bak sen esmersin, sana renk çok yakışır. zaten artık kıyafet çok ucuz, 30 liraya 40 liraya tişörtler var. git bak yavru ağızları (?), gül kurları (???) al kendine.'

    yani, evet 30 lira 40 lira 'ucuz' gibi geliyor. fakat bana öyle gelmiyor sözlük. bana 'lüzumsuz bir harcama' olarak geliyor. üstelik 'sırf bana yakışıyor' diye rahat etmediğim ya da sevmediğim bir şeyi giymek olarak geliyor. sebep? şimdi itiraf edeyim, ihtiyacım olduğu zaman ben de gidip fast fashion markalarından alış veriş yapıyorum. hatta sizin o çok dalga geçtiğiniz istiklal mango'sunun en üst katındaki outlet'ten 10-20 liraya alıyorum ne alacaksam. zira kıyafete para vermek bana saçma geliyor minimal bir tarzı olan biri olarak. eşyalarını iyi kullanan biri olarak da pek eskitmiyorum. delindiğinde dikiyor, sahiden artık yırtılana kadar filan giyiyorum. zira senelerdir dişimi tırnağıma takıp para kazanıyorken bir kıyafet parçasına 100 lira vereceğime o parayla prag'da 4 gün hostelde kalabiliyorum. böyle bakınca 'ucuz'luk kavramı değişiyor insanın, değil mi? neyse.

    gelelim işin sosyal ve çevresel boyutuna, zira eminim ki hiç birinizin en ufak bir fikri yok.

    bu fast fashion minnoşları her ne kadar dışardan kurumsal gibi gözükse de içerde bir çöplük yatıyor. birincisi, taşeronlarla çalışıyorlar ve türkiye pazarı artık sektöre pahalı geldiği için çoğu uzak doğuya kaymış durumda. şimdi, etik olarak bir firmanın tedarikçilerini ve hatta tedarikçilerinin tedarikçilerini denetlemesi gerekir. bu ne demektir? benim 'minnoş' adında bir markam olsun ve antep'teki 'katmer' adında bir firmadan kırmızı tişört satın alayım örneğin. antep'teki katmer markası da benim ona verdiğim yüklü siparişi tek başına üretemeyeceği için fıstık, ceviz ve fındık isimli daha küçük markalardan ürün satın alsın. günün sonunda ben aslında ceviz'in fabrikasından çıkan ürünü etiketleyip size satıyor oluyorum fakat benim ceviz ile hiç bir diyaloğum olmuyor. fakat ceviz sigortasız işçi çalıştıran, ek mesai ücretlerini ödemeyen, şirket içi taciz vakalarını örtbas eden, çocuk işçi çalıştıran, illegal yoldan göçmen çalıştıran, zehirli kimyasalları nehre akıtan, tişörtleri kırmızıya boyarken çıkan zehirli gazların salınımını engellemediği için çalışanlarını kanser riskine sokan bir yer diyelim ki. ben minnoş markası olarak ne kadar şahane bir kurumsal kimlik çizsem de, hayır işleri yapsam da, kendi kurumsal yapımda etik kurulumdan toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar harika bir yaklaşım sergilesem de, tedarik zincirimi denetlemediğim için aslında halt ediyorum. benim gidip katmer'i denetlemem lazım. eğer katmer, kendi tedarikçileri olan ceviz, fındık ve fıstık'ı denetlemiyorsa; benim gidip onları da denetlemem lazım. diyeceksiniz ki 'oha malmazel, yok artık'. senin o 'yok artık' dediğin şeyi boyner yapıyor mesela. neden? çünkü fast fashion değil. zira fast fashion ve etik kavramları birbiriyle çok çelişiyor mon cherie.

    devam ediyorum, bir diğer husus, her şeyde olduğu gibi, geri dönüşüm. dünyada geri dönüşümü en rezil sektörlerden biri tekstil. neden? zira tekstil atığı gibi bir kavramı dahi çoğumuz duymamışızdır, bilmiyoruz ve alışkanlığımız yok. ben şanslıydım, öğretildim bir şekilde, size de anlatayım. üzerimizdeki kıyafetler ya organiktir (pamuk, keten, ipek), ya da petrolden elde edilen plastik türevleridir (polyester). organik tekstil ürünleri geri dönüştürülebilir. fiberleri tekrar kullanılır ya da yine ülkemizde çok yaygın olmayan kırpıkçılık şeklinde tekrar kullanılır. organik olmayan tekstil ürünleri ise, karbon salınımı kontrolü olan fabrikalara yakıt olarak satılır. fermuar düğme, aksesuar gibi şeyler de materyallerine bağlı olarak tekrar kullanılır ya da eritilir.

    teoride ne güzel.

    pratikte, bu tekstil ürünleri geri toplanamıyor bebikler. 'ama benim annem onu yer bezi yapıyor'. ya tatlım, tamam, yapsın tabi ki. ama yer bezi olarak da kullanımı bittikten sonra ne oluyor, problem o? ben söyleyeyim size, çöpe gidiyor. zira tekstil atığı geri toplamak değil ülkemizde, henüz dünyada alışkanlığa oturamamış bir şey. fast fashion öyle hızlı yayılıyor ki (sadece giyim değil, ev aksesuarları, örneğin english home), geri dönüşüm pratiklerimiz bu hızın çok ama çok gerisinde kaldı.

    e peki sürdürülebilir bir fast fashion mümkün değil midir? teoride elbette mümkün. fakat çok uzak ve zahmetli bir ihtimal, bu nedenle pratikte (muhtemelen) asla mümkün olmayacak. baktığımız zaman fast fashion markalarından h&m bir şeyler yapmaya çalışıyor, tedarik zinciri denetiminden geri dönüşüme kadar; ancak ne kadar başarılı ya da ne kadar içten, orasını bilemem. neticede bir çaba var diyebilirim yalnızca.

    çözüm?

    tüketmemek. biliyorum bunu duyduğuna çok üzülüyorsun ancak doyumsuz benliklerimizi zincirlemediğimiz sürece problemin bir parçası olmaya devam edeceğiz. tüketme arkadaşım. ihtiyacın yoksa, tüketme.

  • 1. aşık olunan kızın hırkasının üstüne hırka asılır.
    2. kızın kokusu, kızın hırkasına siner.
    3. erkeğin kokusu, erkeğin hırkasına siner.
    4. kızın hırkasının kokusu, üzerinde uzun süre asılı duran erkeğin hırkasına siner.
    5. erkeğin hırkasının kokusu, uzun süre altında asılı duran kızın hırkasına siner.
    6. erkek hırkasını giyince kızın kokusunu alır, başı döner.
    7. kız hırkasını giyince koku falan almaz, yoluna devam eder.

  • ''siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk.''

    seçim olmasa dar gelirli akıllarına bile gelmeyecek kendilerini ve yandaşlarını beslemekten.

    işsizliğe çözüm bulun, enflasyonu düşürün, insanca yaşamaya yetecek ücretler verin. açlık sınırının altında değil! bunları yaparsanız zaten insanların dar bir geliri ve borcu olmayacak

    t: bir seçim yatırımı

  • enteresan diyaloglara ve enstantanelere yol açabilir.

    bir kere 11 tane birçoğu uzman olan 30 yaş üstü doktorun bulunduğu sahada kendini mental açıdan yetersiz görüyorsun.maça başlarken takımın orta sahanın 2 yönünü de oynamaya çalışan dinamik zencisi olarak buluyorsun kendini.* sonra yapılan meslek espirilerine falan bakınca mevkin bir anda forvet arkasına doğru kayıyor. insanın özgüveni geliyor bir anda.

    adam mesela kadın doğumcuymuş maç esnasında öğrendim.gol kaçırdı arkadan mesleğinin hakkını ver. şu deliği bul artık diye tepkiler geliyor. adamın teki kilolu bi doktor amcaydı koşu yoluna pas attım , benim nabzım çok yükseliyor koşamıyorum öyle pas atma dedi bana. adam koşamıyor ama halı saha maçına gelmiş. gerçekten de hiç koşmadı. öyle sergen gibi alex gibi az koşuyor anlamında demiyorum gerçekten koşmuyor , yürüyor.

    düşen birisi olsa hemen teknik müdahaleler, basit olayı enine boyuna değerlendirmeler halı sahada görmeye alışık olmadığımız abartılı fairplay hareketleriyle maçı viran eylediler. maç baklavasınaydı kazanan takımdan 3 tanesinin trigliseridi yüksekmiş yemediler.yiyenler de lan ben şimdi bunu yerim gece rahat durmam hahahahah tarzı diyaloglara girdiler. hulen dedim çok bilmek de
    iyi değil. esnaf amcalarla yapacaksın maçı herifler kalp tansiyon şeker hepsinin kombinleyip gelmişler haberleri yok. devre arasında da sigaralarını yakıyorlar, paketi çoraplarına sıkıştırıp giriyorlar maça.

  • galatasarayin ve milli takimin kalecisi... kendisi girişken bir insandır... milli takıma seçmedi diye mustafa denizli'yi dövmeye gitmiştir... aslında bunu her oyuncu yapabilir, ama hayrettin izmire gitmiştir, farkını göstermiştir...