• beden sadece bir kabuk, tabiri caiz ise bir avatardır. için dışa doğru son bulduğu bir mekândır.

    gelenekte sıralama şu şekildedir:

    ahfa: en gizli şey demektir. buna nokta da denir. zât-ı ilahinin bilinemez ama bilinmeye doğru harekete geçen mahiyeti burasıdır. la-mekân'ın insanda mekân tutmaya başladığı, gayb-ı mutlak mertebesi. allah'ın tam tekliği.

    hafa: gizli şey demektir. hakk teâlâ burada bütün isim ve sıfatıyla hâzırdır ama zât onları henüz bir başka şeye koklatmamıştır.

    sır: hakk'ın isim ve sıfatları insan'ın mahiyetini oluşturacak şekilde ama hâlâ bilinemez bir tabiatta bulunduğu makamdır.

    ruh: hakk'ın isim ve sıfatları artık soyut ama sabit hakikatler olarak burada potansiyel olarak bulunur. insanın ne olacağına karar verdiği ve seçim yaptığı makam burasıdır. insan, "ben sizin rabbiniz değil miyim" hitabı burada işitmiştir. tasdik edenler ile nankörlük edenler burada ayrılmıştır. bu soru her an insana sorulmaktadır.

    kalp: ruh'taki esma hakikatlerinin hayal, düşünce ve niyet olarak insanlaşmaya başladığı makamdır. insan tekinin ezeldeki (ahfa makamındaki) hakikati ne ise kalbi onu buna göre dünyaya çağırır. insanın nerede, ne zaman doğacağına, nasıl imtihan edileceğine burada hüküm verilir.

    bedenlenme: insanın manevi mertebelerinin cisimleşmesi ve belli bir formda zuhur etmesidir.

    geçen bedenim bana dedi ki: bu kaygın niyedir!? ben sen miyim ki sürekli endişe edersin. beni bırak da seni sen yapan o asli ruhsal hâlinin o saf bilincin (marifetin) farkına var. ben bu düşük dünyada kalıp çürüyüp gideceğim ama sen yoluna devam edeceksin.

    tamam dedim, bakalım bir de bunu deneyelim.
  • modern yaşamın tamamen mantığa dayandırılarak oluşturulmaya çalışılan karmaşık yapısı, bedenin ihtiyaçlarının basitliğiyle çelişir görünmesine rağmen; yaşadığımız sosyal dünyanın gelişimi ve bugünkü halini alışındaki baskın etkisinin es geçilmesi, kendimizi tinsel bir olgunun başrol oyunculuğuna fazlasıyla kaptırmamıza neden oluyor.

    beden, birçoğumuzun arkasını aramayarak kabul ettiği gibi yalnızca düzenli çalışması gereken organik sistemler kümesi olarak düşünüldüğünde, ruhun dünyevi yaşama uyum sağlayabilmesi için giyilen bir tür uzay kıyafeti olarak görülebilir. eğer, net cevaplar bulunamayacak olan varoluş ve öze ilişkin sorulara inanç esasına dayalı masalsı cevaplar aramazsak, insan bedeninin (tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi) etkileşime açık, yaşam süresi boyunca fiziksel değişime uğrayan ve geçirdiği değişim ile çalışma biçimini yeniden dengeleyebilen bir tür makineden ibaret olduğunu daha kolay kabul edebiliriz. ancak, ister bu denli materyalist olsun ister inanç değerlerine uygun; bedenin, özü hapseden bir koruma olmakla kalmayıp özün oluşmasını sağlayan, onu şekillendiren, yaşam süreci içinde zorunlu fiziki değişime bağlı olarak özü değiştiren bir katalizör olduğu yadsınamaz.

    günümüz dünyasının, ortak insani değerleri üreten evirilmiş bilincimiz öncülüğünde, ihtiyaçları (kimin olduğu önemsiz) en iyi şekilde gidermeyi hedefleyerek oluşturulduğu ortada. insanoğlu, ''doğada yaşamayı sürdürebilme yeterliliği'' baz alındığında bir hayvan olarak başladığı yolculuğu bedensel üstünlüğü sayesinde noktalayıp, yaşam şeklini mükemmele taşımaya çalışarak; var oluşunun sırlarını aramayı bir kenara bırakmadan, yok oluşunun önüne geçme eşiğini zorlayacak bir düzeye erişti. ancak tüm bu düşünsel ve mantıklı gelişimin, bedenin hiç bir ihtiyacının (birincil yâda ikincil fark etmez) önüne geçmemiş olduğunu; daha doğrusu insanın doğasında bulunan her şeyin kendini gösterebilmesine fırsat verecek şekilde, tamamen onun fiziksel ve duygusal tatminine dayalı bir dünya oluşturulduğunu bildiğimiz halde, nedense denklemin içindeki önemli rolünü göz ardı edebiliyoruz. bilinç öncülüğünde, mantıklı kararlar vererek oluştuğumuz bu sistemdeki bugları eleştirmek gibi bir densizliğe girmiyor; aksi bir sonucun zaten imkânsız olduğuna inanıyorum.

    yaşamı maddesel ve ruhani olarak ayırma densizliğine gidersek, duyu organlarımızla algıladığımız dünyanın, son halini almasındaki aslında diğerine göre önmesiz kalan rolünü, denklemden bir şeyleri çıkararak daha kolay fark edebiliriz.
    onu daha iyi beslemek, daha az yormak, daha güzel göstermek, daha uzun yaşatmak vs. yaşam süremizin ve yaşama şeklimizin şu anda ne kadarını kaplıyor? peki, sürekli artan düşünsel birikimimiz her şeyden fazla neyin uğruna kullanılıyor? vazgeçemediğimiz insani ve ahlaki değerlerimiz, yâda en sevdiğimiz çatışma konularımız neyin etrafında dönüyor? insanlığın yaşamını sürdürebilmek adına değil de daha elverişli yaşayabilmek adına büyüttüğü endüstriyel dev makineyi istediğimiz kadar silip atalım; insanoğlu onu aynı şekilde yeniden yaratacaktır. bizler başka türlü bir yaşam biçimi yâda bir ekosistem oluşturamayacak kadar bu bedensel dünyaya bağlıyız. stabil algılarımıza hitap eden alternatif başka bir yaşam biçimi, bildik insan için geçerli değil. bizler, bedensiz bir yaşam hakkında hiçbir şey bilmediğimiz gibi; bildik insan bedenine bağlı olarak şekillenmemiş bir ekosistem yâda yaşam biçimi hakkında da hiçbir şey bilemeyiz. bunun sebebiyse, bedenin sınırları dışında şekillenen bir dış dünyada, insanı diğer canlılardan ayıran düşünebilme yetisinin kullanılabilse bile insanın yaşamsal motivasyonu için gerekli duygusal tepki üretme alışkanlığının artık başarılamayacak olmasıdır. hissettiğimiz her şeyin, yarattığımız bu bedensel dünyanın sınırları içinde kaldığını düşünürsek, duyguları tetikleyen hormonal faaliyetlerden yoksunluğu nasıl aşacağımızdan önce ne adına, ne tip bir hissiyat yaşanabileceğini dahi bilemeyiz. (‘’niçin’’i çözemezken ‘’nasıl’’a geçmeye gerek yok)

    yarattığımız ruhani boyut (yâda ruh, bilinç, öz, iç ses vs. artık ona ne diyorsak) inandığımız yâda inandırıldığımız, kopya yâda orijinal gerçekliklere verdiğimiz duygusal tepkilerimize göre hormonlarımızdan bağımsız kalamayarak şekillenmiş durumda. yani ruh denilen figür, karşılaştığı/yaşadığı her şeyde, dengeli/dengesiz bir bilinç durumu ile varabildiği her noktada, bedenin sınırları içinde kalıyor. denklemden bir şeyleri daha çıkaralım.

    beyin, erişilen teknolojiyle işleyişi çözülemeyen bir sistem ve bu yapının koordinasyonu, bilgisayarlardaki sinyal hızından milyonlarca kat daha fazla olan elektrik akımları sayesinde, bir tanesinin 10 bin kadarıyla etkileşim içinde olduğu milyarlarca nöronla sağlanıyor. bir tanesinin bile bağlantılarını ve bağlı olduğu hücre grubundaki görevini tespit edemiyoruz. yaşadıklarımız karşısında duygusal tepkiler üretmemizi sağlayan hormonlar ile bilinç arasında nasıl bir bağ olduğunu ve bu ilişkinin işleyişini çözebilmiş değiliz. aslına bakılırsa hiç bi boku tam olarak çözebilmiş değiliz ama bu bulmacanın sonunda çözülmüş olduğunu varsayıp şu anda özümüzde ne varsa onunla; bilincimizi, tüm bilgimizi ve ruhani yaşamımıza ait kayıtları da alarak bedenlerimizden kopabildiğimizi kurgulayalım. (tavuğa/köpeğe girmece değil de şu 21 gram hikâyesi gibi hippi tarzı tek yönlü bir astral seyehat) ister galaksiyi turlayan bir enerji demeti, isterseniz internette kendi ekosistemini programlayıp yaratabilen bir tanrı olun yâda en basitinden inancınız varsa uygun bir şekilde mezarında takılan bir figür. sevişirken zerre haz alamadığınızı, müziğin yâda bir görüntünün duygusal bir anlam ifade etmediğini, bir t-rex gördüğünüzde heyecanlanmadığınızı, güzellik-çirkinlik göreceliğine bağlı tüm yargıların değiştiğini, ebeveynlerinize karşı mastürbasyon yaparken utanmadığınızı yâda çocuğunuza kamyon girdiğinde üzülmediğinizi kurgulayın. bireysel değil, sosyal olan tabuları yıkarak ahlaki düzeni göçertin. duygusal bir değeri olan her hangi bir eylemi/tepkiyi algılayabilecek ve üretecek bir sistem olmadan yaşamayı hayal edin.
    işin içinden hisleri ve ona bağlı olarak oluşan değerleri çıkarmayı değil değiştirmeyi bile başaramazken; bu hatırlayan ama uygulama nedeni bulamayan veya hatırladığını uygulama alanı bulamayan varlığı neye göre tanımlayabiliriz? maddeden ayrılan bu varlık neye benziyor; ruha mı yani? hikâyedeki tanrı bile hikâyeyi yazabilmek için, zevke ve rahatlığa boğabileceği yâda sonsuz acı verebilmek adına defalarca yakıp yeniden yarattığı bir bedene ihtiyaç duymadı mı?

    bizleri bu kadar özel yapan her şeyi yönlendiren oyuncunun aslında ruh olduğunu düşündüğümüz sürece, bedenin de tıpkı gezegenler gibi bir yörüngesi olduğunu fark edemeyeceğiz. kalbimizin, beynimize ne oranda kan pompaladığıyla alakalı olmayan bu dengeyi bozmadan da nedense onun başlangıçtan buyana yaşam üzerindeki etkisini de, ruh denilen kavramı nasıl yönlendirebildiğini de anlayamayacağız.

    insanoğlunun, ne bedensel, ne düşünsel, ne de bunlara bağlı olarak ruhani dünyayı tatmin edici bulmamasının nedeni, düşünsel bir sınırsızlığın*, o olmadan neye göre oluştuğunu; onsuz yaşam şekli diye bir şeyi bilemeyeceğimiz bir varlığın* sınırlarına göre oluşmuş bir dünyada, miras olarak kopyalanan hislerin çekiminde hapsolmasından kaynaklanıyor olmasıysa eğer; belki de insanoğlunun doğasında bulunan ve yaşamını etkileyen handikaplarını aşabilmesi için sadece düşünce biçiminin değil aynı zamanda bu kimyasal dengenin de değiştirilmesi gerekiyordur. kim bilir.
  • ruhun ev sahibi.
    fakat gün gelir ruh onu pencereden aşağı atar.
  • kalp, ruhun kasnağına gerilmiş kumaştır.
    bizde o kumaşa edep,takva,ahlak nakşetmeye gelen nakkaşlarız.
  • değerli bir hazine.
    ilginçtir ki hazineler toprağa gömülür.

    ne varsa bunda.
  • çok ağladığında su çekendir, yaşların sıcak ıslaklığından küçülendir. zihnin içine sığamaz olandır, küçüldü diye başkasına verilemeyendir, bir başkasının giyemeyeceğidir.

    rüzgarın yanağından makas aldığıdır, güneşin ısıttığı, karın dondurduğu, gölgenin yazın rahatlattığı, kışın kovaladığıdır.

    bütün organları ile, bir insanın tek organına, kalbine yenilendir. savaşmadan teslim olan, savaşmadan kazanan bazen kaybeden olandır.

    zihnin sürüngen ruhiyetine girmesine tahammül eden, iki ayak üstünde durmaya çalışandır.

    bazen kalıba sokulandır, bazen kalıplara sığmayandır.

    renkliliğine rağmen, gölgesinin her daim siyah kalacağıdır.

    sonucunda tercihe göre toprağa, havaya, suya, ateşe karışandır.

    kaybolmayandır, fakat biri(leri) için bir kayıp olandır.
  • ruhun mezar taşı.
  • body shamingçiler elime mum dikip bu entryi okumaya devam edebilirler.

    sozlukte ifsa oldugum zaten malum, sevmeyenim de masallah coktur laf aramizda. bunlara ragmen en hassas oldugum konulardan biri ile ilgili yazacagim ve buna cesaretim oldugu ender anlarin birindeyim.

    hem kadinlar hem de erkekler icin konusuyorum. eger dergi kapaklarindan ya da populer instagram profillerinden farkli bir bedene sahipseniz, hafif ya da yogun bir sekilde toplumda size 'yanlis, eksik, duzeltilmesi gereken' bir 'sorunmus'casina bir muameleye maruz kalmissinizdir. ben bunu sadece tombidik insanlarin yasadigini sanan tombidik bir insanim. son birkac aydir cevremde takma kirpik taktirmayan neredeyse kalmadi, burnuna ameliyat yaptiranlarin ya da yaptirmak isteyenlerin sayisini hatirlamiyorum, 18 yasindan dudaklarini sisirenlerden tutun da 60 yasinda botokstan mimigi kalmamis amcalara kadar; herkesin giderek plastiklestigi bir ortamda buldum kendimi. cunku yaslanmak, burnun yamuk olmasi, dudaklarim ince olmasi, ya da ne bileyim iste fazla kilolarinim olmasi 'yanlis'ti. her zaman, hayatta neyi dogru yaparsaniz yapin varliginizin 'yanlis' atledildigi bir senaryoydu bu. yaptiran yaptirsin, mutludur, lafim yok. sadece butun bubestetik mantigini anlamakta zorlaniyorum. makyaj yapmadigimda 'ne guzel gencecik kizsin, yuzun cok guzel, biraz ruj sursene'lerden tutun da 'tirnaklarini kisalt biraz, bu sene kisa ve kut tirnaklar moda'ya kadar; 'sen esmersin, turuncular sarilar kirmizilar giysene'lerden tutun da 'o dekolteni kapat'lara kadar dis gorunusumle alakali herkesin kafasindaki kaliba gore oradan oraya cekistiriliyordum. ve bunalmistim, itiraf edeyim. zira bana sorsaniz umrumda olan tek sey yosun yesili sandaletim ve sile bezi bej elbisemle su an incebogazda gunesten yanan taslarin uzerine uzanip tenimin yanisini hissetmek. 'daha cok gencsin, kilo ver'cilerden, 'o cocuk sana bakmaz'cilardan, 'sen cok iyi bir insansin ama kiz arkadas materyali degilsin'cilerden kusmak uzere oldugum ve ben boyle ciglik ata ata kacmak istedigim butun bu gereksizlikler icinde dun bir haber aldim.

    bir kaza haberi aldim.

    esyalarimi nasil toparladigimi, nasil bilet buldugumu inanin hatirlamiyorum. su an yoldayim. haftalardir bozcaada'da tatilde sandigim ve bu nedenle telefonu cekmiyor diye dusundugum yakin arkadasim icin 'bir aylik yogun bakim' kelimelerini duydugum anlardan beri kendimde degilim.

    ve dun sabah kafama taktigim seylerle bu sabah kafami taktigim seyler arasinda bir muhakeme yapmaya calisiyorum. her sey o kadar komik, o kadar aptalca ve anlamsiz geliyor ki.

    varsin yuzum guzel olsun da kicim buyuk olsun, varsin makyaj yapmayayim ve yuzumde gunes lekeleri ya da ciller olsun, varsin tirnaklarim kisa ve kut olmasin da uzun olsun -ki ben uzun seviyorum-, varsin saclarim dustan ciktigim gibi kivit kivir ama kabarik kalsin ama siz tektip olun, varsin o cocuk bana bakmasin ya da bazi insanlarin gozunde 'daha az degerli' goruneyim.

    ölüm var abi. bu dunyada ölüm diye bir gerçeklik var. ve en buyuk pismanligimdir hayatim boyunca body shaming hissetmis olmam.

    yasiyorsun. hayattasin. nefes aliyorsun. utanman gerektigini dusundugun sadece bir et parcasi, belki yamuk bir kemik, belki dusuk bir kikirdak, belki ince bir yag dokusu, belki de fazla bir yag dokusu.

    hepsi bu.
  • arzunun hapsolduğu etten kemikten bir mesafe.
  • (bkz: 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi)
    (bkz: #59097157)

    cos.

    "(...) la veritable filosofia ha de ser sempre idealista ha de ser pel que si, encara que per ser honestos perquè no hi ha cosa segura que això: .. ningú, que no estava fora de la seva pell per identificar directament amb el que la fa diferent.

    (...)

    de fet, els propis, no investigadors (només el cos d'un subjecte que coneix, un àngel amb ales), no per una altra cosa, el sentit de si mateix, sinó que estan buscant per servir com el disseny d'aquest món mai es troben. no obstant això, fins i tot en aquest cas el món amb el disseny del subjecte, sigui el que sigui així, ja que mai es troben al passadís. el que els investigadors tenen les seves arrels en aquest món. ell troba a si mateix com un individu en aquest món. en altres paraules, el disseny de tot el món com els obligatoris individus portadors d'informació encara es transmet a través d'un entorn de cos. com es mostra, les sensacions del cos, la ment és el punt de partida en la percepció del món. habitatges per a subjecte de coneixement pur, un disseny com tots els altres dissenys, és un objecte entre els objectes. això, per la qual cosa el moviment del cos amb l'acció de subjecte que coneix pur és familiar en la mesura en tots els altres canvis en l'objecte percebut. per subjecte de coneixement pur, endevinalles relacionats amb el seu significat, encara que d'una manera completament diferent sense resoldre, com ara objectes percebuts altres accions amb els seus propis estrangers de moviment, seria incomprensible. enigma d'una altra manera no ho va resoldre, igual que les causes dels canvis en altres objectes, recordatoris, miren com actuadors, així com les seves accions, amb una llei de la naturalesa veure que la continuïtat vindria després de certs actuadors. em gelgelel actuadors d'impacte, es veu més seria no comprendre el vincle entre la seva causa amb totes les altres influències. llavors, la inexplicable aparició del cos, com ara el nom prendria la vida de l'estructura de l'acció. el seu poder, per no dir la naturalesa o el caràcter de la visió, però no seria massa per beure. això no s'assembla en realitat a la núvia. per contra, la solució a aquest trencaclosques, el coneixement de la matèria, ha estat en existència fenomenal com un individu. aquesta resposta, istemedir*. això li dóna la clau de l'existència fenomenal, només aquestes dades. aquesta resposta revela el significat del coneixement de la matèria de la seva presència, el comportament, mostra el funcionament intern del moviment.

    cos, donats dos maneres completament diferents a coneixement del tema. que passa a través de la identitat individual del cos. cos entén la percepció com un disseny es dóna com un objecte entre els objectes. que depèn de les lleis de l'objecte. cos, al mateix temps, de manera completament diferent per a cada un, directament dóna com ser conegut. que no volia que es mostra en la paraula. no li demani a qualsevol acció real és principalment un moviment del cos. no hi volen acció real fora d'aquesta regla. és una acció, l'acció mateixa, al mateix temps que el cos sense arribar a un volum de vendes es va adonar que sorgeixi realment no es pot demanar. el moviment del cos per l'acció de la reclamació, coneguda com a objectes, no dues coses separades, combinat amb la causalitat. no es troben en una relació de causa-efecte. completament diferent de dues maneres, per una banda, sense intermediaris, directament, per contra algıda- ha donat la capacitat d'entendre el que estan és un, és el mateix. l'acció del cos, que és l'acció objectivada per sol·licitar entrar a la percepció ".

    arthur schopenhauer` `volen i dünya` el disseny: die welt als, und seran vorstellung`, biblos 2005
hesabın var mı? giriş yap