aynı isimde "buğday (film)" başlığı da var
  • burada da bahsi geçmiş, gerçekten de bu "aslen buğdayın bizi evcilleştirmiş olması, yayılmak ve bakım için bizi kullanmış olması" fikri, insana paradigma kayması yaşatabilecek kadar ilginç bir fikir.

    bir benzerini kediler için de söyleyebiliriz. kediler zaten, kendilerinden beklenecek şekilde, kendi kendilerini evcilleştirmişler, bizim tarlalarımızda takılıp ödül bekleyerek. sonra da sağa sola yayılmışlar insanla. hem insanın evi içinde, hem ev dışında bu kadar rahat edebilen başka bir büyük hayvan olmasa gerek.

    tabii diğer aklıma gelen örnekler daha klasik: biz aslında "biz" değiliz, mikrobiyomumuz. vücuttaki dna'ların %90'ı bize ait değilse, biz bu trilyonlarca canlı için "host" görevi görüyoruz, onlar tarafından evcilleştirildi bağırsaklarımız.

    buğday, kedi ve bakteri örneklerinin altını çizdiği asıl paradigma kayması şu:

    "evrim piyasasında değerli olan şey zeka değil, çevreni değiştirmek değil. tek geçer akçe, dna kopyalarının sayısı. bakteriler başarılıdır, karıncalar, buğday ve beslediğimiz milyarlarca tavuk başarılıdır. biz onlardan çok daha başarılı değiliz, sistine chapel'i yapabiliyoruz diye."

    selfish gene kitabı da, evrimin odak noktasını türlerden ziyade genlere aktarıyordu: "genler kopyalanır, vücut sadece onların taşıyıcısıdır, zeka ise çoğu zaman gereksiz veya aşırı pahalı (enerji tüketimi bakımından) bir yan etkidir".

    ha, bunlar gerçek hayatta ne işimize yarayacak? insanoğlunu fazla ciddiye almamaya yarayacak. mesela, yakın gelecekte bir evrimsel sıçrama yaşarken (makinelerle ve softwarele birleşerek mesela) "peki ya homo sapiens özümüze ne olacak" diyenlere, "iki üç tanemizi kurayla seçelim, hayvanat bahçelerinde yaşarlar, kalanlar evrilip gitsinler" dememize yarayacak.
  • şöyle dönüp tarihe baktığımızda tarım devrimi sonrasında bu tahılın insanı evcilleştirdiğini görürüz. evet, insanlar nasıl hayvanları evcilleştirdiyse, buğday da insanları evcilleştirmiştir. peki böyle bir şey nasıl oldu?

    önceleri avcı-toplayıcı olan insanoğlu bilişsel devrim ile birlikte hayvanları evcilleştirmeyi ve bazı bitkileri yetiştirmeyi öğrendiler. bu bitkilerin ürünlerinden olan tahıl grubu içindeki buğday da, ekildiği yerde suyu, besin maddesini ve gün ışığıni başka bitki ile paylaşmak istemez. bu sebeple insanoğlu eline kazmasını, çapasını alıp toprağı ona göre işlemeye başlar. daha sonra buğdaya çevrede bulunan su yetersiz gelir. insanoğlu kovasını, kabını eline alır; en yakın dereye ya da göle doğru yola çıkar, sırf buğdayı sulamak için. üzerine, su ve toprağın kendi besini de yetmez, hayvan gübresine ihtiyaç duyar. insanoğlu yine gider, hayvanların gübrelerini toplar ve bunları toprağa atar. ek olarak, bitkiler kendilerini koruyamadığından insanoğlu bunları, böceklerden ve diğer hayvanlardan korumak için çit örer; kuşları, tavşanları, sincapları öldürür; bunu da daha iyi yapabilmek için bu bölgelerin yakınlarına yerleşmeye başlar.

    işte hareket etmekten aciz bir bitki kendini dünyanın efendisi ilan eden türü böyle evcilleştirmiş.
  • asırlar öncesinden soframıza "buğday"ın yolculuğu;

    dünyada yetiştirilen en eski bitkilerden olan buğday, yaklaşık 12.000 yıl önce türkiye'nin güneydoğusunda atalarımız tarafından evcilleştirilen ilk mahsullerden biriydi.

    görsel

    elimizdeki kanıtlara göre, ilk üretimi neolithik (yeni taş) dönemde yapılmaya mezopotamya olduğu düşünülmektedir. mezopotamya'da çok sayıda tahıl tanrıçası kabul görmüş ve genellikle silindir mühürler üzerinde betimlenmiştir. ninlil, ninbarsheghunu ve nissaba, mühürlerde, ekinlerin üstüne oturmuş ya da ellerinde tahıl sapları tutar şekilde betimlenir.

    gramineae familyasından bir ot olup triticum cinsindendir. başak, sap, kök olmak üzere üç kısma sahiptir ve kökler bitkinin topraktan beslenmesine, sap topraktan kökler aracılığıyla alman gıda maddelerini başaklara iletmesine ve ayni zamanda ürünün dik durmasını sağlar. buğday başakları 5-10 cm. uzunluktadır.

    görsel

    bir tohum tanesi olarak ekilen buğday aylarca sıcak, soğuk, fırtına, kar gibi doğal olaylarla mücadele edip, biçildikten ve başaklarından ayrılıp çeşitli işlemlerden geçirilip, değirmenlerde öğütüldükten sonra sofralara konuk oluyor.
    nasıl ki bebek anne rahmine tutunmaya giderken bir çok badireler atlatıyor, işte buğday da aynı bebek gibi savaşarak hayatta kalmaya çalışıp, toprağa tutunuyor.

    peki onlarca çeşit unlu mamül varken bunların hammaddesinin değerini biliyor mu insanlık?

    topraktan koparılan buğdayın asıl yolcuğu değirmende hız kesmeden devam etmektedir: minicik taneler öyle işlemlerden geçiyor ki; kaba kepek, ince kepek, rozman, ruşeyim, guluten, nişasta, un ve tam buğday unu olarak 8 ürün ortaya çıkıyor.
    daha sonra çeşitli ustaların ellerinde ve makinelerde yoğrularak, ezilerek, kesilerek, katlanarak, oklavalarla yufka ve diğer unlu mamuller için çeşitli şekillere bürünerek yolculuğuna devam ediyor.

    toplumun her katmanının, eğitim ve gelir düzeyi ne olursa olsun tüm bireylerin, neredeyse her gün, mutlaka belirli miktarlarda tükettiği tek gıda ekmek olsa gerek.
    nasıl bir anadolu genci yere düşmüş ekmeği alıp, öpüp başına götürüyorsa, hristiyanlar hz. isa'nın vücudunu simgeleyen ekmek ve kanını simgeleyen şarap ritüeliyle bu kutsamayı ifade ederler. zira hristiyan inanışına göre son yemeğinde hz. isa havarileriyle birlikte ekmek ve şarap tüketmiştir.

    insan yaşayabilmesi ve sosyal fonksiyonlarını sürdürebilmesi için gerekli besin maddelerini bitkisel ve hayvansal kaynaklı gıda maddelerinden sağlamaktadır. işte buğday o kadar kıymetlidir, israfı katliamdır, saygısızlıktır.

    görsel

    kaynaklar:
    buğdayın meşakkatli hayat yolculuğu
    geçmişten günümüze buğday
    buğdayın evcilleştirilmesi

    edit: imla
  • braudel'e göre avrupa uygarlığı'nın temel geçimliği ve bunun neticesinde bu uygarlığın temel dayanağı olan besin maddesi. onca hububat arasında avrupa uygarlığı'nın dayanağı olmayı başaran buğdayın (hatta braudel -avrupa emperyalizmine de gönderme yaparak- bir 'buğday emperyalizmi'nden bahseder) onca olumsuz niteliğine karşın -kendi kendine yetişmez, toprakta kendisinden başka bir bitkinin yaşamasına müsaade etmez, üst üste iki sene ekilirse üçüncü sene nazlanır vs.- bu denli önemli olmasının üç sebebi vardır. ilkin, bakımı çok kolaydır; toprağa, iklimsel koşullara uygunluk sağlamakta çok ustadır. ikinci olarak etinden, sütünden, gücünden vs. faydalanılan çiftlik hayvanlarının mükemmel bir tamamlayıcısıdır (complement). son olarak, ama en önemlisi çok besleyicidir.
    fakat çok besleyici olması en önemli handikapının müsebbidir; toprağı neredeyse sömürür ki bir ikinci sene dahi artık o topraktan çok da hayır beklememek gerekir. ziraati üretimin en önemli buluşlarının birisi bununla ilintilidir. ortaçağ'da, avrupa'nın kuzeyinde yaşayan insanlar iki tarla sisteminden üç tarla sistemine geçmeyi akıl etmiştir: tarla üçe bölünür, birinci tarlaya herhangi bir mahsul, diyelim arpa, ikinci tarlaya buğday ekilir, üçüncü tarla nadasa bırakılır. ertesi sene buğday ekilen tarlaya arpa ekilir, arpa ekilen tarla nadasa bırakılır, nadasa bırakılana ise buğday ekilir. inanmayacaksınız ama bu uygulamanın neticesi olağanüstü olmuştur. bu gelişmenin başka hiçbir yerde değil ama avrupa'nın kuzeyinde yaşanmış olmasının sebebi oraların, insanların en yoğun olarak yerleştiği yerler olmasıdır ki braudel buna 'kıtlık etkisi' (scarcity effect) adını verir. eh, insanlar ya açlarından ölecek ya göç edecektir (ki braudel'in de dediği gibi insanlar yaşadıkları yerlere kök salar, oralardan ayrılmayı pek de istemezler; ilginç bir gerçeği burada hatırlamakta fayda var: dünyanın mesken edilmeye uygun topraklarının ancak yüzde onunda, üst üste-alt alta yaşıyoruz geri kalan yüzde doksanlık kısım ise boş!) ya da yeni birşeyler denemeye çalışacaktır. ayrıca bu bağlamda braudel, buğdayın tarihinde polonya örneğine özel bir konum atfetmiştir (belki de witold kula'nın çığır açan kitabının da bunda payı vardır). hemen buna da kısaca değinelim. polonya, avrupa'nın buğday talebini karşılayan en önemli tedarikçi ülkelerden biridir. buğday fiyatları arttıysa, polonyalı buğday üreticilerinin gelirlerinde ve yaşam koşullarında, refahlarında bir artışın beklenmesi oldukça makuldur. halbuki, tarihsel araştırmalar göstermiştir ki, on yedinci yüzyılda hububat fiyatları ile bu adamların ücretleri arasında olumsuz bağlılaşım (negative correlation) vardı. üstelik, yaşam koşulları da kötüleşmişti. çünkü mahsulün tüketimini kısmışlar, buğdayı sadece ihraç etmeye başlamışlardı. bu da, braudel için önemli kavramlardan olan birisi 'nüfus baskısı' (population pressure) ile izah edilir. epey ironik ve paradoksal ama avrupalı yığınların en müreffeh zamanı 'kara veba'nın (black death) hemen akabine tesadüf eder. o kadar çok insan ölmüştü ki, sağ kalmayı başaranlar çok yüksek ücretler alıyor, dünya nimetlerinden gönüllerince istifade edebiliyorlardı. on yedinci yüzyıl buhranının, on altıncı yüzyıldaki gelişimin ardına dek düşmesi bu bağlamda çok da şaşırtıcı değildir. evet, üretim artmıştır fakat nüfus da artmıştır ve malumunuz efendim, gelir dağılımı ise öyle pek de adil değildir (bkz: nüfus/@zifir). bu arada, değirmencilerin, bu çağın en çok kazananlarından olduğunu söylemeyi unutmayalım. hatta bir ara o kadar çok kazanmaya başlamışlar ve milleti öyle kazıklıyorlarmış ki bu adamlar, değirmencilerin şeytanla işbirliği yaptığına inanılırmış. sanırım bu genel kanı hala daha mevcuttur avrupa'da. burada çok güzel bir kitap tavsiye etmekten kendimi alıkoyamayacağım--
    (bkz: peynir ve kurtlar)
    ayrıca
    (bkz: carlo ginzburg/@zifir).

    ilginç bir bilgi daha vermek gerekirse, avrupa'da 1400-1800 yılları arasında fırıncılar haricinde insanların ekmek yapmalarının uzun süre yasaklanmış olduklarını söylemek isterim. bunda, evde "ekmek yapacağım" diye işe girişen insanların sık sık yangın çıkartmış olmalarının payı büyük. ikinci bir neden ise, evde ekmek yapanların, "komşu bak sana da yaptım üç kuruş versen yeter, artık allah ne verdiyse" diye sağa sola ekmek satıyor olmalarıyla ilgilidir (çünkü bu ekmekler çok sağlıksız koşullarda yapılıyor idi). bu da en çok fırıncıların işine gelmiştir herhalde. hmm. en son son birşey daha ekleyeyim: bizim bu hergün yediğimiz 'beyaz ekmek' var ya.. bu o kadar az bulunurmuş ki o zamanlar, napoleon'un "herkes benim dönemimde beyaz ekmek yiyecek" demesi halkı epey galeyana getirmiş ve amcamın popularitesinin tavana vurmasına yetmiş de artmış bile efendim. yani bu fransız milletinin napolyon'u bu kadar çok sevmelerinin en önemli sebeplerinden biriymiş bu.

    ayrica
    (bkz: pirinç/@zifir)
    (bkz: mısır/@zifir)
    (bkz: patates/@zifir)

    konuyla ilgili daha fazla ayrinti için
    (bkz: fernand braudel)
    (bkz: civilization and capitalism 15th 18th century)
  • garip bir tahildir. un olsun, bulgur olsun, irmik olsun elli degisik formda cikar insanin karsisina, bi o kadar da urunun temel maddesidir (ekmek, borek-corek, makarna, vs.) ama kendisi olarak, bugday olarak cok nadir sahneye cikar (bkz: asure).
  • siyez hariç; genetiği değiştirilmiş, çağımızın biyolojik silahı. 1943'te başağın verimini arttırmak ve sapını kalınlaştırmak için yapılan müdahalelerle bugün dünyaya yayılan buğday tohumu ortaya çıktı. bu tohumla ilgili gdo patenti falan aramayın, çünkü tüm bu işler 1940'lı yıllarda yapıldı, o yıllarda dünyada gdo diye bir kavram yoktu, ilk patentin alınmasına daha 40 yıl vardı. sapı kalınlaştırıp kısaltmayı başaran manyak dr. norman borlaugtur.
  • üzerinde sıkı bir manipülasyon dönmekte olduğunu düşündüğüm ekin.

    2020 yılı rakamlarına göre dünyada en çok buğday üreten ülkeler şöyle sıralanmış

    1-çin (134 milyon ton)
    2-hindistan (107 milyon ton)
    3-rusya (85 milyon ton)
    4-abd (49 milyon ton)
    5-kanada (35 milyon ton)
    6-fransa (30 milyon ton)
    7-pakistan (25 milyon ton)
    8-ukrayna (24 milyon ton)
    9-almanya (22 milyon ton)
    10-türkiye (20 milyon ton)

    kaynak

    üreten ülkelere ek olarak, dünyaya en çok buğday ihraç eden ülkeler (ki bu daha önemli) şu şekilde:

    1-rusya (8 milyon ton)
    2-abd (6 milyon ton)
    3-kanada (6 milyon ton)
    4-fransa (4.5 milyon ton)
    5-ukrayna (3.6 milyon ton)

    son bir sene içinde, dünya üretiminde ve ihracatında ilk 10'da olan ülkeler ardı ardına buğday ihracat yasağı ve çeşitli kısıtlamalar uygulamaya başladılar.

    öncelikle rusya-ukrayna savaşı, iki buğday ihracatçısının buğday ticaretini neredeyse sıfırladı. dünya genelinde fiyat artışları yaşanırken, en çok ihtiyacı olan afrikada buğday fiyatları 60% yükseldi

    14 mart 2022'de rusya, eski sovyet cumhuriyetlerine buğday dahil bir çok tahıl ihracatını yasakladı

    17 mart 2022'de rusların karadeniz'de 300 kadar buğday taşıyan gemiyi engelledikleri haber yapıldı

    nisan 2022'de en büyük buğday ihracatçılarından kazakistan, ihracata kota koyduğunu açıkladı.

    dünyanın en büyük ikinci buğday üreticisi hindistan, 16 mayıs 2022 tarihinde buğday ihracatını yasakladı.

    kronolojik olarak daha önce bahsetmem gerekirdi ama bu noktada ocak 2022'den bir haberi paylaşmam lazım. bu habere göre çin dünyadaki mevcut tahılın neredeyse yarısını stoklamış. haberde alıntılanan adam minter'a göre çin, 2022 ortasında tüm global buğday stoklarının 51%, mısır stoklarının 69% ve pirinç stoklarının 60% ını elinde tutacakmış.

    işin en kötü kısmı bu yasaklar sadece buğday ile sınırlı değil. birçok ülke şuan ürettiği gıdalara ihracat yasağı koyuyor.

    (bkz: arjantin) soya fasülyesi ve yağına
    (bkz: endonezya) palmiye yağına
    (bkz: iran) domates, patlıcan, patates ve soğana (bkz: şakşuka)
    (bkz: cezayir) makarna, un ürünleri, sıvı yağ ve şekere
    (bkz: mısır) sıvı yağ, buğday, un, makarna ve mercimeğe

    irili ufaklı birçok ülke kendi gıda güvenliğini sağlayabilmek için önünü net göremediği bu günlerde gıdasını güvene almaya çalışıyor.

    bu gelişmelerin altında çok fena bir gıda enflasyonu tüm insanlığı bekliyor olacak. zaten bill gates ibişinin amerika'nın en büyük tarım toprağı sahibi haline gelmesinin de kesinlikle tesadüf olmadığını düşünüyorum.

    bir şekilde yıllardır kafamıza kakılan "herşeyi üretmek zorunda değilsin, sikimsonik tahılı ekmeyi ver, bak ukraynadan, bak arjantinden daha ucuza alırsın" globalci zırvalarının küllerinin dumanından açlık ve yüksek enflasyon bize gülümsüyor.

    don dakika editi: hindistan'ın buğdaydan sonra pirince de yasak getirmesinden korkuluyormuş. hindistan, çin'den sonra dünyanın en büyük ikinci pirinç üreticisi ve dünyanın açık ara en büyük pirinç ihracatçısı (ikinci sıradaki ülkenin 3 katı ihraç ediyor) g.doğu asyadaki dar gelirli ülkeler
  • fitoterapi uzmanı dr. ümit aktaş'a göre genetiği değiştirilmiş ve tüketilmemesi gereken, sakıncalı bir ürün. düşündürücü. ama bol yeşil biberli ve domatesli olsa yenmez mi? zor.

    buyrun
  • ülkemiz sinemasının auteurleri olarak anılan nuri bilge ceylan, zeki demirkubuz ve semih kaplanoğlu üçlemesinin (derviş zaim de dahil edilebilir) senaryo yazma konusunda ne kadar beceriksiz olduklarını bir kez daha gösteren film. izlediğimiz film biçim, teknik yönünden, mekan kullanımı ve görüntü yönetimi açısından üst düzey seviyede iken anlatım konusunda yetersiz kalıyor. auteur yönetmenler kendi sinema dillerini yaratırlar. bizim yönetmenler ise sadece görsel dille anlatım yapmaya çalışıyorlar, senaryoyu ikinci plana atıyorlar, bu durumla çok alakalı olmasa da minimalist olarak nitelendiriliyor filmleri. evet bu da bir özelliktir ama ben bu ülkenin kültürüyle, siyasetiyle, coğrafi konumuyla bu sinemayı hak etmediğini düşünüyorum. kuzey avrupa'dan minimalist filmler çıkabilir; kültür ve sosyal konum buna uygun. bizim ise gerek gündelik yaşayış gerek coğrafya açısından heterojen bir toplum olmamız sebebiyle iran sinemasında çok örneği bulunan kaotik sinema yapmamız daha makul olur.**

    ekonomik anlamda film yapmanın zor olduğu zamanlarda mecburen filmin senaryo, prodüksiyon, kurgu gibi aşamalarının hepsiyle kendi uğraşan bu yönetmenler artık kültür bakanlığından yeterli desteği alabiliyorlar. dolayısıyla bu aşamaları kişilere, şirketlere dağıtıp, senaryo ve diğer konularda işin ehli danışmanlarla çalışarak tamamen reji kısmına yoğunlaşabilirler.

    --- spoiler ---

    bir kere film yanlış bir çatışma üzerinden kuruluyor. bilim-inanç çatışması, dünya'da bilim hiçbir dönem iktidar olamadığı için kurulması doğru bir çatışma değil. emin olun, dünya'da bilim iktidarda olsa ne kuraklık, ne küresel ısınma sıkıntısı yaşardık.

    bilim, mükemmel tohumu üretmek için uğraşmaz. bilimin ne ile uğraştığını bilmeden bilimi karşınıza alıp eleştirirseniz komik duruma düşersiniz.

    film, sorunu da çözümüne de vererek seyirciye hiçbir alan bırakmıyor. dünya'daki bütün sorunların inanç ile çözülebileceği gibi çiğ bir fikir sunuyor. burada tarkovski'nin özellikle stalker filminde inanç konusuna nasıl yaklaştığına bakmak gerekiyor. tarkovski son filmi hariç inancı sürekli bir arayış hali olarak görürken, kaplanoğlu bu filmle inancı hemen ulaşılması gereken bir sonuç olarak gösteriyor.

    dünya'nın ve insanlığın selameti yani hayat temel meselesi olan bir filmin iki üç diyalogda yaşamı değil ölümü yücelterek kendisi ile çelişmesi ise filmin en vahim hatası belki de.

    --- spoiler ---
  • tarih boyunca bereket,dogurganlık, ve mutluluk sembolü olarak kullanılan tahıl.
    (bkz: bugday dusu)
hesabın var mı? giriş yap