• “sonra arkadaşlarımızdan birkaçı arka arkaya ölüyor. henüz kırk yaşlarında insanlar. daha güzel yaşamlara duyulan özlem ve bekleyişi onlarla birlikte gömüyoruz. daha güzel yaşam diye bir şey yok. daha güzel yaşamlar ötelerde değil. güzel yaşam başka biçimde değil. güzel yaşam burada. taksim alanında. turşu pilav simit çiçek kartpostal satan, ayakkabı boyayan siyah kalabalık içinde.”
  • "yaşam mutlak tutkularla dolu. yaşamı sevmekle birlikte ölüme alışmak da büyüyor, gelişiyor. güzellikler kazanıyor. bu sevgiyi nasıl rahatlıkla uğurluyorsam, yaşamı da o denli rahat, o denli güzel uğurlamalı."
  • 90lar tabiki soğuk ayazın ve soba bacalarından çıkan dumanın kokusudur
    not gecekondu mahallesinde büyüdüm
  • "... kanımıza işletilen aile bağları, kanımıza işletilen vatan sevgisi, vatan, kanımıza işletilen vatan, vatan vatan...öğrendiklerimi unutacağım. okulun önünden bir daha geçmeyeceğim. çıkmaz sokağa, öğretmen ana-babaya da dönmek istemiyorum..."
  • üşüten bir kitap.

    bir kış gününde, pencere kenarında hiç de ısıtmayan kış güneşinin arkadaşlığıyla kitabı bitirdim. kısacık bir kitap. bir oturuşta yahut iki oturuşta okunabilecek bir eser. lakin zihinde yarattığı etki hiç kısa değil.

    tezer özlü için pavese özentisi, depresif klişelerde boğulan bir kadın benzetmeleri yapıldığını çokça gördüm. lakin klişelerden hiç de haz etmeyen biri olarak, onun cümlelerini klişeden çok samimi diye nitelerim. çocukluğun soğuk geceleri baştan sona içtenlik akan otobiyografik bir roman. çocukluğundan itibaren yaşadığı gelgitleri öylesine bir edebi dille yansıtmış ki, şimdiki zamandan anlatılan şeyleri okumanın verdiği güçlük hissedilmiyor bile.

    hayata ve insanlara olan tepkisizliğini anlamamak elde değil. topluma yabancı biri. topluma ait olanlar ona ait değil, kendisi de hiçbir yerli işte. guguk kuşu'nu izlerken hissettiklerine benzer şeyler.

    500 sayfalık bir kitabı 65-70 sayfaya sıkıştırmış gibi.

    son olarak, 70'li yılların sonunda yazılan bir kitapta, bir kadın yazarın istediği erkekle yattığını, çocukken kuzenleriyle sürtünerek boşaldığını, boşalmanın verdiği hazzı, erkek bedenine duyduğu açlığı rahatça dile getirmesi toplumun tabularına ne denli karşı olduğunun iyi bir göstergesi olabilir kanımca.

    "gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek isterim hep."
  • şafağa vurulmuş gecelerden bahsediyorsunuz. illaki şafak sökecek.
  • (bkz: tezer özlü)

    çocukluğun soğuk geceleri, acının ve tutkunun beni en çok etkilediği kitabı tezer özlü'nün. cümleler üzerinde gözlerim gezindiğinde, sayfaları çevirişimde bile duyuyorum; sinir hastanesinin pencerelerini titreten çığlıklarını, şok verildiğinde acı çeken bedenini, ruhunu. acaba tecavüze uğradı mı diye düşünmeden edemiyorum. yirmi dört yaşından yirmi dokuz yaşına kadar akıl hastanesinde geçirse bir insan ömrünü, kendiliğinden delirmez mi zaten?

    kendine geldiğinde, çıktığında dışarıya, ona coşku veren yaşama kavuştuğu için duyduğu mutlululuğu hissedebiliyorum, beyoğlu'nda ya da arnavutköy'de geçirdiği güzel zamanları, birlikte olduğu tüm erkekleri kavramaya çalışışını.

    bir kitabın sonu böylesine güzel bitiyorsa, bir yaşamın sonu da böylesine güzel bitebilir mi diye düşünmeden edemiyor insan. intihar düşüncesinin peşini bıraktığı ve kendini doğal ölümün kollarını bıraktığı, severek veda ettiği yaşamında istediği gibi, yazdığı gibi, düşlediği, rüyalarında gördüğü gibi bir ölüme kavuştu mu merak ediyorum.

    bir gün bu dünyadan, bu kitabın sonundaki gibi bir an yaşamadan gitmek istemiyorum. öte yandan, geceleri kendimi intihar düşüncesiyle boğuşurken buluyorum. tezer gibi ilaçları içip reçelli ekmek yediğimi hayal ediyorum.

    intihar teşebbüsümden sonra, bu kitabı ilk defa yeniden okudum. daha iyi kavradım tezer'in acılarını. gelecekteki hislerimi bilerek yaşıyorum sanki. geçmişteki hislerim bu yüzden yalnızca acı veriyor bana. "yabancı doktorlara, her şeyi baştan anlatmak zorundayım." cümlesinde bile kendi acılarımı ansıyorum.

    tezer öldü, üstünden nice zaman geçti. onun yaşam acısı, pavese'nin yaşam acısı, hala benimle yaşıyor.
  • bilinç akışına özellikle bayıldığım bir bölüm içeren, depresyon eşlikçisi tezer özlü eseri.

    “yalnız kalmak istemediğim için willy'de kalıyorum. yatağının başında tahta bir raf üzerinde boy boy tabanca var. ayağa kalkıyor. tabancaları alnına dayıyor. vurulmuş, ölüyor gibi yavaşça yere yıkılıyor.

    o geldiğinde, mum ışığında güzel gözlü bir delikanlıyla yemek yiyorum. kırmızı şarap içiyoruz. kapı çalıyor. neden onunla yaşamayı istemediğimi yazdığım an çıkıp geldi. işte karşımda. üzerime atlıyor. beni odaya, yatağın üzerine sürüklüyor.

    -yapma!
    -sana ne oldu? sensiz yaşayamam.
    -yaşarsın. herkes herkessiz yaşayabilir. bizim ilişkimiz bitti. seninle ilk yattığımız gecelerde bile, sanki sevişmenin sonunda kollarımda bir ölü kalıyordu. birbirimizi boşluğa sürüklüyoruz, öldürüyoruz.
    -birlikte ölelim!
    -ne farkı var. istersen bahçeye bir çukur kazıp ikimizi gömsünler.
    -gömsünler, isterim.
    -gömmesinler. gel otur, getirdiğin konyaktan içelim. sevdiğin kenti anlat.

    o gece, delikanlıyla kalıyorum. sevişiyorum. sonra yağmur yağıyor. bir daha uyuyamıyorum. dünya hızlandı. beynim kafamdan uçuyor. beynimle düşüncelerimi sınırlamam olanaksız. willy beni izliyor. tabancalarından biriyle beni öldürmek istiyor. beni öldürmek istiyorlar. her şey düzenlenmiş. delikanlı da bir düzen. beynim uzaya atılmış gibi. uyuyamıyorum. kafamın içinde durdurulmaz bir düşünce akımı var.”
  • '' o akşamüzerleri, yalnızlıkla geçiştirilmiş uzun yaz günlerinin, bir şeyler yaşanmak istenen gene de olağanüstü bir şeyin yaşanamayacağı önceden bilinen, akşamüzerleriydi.''

    '' bizi bıraksalar. ben onun dizlerine yatsam.''

    '' uyanmak çıldırmak demek. uyanmamalıyım. derin, uzun uyumalıyım.''

    iyi ki yazmışsın tezer özlü.
  • asker disipliniyle emrivaki sertliğin alaşımı buyurgan bir baba portresiyle açılan roman; hayatı bir cezaevi gibi yaşayan, ailesinin ısrarla farklılığını bastırdığı; okulda, hastanede, aile ortamında hakir görülen, örselenen, bütün bu ataerkil düzenek içinde varolma savaşı verip özgürlüğüne daha da susayan bir çocuğun yetişkinliğe uzanışının lirik öyküsüdür.

    baskıcı, alışılmadık olanı dönüştürmeye, yok etmeye çalışan bir toplumdaki her kurum, çekirdek yapıdan başlayarak, tümüyle yozlaşmıştır. demokrasi bilinci güdük kalmış, güçlü liderlere tapan, sorunlarını bu lidere devreden, farklı cinsel kimlikleri ötekileştiren, tutucu bir toplumdur bu ve dolayısıyla yeniliğe kapalıdır. gündelik kaygıları önceden belirlenmiştir. metropolü bile köye dönüştüren bir çiğliktir bu. çocukluğun soğuk geceleri'nde türkiye acımasız bir hapishaneyi andırır. aile de devlet kurumları da hapishaneden farksızdır.

    işte kız çocuğunun soğuk geceleri bir hastanenin nemli, kasvetli odası gibi karanlık ve bunaltıcıdır. evde nazi subayı gibi bir baba, hastanede tecavüzcü bir hasta bakıcı, okulda öğretmen rolündeki kontrol ajanları, mahremiyet dünyasında çiğ bir koca ve derken kendisine bir çıkış kapısı arayan bir ergenin hayata tutunma çabası. bir tutunamayan mı olacaktır yoksa kapanan her kapı sonrası bir yenisini mi zorlayacaktır? genç kadın ikinci yolu tercih edecektir. hayat bir şekilde devam etmektedir.

    çocukluğun soğuk geceleri, tezer'in ilk romanı ama ustalıkla yazılmıştır. karanlık aile ortamından güneşi gören akdeniz'e uzanarak kontrastı, ikiliği ortadan kaldırır. yaşam çoğu kadın için bir varoluş, kadın-oluş mücadelesidir. her gecenin de sonunda aydınlık bir sabah vardır. bu roman da o güneşli sabahı görenlerin romanıdır.
hesabın var mı? giriş yap