• "pazar gunleri...simdilerde...sokak aralarindan gecerken...gozume pijamali aile babalari ilisirse, kisin, yagmurlu gri gunlerde tuten soba bacalarina ilisirse gozlerim...evlerin pencere camlari buharlasmissa..odalarin icinde asilmis camasirlar gorursem...bulutlar islak kiremitlere yakinsa, yagmur ciseliyorsa, radyolardan naklen futbol maclari yayinlaniyorsa, tartisan insanlarin sesleri sokaklara dek yansiyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek...isterim hep."
    *
  • karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. herkes her geceki uykusunu uyuyor. ev soğuk. çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. genç bir kızım. ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. sanki güzel bir ölü gövde ile öç almak istediğim insanlar var. karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. karşı çıkmak istediğim kurallar var. bir haykırış! küçük dünyanız sizin olsun.

    ...diyerek apıştırmış, okuyanı koltuğa mıhlamış kitap.
  • çocukken çok üşüyenlerin intihar edenleri anlama kat sayısının yüksekliğine işaret eden bir kitap..dönmeyen bir uçurtma.
  • '' almanca, ingilizce. latince. goethe. schiller. rus-alman savaşları. karlofça-pasarofça antlaşmaları. fen bilimleri. sayıların kökleri, köklerin kareleri. tüm dünya ülkeleri. tüm dünya ülkelerinin savaşları. ne alıp ne sattıkları. türk yazınının en anlaşılmayan örnekleri. nasıl yurttaş olunabileceği. askerlik görevleri. savunma. müslümanlığın koşulları. faust'un özü. bulutların oluşması. ezberlenen şiirler, ezberlenen sözcükler, ezberlenen formüller... bütün öğrendiklerimi unutmak istiyorum. '' ( sayfa: 29 )
  • çocukluga ve burukluga döndüren:
    "banyo pazar günleri yakılıyor. sırayla yıkanıyoruz.soguk günlerde soba yanan odaya bakır legen getiriliyor. başımızı egip saçlarımızı yıkıyoruz. sonra legene oturuyor, çok az bir suyla gövdemizi yıkıyoruz."

    "ailemizde bir gelenek var. ölülerimizi gömdükten sonra mezarlarını yaptırmıyoruz. hiçbirimiz de mezarlıga ugramıyoruz.ölümün kesin bir sınır olmadıgı için mi?"

    "sebze, et ve meyve aynı tadı(tatsızlıgı) veriyor."

    ve işte altını çizdikten sonra dakikalarca hayatımdaki insanları düşündügüm cümle:

    "bu insanlar guguk kuşu filmini de, napolyan'ın yaşamöyküsü filmini de, limana yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de, vitrinlerdeki yeni sonbahar giysilerini de aynı gözlerle seyredebiliyorlarsa elimden ne gelir?"

    "gelişigüzel alıyor yaşamı. sıkılıyor. sıkılan erkekleri de hiç sevmem".

    "geceleri seviştikten sonra bach'ın viyolonsel sonatlarını dinliyoruz. hüzünlü bir müzik. bir an önce oradan ayrılmak daha çocuksu bir sevişme yaşamak istiyorum."

    ve bir çağ yarası için:

    "garip bir evlenme töreni. üç dört arkadaşım var.sarhoşum.nerede oldugumu bilmiyorum. sevmeden evlendigimi derinden duyuyorum."

    hemen birkaç sayfa arkasından durulmak için:

    "sonra yavaş yavaş anımsıyorum. ben: benim. yirmi beş yaşındayım. kadınım. coşkuyla gelen deliligin ikinci bölümünü yaşıyorum. arada durgunlugumun acısını çektim.

    tezer'i daha da hissetmek için:

    "hastalanırsam evde kalmak, plaklarımla, kitaplarımla, sevdigim bir iki eşyayla kalmak ve çay içmek istiyorum."

    ve insanın hemen her ilişkiden bekledigi şeylerdir: dünyaya dayanmak için, kendine dayanmak için... ilişkiyi bir kurtuluş gibi bekleyen herkesin yalvardıgı gibi:

    "beni dayanabilecegim bir duruma getir."

    ama olmaz. çünkü:

    "sadece dünyasındaki insanlardan biriyim."
  • tezer özlü'nün, bu kendi metnine dair kaleme aldığı bir yazısı da bulunur:

    ============================================================

    ~'çocukluğun soğuk geceleri' üzerine söylemek istediklerim...~

    bu kitapta bir şoku anlatmak istedim. on bir yaşındaki, bir türk küçük burjuva ailesinin çocuğunun, 20 yaşına dek okumak için gönderildiği istanbul kentindeki çeşitli yabancı okullardan biri olan avusturya okulunda karşılaştığı batı kültür ve eğitiminin yarattığı şoku.

    küçük burjuva ana babalar, türkiye ulusal bağımsızlık savaşından sonraki heyecanlı kuşağın vatansever kişileridir. taşradan istanbul kentine yeni gelip, burada küçük yaşta avusturya ve özellikle alman kültürü ile katolik kilise okulunda karşılaşan bir türk kızı ne olur ? evinden kaçmak ister, çünkü bu evlerde süren durgun yaşamın, sevgisiz yaşamın, iç içe yaşamın düşündüğüne uymadığının şokunu yaşar. okuldan kaçmak ister, çünkü okul karanlık bir kilisedir. okulda öğretilen bir çok yalan, gerçek yaşamda hiçbir zaman gerekmeyecektir.

    1950 yıllarında türkiye'de sol literatür yasaktır. yeni yetişen kuşak, ancak varoluşçuluk felsefesini karşısında bulmaktadır.

    sevişmek isteyince, evlenmek zorundadır, ülkenin düzeni evliliği gerektirmektedir. ama bu insanın ahlak anlayışı artık kendi ülkesinin erkekleriyle nasıl bağdaşacaktır ? bu iki kültürlü insan, yolunu çizebilmek için neyi seçecektir ? ona, içinde yaşadığı toplumun genel düzeyinden çok daha fazlası öğretilmiş, sonra da ondan bu ülkenin kurallarına uyması istenmiştir.

    söylediği her şey, ülke değerlendirmeleri karşısında "delilik" de sayılabilir. kültürsüz psikiyatri doktorları şimdi bu insanı neye dayanarak yargılayacak, neye dayanarak iyi etmeye çalışacaktır. psikiyatri kliniklerinde insanlar iyi edilebilir mi ? ya da iyice hasta mı edilir ?

    toprağa basabilmek için güçlü olmak gerekir. elektroşok komasından yaşama dönen insan, kliniklerden kurtulmayı da bilmelidir. 1960'lardan sonra, ülkede yeni düşünceler gelişmiş, nâzım hikmet'ten sonra sol literatür de basılmıştır. toplumun ileri kesimlerinde başlayan uyanma, tüm düşünen türk insanının, düşüncelerine yön verebileceği bir düzeye erişmiştir on beş yılda. kurtuluş bireysel değil, herkesin kurtuluşuna bağlıdır. yaşam, öğretilen, anlatılan gibi ilerilerde değil, yaşanan her anda.

    - tezer özlü kıral

    ============================================================

    kaynak: tezer özlü'ye armağan - yapı kredi yayınları - 1997

    edit: imlâ
  • anne komşulara oturmaya gitmiştir. henüz teenage bile olmamış, gururlu çocuk annesi yanında kız kısmı gibi gezmelere gitmeyi kendine yediremez ve "ne yapcam ben huriye teyzelerde yahu" şeklindeki bir tepki ile evde kalır.

    yanlızdır. biraz önce şen şakrak olan, sıcacık olan koskoca evde bir başınadır. türlü şeyler alka gelir. o dönemin favori programı sıcagı sıcagına tadında film şeritleri gözünün önünden geçer çocugun. mutlaka televizyon açıktır. sesi ile kendinde bir güç bulur. sadece tvnin bulundugu odada oturulur. daha yarım saat önce girip çıktıgı diğer odalar artık hiç girmediği canavarlar, öcüler, katiller, sapıklar, hırsızlar doludur. eger o odalara gitmez ise onlarında kendisine birşey yapmayacagı tarzında bir anlaşma imzalamıştır çünkü*.

    çiş tutulur, tuvalete gidilmez. tabi, açlıktan geberiyor olunsa bile mutfaga da gidilmez. öylece oturulur. belki bi parça ortamdan soyutlanmak, korkulardan arınmak için, mandal futbol turnuvası/basket futbol turnuvası organize edilir. işe de yarar.

    annenin komşuda ne konuştugu, neden bu kadar uzun kaldığı, "hiç işleri güçleri yok bu kadınların" gibi düşünceler gene korkunun ürettiği hislerdir. eninde sonunda annenin eve döneceginden emin olundugu için uzun zamana yayılmış bir rahatlık vardır. ya da buna avuntu da denebilir.

    anne gelir. hiç istif bozulmaz. sanki iki dakka önce üç buçuk atan kendi kıçı değilmişcesine esnenir ve "nerde kaldın anne yaa" şeklinde reflexif bir korku belirtgeci üretilir. içinizi bir huzur ve güven kaplar. artık tüm odalardaki ucubeler annenin gelmesi ile dağılıp gitmiştir. istediğiniz odaya girip çıkabilir, rahatlıkla tuvalete ya da banyoya girebilirsiniz.
  • bu kitap türk edebiyatının en iyi romanlarındandır cümlesini kurmak için biraz düşünebilir insan fakat iş samimiyete gelince durup düşünmeksizin denilebilir ki bu kitap türk edebiyatının en samimi yapıtlarındandır.
    böyle söylemekle kitabın edebi değerini küçümsemiş değilim elbette. kitabı okurken her kelimeden sızan acının soğukluğunu hissedebiliyor insan. ben tezer özlü'nün yaşamında da sürekli üşüdüğünü düşünüyorum. burada üşümek somut anlamından kopmadan ama onu da aşarak bir varoluş biçimi olarak düşünülebilir. kitabın her satırına sinen beden arzusu üşümekten kaçışın tek adresi değil midir? bu noktada üşümeyi bir cinsel yaşam yoksunluğuna da indirgemeden denilebilir ki bu toplumda kendi bedenine yabancılaşarak büyüyen her kadında vardır bu üşüme hissi bir parça. elbette beden arzusu derken salt kösnül bir sevişmeyi değil ama hazzı da ıskalamayan bir ruh bütünleşmesini kastediyorum.

    sonrasında adeta kafkaesk yabancılaşma... bir toplum teki olarak üşümek...

    romanda kahramanın alt komşusu doğulu genç gani ise yaşantısı ve akıbetiyle kitabı bıraktırıp sigara yaktıran ve hakkında sadece susulması gereken en iç acıtıcı tip olarak yer ediyor insanın belleğinde:

    "ama kimse bilmiyor, gece sokaklarda dolaşırken, kendini öldürecek bir yer aradığını."

    üzerine daha çok şey söylenebilecek bir kitaptır bu, ama şiiri yazılan bir roman hakkında fazla da konuşamıyor insan.

    çok üşümek

    bir kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
    urban içinde üşüyüp üşüyüp kaldığımızın

    bir kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde
    uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça

    bir kalır yabancı yataklarda o oteller
    meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer

    o çok yalınç gerçekli gelip gitmeler

    bir kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
    bir kalır yılgın adamların hep 'evet' dedikleri

    çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
    üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız

    tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın birgün
    bir kalır uzun kitaplarda anısı çok üşüdüğümüzün...

    turgut uyar
  • "ölüm düşüncesi izliyor beni. gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. bunun belli bir nedeni yok. yaşansa da olur, yaşanmasa da. bir kaygı yalnızca. beni, kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı." diyor ve daha sonraki sayfalarda "yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçeğine inilmesi ilerideki yıllara atılan bir yabancı öğe gibi önümüze getrilmiş. coğrafya derslerindeki yerküre gibi. kimse yaşadığımız mevsimin, günlerin ve gecelerin yaşamın kendisi olduğundan söz etmiyor. her an belirtilen bir öğretiye bizler hazırlanıyoruz. neye? " diye soruyor tezer özlü
  • evlendiği sahne çok dokunmuştu, birkaç yalın cümle ile içten ama o kadar gerçekçi, iç burkucu bir şekilde anlatmış ki günlerce aklımdan çıkmamıştı.
    bir de, güneyde bir köyde yaşadığı veya vakit geçirdiği sıralarda bir sabah bir antik tiyatronun en üst merdivenine oturup güneşin doğuşunu izliyor,
    orada da mükemmel tasvirler ve düşünceler vardı. "binlerce yılın güneşini şimdi ben bekliyorum" diyordu.
hesabın var mı? giriş yap