• sevemedim ben bu mereti.

    geleneksel 'peşpeşe evlenelim de hısmın, dostun, akrabanın iflahını sikelim' şenliklerinin -benim için- 3.sünün temmuz ayı etabını alnımın akıyla tamamladım. şenlikler amaçlandığı gibi iflahımı sikti. biri istanbul'da, biri ege'de iki düğüne katıldım. yapımda emeği geçen herkese teşekkür ederim. 2 günlük tatilimi kamyon şöförü gibi direksiyon sallayarak geçirdim amına koyim. gözümü kapatınca arabalar, fren lambaları görüyorum.

    prosedürü de çok. bak bildiklerim;

    -düğün yerine intikal: bu pek prosedür değil gerçi ama siktiret. düğün prosedürlerinden en eğlenceli kısım burası. bi de uzun yolda gidiyorsan daha da şahane. misal ben arabayla geze geze gittim ege'ye. cennet gibi lan oralar. biz yaşamıyoruz amına koyim. bir de farkettim ki uzun yolda araba kullanmak yaşamaya benziyor. aslında alelade olan o yola o kadar odaklanıyorsun ki yolun çevresindeki güzellikleri göremiyorsun. hayat da öyle. öyle sikindirik şeylere takılıyorsun ki büyük çerçevedeki güzel resmi göremiyorsun. ya da ben göremiyorum. ne biçim adamım lan ben? fiziksel olarak mümkün olsa da ağzıma sıçsam, öyle sinirlendim kendime. sevdiğin halde bu kadar felsefeyi niye yaptın dersen, olm arabayla gidiyorsanız yavaş gidin lan. malkara'da radara girdim, 154 tl ceza verdiler vicdansızlar.

    -giyim kuşam: olm ben anlamıyorum amına koyim, düğün diye bankacı gibi giyinmek zorunda mıyım lan? hadi bunu bi nebze geçtim, çevremdeki kadınların düğünden etkilenmelerine her defasında şaşırıyorum. kadınlar süslü kıyafet konusunda müthiş bir tutarlılık gösteriyorlar yaştan bağımsız. mesela kuzenin kına gecesi arefesi, dayımın 5 yaşından küçük iki kızı saldırdı 'dayııı -iki tane sığır gibi kardeşim olunca dayılık özlemini böyle gideriyorum, kendime dayı dedirtiyorum-, benim elbisem var yaaa, pembeee' diye başlayan serüven gecenin 3'ünde bir mini defileye döndü. çocuk dediğin 10 dedimmi uyur, bizimkiler moda aşkıyla yanıyor. 2 saat tempolu yürüyüş, kıyafetlerle ilgili olumlu eleştirilerle çocukların gönlünü ettim. sonra arkadaşımın düğünü diye hatunu almaya gittim ertesi sabah. hoşbeşten sonra 'benim düğünde giyeceğim kıyafet puantiyeliii, çok tatlıı. böyle eteği fırfırlı. rengi de füme' dedi. bi şey diyemedim. taş çatlasa 20 tane renk biliyorum ben. siyah, beyaz, mavi, kırmızı, sarı, yeşil, kahverengi bilmem ne. gerisi bunun açığı, öbürünün koyusu. füme ne amına koyim?

    -düğüne geldin oynamalısın: en zorlandığım evre. halkoyunuyla, çiftetelliyle alakası alkışla tempo tutmak olan insanın düğünlerde yaşadığı gerilimi tarif edebilecek bi şeyin yazılmış olduğuna inanmıyorum. yeteneksiz adamım zaten, üstüne bir de belden yukarım bütün olarak dönüyor lan müzik duyduğumda. robocop nasıl oynarsa ben de o kadar oynuyorum. öbür taratan millete bakıyorum, millet köçek gibi gerdan kıvırıyor amına koyim. hadi oynamayı, kolbastıyı, giresun karşılamayı, çiftetelliyi geç, dans etmek var. olm dans eşimin ayaklarını londra asfaltına çeviriyorum lan, o kadar alakasızım meseleyle. böyle olunca lan biri oynamaya kaldırır, dansa kaldırır diye sürekli meşgul görünüyorum. en son düğünde hiç oynamadım mesala. harman dalı hareketi öğrendim bi tane, onu yapıyormuşum gibi poz verdim, resmimi çektirdim. oynuyormuşum süsü verdim. anneme götürdüm resmi, çok oynadım ama bi bu resmimi çekmişler dedim. çok mutlu oldu. manyak mıdır nedir. en azından üzerimdeki baskıyı kırdım. bu beni bi 6 ay götürür.

    -takı merasimi: lan beraber büyüdüğüm adama milletin önünde 'al olm al, genç adamsın sen. ihtiyacın vardır' demek gibi geliyor lan bu para, takı takma meselesi. parayı vericen, çeyreği takıcan bi de yanağını okşayacan arkadaşının 'heh heh, keraneci yine kaptın çeyreği ha' diye. bir de teknoloji geliştikçe düğünlerdeki gerilim de artıyor lan. misal gelinin kolunda bi kese var, oraya hediyemi bırakıcam. kameraman bi çevirdi kamerayı bana, ışığı görünce bıldırcın gibi kaldım amına koyim. arkadaşlar lütfen çekmeyin dedim, çekmesinize kardeşim dedim, dinlemediler. kamera çekerken hediyeyi de veremedim. sonra gelin gitti, it yavrusu gibi peşinde gezdim kızın 3 kuruş para koyucam keseye diye. onu da çaktırmadan koyamadım zaten. millet keseyi hortumluyorum sandı. 'yanlış anlaşılmasın, para koyuyorum. ben öyle bi insan mıyım?' dedim, anlamadılar. damat yetişmese dayağın belini kırıyordum.

    bas nikahı geç. elalem ne der diye düğün mü yapılır?

    şimdi bi daha okudum da yazdıklarımı hırsımın tüm nedeni hız yaptım diye kestikleri ceza galiba lan. yemin ederim kendimden tiksindim.
  • normalde nefret ettiğim bir etkinlik türü. ama akşam kuzen evlendi, gittik. düğün alkollü trakya düğünü olunca hayatım boyunca en çok eğlendiğim düğün oldu gerçi, ama alkolü fazla kaçırdığım için düğüne dair bir bütünlük yok kafamda. her şey parça parça.

    19.30
    konsept kır düğünü, açık alan, çimenler, kocaman masalar falan. sahnede bir grup var. masalarımıza oturduk, biraz aperatif didikledikten sonra alkol geldi. bizim masaya bir büyük rakı bıraktılar. kardeşim gelini çıkaracak olan gruptaydı, o yüzden pek oturmadı. annem masa masa gezip "aaaa bayadır görüşemedik nasılsınız" diye işi altın gününe çevirdi. masadaki diğer iki aile henüz gelmemişti. babamla ben rakıyı açtık.

    20.00
    rakımı aldım, müzik güzel, hava güzel, ayakkabıyı çıkardım çimlere basıyorum, keyfim yerinde. ama adamın birine aşırı kızgın olduğum için bir yandan da "ben bu gece iyi bir içeyim de sakinleşeyim" diyorum. "neyse ya çok da şey yapmamak lazım, olur öyle diye" içmeye devam ettim.

    20.30
    yarım saatte üç dubleyi içince babam "seni yerlerden toplayamam, yavaş iç biraz" dedi. adama bak ya, içerim içerim, sana ne? öyle demedim tabii de, bilal oğlan gibi "peki babacım" dedim.

    21.15 falan
    yavaş içme kısmında başarılı olamadım. altı duble rakı gitti. kafa da gitmeye başladı. herkesi çok seviyorum. ay herkes ne kadar da iyi, çıldıracağım sevgiden! masaya bir küçük rakı daha geldi. amcamların masasına gitmek için kalktım elimde bardakla, babamın bir anda gelenekçi olası tuttu. "elinde rakı bardağıyla gezme ortalıkta keş gibi, gidince orada koy rakını iç" dedi. masaların arasından yürüdüğümü hatırlıyorum. kadının biri beni tutup "aaa lustral! senelerdir görmüyorum" diye öptü. sonra tanımadığım bir masa insanı öptüm. iyşallah hastalık falan bulaşmaz. amcamların masasında rakı kalmamış, yan masadan şarap verdi tanımadığım biri.

    buradan sonra saatler anlamını yitirdi. her şey kare kare aklımda. bütünlük yok, film koptu. hatırladıklarım:

    - damadı sahne önünde bir davulun üstüne çıkarmış oynatıyorlardı
    - annemle kardeşim ayakkabıları çıkarmış sahnedeler, tipik trakyalı olarak şakkıdı şakkıdı oynuyorlar. hatta sanırım ben ve babam hariç bütün sülale oynuyor. trakya müzikleri. hepimiz şoparız şappi şappi!
    - küçük amcam ağlayarak masaya geldi, duygulanmış yeğeni evleniyor diye. sonra jet hızıyla masadan kalkıp halaya karıştı. iki ruh hali arasında max 10 saniye fark var.
    - babam düğünün gazına gelip "sen ne zaman evleneceksin" diye tutturdu. ben "ya baba sırası mı, eğleniyoruz" dedikçe "vay ben kızımın düğününü göremeyecek miyim" demeye başladı. çünkü 1 büyük rakıyı içmiş.
    - migrenim tuttu. bizim masadakilerden biri nörolog eniştemdi. ona söyledim, ama eniştem bir anda kayboldu. yok yani, zorladım, hatırlayamıyorum. bana cevap verdiği anı düşünüyorum, görüntü takılı orada. aklımda bir tek zomig kalmış. bana ya zomig verdi ya pazartesi gel zomig vereyim dedi.
    - babamın arkadaşı arka masadan bana seslendi. gittim. omzunda ince saplı bir kadın çantası var. çanta da anamın. "abi annemin çantasını neden takıyorsun" dedim, "hişştt, aramızda kalsın ama ben bu çantayla bir şişe rakı kaçırdım, arabaya attım, evde içicem" dedi. dikkat çekmesin diye annemin çantasına koymuş. bence de 500 kişinin arasından geçen pos bıyıklı, göbekli, kadın çantası takan bir adam hiç dikkat çekmez. mantıklı. "lan sen benim halamdan içki mi çalıyorsun" demek için ağzımı açtım, ne dedim hatırlamıyorum.
    - tanımadığım bir amcayla muhabbet ettim. "sana ne taklidi yapayım" dedi, "kalinka söylerken göbeği hoplayan gözlüklü kızıl ordu korosu üyesi taklidi yap" dedim, "siktir et onu gel halay çekelim" dedi. sonra amcaya ne oldu bilmiyorum, ben garsonun biriyle halay çekerek mutfağa gittim.
    - müzikler değişti. herkes koro halinde "seher yeli çık dağlara, güneş topla benim için" söylüyor. sülale bizim masanın etrafına toplandı. amcamın kızı bana sarıldı, böğüre böğüre "çav bella" söyledik. iki cırtlak nasıl bağırdıysak herkes bize bakıyormuş. babam beni dürttü, "ne var ya bi huzur vermedin aaa" diye kızdım. bundan bir şarkı sonra babamı "eşkiya dünyaya hükümdar olmaz" söyleyip coşarken gördüm. göbeği hopluyordu ve çok mutluydu.
    - annem çantasını kaybettiğini yeni fark etmiş.
    - birkaç saat önce ağlayan amcam bira bardağıyla geldi, sahnedeki adam o sırada sanırım karlı kayın ormanı söylüyordu. amcam karlı kayın ormanı ritmiyle ankara'nın bağları söylemeye çalıştı. hepimizi öptü gitti.
    - adamın biri tek başına halay çekerek bütün mekanı dolaşıyor.
    - kardeşim bütün gece oynadı. ayakkabılar elinde dolaşıyor. içmedi de. babamla bana benzemiyor sanırım. kesin evlatlık.
    - fotoğraf makinesinde hiç tanımadığım iki insanla çekilmiş selfie var. iki kızı da hayatımda görmedim. biri baya sarılmış bana samimiyiz gibi. kim acaba?
    - babam yine "sen evlenmeyecek misin yani" demeye başladı. "baba erkeklerle prensipte anlaşamıyoruz" dedim. arkadaşına dönüp "bu niye böyle hüsamettin ya" dedi içli içli. adam da "abi ne bileyim ben ya manyak mısın" dercesine baktı.
    - biri bizim masaya geldi, "senin gibi faşist chp'li babadan bu kız çıksın, hayret" dedi ve manyakça bir kahkaha attı. babama baktım, "siktir et ya sarfoş" dedi. sonra bu adam gidip babamı öptü. babama "sen büyük adamsın yaa" dedi. masadaki iki dilim ekmeği alıp gitti.
    - kadının biri "allasen şu rakıyı götür çok içti bu" diye kocasını bana şikayet etti. rakıyı aldım, zaten iki duble kalmıştı onu da ben içtim. akrabaymışız ama ben tanımıyorum. onlar benim altıma sıçtığım zamanı biliyormuş.

    düğünden çıkış kısmını hatırlamıyorum. taksiyle döndük parça parça. bizim araçta önde babam, arkada ben ve amcamın kızı oturuyordu. eve gelince annem ya da kardeşim ona kahve yapmış. kahveyi yere, üstüne falan döktü. bir süre mutfakta yerde yattı. kahvesini döktüğüne ikna etmemiz uzun sürdü. sonra balkona çıktım açılayım diye, bir uçma isteği geldi, deliricem! neden kanatlarım yok, neden uçamıyorum diye düşüne düşüne ayılmaya başladım.

    düğün çok güzeldi de keşke uçabilseydik.
  • kendiminki de dahil hiç birine şimdiye kadar katılmak istemediğim* etkinlik.

    bir kere manasızca yorucu. ses yüksek, sabah akşam gördüğün şükriye teyzeyi bile tanıyamıyorsun, herkes bir başkası gibi, allahın emridir kız tarafı ile erkek tarafı arasında hafiften bir gerilim olur, o gerilim beni azar azar yer. asabım bozulur. velhasıl kelam sevmiyorum ben bu işleri.

    fakat bu haftasonu mecbur gittik. oğlan, kalabalık diye pazara gitmeyi bile sevmez. zaten düğünde de sesten rahatsız olup, ışık kovalama hatırına 2 saat ancak dayanabildi. benim meslek* ile mi , benimle* mi yoksa yaş* ile mi ilgili bilmiyorum; düğünün konusu boşanma ydı. yanıma gelen herkes kızının, oğlunun, yeğeninin boşanma maceralarını anlatıp, akıl danıştı ve tabii tavsiye aldı verdi filan. bir süre sonra ''taksimetreyi açıyorum bak'' diye espri yapıp geçiştirmeye çalıştım ama ıııh, cık. yemediler. ruhum ayrılık hikayesi ve daha fenası dedikoduları ile dolduruldu, ben geline filan baktım arada, oğlan damada ''burası çok gürültülü, keşke flüt getirseymişsiniz'' dedi, bir kasvet bir kasavet; bu düğünü de atlattık çok şükür.

    yalnız tek bir şey pek hoşuma gitti. masada bebekliğimi bilen bir çift var. 65 yaşlarında filan bunlar. teyze pek bir hareketli, şen şakrak. amca da bir o kadar ciddi. neyse, teyzem dayanamadı daha mikrofondan 'tık' sesi gelince oynamaya kalktı. kalkış o kalkış. daha bir daha masaya uğramadı, döktürüyor. amca da izliyor. ben de onları izliyorum. en sonunda adam dayanamadı, seslendi el etti teyzeye, hanımı masaya çağırdı. hah dedim şimdi s.tılar. masaya daha bir yanaştım, bir çekirdeğim eksik.

    teyze masaya gelince elini adamın omzuna koyup şöyle bir okşadı. amca da; ''pastan soğudu hanım, otur da ye biraz.'' dedi. kadın gülümsedi. ben bayağı kahkaha attım. hep birlikte sırıtıp pastayı yedik. kırk küsür yıldır evli bu çiftler. o kadar boşanma hadisesi içinde evliliğin sırrını verdiler bana iki dakikada.

    şimdi onların yerinde biz olsak; kadın büyük ihtimalle aman ne var ya, bir rahat yok diye adama çemkirir. adam kaba bir üslupla kadına sabahtan beri oturamadın der. ya da en iyi ihtimalle kimse kimseye bir şey demez, surat asılır evde eve gidince tartışma çıkar, konu senin annen benim annem noktasına kadar götürülür filan.

    hiç abartmıyorum, en az on beş tane boşanma hikayesi dinledim. siz avukatsınız mallar, nafaka, velayet şu bu hakkında tavsiyeniz yok mu dediler? yanlış konuda ve yanlış kişiden tavsiye istiyorsunuz teyzeciğim, avukat teknik adam sonuçta. zaten terzi kendi söküğünü dikememiş, malum. bizim teyze ile amcaya ve o jenerasyona danışacaksınız. nasıl biter değil, nasıl yürür evlilik olmalı soru? değil mi ama.
  • kızların evliliği anlamlandırma aracı. tüm kutsiyetin önüne geçebilen merasim.

    kardeşim evleniyor gelecek haftasonu. yaklaşık iki aydır çok hummalı bir çalışma içerisindeyiz. tabiri caizse gece gündüz uyku yok. oruç yok, açlık yok, halsizlik yok. koştur babam koştur. hayır bir de ben bekarım. kardeşim evleniyor. bu bile başlı başına yıpratıcı bir durumken, fiziksel zorluklar da cabası.

    yapılan tüm hazırlıkların kayda değer bir kısmı, merasimler yani kalıcı olmayan şeyler için. örneğin beyaz eşya seçmek için saatlerce gezinmek çok sıkıntı yaratmıyor da, bindallının kenarının pilesinin fazla bükülme problemini çözmek için iki defa ulus'a gitmek insana dokunabiliyor. bir kere giyilecek yani o şey. gerçi sorun da burada: "bir kere giyilecek, bari tam olsun". neyse efendim, dokunuyor ama dokunduğuyla kalıyor. çünkü empati denilen bir şey var. sıkıntı çıkaramıyorum.

    biz küçükken meltem vardı dayımın kızı. hala var. evlendi, çoluk çocuğa karışacaklar nerdeyse. bu meltem'e bir gün kozandan gelen bir tanıdık oyuncak gitar almış. pembe böyle. penası var. telleri var. çalsan çalınır. ben meltemle oynarkene getirip verdiler bu oyuncağı ona. öyle canım çekti öyle canım çekti ki; eve gittiğimde bile aklımdan çıkmadı namuzsuz gitar. acayip acayip hayaller kuruyordum. sanki böyle meltemin odasına kapanıp dehşet müzikler çaldığını hayal ediyordum. bende de olsa ben de çalarım diyordum. hatta bir ara öylesine takmıştım ki; ben meltemin yerinde olsam yemek ve tuvalet haricinde onu hiç elimden bırakmam diye düşünmüştüm. efendim bir kaç gün geçti. bir gün gene meltemgile gittik. terlik kapmaç mı öyle bir şeyler oynuyoruz. bir yandan da düşünüyorum. bu bizim meltem neden gitarı bırakıp bizle oyun oynuyor felan diye. çok saçma. neyse oyun oynadık. bir ara meyve mi ne verdi elmas yenge. meyveleri yerken gitarı gördüm çardağın kenarında. anası ağlamış yepisyeni gitarın. ama nasıl. teller iptal. plastiği yamulmuş felan. resmen yıkılmıştım. allahım nasıl olur da böyle bir yavruya bu muamele yapılırdı. günlerce şoku üzerimden atamadım. çocuk aklımla (yaş ya 6 ya 7; hadi maksimum 8) kıymetin göreceliliği üzerine kafa yormuştum. benim için çok değerli olan bir şeyin nasıl öyle değersiz olabildiği üzerine baya kafa patlatmıştım.

    neyse; bugünlerde yengemle ve kardeşimle alış-veriş, veriş-almayış felan gibi atraksiyonlara girerken bunu düşünüyorum. tam kan beynime sıçrayacak gibi oluyor. hayır yani neden bindallının pilesi, ya da ayakkabının kenarındaki kurdele bu kadar önemli olsun diye kendi kendime çıldırma eşiğine geldiğimde gitarı hatırlıyorum. o gitara dair kurduğum hayalleri hatırlıyorum. benim bir gitarım olsa neler çalardım onu hatırlıyorum. arkada ışıklar, sahne, beni alkışlayan insanlar; daha önce kimsenin yapmadığı besteleri bir köy evinde, çardağın hemen altında nasıl da çaldığımı hatırlıyorum. sonra kendime geliyorum.

    allah bilir akıllarından neler geçiriyorlar. kadınlar.

    karışmıyorum.

    bugün ben hiç bir müzikal enstürman çalamıyorum. belki bir gitar alınsa idi, durum değişir miydi bilmem. ama yine de denenebilirdi.

    yıllar sonra "belki" dememek için.

    hemen sonradan gelen vicdani edit: olum çok iyimser olmuş lan. silecem galiba bu entariyi. silebilirim gibi. düğünü de batsın, gitarı da.
  • çok acayip bir şey. özellikle türkiye sınırları içinde, yani öyle böyle değil. aşağıda yazacaklarım, düğün işine işi düşeceklere bir yol gösterme mahiyetinde de algılanabilir:

    en başından başlayayım. normalde düğün fikrinin mantığı nedir? hakikaten "mutlu bir günümüz var" meselesidir, teknik olarak nikah değil, aslında birlikte yaşamaya başlamak, yeni bir hayat başlangıcı kutlanıyor orada (ki bu sebeple nikah akdi içermeyen -mesela birlikte yaşamak gibi- yeni hayata başlangıçlar da çift istiyorsa düğünle kutlanabilir gayet, mesele resmiyet değil mutluluktur çünkü) ve bu kutlamada insan arkadaşını, ailesini ve diğer eş dostu bir arada görmek, topluca kutlamak istiyor, doğum gününü kutlamaktan çok da farklı değil niyet... peki ne oluyor? "aman da ne gösterişli düğün yapmışlar, uuuuu mekan çok pahalıymış bilmemne oteliymiş, vay vay vay!"

    şimdi benim gözümde bu işin kriteri şudur, elbet misafirini iyi ağırlamak istersin, tıpkı evime yemeğe davet etsem iyi ağırlamak isteyeceğim gibi. ama nasıl evine çağırdığın insana makarna değil diyelim tavuk sunuyorsan, ama havyar+ıstakoz sunmuyorsan, bu alegoride havyar+ıstakoza denk düşen bir düğün yapmak da abes. sen benim evimi, hayatımı, orta direk yaşantımı bilmiyor musun? biliyorsun. ben seni bilmiyor muyum? biliyorum. eee o zaman bu gereksiz hava niye, kime?

    ama ben size söyleyeyim, toplum başta olmak üzere, evlilik sektörü içerisinde yer alan hizmet sunan kişiler de gelin ve damadı o moda sokmak için ellerinden geleni yapıyorlar. "insan bir kere evleniyor" eeee? kıçımıza buzlu badem sokalım o vakit, nasolsa bir kere! böyle bir mantık olabilir mi?

    şimdi, ben naçizane düğün-dernek işlerinden pek anlayan biri değildim (belki geleneksel manada hala da değilimdir). değil düğün, evlilik hakkında bile pek konuşmam. ikisi de, ancak kişiler bir anlam atfediyorsa anlamlı olabilecek şeylerdir, sizin için özelse özeldir, değilse değildir. ne özel bulanı kınarım, ne anlamsız bulanı... ama düğün hakkında planlar yapmaya başladığınızda herkes konuşur. komşudan arkadaşa, aileden akrabaya, fikrini sormadığınız herkes! bilakis, fikir sorduklarınız tereddütlü olur "yani şimdi ne desem bilmem ki, sonuçta sizin kararınız" der susarlar, oysa geri kalan herkes fikir beyan etmeye bayılır.

    -"bilmem neresi çok güzel, orda yapalım."
    -"havuzbaşı ferah oluyor, havuzbaşı olsun."
    -"ayy açık hava istiyorsunuz ama yağmuru var bilmem nesi var, otelde olsun."

    canım benim bi' dur. düğün senin değil, sana ne oluyor? sorarlarsa söylersin, söz vermeden konuşma... burada genel manasıyla herkes kendi düğününde yapamadığı, içinde kalanları size sokuşturmak niyetinde olur. o zamanlar kendilerine şaşaalı düğün yapamayan aileler ekseriyetle daha bir şaşaalı düğün istiyor, gözlemlerim bu yönde. halbuki düğünün olup olmayacağı başta olmak üzere, her şey sadece çiftin kararı olabilir, aileye dahi söz düşemez, düşmemelidir. (siz böyle düşünüyorken müstakbel eş adayınız "ama ailem..."le başlayan cümleler kurmaya başadıysa geç olmadan kararınızı gözden geçirin derim.)

    genel bir yargı var insanlarda, sanki bütün kadınlar "ama benim düğünüm peri masalı gibi olmalıııığğğğ" diye dolaşıyor sanıyorlar. tamam, belki genelde geçerli olabilir, ama her düğün farklı bir gelin-damatla yapıldığına göre, bu işin organizatörleri de bunu gözardı etmemeliler. düğünle ilgili konuştuğunuz kişilerin/organizatörlerin öyle soruları oluyor ki, "ciddi mi lan bu? gülsem mi, yoksa hak'katen cevap mı versem?" diyebiliyorsunuz. sorular genelde şöyle işliyor:

    -öncelikle mekanınıza karar verdiniz mi? havuzbaşı, kır düğünü, kapalı salon? (bu mesela makul bir soru)
    - kaç kişilik düşünüyorsunuz? (bu da nispeten makul, kafada aşağı yukarı bir sayıyla gidilmeli)

    gelelim bomba sorulara "düğününüzün teması ne olsun?"

    tema ne lan? maskeli balo mu düzenliyoruz arkadaşım tema ne? "ayy çok moderniz, klasik düğünlerden sıkıldık, bizimki dans partisi havasında geçsin" diyenlerin halay çeken hallerini biliyoruz, yemesinler şimdi bizi! "tema derken?" diyorum kadına, gözlerini koca koca açarak "ayyy tabii, tema çok mühim, bütün dekorasyon müzik temanıza göre belirleniyor. mesela hawaii temasında böyle misafirlere çiçek kolyeler takılıyor, ortamı egzotik ada gibi yapıyoruz ya da ispanyol teması seçenler var flamenko çalan müzisyenler getiriyoruz, öyle giyiniyorlar, dekorasyon da hep kırmızı siyah oluyor ya daaaaa, osmanlı teması var malum diziler miziler çok popüler şimdi osmanlı, ortalığa tuğralı yastıklar serpiştiriyoruz..." piyuuuuuuu!

    arkadaşım bi dur! benim bunları bilmem için gelinliğini 6, düğününün tarzını 12 yaşında belirlemiş olanlardan olmam lazım. sorular durmuyor "örtüler nasıl olsun? ya çiçekler? süsleme? böyle komikli fotoğraflarınızı ortalığa asalım mı? dilek kavanozu koyalım mı insanlar yazıp atsın? dilek ağacı kuralım kurdele bağlasınlar? dilek fenerleri uçuralım gökyüzüne? ya pasta? bakın şöyle modeller var!" gidiyor bu liste... hadi şimdi o kadınların karşısında "yaaa ben aslında hiç düşünmemiştim" deyin. inanmıyorlar!

    efenim bir türk kızı nasıl olur da bu yaşına gelip düğününü hayal etmemiş olabilir? nasıl olur da gelinliğinin modelini 6 yaşından beri seçmemiş olabilir? (ara: ben 6 yaşından beri*) türk kızı, türk kızı diye insanın başının etini yiyorlar, dalga geçiyorlar, ama türk kızı olmadığınızda da gene zılgıt yiyorsunuz. mesela isteme fikrine tamamen karşıyım, böyle bir rezilliği ölsem kabul etmem. istediği kadar "modern"leştirilmeye çalışılsın, onun özü belli, hiç de düğün gibi eğlenme konseptinden gelmiyor kız isteme denen nane. ama bunu söylediğiniz anda, tabii başta damadın ailesi olmak üzere, arkadaşlar bile şaşırıyor. "neden?" diye sorsanız, belli bir sebep bile sunamıyorlar, "ya ama öyle işte". ne "öyle işte"si lan! içimizden gelmiş, evlenmek istiyoruz diye oturup izin mi alacağıdık? yok artık daha neler!

    sonra kına. kına ne lan? ama efendim bindallı giyecekmişim, kına için elimi açmayacakmışım da kaynana elime altın sıkıştıracakmış. yahu bi git allasen! gelinliğe para verildiği yetmiyor, bi de bindallıya 1000 tl sayalım değil mi? o da, eskisi gibi göz nuru dökülerek elde dikilmiş işlenmiş bir şey olsa içim yanmaz, helali hoş olsun, ama bildiğin fabrikasyon, sentetik kadifeden, polyester satenden mamul bir şey. ama tabii, düğün denince türkiye'de akan sular durduğu için, bin liradan ittirilebiliyor. sonra o "naz yapma" ayağına, elime altın sıkıştırılsın diye elimi kınaya açmamak filan. bunları duyup öğrenirken ben renkten renge giriyorum, nasıl insanlarsınız lan siz? bir eğlenme konsepti olarak düğünden evvel, "du bakalım karşımdakini ne kadar söğüşleyebilirim" diye tartıyor muyuz? hem aile efradı dediğin zaten bitap düşmüş olacak hazırlıklardan, evde kına yapmaya kalksan gelecek onca insana yiyecek içecek hazır edilecek, ev pırıl pırıl yapılacak, onca insandan sonra ev batacağı için bir daha temizlenecek. yok dışarıda yapmaya kalksan, bu kez de onun için para verilecek. e arkadaşım biz düğün yapmıyor muyduk zaten bu ağırlama işi için? neden bir de kına? hadi eskiden anadolu'da kadın-erkek bir arada eğlenemediği, kaçgöç olduğu için, gelini süsleme maksatlı olan kına yakılması işlemi bir kadınlar eğlencesine dönüştürülmüş, bugün hala kaçgöçü olan bir ailede, çevrede mi yaşıyorsun ki kına eğlencesi yapmaya ihtiyaç duyuyorsun?

    veya hadi onun amerikanvarisi, güya "modern" olanı, bekarlığa veda. istemiyorum kardeşim ben bekarlığa veda meda, zaten derdim başımdan aşmış olacak, bir de kalkıp abuk subuk tüllü taçlar takıp "bride to be" maşallahı mı taşısaydım? erkek "maşallah" takınca dalga geçerken, "bride to be" denen nane ondan farklı mı? bir de oturup onu mu organize edeceğiz? tepineyim, abuk subuk danslı bir yerde hem kendim 150 lira ödeyeyim, hem de o eğlenceye gelmek isteyen herkesi "mekanla anlaştım şekerim, kişi başı 150 lira" rezilliğine maruz bırakayım, adı olsun "bekarlığa veda". istemem canım, kalsın. düğün zaten eğlenmek için var, e o zaman "eğlence öncesi eğlencesi" nedir yani? ha siz düğününüzü eğlenmek için değil, kasım kasım kasılmak, gösteriş sunmak için yapıyorsanız, onu bilemem. ama bence, düğün öncesi yapılsa yapılsa, şöyle bir rahatlamak, stres atmak, hem de bakımlı olmak maksadıyla hamama gidilir, spaya gidilir, kese-köpük-masaj filan yaptırılır, tutup galatasaray hamamı gibi asortik, turistlere çalışan bir yeri kapatmaya kalkmazsanız hem çok çok cüzi bir fiyata gelir, hem dinlenilir, bir işe yarar. banane lan striptiz yapan zenciden, derdim öyle bir erkekse niye evleniyorum ki zaten ben?

    keza düğün için de, mantığı olmayan hiçbir şeye para ödenmemeli. misal nikah şekeri. maksat insanların ağzını tatlandırmaksa, al 5 tane cicili bicili kavanoz, evde kurdeleler filan bağla onlara (hem sonra evinde de kullanırsın), doldur içine hariboları, bonibonları, koy içine küçük kürekler, koy yanına güzel kesekağıtları, isteyen istediği kadar alsın, evdeki çocuğuna filan da götürsün. o tüle sarılmış saçmasapan dandik 3 tane badem şekerinden çok daha memnun eder insanları maksat ağız tatlandırmaksa. yok "nikah hatıralığı" tadında bir şey vermek istiyorsan şeker yerine, al evde kendin yap. eminönü'nde o kadar güzel şişeler, kurdeleler, kutular, hediyelikler satılıyor ki, yemin ederim şirketten alınan, tanesine 4-7 lira verilen nikah hatıralıklarını alanlar eğer çok zengin değilse, gerçekten salak olmalı, zira onlar da eminönü'nden alıyorlar malzemeleri, yurt dışından filan da getiriyor değiller, söylerlerse kanmayın (bir şey yurt dışından olunca neden otomatikman"daha iyi" oluyor, orası ayrı mesele. belki daha dandik, belki daha kaliteli...) arkadaşım, epi topu 200, haydi bilemedin 300 tane ufacık şey hazırlayacaksın, ne kadar zor olabilir? (şahsen ben kafamdakini zaten bir yerde bulamadığım için, malzemelerini aldım, evde güzel güzel yapıcez.) 200 liraya mal etmek varken, tamamen aynı şeye 1000 lira vermenin mantığı nedir? elim mi iş tutmuyor, gözüm mü görmüyor? üstelik madem bu bir "hatıralık", bunu bizim yapmamız daha manalı değil mi, misafirlerime ellerimle yaptığım şeyleri sunmam, herkese aynı şeyi üreten atölyelerdekinden daha anlamlı değil mi?

    keza davetiye... saçma sapan davetiyelerden illallah diyeceksiniz düğün arifesinde... birbirinden çirkin davetiyelere dünyanın parasını isteyecekler. lan stock images diye bir kavram var, en alasından vintage desenler var, seç birini, üç-beş dolara al, anlaş bir matbaayla, ver deseni, bastır davetiyeyi. ya da onla bile uğraşmak zor geliyorsa, bari düz bir kart bastır, evind ekurdele mi bağlıyorsun, zarfa baş harflerinizi damga olarak mı basıyorsun, kendin kişiselleştir işte. güya abuk subuk karikatürümsü tipler çizdirince çok "kişiselleşmiş" oluyor, lan ne kişiseli, adam sana "size özel tasarım" ayağına sattığı şeyi herkese satmış, satmış ki portfolyosunda var, yoksa sana neyi gösterecekti, hala nedir bu "size özel tasarım" geyiği, anlamadım ki arkadaş? toplumca mı kazık yemeyi seviyoruz, sayı saymayı mı bilmiyoruz yoksa dayak mı yemedik, ben sahiden anlamıyorum.

    benzer geyik düğünde de oluyor. hadi diyelim anlaştığınız yer yemekli (sırf küçük çocuk getirilememesini sağladığı için yemekli düğün sempatim var, itiraf ediyorum, ortalıkta koşuşan çocuktan kim hazzeder zaten?) ve size beyaz et ve kırmızı et seçeneklerini aynı fiyata sunuyor. o zaman tamam, neyi istiyorsan seç. ama sırf kırmızı et seçmek için 1500-2000 lira fiyat farkı ödemeyi seçiyorsan, biraz tuhaf bir insansın canım kardeşim, zira derdin belli "oooo, düğünde biftek yedirtmişler" demek... hee, o bifteği yedirince sana madalya takacaklar. herkes sizin düğününüze "yılın düğünü" ödülü verecek, aferin.

    insanlar resmen düğün dernek, şenlik, eğlence manasında düğün değil, adeta basın lansmanı, marka tanıtımı düzenliyor. "ceren ve bora olarak bizim farkımızı, kalitemizi gözler önüne seren bir düğün olmalı" diye cümle kuran insanlar duyuyorum, resmen kendini bir marka olarak pazarlıyor arkadaşlar. kaldı ki, hiç hazzetmediğim biri varsa o da kendinden 3. şahıs gibi bahseden insandır. "düğünümüz bizi yansıtmalı" hee, tabii. lan düğünün seni yansıtır zaten, eğlenmek yerine en küçük detaylara kafanı takıp somurtuyorsan mesela ne kadar mızmız biri olduğunu görürüz, ama "elimden geleni yaptım, konuklarıma yiyecek içecek namına kesem neye izin veriyorsa sundum, artık beğenmezlerse kusur bulurlarsa onların ayıbı" deyip, o geceyi arkadaşlarınla oynamakla geçiriyorsan, düğünün seni yansıtmış olur zaten, emin ol. veya, boynuna kurbanlık koyun gibi kurdeleler geçirip "takı merasimi" yapıyorsan nasıl görgüsüz biri olduğunu "kim ne takmış"çı olduğunu anlarız biz, ama onun yerine birine kese verip kese gezdirirsen kimseyi rahatsız etmemiş, bir şey takmıyorsa bile, elini o torbaya uzatarak bir şey takıyormuş gibi yaparak o insanların kendisini rahat hissetmesini sağlamış olursun. yangın riski çıkarması çok olası (saçı, gelinliği yananları yazmışlar bak) görgüsüzlük abidesi "volkan şov" mudur nedir yaptırmazsan ne derece akıllı bir insan olduğunu anlarız mesela. bir şekilde anlaşılıyor yani, kimsenin kuşkusu olmasın...

    tüm bu hazırlıklar esnasında bridezillaya dönüşmenin ya da "düğün öncesi dehşet saçan damat" haberleri kıvamında takılmanın anlamı yok... lakin, gelin ve damat, asla unutmamalıdır ki, ilk büyük kavgalar aileler yüzünden düğün-nişan hususunda çıkacağından, her kişinin bu tip durumlarda müstakbel eşinin yanında durması, ailesine karşı onu koruması elzemdir. sonrasında başbaşa konuşulur, uzlaşma sağlanır, ama eşi aileye karşı ezdirmemek ilk şarttır. çünkü artık aileniz biricik sevgilinizdir. müstakbel eş bunu sağlamıyorsa zaten oracıkta iptal edin o düğünü, hayatınız bundan sonra öyle geçecek demektir zira. yok, fikirler, bakış açısı çok farklıysa zaten ve siz bunu bugüne dek fark etmediyseniz, düğün esnasında yaşanan tartışmalar bir tür köprüden önce son çıkış olabilir, dikkate almakta, üzerine düşünmekte fayda var.

    ve herkes bilir, herkes der ki "sen eğleniyorsan herkes eğlenir". bugüne kadar gittiğim düğünleri düşündüğümde, bundan daha doğru bir önerme bilmiyorum
  • düğün başlarken 'düğün nedir be arkadaş, yıl olmuş 2011 millet hala halay çekiyor' şeklinde konuşan genç, düğünün sonlarında elinde ne renk olduğu belli olmayan iğrenç peçeteyi sallayarak halay başı olmuş, deliler gibi halay çekiyor.
    bu illet nasıl bir girdap ise herkesi içine çekiyor ve hatta tüm insanlık bunun bir parçası oluyor, 21. yüzyılın en büyük felaketidir ve bence insanlığın sonu bir düğün yüzünden gerçekleşecektir.
  • nerdeyse sadece bizim topraklarda gelin tarafinin masraflari az odedigi/odemedigi seromoni.

    normalde dunyada "o kadar sene baktik, simdi cocugun da sirtina yuk olacak" (yani sorunca en azindan tutarli bir bicimde herkes bu cevabi veriyor) diye masraflarin cogunu gelin tarafi karsilar.

    hindistan'da erkeklere baslik parasi bile verilir hatta. simdi hindistan'dan girince diger ulkeleri de o taraflardan sanmayasiniz. bu listeye amerika'si da, almanya'si da, polonya'si da dahil. elemanlar anlatiyor ben agzim 5 karis acik dinliyorum.

    bize baksaniz, baslik parasi bizdedir, dugun masraflarinin yine buyuk cogunlugu damat tarafi tarafindan karsilanir. biz hangi ara nerde hata yaptik da bu olay butun dunyada tersineyken bizde boyle oldu cok merak ediyorum.

    yabanci bir kiz arkadasiniz var da "bizim dugunumuzun oyle cok da guzel olmasina gerek yok bence" derse, bu sizi dusundugunden degildir. ama yaman bir turk erkegi olarak olaya atlayip, "tabi canim ne gerek var o kadar masrafa" diyebilirsiniz.
    bir parantez acmadan edemiciim; bence de zaten dugune essek kadar harcama yapilmasin, sartlar musaitse yaparsin dugununu istedigin gibi ama sartlar dahilinde minimum parayla yapilmasi gerekiyor bu islerin.
    ama su zamana kadar sahit olduklarimda genelde kim harcama yapacaksa ona gore hicbir seyin geregi yoktur, oteki taraf da sanki gormemis gibi ister de ister. ozellikle turkiye'de boyledir bu isler. gorduk de soyluyoruz.

    neyse konumuz bu degildi; evet dunyada boyledir, bizde davulla zurnayla gelin 'al'inir, adamlarda gelin 'ver'ilir.
    hayat cok ilginc lan.
    simdi bunu ogrendikten sonra dalip dalip gidiyorum: onyillarca, yuzyillarca hangi mantiga hizmet gelin tarafina parayi yigip kizinizi aliyoruz demisiz anlamiyorum.
    yuzyillarca senedir abaza miymisiz lan yoksa biz?
    bu cinsel aclik durumu bu kadar mi derin bizde acaba?
  • düğün, gelinlik ve gelin başı konseptinden tiksinenler için süper procem var: online düğün.

    düğün günü yayına başlamak üzere bir web sitesi hazırlanacak. davetiyeler tabi ki e-maille gönderilecek, düğün salonu adresi yerine web sitesinin urlsi verilecek.
    isteyen düğün davetlisi saçını başını yaptırıp makyajı süsü püsüyle, isteyen pijama don gömlekle düğün saati bilgisayarının başına geçip siteye bağlanacak. gelinle damat da bu sırada pijama don gömlekle pc başında yerlerini alacak.

    açılışta klasik düğün marşı çalacak, gelinle damadın çocukluğundan yetişkinliğine fotoğrafları müzik eşliğinde slayt gösterisi yapacak, sonra birlikte neşeli aşık fotoğrafları, sonra yüzük vs... şu fwd maillerle gelen tiksinç power point sunuları konseptinde bir şey işe yarar... sonra gelinle damadın fotoşopta gelinlik -damatlık giydirilmiş fotoğrafları ekranın ortasına oturtulup takı törenine geçilecek. bunun için sitede yazı geçilip banka hesap numarası verilecek. gelinle damat bundan sonra hesabı kontrol edip edip anında siteyi güncelleyecek. her yatan için işte "gelinin dayısından 100 tl" gibi bir yazı çıkabilir, hesaptan alınan e-dekont küçültülüp ekrandaki gelinliğinin üzerine fotoşopla layerlanabilir. sitede bir de yorum bölümü bulunur, herkes tebriğini buraya yazar, gelinle damat da cevaben teşekkürler mesajları yazarlar... bu fasıl da bitince kasap havası yayını yapılır sitede, isteyen düğün davetlisi evinde halayını çeker, horonunu teper, isteyen sıkılarak pc başında oturmaya devam eder, isteyen basar gider. gelinle damat da bu sırada çekirdek çitleyerk air crash investigation seyrediyor olur, arada gelip siteye bakar, mp3'ü neyin değiştirir. saati gelince de herkese teşekkür edip siteyi kapayıp yatar uyurlar. mis gibi de düğün bence.
  • insanların paraya en çok ihtiyacı olduğu zamanda kendilerine yaptıkları "bakalım gereksiz şeylerle kendimi ne kadar hunharca zikebiliyorum" deneylerinden biri. yoksa makul ve mantıklı bir insan borç içindeyken neden eşek yükü ile parayı çöpe atıp büsürü kişiye yemek yedirip üstüne de göbek atar ki?
  • bu amına koduğumun saçmasapan adeti kadar gereksiz bir şey yok...
    millet yer içer göbek atar gider borcu harcı sana kalır... iş boşanmaya kadar varır...
    iddaa oynamaktan farksız... yatırdığın paradan çok altın takılmazsa yarağı yedin demektir...
    ben yedim, ordan biliyorum...

    ikinci evliliğimde düğün müğün yok, sikerim adetinizi de, sevişmenizi duyurma merakınızı da...
    alırım karımı yurt dışına balayına giderim, altın takacak adam sade bir nikahta da altınını takar...

    siktirin gidin şimdi...
hesabın var mı? giriş yap