• sosyal hizmetler il müdürlüğü'ne gidersiniz. kapıda bir bekçi amca vardır.

    - kolay gelsin, elgelliler için kimlik kartı alacaktım da nereye gitmem gerekiyor?
    - ne için kimlik kartı?
    - engelliler
    - öyle bir kimlik kartı verilmiyor
    - özürlüyüm ben...
    - haaaaa! şu koridoru takip et sağda.

    kullanım farkını geçtim, engelliyim dediğinizde, ne olduğunuzu anlamayan insanlar mevcut bu ülkede.
  • o kadar yapay bir kelime ki...

    bu, daha once kullanilmaya "calisilan" ozurlu kelimesinin yerine konmaya calisiliyor. ozurlu de ayri bir facia kelime tabi bence.

    oncelikle, bu kelimenin "sakat" sozcugunun yerine gecmesi icin uyduruldugunu soyleyelim. sakat, toplum icinde bir asagilanma ifadesi olarak algilanmamasina ragmen, dil zenginligi olarak "sakat" anlamina gelen ve sakat uzuvlari tarif eden farkli kelimeler zamanla bir insana hakaret etme amaciyla kullanildigi icin "engelli" yerlestirilmeye calisiliyor.

    kör = görme engelli
    sagir = isitme engelli
    topal = yurume engelli
    gerizekali = zihinsel engelli

    körlerin sorunlari ulkede cig gibi birikmis dururken, "kör" kelimesini yok etmeye calisip yerine "gorme engelli" ibaresini getirmeye ugrasmak samimiyetsizligin dik alasi. birileri "kör müsün be adam" deyip hasmina hakaret ediyorsa, ileriki bir tarihte ayni hakareti "görme engelli misin be gerizekali" seklinde de rahatca kullanabilir. o zaman ne yapacagiz? engelli yerine baska bir kelime mi uyduracagiz?

    sembollere takilip duruyoruz. oysa onumuzde halledilmesi gereken bir ton oncelikli konu bekliyor... ama biz bunu anlamiyoruz.
  • türkiye'de 8.5 milyon kişi engellidir. bu sayı dtp'nin aldığı oyun 4 katıdır. toplam oy oranının % 10'u dur.

    buna rağmen türkiye'de siyaset, spor, eğitim ve sanat alanına özürlü sayısı daha fazladır ve ülkede bu özürlüler söz sahibidir.
  • kimdir engelli, nedir engelli? kelime çözümlemesiyle başlayalım. engeli olan veya vücudunda eksik ya da kusuru olan şeklinde tasvir etmiş tdk. sevdiğimiz, unutamadığımız birine ulaşamamız da, andromeda'ya gitmemizi engelleyen milyonlarca ışık yılı mesafe de birer engel sayılabilir tabi. yani bakış açısına göre hepimiz kendimizi birer engelli olarak adlandırıp kendimizi acındırabiliriz. ne de olsa "insan"ız ve insan olmak bunu gerektirir. biraz sonra anlatacağım, bugün senaryosuna kısmen katkım olsa da bir rol kaptığım, insanlardan ve dolaylı olarak kendimden de nefret ettiğim ufak bir hikayeyi paylaşacağım. biraz iç dökme gibi olacağından uzun olabilir. umudum, okuyan kişi sayısı az olsa da bir farkındalık yaratabilmek.

    kendi kabuğumda, kısmen depresif, sorgulayan, gergin, kısmen hayatın koşuşturmacasıyla meşgul, kısmen de araya serpiştirmeye çalıştığım mutluluklar eşliğinde bir dönem geçirdim. iş sebebiyle "taşı toprağı altın!!" istanbul'a yerleştim. kendime yeni bir sayfa açmak olsa da amaç, yer yer trafikle, kalabalıkla boğuştum, hayatın içinden gelen seslerle tartıştım, şımarıklıklar eşliğinde isyan ettim, olduğumdan daha iyi şartlarda hayal edip bunun hayal olduğunu farkedince isyan edip, serzenişlerde bulundum. yine de zor da olsa pollyannacılık oynamayı başarabildim. yine bir mesai sonrası attım kendimi istanbul'da tek huzur veren yere, vapura, boğaza. bir yandan yüksek beklentiler içeren hayaller kuruyor, bir yandan suyun sesini dinliyor, bir yandan da köprüyle kesişirken aniden "o"nun kadraja girmesiyle hayalim yarıda kesildi. hani hayatın gerçekleri bazen yüze tokat gibi çarpar ya işte o anlardan biriydi. keşke adını sorsaydım diyorum şimdi ama yaptıklarından sonra ben ona "cesur" diyorum.

    kapıda bekliyordu cesur. içeri girmemişti henüz. gördüğüm kadarıyla cerebral palsy isimli hastalıktan muzdaripti. hemen hemen 3 uzvu da tutulmuştu ve tek ayağının üstünde zıplıyordu sadece. kısmen de sol elini kullanabiliyordu. ilk başta spesifik duruşu nedeniyle "deli","zihinsel özürlü" izlenimi veriyordu tabi. bir şeyler istermiş gibi kapıda durarak içeri baktı bir süre. tabi içeridekiler de kısmen acıyan, kısmen tiksinen, kısmen de korkan gözlerle ona. sonra içeri geçti zıplayarak ve oturdu. bu sırada vapur hareket etti. birkaç dakika sonra cebinde telefonunu çıkardı, zor da olsa konuşarak çıktı tekrar dışarı. zihinsel bir özrü yoktu yani. telefonu tekrar cebine koyup yavaşça kenara yaklaştı. o kadar yaklaştı ki düşmesi an meselesiydi. bana eşlik eden birkaç endişeli göz de gördüm ama kimse müdahale etmedi belki de edemedi. o kadar kenarda, düşmenin eşiğinde, tek ayağının üstünde, rüzgarı, boğazın kokusunu hissederek ve bundan zevk aldığını belli ederek o kadar profesyonelce durdu ki şaşırmamak elde değildi. neyse ki yanaştık iskeleye ve derin bir nefes aldık.

    biraz önümde zıplaya zıplaya gidiyordu cesur. yoldaki birkaç kişiye bir şey sordu ama cevap gelmedi. onlar da "deli" sandı herhalde. sonra yine devam etti. sola döndü ve beklemeye başladı. ben ve vapurdan inen birkaç kişi gibi dolmuş bekliyordu o da. bir süre sonra geldi bir tanesi. elini kaldırdı cesur ve ona doğru hamle yaptı hatta kapısına vurdu ama dolmuş onu yok sayarcasına yanından geçip 10 metre ilerideki "normal" birisinin yanında durdu. normalde güvensiz ve kısmen de paranoyakça düşündüğümden hayat içerisindeki olaylara pek müdahale etmem lakin artık dayanamadım. gittim yanına ve koluna dokundum. korktu, irkildi. fal taşı gibi açık olan gözleri korkutucu bile sayılabilirdi. "hocam nereye gideceksin?" dedim. cevap verdi zorlanarak. ben de oraya gidiyorum dedim ve bekledik beraber. sonra bindik dolmuşa. gideceği yeri sordum, "ben biliyorum" dedi. gelince söyle unutma dedim ve kenarıma çekildim.

    yol boyunca aklımda düşünceler, içimde bir sıkıntı vardı ama aynı zamanda da ufak da olsa bir mutluluk ve huzur. geleceğim yere gelince ona bakarak indim dolmuşta ve sahilde yürüdüm biraz. etrafı, insanları gözlemledim. küçük bir zaman dilimi de olsa bu süreç tiksindim o an insanlardan, kendimden. aç gözlü, doymayan, hep fazlasını isteyen, kıymet bilmeyen, ilgi budalası, kendini beğenmiş, bencil, çıkarcı, yalancı, sahtekar, hak yiyen, iğrenç yaratıklarız hepimiz. ama yolda yürüyebiliyoruz diye "normal"iz öyle mi? acaba onun gibi kaç kişi daha var? neredeler? çevrede göremediğimiz için onları yok sayıyor, görünce de onlardan tiksinip, acıyor, küçük görüyoruz. belki de bu yüzden ortalıkta çok gözükmüyorlar ve ben bugünkü baş rol oyuncumuza bu yüzden cesur diyorum. düşüncesi, kişiliği, ne yaptığı, nereye gittiği zerre kadar umrumda değil. o bu hayata bize meydan okuyabilmiş biri. normal olanlar eğer bizsek zaten varsın o normal olmasın. böyle çok daha temiz bence.

    asıl noktaya gelir isek. abilerim, ablalarım, kardeşlerim, ey "normal" insanlar. ben bugün biraz da olsa ruhumu temizledim ve çok daha iyi hissediyorum. sizler de taşın altına elinizi sokun. yapılan ufacık bir hamle çok büyük ve güzel sonuçlara yol açabilir. belki siz de tazelenirsiniz. çok ütopik olacak ama belki de dünya daha güzel bir yer haline gelir böylece ha ne dersiniz? tahminen 15 dk içerisinde bu entry tarihin sayfalarına karışacak ama denemeye değer. "umut" işte.
  • türlü türlü olan. kimi benim gibi sağır ustelik dilsiz de, kimi kör yoksun renklerden şükrettirir haline, kiminin kolları bacakları noksan hayalleri hep kırlarda koşmak, kimi aşırı kaygılı ve hep kaçırmakta hayatı, bazıları hep çocuk büyümek isteyen ve ne raporla ne de şöyle bir bakınca göze carpmadıgı icin saglam sandiğimiz dünyanin geri kalani... ama iste bu sonuncusu var ya insan olmasin ondan. la fontaine masalindaki gibi sadece bir büst içi boş kafatası. nefretle, kibirle, tamahkarlikla, kötülükle beslenen yaratıklar. birlesip kendilerinden birini baş edenler ve o basin altinda birbirlerini ezenler. bakinca dök benzin cak kibriti iste. oylesiniz cogunuz! ve hepinize yaziklar olsun.
  • onları genelleyen tabirlere değil de (kelimelere takılmanın anlamı yok; özürlü, sakat...) yaşadıklarına odaklanmak gerekirse, türkiye'de en çok zorluk yaşayan, yok sayılan insanlar topluluğu... toplu taşıma araçları, her seçimde sökülüp yeniden yapılan ama yüksekliği azalmayan kaldırımlar, delik deşik ve engebeli yollar, tekerlekli sandalyeye uygun olmayan apartman girişleri, yüksek basamaklar, metro giriş/çıkışları, onlardan çok ihtiyacı olmayanların kullandığı asansörler... ondan da ötesi; ısrarlı bakışlar, küçümseyen tavırlar...

    1-2 ay koltuk değneği kullanmam gerektiğinde daha iyi anlamıştım onları. benimkisi geçiciydi, onlarsa bu gerçekle, bu vurdumduymazlıkla yaşamak zorundaydılar. kısa bir süre görmemek için gözlerinizi, duymamak için kulaklarınızı, konuşmamak için ağzınızı kapatsanız siz de anlarsınız onları belki. ama genelde onları anlamak, 'onlar gibi olmak nasılmış'ı öğrenmek için değil de; onları yok saymak için kapatıyoruz gözlerimizi, kulaklarımızı. görmüyoruz onların yaşadıklarını, duymuyoruz çığlıklarını; işimize gelmiyor.

    bizden olmayana hep oynadığımız "üç maymun" oyunu gibi... görme, konuşma, duyma. başını öte yana çevir. hiç başınıza bir kaza gelip de onlara katılabileceğinizi düşünmüyor, bunun bir an meselesi olduğunu aklınıza getirmiyor, asla onlardan biri olmayacağınızı sanıyorsunuz belki; ne büyük yanılgı! sayılarını dikkate değmeyecek kadar az sanıyorsunuz, ne büyük cehalet! onları umursamıyorsunuz, ne büyük vicdansızlık! altyapı sorunlarından önce, insanların beyin ve vicdan yapısında iyileştirme gerekiyor. az-biraz izan...

    sokağa çıkmaları bile gözünüze batıyor, canınızı sıkıyor. hiç çıkmasınlar evlerinden değil mi efendim, çalışmasınlar, gezmesinler. ne işl var sokakta! nasıl para kazanacak, nasıl geçinecekler peki? bilmezsiniz! bunlar sadece sizin hakkınız çünkü. çıkmasınlar sokağa ki görmeyin onları, keyfiniz kaçmasın.

    işte utanılacak bir haber:
    (bkz: http://www.radikal.com.tr/…y&date=&articleid=970235)

    ibretlik ne çok hikayemiz var şu memlekette.
  • tdk'ye göre:

    1 . engeli olan, mânialı.
    2 . vücudunda eksik veya kusuru olan.

    hayır dayıcığım.. sen engelli değilsin.. ama seni eve hapsetme pahasına, belediyenin yaptırdığı rampayı imza toplayarak kaldırtmaya çalışan insanlardır engelli.. çünkü bu insancıklar ki, kaldırımdan bir adım inip, ikinci adımda tekrar kaldırıma çıkabilmekten acizdirler.. yıllarca yaşadıkları mahallede beş adımda bir duran iğrenç mikrop yuvası konteynerler onlara batmaz, ama senin için yapılan rampa, onlara batar..

    bilmezler ki bugünlerin yarınları da var.. bilmezler ki gün gelir onlar da o rampaya muhtaç olurlar..

    hayır dayıcığım.. sen engelli değilsin.. asıl dertleri, başlarında erkek bulunmayan bir grup kadının oturduğu hanedir o asıl engelli olanların.. hayatlarında bir kez olsun bir hayırlı iş uğruna imza toplamak akıllarına gelmemiş olan bu insancıklar (ki içlerinden biri pek türbanlıdır)..
  • yürüme engelli arkadaşlarımız için kadıköy belediyesi ücretsiz
    taksi hizmeti başlatmış...444.00.81 arıyorsunuz geliyorlar....
  • belki bir kaza sonucu, belki doğuştan, belki de farklı etmenler nedeniyle, kendileri dışındaki insanların yapabildiği eylemleri daha çok emek sarfetmek zorunda kalarak veya başka insanların yardımıyla yapmak zorunda olan belki de asla yapamayan ve yapamayacak olan kişilerdir engelliler.

    herhangi bir zihinsel veya fiziksel engeli olmayan insanlar için dahi yaşanması zor olan bu dünyada, bir de sosyal hayatın idame ettirilmesinde diğer insanlara göre daha zor şartlar altında yaşamak, insanların onlara olan yaklaşımları nedeniyle kendi iç dünyalarında baskı altında yaşamaları hakkında ne kadar fikir sahibiyiz ? bu konu hakkında neler yapılması gerektiği hususunda kaçımız katkıda bulunma çabasına girdik ? kendi yaşadığımız ülkeyi baz alarak düşünürsek, toplumda en çok yok sayılan insan topluluklarından biridirler belki de.

    size herhangi bir resmi işlemenizde nüfus cüzdanınızı sorduklarında, mevcut nüfus cüzdanınızın kabul edilmediğini, gidip yeniden çıkartmanız gerektiğini söyleyen bir memura tepkiniz nasıl olurdu ? engelli vatandaşlar yapacakları resmi işlemlerde devlet hastanelerinden engelli olduklarına ve bu engelin vücutlarının işlevinin % kaçını yitirdiğine dair heyet raporu almak zorundadırlar.

    kendi odanızın ışığını açmak isterken, mevcut yerinde değil de, 1 metre daha yukarıda olduğunu ve her seferinde odanın ışığını açmak için başka birinin yardımına ihtiyaç duyduğunuzu düşünün. bunu hayatınızın rutin bir işlemi olduğunu ve en azından günde birkaç kez yaptığınızı varsayın. aynı şekilde her gün işyerine gitmek zorunda olan bir engellinin herhangi bir kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan kullanabileceği toplu taşıma araçlarının sayısını düşünelim. yeterli mi ? hatta her şehirde var mı ?

    sizin sosyal hayatınızda gittiğiniz, park, bahçe, sinema, alışveriş merkezleri, sanat gösterileri, konserler v.b. organizasyonlara engelli bir vatandaş en azından sizin şartlarınızda gidebilmesi günümüz türkiyesi'nde ne kadar mümkün olabilmektedir ? hiç kendi başına bu tür sosyal aktivitelere katılan veya katılmaya çalışan bir engelli ile karşılaştınız mı ?

    gezdiğiniz, gördüğünüz, izlediğiniz veya tahayyül ettiğiniz manzaralar, mekanlar, şehirler, denizler, sahiller hakkında doğuştan görme engelli olan birinin asla sizin alacağınız zevki tadamayacağı veya hayatın belki de olmazsa olmazlarından müziği hiç duymamış olan, hayat ile iletişimdeki tek bağının gözü ve dokunma duygusunun olduğu işitme engelli birinin, sizin yaşadığınız bu zevkleri yaşayamayacağı, acaba kaçımızda engellilerin yaşadığı sorunlar hakkında birşeyler yapabilme gayreti doğurdu ?

    engelli insanların en büyük engelleri, sahip oldukları fiziksel ve ruhsal engellerden ziyade, toplumun engelli insanlara nasıl yaklaştığı ile ilgili olmaktadır. yaşam kalitesi her insan ve canlı için eşit ve aynı kalitede olmalıdır. bu bağlamda engelli bir insanın sosyal hayatını devam ettirebilmesinde, engelli olmayan insanlara göre zorluk yaşaması, kendilerini toplumdan soyutlamalarını sağlamakta, zaten zor olan yaşam koşulları karşısında dirayet gösterebilmelerini zora sokmaktadır.

    engelli insanlar, onları gördüğünüzde içinizin sızlamasını dolayısıyla acıma duygunuzun artmasını ve onların yaşadıklarını yaşamadığınız için " kendi halime sevinmeliyim " demenizi beklemiyorlar sizlerden. bu 3 maymunu oynamaktan farksızdır. çünkü o anın yaşanmasının ardından engelli olmayan birey, hayatına devam etmekte ve engelli insanın yaşadığı sıkıntıları ve yaşam haklarının onlarla aynı olmadığı hakkında fikir sahibi olamamaktadır.

    çevrenizde, yaşadığınız şahirde, okulunuzda veya iş hayatınızda engelli insanlar ile ne kadar karşılaşıyorsunuz ? belki de hiç denecek kadar az. bunun sebebi hakkında çok kafa yormaya gerek yok. çoğu evlerinde bir nevi hapis hayatı yaşamak zorunda kalmakta. 2011 rakamlarına göre ortalama 8.5 milyon engelli insan yaşıyor türkiyede. bunu toplam nüfusa oranladığımız takdirde yaklaşık olarak her 9 kişiden 1'inin engelli olduğunu görüyoruz. peki nerede bu insanlar ? kaçı sosyal hayatta aktif olarak yer alıyor ? kaçı bizimle beraber aynı şartlar altında yaşamaya çalışıyor ?

    sizce sebebi sadece engelli olmaları mı, yoksa bizler ile eşit şartlarda yaşayabilmeleri için yeterli olan imkanların hazırlanmasında hiçbir çaba sarfetmediğimiz mi ?

    toplumdan dışlanmaları yerine, diğer insanlar gibi aynı şartlarda ve sınıflarda eğitim verilmesi, diğer insanlar gibi aynı toplu taşım araçlarında seyahat etmelerinin kolaylaştırılması ve çalışma şartlarının rahatlatılması konusundaki çalışmaların bütün toplum tarafından desteklenmesi özellikle gelecek yıllarda engelli vatandaşların sosyal sorunlarını çözebilecek nitelikte gelişmelerden olabilecektir. ancak halen yapılan çalışmaların bu konuda yeterlilik göstermediği görülmektedir.

    bahsettiğim gibi onların, kendilerine acımamıza ihtiyaçları yok. onların bizlerin empati yapmasına, eşit koşullarda hep beraber aynı statüde yaşamamız için çaba göstermemize ihtiyaçları var. engelli insanların potansiyellerini ortaya çıkarabilmenin tek yolu, engelli olmayanların sarfetmek zorunda oldukları gayretten geçiyor.

    hep birlikte aynı şartlar altında yaşayabilmemiz için hiçbir engel yok.
  • bu sabah taksim'den bindigim bir otobuste karsilastim bir tanesine, tek elinde siyah koca bir poset vardi, diger eli yoktu. otobus hareket ederken hic bir yere tutunmadan posetten cikardigi coraplari satmaya calisiyordu, once bana uzak olan bir kisimda basladi, ne dedigini duymamistim, neyse iste bir kisi corap aldi, sonra benim oldugum yone geldi, yaklasti derdini anlatti.

    bir proje varmis, engellileri yasama ve is hayatina adepte edebilmek icin, elinde 3'lu sekilde uzerinde logo olan bir kusakla birbirine baglanmis halde duran. logo dedigim cizim bildigimiz tekerlekli sandalyeli engelli piktogramı, esittir isareti ve insan piktogramı. biz sizinle esitiz demek istemisler.

    ben normalde hafif cimri bir tipimdir bu tarz seylere hemen atlamam, ama cocuk bende bir etki yaratti. hic yalvarmadi dilenci degildi, sakince normal bir ses tonuyla derdini anlatti, almak ister misiniz dedi, coraba baktim guzel de corapti fiyati da 10 tl. fahis bir fiyat degil pazar disinda yerlerde de zaten ortalama bu fiyata satiliyor.

    biz bunlari konusurken yan taraftan yaslica bir okuz adamin sesi geldi, oglum biraksana belki kiz almayacak ne israr ediyorsun dedi, cocuk da ona dondu israr etmiyorum anlatiyorum dedi sakince. adam biraz susar gibi oldu, ben corabi aldim, cocuk otobusten indi.

    cocuk iner inmez bu okuz yasli yine soylenmeye devam etti, iste devlet bunlara maas veriyormus da boyle sokaklarda ne isleri varmis. hadi dedim bu hayvan yuzunden gunum kotu baslamasin, sustum, ama 3-5 defa ayni cumleleri yineleyince ehh sikerler dedim ve "beyefendi size de devlet muhtemelen emekli maasi veriyor, cok kiskandiysaniz siz de bir is bulup calisin, cocuk beni rahatsiz etmedi, dilenci degil, sadece derdini anlatti, sacma bulan zaten almaz kaldi ki siz de almadiniz" dedim, ve ekledim "siz kotu kalpli misiniz"

    klasik turk insani olarak agzinda bir seyler daha geveleyip sustu. benim de gunum bu hayvan adam yuzunden kotu baslamis oldu.

    anlatmak istedigim aslinda su, toplumda bu yasli okuz gibi dusunen o kadar cok kisi var ki. birak destek olmayi gormeye bile tahammul edemez durumdalar. türkiye zaten tam bir engelli cehennemi, devlet vatandas elele bu insanlara nasil daha fazla kostek olabiliriz diye kenetlenmis durumdalar. bu da insana, cok basit bir sekilde, toplum denen bok cukurunun varligini hic unutturmuyor.
hesabın var mı? giriş yap