42 entry daha
  • bir sitede halikarnas balıkçısı'nın dünya görüşü şöyle açıklanmış, çok net:

    "bilimin anadolu’dan fışkırdığına inanan balıkçı, orta asya’dan gelmiş olmanın gerçeğiyle anadolu’yla kaynaşmış olmanın şansının, bir hümanizmde birleştirilmesini istiyordu,

    balıkçı, çağdaş bir kültüre giden yolda en büyük en usta rehberdi. çünkü çağdaş kültüre uzanmak isteyen bir toplum, klasik kültüre sahip olmalıydı.

    klasik kültür olmadan çağdaş kültüre uzanmak isteyen toplumlar “az gelişmişlik çemberini” asla kıramazlar. belki genişlerler ama bunun adına şişmanlık denir, akıl devri denmez.

    balıkçı bize şunu demiştir; “çağdaş olmak istiyorsanız, klasik akıl devriminizi tamamlamak zorundasınız. klasik kültürün temeli de anadolu’da atılmıştır. bilim, felsefe, kültür, şiir, aritmetik, trigonometri, astronomi gibi akılı akıl yapan ne varsa bu bilgi enerjilerinin hepsi anadolu’nun yediveren toprağının içinden fışkırmıştır. öyle ise ayağınızı toprağınıza sağlam basın. anadolu’ya sahip çıkın. orta asya’dan gelmiş olmanın gerçeğiyle anadolu’yla kaynaşmış olmanın şansını bir hümanizmde birleştirin.

    bu sentezi yapıp çağdaşlığa uzanırken egemenlerin değil, emekçi halkın yanında olun, yurtseverlikle insancılığınız, evrensel bir sömürüsüz dünya arzulasın. çünkü siz, konstantin’den yana değil, mustafa kemal paşa’dan yana olmalısınız.”

    kurtuluş yolu

    işte balıkçı’nın görüşü buydu. insan sevgisinden yurtseverliğe, oradan hümanizmaya uzanan bir çileli ve eziyetli yol...

    bu yol bizim kurtuluş yolumuzdur. ya ortadoğulu olacağız, ya da anadolulu...
    ya ticaniler ülkesi olacağız, ya da yunuslar okyanusu...
    ya despotlar devleti olacağız, ya da dede korkut’lar dergahı...
    ya terör cenneti olacağız, ya da nasrettin hoca’lar toprağı...
    ya saidi nursi, ya da mimar sinan...
    ya vahdettin, ya da hasan tahsin...
    ya zaptiye düdüğü ötecek, ya da homeros’un şiirleri söylenecek...

    mutlaka bir tercih yapmamız gerekti. biz çağdaşlıktan yana tercihimizi koyuyoruz. öyle ise balıkçı bizim rehberimiz, canımız, sevgilimiz, dostumuz, arkadaşımız, türkümüz, bayrağımızdır...

    bu gerçeği ancak “bilinç” için çırpınan beyinler görebilir. işte bunun için, tercihimizi bilinçten yana yaptık.

    "burası engin göklerin memleketidir. içten gelen bir türküyü kapıp koyuverin. uzaklaştıkça, türkü gökte masmavi olur. işık burada yalnız karanlığı aydınlatmakla kalmaz. aydınlattığı maddeyi değiştirir ve bir şair rüyasına çevirir. başka yerlerde ölüp nur içinde yatacağına, burada nur içinde yaşanır."

    ayrıca kendi kaleminden yaşam öyküsü:

    "1980 yılında ada türk iken girit’te doğdum. babam, türkiye’nin atina sefiri oldu. falerin’da ilk evi babam yaptırdı. üç dört yaşındayken, küçük kardeşimle

    parthenon'un mermerleri arasında oynardık. bir gün kayıkta, kayıkçı deniz aynasını denize tuttu. denizaltı alemini görünce, tokat yemiş gibi sarsıldım. yazı öğrenmeden önce, sabahtan akşama kadar resim yapardım. sonra büyükada’da oturduk. altı yaşında oradaki mahalle mektebinde okuma yazma öğrendim. 10 yaşında bir misyoner kuruluşu olan robert kolej’ e gönderildim. sabah, öğlen, akşam ve yatmadan önce dua ediyorduk. ben israil’in boyuna, cerikaya, öteye beriye taşınan taşlardan bıktım. kütüphanelerde, içleri hayat dolu kitaplar vardı. okudum. ama, 700 öğrenci arasında o kitaplar bana yasak edildi. elektrik feneri icat edilmişti. gece yorganla battaniyeyi çadır yapar elektrik feneriyle, arkadaşlarıma aldırdığım kitapları okurdum. çok yazardım ingilizce... ama on üç yaşımdan sonra yazmadım. çünkü, pazar günü kilisede okuduklarımı yazmamı istediler.

    ben de, herif eşek arısı gibi vızıldarken, yanı başlarında uyuyan arkadaşların kulaklarına çöp soktuklarını ve başka realiteyi yazdım. skandal oldu, paylandım, artık yazmadım. kolej’ den sonra ingiltere’ye göndermek istiyorlardı. porstmouth’ da ki mektebine gitmek istedim. münasip görmediler. oxford’a gönderdiler. isteksiz gittim. en kolay konuyu seçtim, üç dört yıl öğrendim. üç dört yılda öğrendiğimi unutmak için sarfettim. ama kütüphanelerden, hem sonradan londra üniversitesi’nden istifa ettim. ilk dünya savaşında hastaydım. savaş sonrası asker kaçaklarının kendileri gelip teslim oldukları halde yargılanmadan asıldıklarını yazdım. ankara istiklal mahkemesi’nde, bodrum’da üç yıl kalebentliğe mahkum ettiler. asıl mimledikleri m.zekeriyya’yı mahkum etmek istiyorlardı. ama yazıda suç bulamazlarsa yazıyı basan da serbest kalacaktı. bodrum’a vardığım zaman 34 yaşındaydım.

    ondan önceki mektep hayatımın bende bıraktığı intiba şöyleydi. istiklal mahkemesi’nde mevkuf iken, bir gece rüyamda çocukluğumu, hala kolejde olduğumu görmüştüm. uyanınca hapishanede olduğumu ve kolejde olmadığımı gördüm ve, çıldırasıya sevindim. bu hürriyetti bre!... oysa ki, kolejde fikret’in oğlu haluk’ta, benimle aynı tabiydi. halikarnas’ da, üç dört yaşındayken faleron’ da gördüğümü ve kaybettiğimi buldum orada kaldım, yazdım, çiçek, ağaç ve yemiş yetiştirdim. gece rüyamda kendimi savaşan bir general gibi görüyordum. arkamda, yüz binlerce portakal ve grapa fruit ağaçları kökleri üzerine kalkmışlar, ilerliyoruz ve düşmanımız ölüme karşı vitamin ve ışık bombaları portakalları, greyfurtları, çiçekleri atıyoruz."

    yaşar kemal 'in dilinde balıkçı:

    "halikarnas balıkçısı’na gelinceye kadar bizim edebiyatımızda pek öyle yaşayan doğa yoktu. balıkçı kişi olarak gümbür gümbür bir insandı. o, doğanın bir parçası gibiydi...

    bizim edebiyatımıza sağlıklı, gördüğümüz, güzel olan doğayı getirdi. yunmuş arınmış yıldızları, yıkıntıları, ağaçları, yürüyen taşan gökyüzünü, akar suları, bir uçtan bir uca akan karanlıkları, kuşları, balıkları, toptan denizi getirdi. balıkçı bir yaşayan,

    doğaya tekmil coşkunluğuyla karışmaya can atan kişiydi. iyi kendinden, yüreğinden veren, toprak gibi, çok cömert bir torak gibi veren kişiydi.

    balıkçıyı okurken insan doğayla bütünleşmiş, doğanın güzelliğinde atan bir yürek bulur.

    yaşar kemal"

    azra erhat 'a göre balıkçı:

    "yalnız benim ve öbür dostları için değil halikarnas balıkçısı, bütün türkiye için, türkiye dışında birçok insanlar, okurlar ve düşünenler için canlıdır. gitgide daha da canlanacaktır. neden derseniz, o bir canlılık kaynağıdır. hep değişen, düşünce ve sanatın çeşitli alanlarında ufuklar ve çığırlar açan bir canlıdır o. canlılığının kaynağının kaynağı nedir diye sorarsanız, bu onun doğa ve insanla yeni bir ilişki kurmayı başarmış olmasıdır.

    azra erhat"

    halikarnas balıkçısı’nın ölmeden önce son sözleri şunlar olmuştu;

    "ah... ne acı... doğa en can alıcı noktada elimi kilitledi. son söylemek istediklerimi yazamadım... sanırım ki yolcuyum... dünya’ya bir merhaba deyip gideceğim... burnuma çiçek kokuları geliyor... açın açın pencereleri, son defa görmek istiyorum güneşi, son defa görmek istiyorum özgünlüğü. merhaba çocuklar, merhaba dünya. merhabaaaa” halikarnas balıkçısı, izmir’de yaşadığı ömrünün son yıllarında çok sıkıntı çekmiştir. yıllarca uğraş verdiği ve sevdiği bodrum’dan ayrılarak, izmir’de bir apartmanın çatısının altında yaşamaya başlamıştır. oysa ki bu durum halikarnas balıkçısı’nın kişiliğine ters düşmektedir. yakın dostlarından azra erhat, “balıkçı ömrünün son günlerinde bodrum’da yaşasaydı halikarnas balıkçısı kavramına daha uygun düşerdi” diyor.

    halikarnas balıkçısı, 1965’te vercors üzerine yazdığı bir yazısında şöyle diyordu;

    "her yaşayan insan hayatın askeridir. ölüm var her zaman. ölüm hayata sığıyor ama hayat ölümü aşıyor. hayat doğadır. çıkarcılar, başkasının üzerinden geçinenler, ölümün hayata karşı askeridir. şimdi ne yapalım, doğaya karşı bir düşman var yani ölüm. bu böyle. ama doğa alt olmuyor. antidoğa beni öldürür, ama ben çocuklarımla aşarım ölümü. çocuklarım olmazsa akrabam, sevdiklerim. onlarda olmazsa insan var”.

    halikarnas balikçisi’nin vasiyeti

    şadan gökovalı, (manevi oğlu) halikarnas balıkçısı’nın kendisine yaptığı vasiyeti şöyle anlatıyor;

    "yazacağım bunlar ama belki yazamadan giderim. sana şimdiden söylemiş olayım. bodrum’a gömülmek istiyorum. bittabi orayı çok sevdim. hayli hizmetimde geçti. belediye’yede yazmak istiyorum ama sana söyleyeyim daha iyi. mindos kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda hatice’ye de (son eşi) bir yer ayırsınlar. sakın mermer, beton filan istemem ha... bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız. onu diken mezarımın başına. falanca oğlu filancaymış şu tarihte doğup şu tarihte ölmüşüm. katiyen yazı istemiyorum, basit bir taş. eh bizim tekne su almaya başladı. şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor gönül gözüyle her zaman görüyorum. suat (oğlu) sık sık ziyaret edebilmeleri için izmir’e gömmek istediklerini söylüyor. istemem yahu. bodrum’u severim bilirsin. beni ziyaret için çocuklar arasıra da olsa gezmiş, hava almış olurlar. zaten ben saygı duruşu isteyecek değilim ya. balıkçı’ya bir merhaba yaraşır.”

    kaynak: http://216.239.59.104/…t=clnk&cd=4&client=firefox-a
236 entry daha
hesabın var mı? giriş yap