10 entry daha
  • papa ii. jean paul'un genelde tek kitabı var denir o da fides et ratio'dur; ancak soru cevap şeklinde geçen memory and identity başlığı altında yayınlanmış bir kitabı daha vardır (https://secure.tesco.com/…0297850755&bci=4294900773|Weidenfeld%20%26%20Nicolson*415|Faith). [sezer soner çevrisiyle neden kitap'tan çıktı (1. basım 2005).]

    papa, kitabın ilk bölümünde kötülüğün zorunluluğundan bahseder. mysterium iniquitatis kapsamında avrupa'nın özellikle de son yüzyılda yaşadıklarını göz önünde tutarak bir muhasebeye girişir. esasta şunu anlatmaya çalışır: "iyi ile kötü birlikte var olur; kötülüğün bazı ideolojileri vardır ve tanrı kendi iyiliğiyle bu kötülüğün önüne set çeker. en nihayetinde güzellik buradan doğar!"

    burada açıkça yapılan kötülük muhasebesinde sosyalist-komünist devlet anlayışının nazizm öğretisiyle eş tutulduğu görülür. madem ki "kötülük her zaman belli bir varlıkta olması gereken iyiliğin olmamasıdır" (sf.13) o halde bu şeytani sistemlerin doğuşunda iyilik yitimi had safhadadır ve tümüyle dünyaya egemen olamadıklarına göre tanrı büyük sevgisiyle bu kötülüklere set çekmiş demektir. papa şöyle diyor: "rahibe faustina'dan söz etmemin nedeni, onun tanrısal merhamet'in gizemine odaklanmış ifşalarının ii. dünya savaşı sırasında gerçekleşmiş olması. bu tam da kötülüğün ideolojileri nazizm ve komünizmin ortaya çıktığı zamandı. rahibe faustine bu ideolojilerin kötülüğünü dengeleme yetisine sahip bir mesajın müjdecisi oldu." (sf.16)

    burada augustinusçu iki zıt yaklaşımı bir kez daha görürüz: amor sui usque ad contemptum dei yani tanrı'yı küçümseme derecesinde kendini sevme ve amor dei usque ad contemptum sui yani kendini küçümseme derecesinde tanrı'yı sevme. papa haliyle ikincisinin bizi "insanın kurtuluşunun gizemiyle yüzleşmeye getireceğini" (sf.17) söylüyor. kutsal ruh da bizim rehberimiz! şimdi burada bir es verip; bir hususun altını çizmek istiyorum. tekrar papa'nın "kötülüğü kurtuluş için (güzellik için) zorunlu kılan" yaklaşımına döneceğim. bu pek belirgin bir kurnazlık aslında görmek isteyene: din kendi ratio'sunu yani "akıl yürütmesini" olan bitene göre zaman içinde belirleyebilir ve hatta sürekli yenilenen bir ratio ile kendini taze tutabilir. bilmiyorum dikkatinizi çekti mi; evvelce başta crucifixion/@jimi the kewl olmak üzere çeşitli başlıklarda bu mevzuuları konuşurken hep bir vazgeçiş ritüelinden söz etmiştik; burada da dile geldiği gibi "kendimizden vazgeçecek kadar tanrı'yı sevmemiz" ya da isa'nın kutsal kitap'ta söylediği gibi "onun ardından gidebilmek uğruna kendi çarmıhımızı yüklenmemiz" bunlar tümüyle bizi bizden eden istekler. bizim biz olmamızdan çıkmamızı istiyorlar; benzer bir durum stoa bilgesi için de geçerlidir; galiba bütün bilgeler için geçerlidir. insanı tümüyle çözümsüz ve trajik bir canlı olmaktan çıkarıp; tutkularından sıyırmak ve böylece onu hayvanların doğayla uyumunda olduğu gibi bir nevi hissizleştirmek temel amaçmış gibi. oysa burada şöyle bir paradoks beliriyor: tıpkı cennet hikayesinde olduğu gibi, cennet ona gitmemiş olan insan için geçerlidir, mana ifade eder. örneğin kuran'da ali imran suresi 185'te "ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kesinlikle kurtulmuş olacaktır." deniyor; "cennete sokulacak raddeye varan" için cennete girmenin bir anlamı kalır mı, ben bunun derdindeyim. insana cennet tasarımı, ona uygun olabilmesi için sunuluyor; bunun gibi insana sunulan kötülük, "kurtuluş"a varması için sunuluyor, "kurtuluş"a varabilecek raddeye varan için artık kurtuluşun kendisinin bir anlamı kalır mı? burada iki tasarım da, olmamışı oldurmaya yönelik olup; tümüyle olmamışa yöneliktir. olan için, olmamışa yönelik olan hiçbir şeyin anlamlı olmayacağını düşünüyorum. bunu cehennem ya da kurtulaşa erememe durumu için de düşünebilirim.

    buradaki akıl yürütmenin izlediği zaman diliminin ve içerdiği anlam sırasının sanki bir uyumsuzluğu varmış gibi duruyor. ancak şunu söylemeden de edemeyeceğim; bugün için bile bu nosyonların sağlıklı bir şekilde insanlara aktarılabilmesi oldukça zordur, velev ki tanrı kelamı olsun, ya başka türlü aktarılması mümkün değilse? omnipotens'in uygun bir dil bulabileceğini düşünüyorum. bu sıfatın ağırlığı en azından bunu düşündürüyor. acaba paralel evren fikri gibi paralel fikir evreni de oluşturulabilir mi? çok derinlemesine burada giremeyeceğim buna; sadece şunu söylemeliyim: ya dünya ya tanrı sevgisi seçenekleri sunulduğu vakit, bunun henüz tercih hakkını kullanmamış olana yönelik olduğunu bilmemiz gerekiyor. tanrı'dan yana tercih hakkını kullanmış olan için dünyevi niteliği bulunan ödüllerin anlamını yitirmesi gibi, dünya'dan yana tercih hakkını kullanmış olan için dünyevi niteliği bulunan cezaların bir anlamı var mıdır? ben bunu hıristiyanlar için kurtuluş düşüncesine yediriyorum burada: kurtuluş var, sanki her şey kurtuluş için var! o halde tanrı'yla vuslatın anlamını ondan ayrılan anlıyorsa, onunla bütünleşmenin, kavuşmanın ardından kurtuluş da anlamını yitirir. burada hıristiyan tasarımının fazlasıyla monody olduğunu düşünüyorum; başlangıç ve son bir çizgide kendilerine zıt noktalar ediniyor. oysa kurtuluş'u nereye koyacağız? baş'a mı, son'a mı? cogito ergo sum'un buraya izdüşümü kurtuluş'ta benliğin farkına varılması olabilir mi? boethius nedensiz hiçbir şeyin olmadığını söylüyordu: aeternitas/@jimi the kewl kurtuluş'u anlamlı kılan hıristiyan tasarımı haliyle kilise nezdinde kendine düşman edindiği nazizm ve komünizmi de (sonra müslümanlığı belki de) şeytana indirger (bkz: #14081436). ancak tek parçalı düşünülen bu seyrin her noktasında farklı bir düşüncenin bize egemen olabileceğini ve nietzsche'nin "her doğru eğridir"inden hareketle başka düz ve eğri çizgiler çizebileceğimizi unutuyorlar. örneğin bunu nazizm nezdinde düşünürsek; hitler ideolojisinin tümüyle hıristiyan düşüncesine zarar vermediğini bile iddia edebiliriz. oysa papa "yıllar içinde kötülüğün ideolojilerinin avrupa felsefi düşünce tarihinde derinlemesine kök saldığına giderek daha fazla inanmaya başladım." (sf.18) diyor.

    papa burada descartes'ın cogito ergo sum'una dönerek felsefede yaşanan kırılmayı aktarıyor ve descartes'a kadar ön planda olan "esse" yani "olmak" nosyonunun, artık "cognosco"ya yani "bilmek" nosyonuna yenik düştüğünü aktarıyor. burada artık "şey nedir"den ziyade "şeye yönelen ben kimim?" sorusu ön plana çıkıyor (rene descartes/@jimi the kewl). insanın en nihayetinde kendi bilişinin peşine düşüşü, teolojide onulmaz bir yara açmış oluyordu. öyle ki ens cogitans yani düşünen insan, ens subsistens'in yani tanrı'nın her şeydeki payını sorgulamaya açmış oluyordu. bütün varlıkların kaçınılmaz esası olan "tanrı'danlık" ortadan kalkınca kutsal kitaplarda sık zikredilen "insanın haddini aşması" ve "kendini beğenmesi" günahları da artık dizginlenemez oldu (dikkatle bkz. sf.19).

    papa özellikle marksistlerin iktidara geldikten sonra polonya'da olanların batı avrupa'da aydınlanmanın uyanışında meydana gelen felsefi gelişmelerle büyük ölçüde aynı etkiye sahip olduğunu vurguluyor (sf.20). kilisenin merkezindeki papa'nın "tanrı, cogito ergo sum ile birlikte insan bilincindeki bir öğe haline indirgenmişti" yaklaşımı en nihayetinde eski ahit'teki yaratılış kitabındaki ilk günah'la ilişkilenmek durumunda. isa'nın insanlığı kurtarışı gibi, avrupa'nın da bu belalardan kurtarılması gerektiği açıktır. bu akıl yürütmeye göre "aydınlanmayla birlikte insan yalnız başına kaldı" (sf.21) düşüncesi doğuyor. ne kadar ilginç ki, özellikle de copernicus'la birlikte evrenin merkezine yerleştirildiğinden güneş'in sembolize ettiği aydınlanma'nın ilk bilimsel itkisi burada insanlığı karanlığa çekmiştir, diye düşünülüyor. papa'nın ifadeleri açık: "bütün bunlar niçin oluyor? bu aydınlanma sonrası ideolojilerin kökü ne? yanıt basit: tanrı yaradan olarak, sonra da neyin iyi neyin kötü olduğunu belirleme kaynağı olarak reddedildiği için oluyor." (sf.22)

    burada yeniden adem ile havva hikayesinde olduğu gibi kötülük tasarımı, insanın gelişimi düşüncesiyle ilişkilendirilmiş oluyor. insan geliştikçe günahkârlaşıyor. günahkârlaşan insan kurtuluş'a kadar kötülüğe mecbur kalıyor; çünkü bu aynı zamanda bir ibret hikayesi. sen, senden sonrakilere ibret olacaksın.

    peki kötülüğün geçemeyeceği bir eşik var mı? başka türlü soralım kurtuluş nerede?

    "savaş bittiğinde, kendi kendime düşündüm: tanrı, nazizmin on iki yıl boyunca varlığını sürdürmesine izin vermişti; on iki yılın ardından da sistem dağılmıştı. açıkçası, tanrı'nın takdirinin bu tür bir deliliğe yüklediği sınırdı bu." (sf.26) papa böyle diyor. ayrıca yukarıda söylemeye çalıştığım gibi kötülüğün ve iyiliğin tek bir çizgi üzerinde başlangıç ve son noktalarında konumlanamayabileceğini de görmemiz gerek. aslında kötülük, iyiliği getirecektir! bu geleceğe dönük bir umuttur. kutadgubilig'deki francis bacon'da bilgi anlayışı başlıklı makalemde de buna vurgu yapmıştım; hıristiyan söylemi geleceğe dönük umuduyla vardır. augustinus şöyle demiyor muydu: "ey tanrım, ey hakikatin tanrı’sı, senin gözüne girebilmek için bu şeyleri (bilimleri) bilmek yeterli midir? bütün bilimleri bilmesine rağmen seni bilmeyen insana ne yazık; bilimlerden haberi bile olmayan ama seni tanıyan insana ne mutlu! hem bilimleri bilen hem de seni tanıyan insan, mutluluğunu bilimlere değil de sana borçludur; seni bir tanrı olarak yücelterek sana şükrediyorsa, boş düşünceler içinde kendini kaybetmiyorsa o vakit mutluluğu sadece senden gelecektir." (augustinus, confessiones v.4: "numquid, domine deus veritatis, quisquis novit ista, iam placet tibi? infelix enim homo qui scit illa omnia, te autem nescit; beatus autem qui te scit, etiamsi illa nesciat. qui vero et te et illa novit, non propter illa beatior, sed propter te solum beatus est, si cognoscens te sicut te glorificet et gratias agat, et non evanescat in cogitationibus suis.") bu da zaten açıkça gösteriyor ki, kötülüğü neden olarak alıp kurtuluşu yani dünyanın güzelliğini son noktası olarak görmeniz gerekiyor.

    nazizm ve komünizm simgelediği gibi papa'nın gözünde "kötülüğün önüne kesin bir sınır çekebilecek olan, tanrı'nın kendisidir. o, adaletin özüdür; çünkü, yansız bir duruma mükemmel bir biçimde yakışacak bir tarzda iyiliği ödüllendiren ve kötülüğü cezalandıran odur." (sf.29)

    ben üç yüzyılı ciddiyetle araştırmaya çalışıyorum; yüzyıl yüzyıl hissetmeye kalkışırsanız şunu göreceksiniz: 15. 16. 17. 18. yy.'lar adım adım kilisenin ve papa'nın boyunduruğunun kırılışı anlamına geliyor. en özeti bu. ancak kurtuluşu görebilmenin şartını kötülükle yüzleşmeye bağlayan hıristiyan düşüncesini aklınızdan çıkarmayın; dedik ya "kurtuluş geleceğe dönüktür" diye; o halde hıristiyan söyleminde can çıkmadıkça ümit kesilmeyecek ve "aydınlanma'yla yalnız kalan insan" nazizm ve komünizm belalarından (!) kurtulmuş olsalar bile (buna o halde "minör kurtuluş" demeliyiz) asıl büyük şeytan yani res cogitans doğrudan düşünen akıl / insan da bir gün alaşağı edilecek ve tanrı yeniden egemen olacak!

    merak etmeden de duramıyoruz haliyle; ens subsistens kendi güzelliğini getirdiğinde, bir zamanlar "yalnız kalmanın anlamına aşık olan insan" eski güzelliği özlemeyecek mi? galiba burada da tasarım sırıttıkça sırıtıyor; giderek laubali hale geliyor. insanın yalnızlığıyla vuslatı az şey mi be; patlat bir sopor aeternus, if loneliness was all... sonra sabahın köründe bin vapura üsküdar'dan sirkeci'ye ak.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap