• frederick bailey bir köleydi. 1820'lerde maryland'de yetişmiş anne-babasız bir çocuktu. ("bu yaygın bir adetti" diye yazıyor sonradan, "çocuk daha on iki aylık olmadan...annesinden ayrılırdı.") gerçekci bir yaklaşımla, umut vaat eden gelecek olasılığı sıfır olan milyonlarca çocuktan biriydi.

    bailey'nin çocukluğunda tanık olduğu ve yaşadığı deneyim, onun üzerinde asla silinmeyecek izler bıraktı: "sık sık şafakta, kahyanın bir kirişe bağlayıp çıplak sırtı kandan görünmez olana değin kırbaçladığı öz teyzelerimden birinin çığlıklarıyla uyanırdım...güneşin doğuşundan batışına değin tarladaki kölelerin arasından dolaşıp küfreder, abuk subuk söylenir, rastele birilerine kamçısını şaklatır, vururdu...şeytansı barbarlığını açıkca göstermekten zevk alıyor gibiydi."
    tarladan kiliseye, mahkeme salonundan mal sahibinin evine değin her yerde kölelere doğuştan aşağılık yaratıklar oldukları, tanrı'nın onları sefillik çekmeleri için yarattığı mavalı okunuyordu. sayısız bölümünde görüldüğü gibi, kutsal incil köleliği doğru buluyordu. böylelikle, uygulayıcılarının bile dikkatini çekmiş olması gereken canavarca doğasına karşı, bu "acayip kurum" varlığını sürdürdü.
    köleliğin özünde yatan çok can alıcı bir kural vardı: köleler cahil kalmalıydı. savaş öncesi güney'de, bir köleye okuma öğreten bir beyaz ciddi şekilde cezalandırılıyordu. "tatminkar bir köle" diye yazıyor bailey, "mulaka kafasız olmalıydı. ahlaki ve akılsal görüşünü karartmak ve uslamlama gücünü olabildiğince yok etmek şarttı." köle sahiplerinin kölelerin ne duyduğunu, ne gördüğünü ve ne düşündüğünü denetlemesi bu nedenle gerekliydi. adaletsiz bir toplumda okumanın ve eleştirel düşünmesnin tehlikeli, hatta yıkıcı olmasının nedeni de budur.
    şimdi 1828'deki frederic bailey'ye bir göz atalım: hiçbir yasal hakkı olmaksızın köleleştirilmiş, annesinin kollarından küçükken koparılmış, bölük pörçük ailesinden bir dana ya da bir atmışcasına satın alınmış, garip baltimore kentinde bilinmeyen bir eve getirilmiş ve azat umudu olmaksızın ömür boyu ağır iş cezasına çarptırılmış 10 yaşında afrikalı-amerikalı bir çocuk.
    bailey, kaptan hugh auld ve eşi sophia için çalışmak üzere tarladan kente, toprak işinden ev işine nakil olmuştu. bu yeni ortamında, her gün mektuplar, kitaplar ve okuyabilen insanlarla karşılaşıyordu. orada, okumanın "gizemi" dediği şeyi keşfetti. sayfadaki harflerle okuyucunun dudak kıpırtıları arasında bir bağ, yamuk yumuk kara şekillerle ağızdan çıkan sesler arasında neredeyse bire bir bağıntı vardı. gizlice, genç tommy auld'dan webster's spelling book (webster yazım kitabı) adlı kitabından çalışmaya başladı. alfabenin harflerini ezberledi. karşılık geldikleri sesleri anlamaya çalıştı. sonunda sophia auld'dan kendisine öğrenmede yardımcı olmasını rica etti. çocuğun zekasından ve hevesinden etkilenen ve olasılıkla yasaklardan habersiz olan kadın hemen razı olmuştu.
    frederick üç ve dört harfli sözcükleri telaffuz etmeye başladığı sıralarda kaptan auld olanların farkına varmıştı. öfkeyle sophia'ya hemen işe son vermesini emretti. frederick'in yanında eşine durumu şöyle açıklamıştı:
    bir zenci, efendisine boyun eğmekten, söyleneni gereğince yapmak-
    tan başka hiçbir şey bilmemelidir.öğrenim dünyadaki en iyi zenciyi
    bile bozar. şimdi sen bu kara köpeğe okumayı öğretirsen, bir daha
    asla dizginlenemez. asla köleliği kabullenemez.
    auld, sophia'yı, sanki frederick bailey odada onların yanında değilmiş ya da bir odun parçasıymışcasına azarlamıştı.
    ama auld, bailey'ye büyük sırrı verdiğinin farkında değildi: "işte o zaman anladım...beyaz adamın siyah adamı nasıl köleleştirdiğini. o andan itibaren, kölelikten özgürlüğe giden yolu bulmuştum artık."

    frederick, gözü korktuğu için kendisinden uzak duran sophia auld'dan daha fazla yardım görmeksizin okumayı öğrenmek için, sokaklardaki beyaz okul çocuklarının yakasına yağışmak dahil olmak üzere çeşitli yollar denedi. kendisi öğrendikten sonra da diğer kölelere öğretmeye başladı: "öğrenmeye aç kalmışlardı...zifiri karanlığa mahkum edilmişlerdi. onlara öğrettim, çünkü benim için en büyük zevkti bu."

    okumanın, kaçışında anahtar rol oynadığının bilincinde olarak bailey köleliğin yasak, siyahların özgür olduğu new england'a kaçtı. walter scott'un the lady of the lake (göldeki kadın) adlı eserinde yer alan bir karakterden esinlenerek ismini frederick douglass olarak değiştirdi ve kaçak kölelerin izini süren ödül avcılarından sıyrılmayı başararak amerikan tarihine en büyük hatip, yazar ve siyasi liderlerden biri olarak geçti. yaşamı boyunca, çıkış yolunun okuryazarlık olduğunu hiç unutmadı.

    not: carl sagan'ın the demon haunted world isimli kitabından alınmıştır.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap