13 entry daha
  • allah allah, çok ayıp kardeşim, şunca zamandır konuşuyoruz, bir kere fichte demedik!

    bir kere bu bireycilik denen teranenin temelinde sosislinin kenarlarından fışkıran ketçap kadar kant, mayonez kadar fichte vardır. çünkü öznel bir idealizm kabullenilmeden ben bireyim, deli gibi sevsemde çok çabuk vazgeçerim, huyum suyum kurusun, ben seçilmem seçerim moduna girmenin manası yoktur. kişinin kendi koyduğu yasalara uyması, ödev ahlakı edinmesi meselesinin açmazının yalıtık bir aklın imkansızlığından ötürü kof oluşuna zaten yeterince işaret edilmiş. fichte bu çelişkiyi mutlak egoyu tarifleyerek herhalükârda seçenin insan olmasından ötürü iradenin dışındaki tüm varlığı pasifize etmek yoluna gitmişti. nitekim bu "etkin" özne daha sonra hegel'de şişip dünya kadar olacak, osurup ortalığı bok kokutacaktır. neyse onu karıştırmayayım şimdi. kısaca "zikseler bile zikilmek senin iradî tercihindir" diye özetleyebileceğimiz bu durumu fichte "ama başkalarının hakkını...bla bla bla" diyerek kurtarmaya çalışsa da kurtaramaz, elinde patlar. sürekli iradeden ve ahlaktan söz eder ama ikisinin de uyduruk bir kant yorumu olması kaçınılmazdır.

    benim asıl dikkatimi çeken şey bu özgür irade meselesini, onun üzerinden de bireyciliği savunanların işin epistemolojik kökenine hiç kafa yormayışları. her şeyi öznel bir bilişle dışarıdaki aklı kullanmadan bilebileceklerini, hele de dil üzerinden düşünürken bunu yapabileceklerini nasıl varsayabiliyorlar? foucault'nun yerinde teşhisiyle, "iktidarın kaçınılmaz nesnesi olan bilgi"nin tahakkümünden bilgiler arasında canının çektiğini seçip kabullenerek kurtulabileceğini sanmanın fichte'nin öznel idealizminin sefaletinden ne farkı vardır? kavanozda dilediği tarafa yürüyen karıncanın hürriyetine benzer panoptikondaki hal-i pürmelâlimiz. şu cebriyyenin kaynağını bir bulursam çomak sokacağım.
36 entry daha
hesabın var mı? giriş yap