8 entry daha
  • palyaco mu, sarlatan mi, soytari mi? nasil cevirecegini bilemez insan bazen. halbuki soytari sozcugu diger ikisinden cok daha farkli bir seyin altini ciziyor: soytarilar voltaire’in ‘candid’i ya da dostoyevski’nin ‘budala’si gibi aslinda erdem ve dogrusozlulugun timsalidirler. ortalikta bir suru entrika, kirlilik, cirkinlik kol gezerken onlar bize gormemiz gereken seyi gosterir, duymayi istedigimiz dogrulari soylerler. saray soytarilari genelde deli muamelesi gorur, ama onlar tarot kartlarindaki ‘fool’ gibi aslinda ermisligin vucuda gelmis halidirler.

    ‘kral lear’de bu durum cok acikca gorulur mesela. oyun icinde soytarinin cok onemli bir rolu vardir. krala, en kucuk kizi cordelia’yi mirasindan ve sevgisinden mahrum ederken ne kadar aptalca bir is yaptigini hatirlatmak ve diger iki kizinin ve sapsal damatlarinin bencilliklerini her firsatta yuzlerine vurmak. (yazarken ne kadar belli oluyor bilmiyorum, ama ben bu soytari milletini cok severim, ozellikle de, ‘kral lear’deki soytariyi) soytari bir tur deli muamelesi gordugu icin krala yaltaklanmasi gerekmez, diledigini agzina geldigi gibi soyler. durusttur, sivri dillidir ve krali en kotu zamanlarinda bile yalniz birakmaz.

    soytarinin krala yaptigi isin yalnisligini hatirlatmaktan baska bir fonksiyonu daha vardir ki, o da, seyirciye surekli dogru olanin ne oldugunu soylemesidir. soytari, shakespeare’in oyunlarinda, eski yunan tragedyalarinda koronun ustlendigi gorevi gorur, yani her sey cilginca bir felakete dogru akarken, o bize sagduyunun ve akilci davranisin sesini duyurur. kaosa karsi duzenin sesidir soytari.

    soytari kimi zaman deliligin arkasina siginarak inanilmaz akillica laflar eder ve tasi gedigine koyar. mesela, ben soytarinin kendi kulahini lear’in basina gecirmeye kalkistigi sahneyi pek severim. kral lear, topraklarini iki buyuk kizi arasinda bolusturmeye karar verdiginde, soytari, kendi kulahini kaptigi gibi lear’in basina gecirmeye kalkar ve ona altin tacini bagisladigi sirada ciplak basinda pek az akil kaldigini soyler. shakespeare’in dehasi burada bir kez daha kendini gosterir; soytarinin kisiliginde oyle bir laf eder ki, deliligin sembolu olan kulahi ve gucun sembolu olan altın taci kullanarak, ayni anda hem kralin deli oldugunu, hem kendisinin o saraydaki en akilli insan oldugunu, hem de gucun artik kralin elinde olmadigini anlatmis olur.
    iktidarini ve topraklarini kizlari arasinda bolusturmeye karar verdigini acikladiktan sonra kizlarindan kotu muamele goren kral oyle bir noktaya gelir ki, artik gucunu tamamen yitirdigini aci bir sekilde anlar, kendinden suphe duyar ve ‘kimim ben?’ diye sorar. iste o noktada, soytarinin verdigi yanit yine cok ilginctir aslinda: ‘lear’s shadow!’, der krala...

    yine oyunun kritik bir donemecinde, lear’in kendi kendisiyle hesaplasmaya, dogrulari ucundan kenarindan gormeye basladigi bir anda, soytari buyuk bir laf daha eder: “thou shouldst not have been old till thou hadst been wise”. yani soytariya gore kral, olgunlasmadan yaslanmis bir cocuktur aslinda. kizlarinin sevgisini sinamak icin cocukca bir yonteme basvurmus ve kendi felaketini kendi elleriyle hazirlamistir. bu durumda soytarinin ettigi laf oyunun kalbine isaret eder ve olan bitenin ozeti gibidir aslinda.
    (bkz: kral lear)(bkz: shakespeare)
57 entry daha
hesabın var mı? giriş yap