• "günaydın soytarı!" dedim.
    o "hayır efendim" dedi, "soytarı demeyin bana gökten talih ininceye kadar"
    cebinden bir saat çıkarıp baktı.
    "saat on" dedi fersiz gözleriyle,
    "işte böyle izliyoruz zamanın gidişini,
    bir saat önce dokuzdu ya, bir saat sonra da onbi olacak.
    böyle bizler saatten saate olgunlaşıp,
    saatten saate çürüyoruz."
    dinledim alacalı bulacalı soytarının ahkamını zaman konusunda,
    horoz gibi öttü ciğerlerim, soytarılar nasıl böyle derin düşünürmüş diye hiç durmadan güldüm,
    onun saatiyle tam bir saat!
    hey gidi soylu soytarı!
    değeri eşsiz soytarı!

    jacques
    "nasıl hoşunuza giderse"
    william shakespeare
  • palyaco mu, sarlatan mi, soytari mi? nasil cevirecegini bilemez insan bazen. halbuki soytari sozcugu diger ikisinden cok daha farkli bir seyin altini ciziyor: soytarilar voltaire’in ‘candid’i ya da dostoyevski’nin ‘budala’si gibi aslinda erdem ve dogrusozlulugun timsalidirler. ortalikta bir suru entrika, kirlilik, cirkinlik kol gezerken onlar bize gormemiz gereken seyi gosterir, duymayi istedigimiz dogrulari soylerler. saray soytarilari genelde deli muamelesi gorur, ama onlar tarot kartlarindaki ‘fool’ gibi aslinda ermisligin vucuda gelmis halidirler.

    ‘kral lear’de bu durum cok acikca gorulur mesela. oyun icinde soytarinin cok onemli bir rolu vardir. krala, en kucuk kizi cordelia’yi mirasindan ve sevgisinden mahrum ederken ne kadar aptalca bir is yaptigini hatirlatmak ve diger iki kizinin ve sapsal damatlarinin bencilliklerini her firsatta yuzlerine vurmak. (yazarken ne kadar belli oluyor bilmiyorum, ama ben bu soytari milletini cok severim, ozellikle de, ‘kral lear’deki soytariyi) soytari bir tur deli muamelesi gordugu icin krala yaltaklanmasi gerekmez, diledigini agzina geldigi gibi soyler. durusttur, sivri dillidir ve krali en kotu zamanlarinda bile yalniz birakmaz.

    soytarinin krala yaptigi isin yalnisligini hatirlatmaktan baska bir fonksiyonu daha vardir ki, o da, seyirciye surekli dogru olanin ne oldugunu soylemesidir. soytari, shakespeare’in oyunlarinda, eski yunan tragedyalarinda koronun ustlendigi gorevi gorur, yani her sey cilginca bir felakete dogru akarken, o bize sagduyunun ve akilci davranisin sesini duyurur. kaosa karsi duzenin sesidir soytari.

    soytari kimi zaman deliligin arkasina siginarak inanilmaz akillica laflar eder ve tasi gedigine koyar. mesela, ben soytarinin kendi kulahini lear’in basina gecirmeye kalkistigi sahneyi pek severim. kral lear, topraklarini iki buyuk kizi arasinda bolusturmeye karar verdiginde, soytari, kendi kulahini kaptigi gibi lear’in basina gecirmeye kalkar ve ona altin tacini bagisladigi sirada ciplak basinda pek az akil kaldigini soyler. shakespeare’in dehasi burada bir kez daha kendini gosterir; soytarinin kisiliginde oyle bir laf eder ki, deliligin sembolu olan kulahi ve gucun sembolu olan altın taci kullanarak, ayni anda hem kralin deli oldugunu, hem kendisinin o saraydaki en akilli insan oldugunu, hem de gucun artik kralin elinde olmadigini anlatmis olur.
    iktidarini ve topraklarini kizlari arasinda bolusturmeye karar verdigini acikladiktan sonra kizlarindan kotu muamele goren kral oyle bir noktaya gelir ki, artik gucunu tamamen yitirdigini aci bir sekilde anlar, kendinden suphe duyar ve ‘kimim ben?’ diye sorar. iste o noktada, soytarinin verdigi yanit yine cok ilginctir aslinda: ‘lear’s shadow!’, der krala...

    yine oyunun kritik bir donemecinde, lear’in kendi kendisiyle hesaplasmaya, dogrulari ucundan kenarindan gormeye basladigi bir anda, soytari buyuk bir laf daha eder: “thou shouldst not have been old till thou hadst been wise”. yani soytariya gore kral, olgunlasmadan yaslanmis bir cocuktur aslinda. kizlarinin sevgisini sinamak icin cocukca bir yonteme basvurmus ve kendi felaketini kendi elleriyle hazirlamistir. bu durumda soytarinin ettigi laf oyunun kalbine isaret eder ve olan bitenin ozeti gibidir aslinda.
    (bkz: kral lear)(bkz: shakespeare)
  • bir dostoyevski eseri. soytari uzerine du$unduklerini ve orneklemini soytariya bir olayi anlattirak olu$turdugu kisa bir hikaye.
  • `:https://www.youtube.com/watch?v=z-ztne5vbii`

    * arkadaşımızın priceless eseri ...
    azaltarak bıraktığımız masumiyetimizdi mösyö
    bir tilki uykusunda sevmelerimiz bu yüzden
    farkında mısın bilmem ama dirhem dirhem azalıyoruz
    yitirdiklerimiz yüzünden,
    artık biz evrenin kanserli hücreleriyiz.

    bu zifiri karanlık bir gün aydınlanacak
    ne zaman
    tek gördüğün bir rüya
    çok kısa
    bu koca mavilik bir gün soğuyacak
    az kaldı
    bir kördüğüm bir rüya, çok kısa
    ama sen hala...

    yıkılmaz duvarların bir gün yıkılacak
    o büyük padişahların bir gün devrilecek
    o büyük padişahın bir gün devrilecek...

    sen şimdi kendini çözdün ve hayata mı atarlanıyorsun?
    sevmeyi öğrendin de sevilmeyi mi bekliyorsun?
    herkesi anladın ve anlaşılmadığına mı kızıyorsun?
    kendini yendin de sıra dünyaya geldi ha!
    ağlak orospu çocuğu
    sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun.

    zaman aman bilmez bir safsata
    insan zaman bilmez bir soytarı

    zaman aman bilmez bir safsata
    insan zaman bilmez bir soytarı

    zaman aman bilmez bir safsata
    insan zaman bilmez bir soytarı.
  • koca sarayda, kendisi olabilen tek insandir.
    benim gozumde en yucedir.
  • https://twitter.com/…tatus/1472319737753440256?s=21

    bir süre bu videodayım. siz siz olun soytarı olmayın bu hayatta kardeşler. yani şu kelebek ömrü kısalığındaki hayatınızı üç beş tane ensesi kalının banka cüzdanı için heba etmeyin. soytarıları kimse sevmez, saygı da duymaz, peşinden de gitmez. soytarıca yaşanmış, yani parası olana, gücü olana biat edilmiş, gelene ağam gidene paşam denilmiş bir hayattansa, dövüşerek ulaşılmış şerefli bir ölüm bin kat daha iyidir.
  • "soytarılar, eğlendirme işlevleri veya melankolinin ilacı olmaları itibarıyla da kesinlikle değer görürlerdi; ancak onların asıl önemi “darılmaca olmadan” her şeyi söyleyebilme hakkına sahip olmalarındaydı; hakarete verilen cezaya karşı dokunulmazlıkları vardı, başka hiç kimsenin sahip olmadığı bir ayrıcalıktı bu.
    kraliçe 1. elizabeth’in soytarısı richard tarlton, kraliçeyi yüzüne karşı eleştirmek ve kraliçenin en sevdiği kişileri de “düzenbaz” diyerek alenen suçlamak hakkına sahipti. etrafları dalkavukluk ve entrikayla çevrili kralların dışlanmışlığı ve yalnızlığı, yüksek mevkiler talep etme imkânı bulunmayan mütevazı soytarıları, hükümdarları gerçeklerle yüzleştirmek ve ikiyüzlülüklerle düzenbazlıkların maskesini düşürmek açısından vazgeçilmez hale getiriyordu. "

    theodore zeldin - the hidden pleasures of life
  • soytarı ile dalkavuk * 'u birbirine karıştırmamak gerek. dalkavuklar; kral,sultan ya da padişahın her dediğine katılıp onu desteklerken; soytarılar ise şaka ile karışık bir şekilde krala doğruları söylerlerdi. tarihte meşhur kral-soytarı diyalogları mevcut, araştırabilirsiniz.

    sanırım osmanlı'da ki ilk soytarılık yıldırım bayezid zamanında başlamıştı sonrasında -tahmin edersiniz ki- soytarılık amacından sapmış ve rüşvette dahil bir çok skandala sebep olmuştur.
  • kralın soytarısı sürekli olarak yaşadığı sarayın hizmetkarlındandı ve hükümdarın sofrasında yer alanlardan biriydi. eğlence masrafları fonundan aylık alırdı ve her zaman giymediği resmi bir giysisi vardı. kralın yakınları tarafından çoğu zaman küçümsenmelerine hatta hakarete uğramalarına kaşın soytarılar, bazen entrikalara karışırlar ya da işlevleri, hizmet ettikleri krala bazı gerçekleri şu ya da bu biçimde cezalandırılmadan söylemelerine izin verdiğinden, siyasal bir rol oynamak zorunda kalırlardı.

    soytarılık yalnızca avrupa'da olan bir şey değildi. kendi tarihimize baktığımızda soytarılık osmanlı sarayına, büyük olasılıkla avrupa’nın etkisiyle ii. beyazıt döneminde girdi. soytarılar genellikle satın alınan köleler ya da savaş tutsakları arasından seçilir, güldürme ve eğlendirme yeteneğine sahip, zeki, hünerli kişiler olmalarına dikkat edilirdi. bunlardan özellikle cüce, kambur ve hadım olanlar yeğlenirdi. yaptığı garip hareketler ya da iğneli sözlerle padişahın öfkesini yatıştırmak, canı sıkıldığında onu güldürüp, eğlendirmek soytarının başlıca göreviydi. 15. yy. sonları ve 16.yy başlarında yalnız saraylarda bulunan soytarının, sonradan devlet büyüklerinin ve zenginlerinin konaklarında da rastlandı. ancak saray soytarıları ötekilere oranla daha taklitçi, nüktedan ve ince zekalı olurlardı.
  • kökenbilimsel olarak arapça "sateri" olan sözcüğün yamulmuş halidir ki mevzu bahis "sa'teri" de yunan mitologyasındaki satiroslara gönderme yapar. bu bağlamda soytarılığın dionysos kültü ile olası akrabalığı üzerine dikkat çekmek istiyorum. hmm.
hesabın var mı? giriş yap