5 entry daha
  • leyla vü mecnun adlı aşk hikayesinin birçok farklı formu mevcuttur. bunlardan en bilinenleri sırasıyla nizami gencevî, hamdullah hamdi, fuzulî, ali şir nevai ve nihayet salihî işlemiştir. bu eserlerdeki ifade biçimlerine ve biçimlerin, motiflerin içerdiği sembolik anlamlara dikkat edildiğinde ve metinlerin tarihi arkaplanları da incelendiğinde ortaya görünen anlamlarından çok daha derin bilgiler çıkmaktadır.

    ilk olarak (bkz: mecnun) ya da arap edebiyatında bilinen adıyla (bkz: kays)ın hareketleri incelenmeye değerdir. zira onun eylemleri bütünüyle antik yakındoğu'daki güneş figürlerinin, eski bereket tanrılarının özelliklerini taşımaktadır. nedir bu özellikler? öncelikle mecnun sürekli olarak gündüzleri hareket halindedir, avaredir, kendinden geçmiştir, sarhoştur, sevgilinin aşkıyla mest olmuştur, birçok kez çıplaktır, durmadan dönüp durmaktadır ve çoğu zaman ağlar. tüm bu nitelikler ibrani ve arap mitolojisinin güneş figürlerinde varolan özelliklerdir. çünkü ibraniler eski zamanlardan beri güneşin hareketlerini -diğer tüm semitik halklarda olduğu gibi- yakından izlemişlerdir. ibranilerden önce bu vasıflar fenikelilerce de keşfedilmişti. fenikelilerin öncülü olan sümer - akad döneminde baş figürlerden biri olan (bkz: tammuz) 'gezgin' sıfatıyla anılmaktaydı ve orion takım yıldızıyla ilişkiliydi. orion takım yıldızı gündüz vakti gökyüzünde göründüğünden güneşin en sıcak haliyle aynileşmişti.

    mecnun'a geri dönersek, o da tıpkı öncülleri gibi devamlı hareket halindeki bir gezgindi. bilhassa güzdüz vakitleri necd dağındaki sığınağından inip çöllerde, boş arazilerde acıdan ağlayarak, başı dönmüş ve birçoklarına göre delirmiş bir biçimde gezmekteydi. akşam vakitleri ise bu hareketli halinin aksine zayıf, yorgun, incelmiş bir haldedir. hatta babası onu yalnızca nefes alıp verişinden fark eder. nitekim hamdullah hamdi der ki:

    yürür avare yok agyara meyli
    heman zikri dilinde leyli leyli

    yürür mecnun da hayran deşte düşmiş
    kara bahtı gibi sergeşte düşmiş

    mecnun ayrıca tüm bu özelliklerin yanında çıplaklığıyla da ön plandadır. çünkü zaman zaman derdinden çılgına dönüp üzerindekileri parçalar. peki güneşle çıplaklık arasında nasıl bir bağ vardır? gündüz güneşi sürekli hareket halindedir. akşam güneşinin ise hareketi yavaşlamıştır ve istirahate çekilmek üzeredir. yani gündüz, tepedeki en sıcak güneş kendini çıplak gösterir, oysa akşam yaklaştığında güneşin önü puslanmaya başlar ve bir örtü arkasında gizlenir. gündüz güneşi sürekli hareket halinde ve çıplak olduğundan bu hareket onu yorar, başı dönmüş, avare, sarhoş bir hal alır. bu anlayış neticesinde antik yakın doğu'da tepedeki gündüz güneşi bu niteliklerle anılmıştır. güneş tıpkı mecnun'un çöllerde tek başına dolaşması ve bir mağarada yalnız başına kalması gibi gökyüzünde tek başına dolaşır. yalnızlığı da yine mecnun'a geçen bir özelliktir. hatta güneşin yalnızlığı gölgesinin olmamasıyla anlatılır. aynı şekilde hamdullah hamdi der ki :

    gam-ı dilberden özge mahremi yok
    heman ahından artuk hemdemi yok

    fuzuli'de ise mecnun kendi gölgesini yanında istemez:

    dartup göğe dûd-u şu'le-i âh
    öz sâyesin istemezdi hem-râh

    tıpkı güneşin sürekli hareketinden sarhoş olması gibi mecnun'un da başı dönmüştür ve mest olmuştur. hatta leyla'ya durduğu aşk onu delirtmiş, kendisini çöllere atmış, zincire vurulmuş ve üzerindekileri parçalamıştır, çıplaktır. nizamî onun hali için şöyle der: "yer yüzünde köpekden daha çok koşup durduğu halde, yeraltındaki ölülerden daha göze görülmez halde" keza güneş de çıplak ve harlıdır ve onu örtecek tek elbise havada yarattığı buhardır, kapalı gökyüzüdür, bulutlardır ya da gecenin örtüsüdür.

    peki mecnun tüm bunların dışında başka hangi yönleriyle güneş-bitki ve hayvan tanrılarına, yani antik yakın doğu'nun mitolojik figürlerine benzer? elbette hayvanlarla ilişkisi bakımından! klasik edebiyatta hayvanlar asla doğadaki gibi hareket etmezler. onlarla kurulan ilişkiler de insan ve hayvanın normal ilişkisinden farklıdır. her normal olmayan ilişkinin altında sembolik bir anlam vardır. mecnun'un bir güneş figürü olması onun eser boyunca karşılaştığı hayvanların gökyüzündeki burç yıldızları olduğunu bize hatırlatır.

    benzer bir biçimde sümer anlayışının fırtına-yağmur tanrısı ninurta karanlık gökyüzüyle ilişkiliydi. fakat samilerin mezopotamya'da baskın bir hale gelmesiyle onların anlayışlarındaki güneşin üstünlüğü fikri yayıldı ve bu tanrılar da güneşle ilişkilendirilmeye başladılar. (bkz: tanrı baal) bu tanrılar eskiden karanlıkla ilişkili olsalar da güneşin yükseliş vakitleri, yani doğan güneşle ilgili tanrılar olmaya başladılar. öte yandan eski niteliklerini de yitirmediler ve karanlık öteki dünyayla bağlantılı bir anlam kazandı. uykunun ve ölümün sembolü olarak da siyah renk kabul edilmeye başlandı ve yas alameti oldu. çünkü gölge ve karanlık siyahtı.

    güneşin çok yakıcı olduğu coğrafyalarda bilhassa göçebe araplar, yağmurlu, fırtınalı, kapalı gökyüzüne tapınmışlardır. çünkü bu denli zor iklimlerde güneşin tek anlamı onun yakıcılığı ve yetişen her şeyi öldürmesidir. semitik halkın mezopotamya'da egemen olduğu mö 2500'li yıllarda güneş merkezi bir figür olarak önem kazansa bile bu eski anlayış sürdü. nitekim gökyüzünün gece görünümünün bu önemini bugün islam inancında görürüz. çünkü hesaplamalar hala ayın görünümü üzerinden yapılmaktadır. mesela cuma gecesi derken aslında perşembe akşamından başlayan vakit kastedilmektedir.

    mecnun'u güneş-bitki-hayvan tanrılarıyla ilişkilendirmek için bakabileceğimiz bir diğer nokta onun sürekli ağlamasıdır. güneşin göz ile tasvir edildiğini sıklıkla görürüz. gözyaşları ise göz şeklinde tasvir edilen güneşin ışınlarından farklı bir şey değildir. su ve ışık divan edebiyatında sıklıkla bir arada kullanılan figürlerdir. nitekim birçok dilde de bu böyledir: farsça'da çeşm hem göz demektir hem de su kaynağı manasına gelir, türkçe'de göz hem gözdür hem de suyun çıktığı yerlere de göz denir, arapça'da ayn kelimesinin hem göz anlamı hem de kuyu, pınar anlamı vardır. tevrat'ta yahve'nin her şeyi gören yedi gözü vardır ve babil yaratılış destanı enuma eliş'te marduk dört tane göze sahiptir:

    dörttür onun gözleri
    dörttür onun kulakları
    dudaklarını hareket ettirdiğinde
    ağzından ateş kıvılcımları saçılır
    onun kulakları büyültür
    ve gözleri ea gibi varolan her şeyi görür

    yine aynı şekilde mecnun tüm gün çöllerde, yaban ellerde dolaşmasına rağmen akşam vakti geldiğinde necd dağına çekilir ve mağarasına girer, orada uyur. bu da güneşin batışının sembollerle anlatımıdır. nitekim eski anlayışta güneşin batışı için onun bir kuyuya girdiğini ya da bir mağaraya gizlendiğini söylemek son derece yaygındır. hatta kuran-ı kerim'in ashab-ı kehf suresinde 86.ayette der ki 'güneş kara balçıkta batıyor.'

    yani sözün özü yakındoğu'da sözlü gelenekte yaşayan ve çok öncelerden beri bilinen bu mitolojik tasavvurlar zamanla mesnevilere de uzanmıştır. bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde şairler aynı sembolleri, durumları ve anlatımı kullanmıştır. nitekim mecnun'un bir güneş figürü olarak özellikleri, leyla vü mecnun hikayesinin yalnızca bir aşk hikayesi olmadığını, aksine bunun mitolojik bir anlatı olduğunu, karakterlerinin gökyüzünde bir türlü birbirine kavuşamayan güneş ve ayın (gündüz ve gecenin) bir yansıması olduğunu bizlere gösterir. aksi halde, kim niçin bir delinin hikayesini yüzlerce yıl tekrarlar? onlar tabiatın kendi güçleridir, varlığın içindeki yaşamı devam ettirmekte ve her defasında ölüp dirilerek yaşam çarkını döndürmektedirler.

    kapanış olarak da:

    hasedden yere çalmış şir-i çarh evreng-i hurşidi
    gönül kays'ı peleng-i kulle-yi kuhsara yaslanmış

    kaynak: gönül tekin, journal of turkish studies.
    nizami gencevi, leyla vü mecnun
    fuzuli, leyla ve mecnun
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap