9 entry daha
  • evvet çiçekleri de suladik. akliniza kamer genç falan gelmesin. normal sardunya bunlar en güzelinden. ama biz çiçekleri sularken siz de şunlari görmüş ve anlamiş olmalisiniz:

    helot’lar spartanin yemyeşil arazilerinde ve bereketli topraklarinda kendi istekleriyle kafalarina göre güzel güzel tarim yapmaktadirlar. ekonomisi atina gibi ticarete değil neredeyse tümüyle tarima ve yagmaya dayanan, tarimsal üretimi de “helot”larin paşa paşa (kölelikten değil canim, ne alakasi var, kendi istekleriyle!) yaptiği, tarimsal üretimin büyük bir bölümünü devlete ve devletin o topraklarin ürünü üzerinde tasarruf hakkı –kleros mu demiştik- verdiği özgür yurttaşlara “gönül rizasiyla” veren helot’lar köle değildir!
    yasal ya da siyasal hiç bir hakları olmaması da helotları köle haline getirmez!
    yapılan fetihlerle sayilarinin çoğalması karşısında sparta’lilarin krypeia (bir tür gizli tplum polisi) aracılığıyla helotların sayılarını düşürmek için sık sık sürek avları başlatması da helotların köle olduğunu göstermez!
    silah taşımalarının yasak olması da önemli değildir!
    “apella”nin açılış yemininde her yil köle helot’larin nasil kontrol edileceğine ilişkin tartismalar yapilmasi, jeruzya’nin ve ephor’ların her yil ne kadar köle helot öldüreceğini kükremesi de bir şey ifade etmez!

    biz başka şeylere bakariz!
    araya laf karistiririz, “freeman and slaves” hikayeleri ararız. “marksist açidan sorunlu kurumlar” göstermeye gayret ederiz.. ithaka’ya gideriz, homeros’a bakariz, yunanca’dan yardim aliriz, periek’lere bok atariz, hırsımızı alamayiz… “vulger marksizm”, “ortodoks markiszm” deriz… o değirmenlere savaş açan güzelim don kişot gibi hissederiz kendimizi… (ama bizim canimiz sıkılır. bari karayip korsanlarina falan gitsek..)

    ama helot’lar köle değildir ve fakat isyan etmektedirler. bunun da çözülmesi gerekir. mantik martilarinin o meseleyi de derhal çözmesi gerekir. ne olacak canım o konuda da “helotlarin ya da spartküs’ün köleliğin tarihten kaldırılması için mücadele etmediğini” söyleriz… dertleri köleliğin kaldirilmasi değildir “toplumsal konumlariyla” ilgili olarak ayaklanmişlardir. vs. vs…

    eh, artik köleliğin bir “toplumsal konum” olmadiğini anlamiş olmalisiniz
    “kölelik” bir toplumsal konum değildir, kölelik bir marti besleme tarikatidir, martiya simit atanlar cemiyetidir. sana sari laleler aldim sparta pazarından türküsünde geçen sari lale satıcılarıdır. zümredir, tabakadir, götten uydurulan laledir, martidir, herşey olabilir, ama köle sinifi değildir! spartaküs de köleliğin kaldirilmasi için değil, "toplumsal konumunu" düzeltmek için ve hatta çok özlediği karisini görmek için, eve dönmek için isyan etmiş kirk douglas'tir. karisina lale götürmek istemiş arada bir kaç romali kadinin gönlünü çelmiş, bir, bir bir, eeeee, neydi, hah marti terbiyecisidir… (olur olur) öldürülen 20 bin köle de onun hain emellerinin ve şehvetinin kurbani olmuştur… budur, bu kadardir. hikaye burda bitmektedir..

    sıkıldınız mı renkli marti kuşu zümresinin uçuşlarindan…

    durun hemen sıkılmayın, helotlar’in, sparta toplumunun temel siniflarindan biri olmadiği halde neden spartayi yikmanin eşiğine gelecek kadar güçlü bir örgütlenme becerisi gösterdikleri sorusu akliniza mi takildi.. o halde yine helotlarin sparta’nin kuruluşundan önemsiz bir devlet olarak roma’ya katilişina kadar yüzyillar boyunca varliklarini ayni “hukuki statüde” sürdürürmeleri de kafaniza takilmiş olmali. ama israr etmeyin helot’lar köle sinifi değildir! israr etmeyin! onlar zümre!

    vs. vs…

    şimdi sahiden "bir çekil git başimizdan jan piyer" diyebiliriz. … ve mümkünse zümrelerini, kavramlarini, kurumlarini da alip gitmesini diliyoruz.… sparta köleci bir devletse atina’yla ayni kurumlar olmasi gerekir, sümer’de, babil’de, harzem’de, urartu’da, maya’da, aztek, çin’de de ayni “kurumlar”, ayni hukuki biçimler, kopya üretim teknoloileri vs. de olmalidir şeklindeki mantiğini unutmak isteyebiliriz. marksistler “köleci üretim tarzı” dediklerinde ayni hukuki, sosyal biçimleri kastederler ve çünkü “marksist ilerlemeci tarih yasasi” böyle buyurur gibisinden saçmaliklarini da topyekün unutmak istediğimiz gibi..

    çünkü ağzımızı bozmayalim ama en hafif deyimiyle siz helotlari, antik yunan dünyasını, ve tabi ki marksizmi de kiçinizdan anlamışsınız diyelim de ruhumuz huzur bulsun…. marksizmi kiçindan anlayan birinin helot’lari doğru anlaması ne mümkün… okuduğu marks eleştirilerini bile yarim yamalak anlayan eleştirmenin ticaretin damgasini vurugu ion atina’yla, farklı bir ekonomik, kültürel, siyasal gelenekten gelen dor kökenli yağmacı bir site devleti arasindaki ilişkilerin farklılığından büyülenmesi ve markiszm leşi bulduğun uzannetmesi gayet anlaşilir. kölecliliğin ilk sınıflı toplum olduğunu, sinifli toplumlara geçiş sürecinde kabilelerin bir araya gelme sürecinin büyük bir önem taşidiğini, farkli coğrafyalarda değişik kültürel özelliklerin ve ekonomik ihtiyaçların ağır bastığını görmemesi de anlaşilir. sparta gibi çevresi tehditlerle çevrili, diş tehlikeler yaninda kabilenin oluşturduğu fedarasyonun da yüzyilalr boyunca genişledikçe ciddi çelişkilerle karşilaştiğini ve bunun bir tür oligarşik uzlaşmayi dayattığını ve bu noktada site devlet’in korunmasını merkeze alan bir hukuk ve mülkiyet ilişkisi yarattığını söylemek fayda eder mi bilmiyorum. allahin cezasi apella monarşisini ve aristokrasiyi kontrol eden epheroslari, 28 gerontesi ve iki kralli devleti vs vs. yi anlatmak ne kadar yararli ondan da emin değilim. ittifaklar ve çelişkiler yumağı bir devlette, kabile kurumlarinin, siniflara, site’nin oligarşik devlete dönüştüğü, köleciliğin özel mülkiyet temelindeki biçimlerinin değil “kölelerin devlet mülkiyeti”nde olduğu kollektif bir mülkiyet rejiminin neden hüküm sürdüğünü anlatabilir miyiz onu da bilmiyorum. dahası köleci üretim tarzindan sözedilen her yerde “özgür yurttaşin mülkü ev köleleri”ni arayan, matematiksel kesinlikler peşinde koşan, her toplumda ayni hukuki biçimleri gözetleyen ve inaniyorum ki marks’in tarih dişi pislik demekten çekinmeyeceği, gerçek hakkindaki düşünceyi gerçeğin kendisine indirgemeyi marifet sayan bu sefil metafizik akil modern görünümlerle neden ikide bir karşimiza çıkıyor onu maalesef hiç anlamiş değilim. sınıfı bir “ilişki” olarak görmektense bir “yapı” olarak görmeye eğilimli bu liberal zavallilik neden kendini liberalizmin disinda görüyor ve son bulmuyor onu da biri bana anlatsin.. ama şimdi değil. keyifli bir zamanima denk gelsin beraber gülelim..

    sonuç olarak tarihte görmek istediğini gören ve tarihçilik oynayan amatör vantrologlarin “helotlar köle değildir” mizirtilari hala duyuluyor mu onu bilmiyorum.
    yurttaşlar çalışan köleler üzerindeki mülkiyeti kolektif olarak yürütürken, “site”nin bir devlet halinde devamı için zorunlu olan ve köleleri (helotlari) olduğu kadar ayni zamanda tüm özgür yurttaşları da komünal topluluğa bağlayan bu mülkiyet biçimini anlamayan, etrafta köleciliğin klasik hukuki yapilarini arayanlar, tarihi modele indirgeyen şaşkınlar hala buralarda dolaşiyor olmali.

    yağmanin ve yeni köleler elde etmenin tek yolunun güçlü bir oligarşik devlet’ten geçtiğini anlamayan bu akıl, tartişmanin devaminda sparta’da fuhuş atina’nin aksine yaygin olmadiği için sparta’yi bir “ahlak abidesi” olarak görmesini de bekleyebiliriz. sparta’da köle cariyeler olmadiği için, oikourema yok o zaman köle yoktur da deyiverir bize. ona da şaşırmayız. ama sparta’da ev yoktur, sparta’da ev devlettir, dersek bu sefer de yine “köleci üretim tarzı köleliğin özel mülkiyette olmasini gerektirir!” demesinden korkariz. sonra hindistan’da, babil, çin ya da misir’da da devlet köleliğinin yaygin oldugunu, hemen tümünde toplumun ekonomik yeniden üretiminin temeli olan efendi/köle ilişkisinin yanı sıra çok farklı ticari, kültürel, dinsel, ekonomik kesim ve toplumsal kategori de olduğunu söylersek korkariz ki bize “ama sen marksist değilsin o zaman” demesini bekleyebiliriz. dahası kölelik alalade bir toplumsal olgudur, köleler gelip geçici bir zümredir, farkli coğrafyalarda, farkli dönemlerde ve toplumlarda “köleliğin” ortaya çıkmış olması da bir şey ifade etmez diye mantik yürütmeye devam eder sevgili martimiz.

    ona göre özgür yurttaşların gönüllü birliği’ne dayanan toplumun ekonomik üretiminin yerini, temel zenginlik kaynağı köle emeğinin yarattığı arti ürün olan yeni toplumsal örgütlenmelerin almasi da bir rastlantidir. (çok fazla rastlanti üst üste gelmektedir ama olsundur…köleci üretim tarzı diye bir şey yoktur! her şey rastlantidir!…). emek üretkenliğinin keşfedilen yeni iş aletleri, teknolojiler vs. yoluyla artmasına paralel olarak , kabilelerin ve kabile federasyonlarinin bu üretkenlikten yararlanmak amacıyla insan emeği üzerinde mülkiyet biçimleri geliştirmeleri de bir rastlantidir! hatta bunun farklı kitalarda, değişik demografik, coğrafi, kültürel kuşaklarda çok benzer şekillerde yaşanması da rastlantıdır! her şey shrödinger’in kedisidir, alevdir, alattir. ne olup olmayacağını bilemeyiz. kaderdir, kismettir, yapidir, kurumdur, istir, sobadir, bacadir… savaşlar ve yağlmalar yoluyla köleciliğin coğrafi toplumsal sinirlarinin büyümesi, gelişen köleliğin de toplumun temel zenginlik kaynağı haline gelmesi falan hepsi rastlantidir. tarihin belirli dönemlerinde olur böyle şeyler! ne takiyorsunuz böyle seylere kafanizi, gelin polanyi'den markisizme ne katabiliriz ona bakalim, aylaklik edip mevcut üretim düzeninin dişina çikalim, bugünün devrimciliği budur!

    (sıkıldım, cidden sıkıldım… ama bir daha kahve almaya, çiçeklere su vermeye falan gitmeyelim bitirelim artik..)
    temel üretim araçlarinin, toprağın ve köle emeğinin -kölelerin değil- özgür yurttaşlara ya da (genellikle toprak üzerinde tasarruf hakki olanların oluşturduğu bir heyet tarafindan yönetilen) köleci devlete ait olduğu ve köleciliğin “kurumsallaştığı” toplumlardaki egemen köleci üretim tarzı hakkında çok uzun konuşmaya gerek yok. biz güney ve orta amerika’dan, uzak asya‘ya, anadolu’dan mezapotamya’ya, yunanistan’dan rus steplerine, avrupa’dan hindistan’a kadar uzanan böyle bir “rastlantiya” kendi aramizda kiöleci üretim tarzı falan değil, bundan böyle “marti” diyoruz ve gülüyoruz…

    ama siz gülmeyin, sparta toplumunda binbir türlü üretim tarzi, bin türlü iktidar ilişkisi ve bir o kadar da toplumsal zümre vardir, sizin üretim tarzi vs. kavramlariniz işe yaramaz demeye getiren amprisist tarihçilerden rdevşirilmiş notlarla sağa sola küçümser nazarlar firlatilmasina ve küstahliğin binbir şekline şahit olmak hoş değil. . helot’lar da “siz köle değilsiniz ki, durun isyan etmeyin!” diyen birine pek hoş davranmazdı tahminimce…
    .
    ama yine de marksizm ve marksist tarih anlayişi hakkinda birkaç son söz söyleyelim belki bir yarari dokunur…

    ortodoks marksizme küfretmek yeni bir heves değil. yaklaşık yüz yildir yapiliyor. yüz yildir çiğnrene çiğnene tadi tuzu kalmamis bir sakızı çiğnemek en fazla size sirtimizi dönüp bir daha bakmamamiza neden olur. ama marksizmi yanliş anlayan birilerini görmek ve hatalarini düzeltmeye çalişmak yararli bir uğraştır. o nedenle marksizmde “üretim ilişkileri”, “üretim tarzi” “sinif mücadelesi” gibi kavramlari bir anahtar ya da şişe açacaği olmadiğini söylemekle yetinelim. tüm bunlar analitik araçlardir ve marksist diyalektiğin kavramlariyla konusursak “zihindeki somut”un ifadeleridir. “varsaydiğiniz marksizm”e en yatkin akim (althusser, balibar vs.) üretim tarzina vurgu yapan, ve toplumsal ilişkileri/olgulari kavramlar araciliğiyla çözmeye dayanan yapisalci marksist eğilimlerdir. her tür liberal “yapi” kuramiyla dalga geçen marks ve engelsin yarattiklari teorinin yapisalci bir kurgu halinde ortaliğa saçilmasi en fazla marksistler açisindan saçilan saçmaliklari toplamayi gerektiren can sıkıcı bir eğlence olur. ama yine lukacs, goldmann, korsch ve kimsen marcuse gibi hegelciliğe yakin olanlarda da varsaydiğiniz marksizmin “sinif tanimina” ve sinifi tarihsel bir kurucu özne halinde sunma eğilimine, tarihe iliştirilmiş bir “sinif özüne” rastlayabilirsiniz… marksizm eleştirisi istiyorsaniz oralardan mebzul miktarda “kanit” devşirebilirsiniz. marksizmi ve marksist tarih anlayişini bir “tarih felsefesi” haline getirme çabalari her zaman olmuştur. ama tüm bunlar marks ve engelsin yüzyili aşkin bir süredir, gelişen, tartişilan, değişen ve dönüşen bir tarih yöntemi, tarihsel materyalizm dediğimiz bilimsel bir teori birakmak gibi büyük bir işe imza attiklari gerçeğini ortadan kaldirmaz. yarattiklari kavramlarin ve analizlerin olduğu kadar “bizzat kendisinin de tarihsel –değişen, dönüşen, yenilenen ve koşullari oluştuğunda artik geçersizleşecek- niteliğinin de farkinda olan bir düşünce akimi olarak marksizm” iktisatçıların dogmalariyla değil, üretim ilişkilerinin tarihsel hareketiyle ilgilidir.
    tarihin işi de “dişardan” imal edilen bir teorinin “doğrulanabilirliğini” uygulanabilirliğini” sınamak hiç değildir. tarihin işi kendi nesnesinin, olgusunun üzerini açmak, açıklamak ve anlamaktır. bu nedenle geçmişe yaklaşırken kullandığımız kavramlar ve bilişsel yöntemlerimiz “geçmişe hapsolmaz”. tarihsel materyalizmin sinif mücadelesi, üretim tarzsı, ürnetim ilişkileri gibi kavramları çeşyitli önermeleri “tarihin kilidini” açan anahtarlar değildir. bizzat o tarihsel sürecin gözlenmesi ve analizinden hareketle üretilmişlerdir dersek yine “boş laf” olarak addedilecek ama biz israrla söyleyelim. başka bir deyişle söylersek tarihsel materyalist analiz sandiğiniz gibi tarihin nasil oluşmuş olmasi gerektiğini değil, neden başka bir şekilde de değil bu şekilde oluşmuş olduğunu gösterir. helotlarin özgür periekler değil de, neden köle olduğunu anlamak isterseniz marksist tarihsel analiz işinizi oldukça kolaylaştirir. burada “yasa”lar, “toplumsal yapilar” vs. ancak betimsel ve anlamayi kolaylaştirici birer değer taşırlar.. dişsal biçimlerin çeşitliliği karşisinda toplumsal yaşamdaki temel ilişkileri anlamak açısından eşi bulunmaz bir analiz değeri taşırlar. ama tarihi bunlar, bu kavramlar, kategorik iktisadin kurumlari vs. yapmaz, insanlar yapar.. ve üretim ilişkileri de yapilar arasi ilişkiler değil, insanlar arasi ilişkilerdir. ve burada genellikle kurumlarin, yapilarin vs. esamesi okunmaz. karşimiza çıkan şeyler zor aygiti olarak devletler ve onlarin ordulari, askerleri, polisleri ve isyan eden zincirlerini kirmaya çalışan köleleridir… sparta toplumunda köle helotlarin sinifsal olarak koşullanmış olmalari onlarin tüm toplumsal ekonomik varlıklarının rengini verir. ve orada “yapilarin” sesi duyulmaz.. duyulan ses insan sesidir, kirilan kemiğin, saplanan kilicin, ateş alan silahin, gece yarisi özgür yurttaşların, beylerin oğullari tarafından avlanan kölelerin sesi…

    bu noktada şu “ilerlemeci tarih anlayişi” konusunda iki çift laf söyleyelim.

    kapitalist olmayan toplumlarda kapitalist topluma doğru ilerleyişin izlerini aramak ve bulmak (sosyalistler arasinda da kapitalizmde sosyalizme ilerleyişin izlerini) yaygin bir hastaliktir. ama marksistler için maalesef “ilerleyen tarih”, “kapitalizmin kaçinilmaz çöküşü” vb. meseleler yoktur. bunlar sloganlarda yaşayan hikayelerdir ve çoğu zaman genellikle başka paradigmalardan hareketle marksizme yöneltilen eleştirilerden ibarettir… kapitalizmin kendi kendine çökeceği türünden gerzekçe bir düşünceyi marks’a ve marksistlere atfetmek ancak daha büyük bir gerzekliğin yapacağı şey olduğu için çok üzerinde durmuyoruz. kapitalizmin ekonomik (kar’in ve arti-değer üretiminin nesnel sinirlari) ve doğal sinirlari (emeğin doğal sinirlari) olduğunu ve bu sinirlarin (tipki köleciliğin ve feodalitenin tarih sahnesinden silinmesi gibi) kapitalizmin çöküşünü ve bunun olanaklarini getireceğini söylemek “kaçinilmazlik” demek değildir. bu noktada marks’in yeni olarak yaptiğini söylediği şey kendi deyişiyle “sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesindeki belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu” ve “sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlügüne vardığını ve bu diktatörlüğün de sinifsiz bir topluma geçiş süreci olduğunu” göstermektir… kapitalizmin sinifsiz bir topluma geçiş için ekonomik ve politik koşullari yarattığını göstermektir. evet bu sözlerinden ve bazi mektuplarindan bir ilerleme düşüncesi imal etmek zor değildir, ama marks’in düsüncesini “ilerlemeci tarih anlayişi” olarak yaftalamak olsa olsa kötü niyetli bir marksizm düsmaninin işi olabilir. öte yandan insanliğin ilerlemesi, gerilemesi en hafif deyimiyle spekülatif/ideolojik bir tartişmadir ve esas olarak tarihi, kapitalizme doğru ilerleyen bir süreç olarak tasarlamaya merakli liberallerin ve burjuva iktisadinin sevdikleri bir ugrastir. öte yandan tarih ileri doğru gider mi gitmez mi, gidiyor mu gitmiyor mu bilmiyorum ama tarihin geriye gitmeyeceği (insan doğa ilişkisini tersine çevirecek bir zaman makinesi bulunana kadar) gayet kesindir…

    nihayetinde marks’in dediği gibi kapitalizm tarihi birleştirmedi sadece kendi gelişme eğilimleri uyarinca ideolojik bir yapiya büründürdü ve bunu evrenselleştirdi. bu burjuva tarihçilerin tarihin sonu vs. mavallarina yol açan, tüm tarihi kapitalizme ilereyen bir doğru yol olarak gören bir fikir kumkumaliği olduğunda sanirim şüphe yoktur. ama bu tür fikirlerin ve tarih şablonlarinin marksizme atfedilmesi sadece gülünçtür. bu noktada marksizmin toplumun değişik işlevlerini ve görünümlerini ekonomiye indirgeyen bir düşünce yöntemi sunmadiğini, helotlari yüzylillarla ölçülen bir tarihsel sürecten ve sparta devletinin özgün (evet özgün) koşullarindan siyirarak ele almadiğini tekrar söylemekte yarar var.

    (bu arada marks’in politik ekonominin kategorileriyle bir ideolojik sistem inşa ettiğini falan da düşünüyor olabilirsiniz. ama bu düşüncenizi veblen’deki, polayi’deki inlerine kadar izleyecek, roma’nin peculium’una el atacak kadar ne vaktimiz ne de sabrimiz var. sadece marksa ünlü sözüne atif yaparak “roma imparatorluğu ve roma hukuku antik sparta devletinin anahtaridir” diyelim gerisini elverirse siz de tahmin edebilirsiniz)

    neyse, marksin kimi devamcilarinin onun teorisini mekanik bir gelişme ve ilerleme kurami haline getirmesi ve bir devlet ideolojisi halinde sovyet ilkokullarinda okutulan bir bilim dali haline sokmasi vs. bu seviyede bir yönüyle bizim eleştirdiğimiz ve tarihten ve insanliktan aldiğimiz “yetkiyle” ipliğini pazr çikardiğimiz “iç meselelerimizdir”… o nedenle liberal viyaklamalara, soğuk savaş döneminin ideolojik cephaneliğinden taşinmiş “totaliterizm” vs. eleştirilere kulaklarimizi gönül rahatliğiyla tikayabiliriz. liberallerin eleştirmeyi pek sevdikleri “marks ortodoksluğu” vs. tartismalarina da ayni nedenle hiç girmiyoruz. ama marks’in ricardo ve smith’den neler devraldığı vs. türü saçmalıklara da tam burada hiç gerek olmadiğini söyleyelim. (bu konulardaki tartismalarda genel olarak samimiyet beklenir. politik ekonomiye giriş derslerinde öğretilen tekerlemelerle oluşturulmuş cümleleri buraya nakletmektense, bizzat marksin eserlerinde bu konuda onlarca pasaj olduğunu hatirlatir onlarin da ayni heyecanla sözlüğe entry edilmesini beklediğimizi söyleyebiliriz.. kaynak da gösterelim, malumunuz 1844 el yazmalari nasil hegel’in kategorileri kullanilarak yapilan bir hegel eleştirisiyse, 1846 felsefenin sefaleti de bir bütün olarak ricardo’nun değer teorisinin övgüsüdür. dahasi marks’in 1857 grundrisseinde özcü bir tarih felsefesinin izlerini de bulabilirsiniz. katki’dan ve arti değer teorilerinden başlayarak kapitale kadar uzanan bir süreç boyunca marks’in yarattiği yeni emek değer teorisinin çeşitli klasik kaynaklari malumu ilandir. bunlar üzerine tartişmanin, bunlari kullanarak marks’i küçültmeye ve “liberal” olarak yaftalamaya gayret etmenin hiçbir anlami yok. marks üzerine yorum yapacak kadar marks bildiğinizden emin olamadiğimiz için tümüyle pas geçiyoruz bu bölümü.. ama tüm o ricardo vs. yorumlari marks’i küçük görme hevesine dayanmaktan baska bir amaci olmayan gevezelikten ibarettir ve tekrar söyleyelim kibir ve küstahlik kötü bir seydir.. )

    ve son olarak hakkinizda yorum yapmamiz için sizin deyiminizle “hakkinizda bir bok” bilmemize gerek yok. ne olduğunuzu gayet net bir sekilde gösteriyorsunuz. ve maalesef gördüklerimiz, artik ayni asfalta konup duran bu martiyi bundan sonra görmezden geleceğimiz konusunda ikna etti bizi. onun da bilinmesinde sonsuz yarar var..

    sonuç olarak neyse ki sözlük bu entry’deki kadar sıkıcı bir yer değil. bazen sıkıcı seyler yazdiğimiza bakmayin sparta kralinin karisi helena helotlarin yardimiyla bizim bu tarafa kaçtiğindan beri yapilan savaşlarda hep yenilsek de, kazanir gibi göründüklerimizde bile yenilsek de neşemiz yerinde...
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap