• 2001 a space odyssey bu kitap tarihte bir ilke imza atmistir, kitap ve film ayni zamanda bitip piyasaya cikarilmistir, baska ornegi yoktur.
  • bendeniz tek çocuk olmadığım halde "tek çocuk sendromu"ndan muzdarip, yüksek ego sahibi bir kişilik olduğumdan tüm dünyayı kendimle ilişkilendirir, her durumu kendi açımdan yorumlarım. dolayısıyla bu davayı da kendimden yola çıkarak tanımlayacağım maalesef, uyarayım.
    okumayı öğrendiğimden beri -ki bir düşündüm de 25 yıl olmuş- kitaplardan hiç ayrılamadım. öğretmen anne disipliniyle her akşam erkenden yatırılıp, yorganın altında, elimdeki kitabı holden gelen ışığa denk getirmeye çalışarak okumalarım erken yaşta göz doktoruyla tanışıp gözlük sahibi olmama neden oldu. ilkokul öğretmenim herkese kitap okumadıkları için kızarken beni defalarca "fazla" okuduğum için eleştirdi. tekrar sayfalarına dönmek için sabırsızlandığım ve bittiğinde kendimi boşlukta hissettiğim, kahramanlarını belki de yıllarca içimde yaşattığım kitaplar kadar beni mutlu eden az şey olmuştur...
    yazdıklarını çok sevdiğim bir yazarın yine çok sevdiğim bir kitabında şöyle bir cümle vardır; "okumak kimilerine yazmayı öğretir, bana yazmamayı öğretti." yazma eylemi, yazdıklarının başkaları tarafından okunması, yorumlanması ve eleştirilmesi süreci zaten en başta belirttiğim nedenlerle benim için nerdeyse imkansız. eleştirilmekten nefret ederim. belki de bu yüzden bunu başarabilen, göze alabilen, cümlelerini hiç tanımadığı insanlarla her türlü yaralanmaya açık olarak paylaşabilen yazarlara hayranlık duyuyorum.
    asıl konuya gelince; işte bu sebeplerle kitaplarının filminin çekilmesine izin veren yazarlara daha da çok hayranlık duyuyorum. çünkü işin içine bir de başka insanların eserinizi yorumlama ve aktarma süreci giriyor (ki grup çalışmasına da yatkın olduğum söylenemez). düşünsenize sizin ne büyük çabayla yazdığınız kitabı acaba yönetmen aynı hislerle izleyiciye aktarabilecek mi, oyuncular sizin karakterlerinizi tam anlamıyla yansıtabilecek mi, kitabınızı okumuş olanlar filmi izlediklerinde ne hissedecekler, kafalarında yarattıklarını perdede görebilecekler mi... 5 kitap okuyup kendini kitap eleştirmeni sananlardan sonra bir de 3 film izleyip kendini sinema gurusu sananların yorumları...
    bugüne kadar okuduğum pek çok kitabın filmlerini de izledim. şunu fark ettim ki ortalama hislerle okuduklarımın filmlerine "aa gayet de güzel olmuş" hissiyle yaklaşırken, ciddi boyutta bağlandığım kitapların uyarlamaları hep yavan göründü perdede. mesela bir orhan pamuk kitabını beyaz perdede izlesem şimdiden biliyorum "e ama olmamış ki" diyeceğimi (masumiyet müzesi hariç)
    bu "sapıkça" yaklaşımın ardında belki de yine "tek çocuk sendromu" semptomu olarak "paylaşmak istememek" de yatıyor olabilir. çok sevdiğin bir kitabı zaten edebiyat severlerle paylaşmışsın bir de sinema severlerle paylaşmak da nereden çıktı???
    velakin hassas mesele filmi çekilen kitaplar. filmi mi daha iyi kitabı mı, benim hayal gücüm mü daha iyi yoksa yönetmeninki mi, sayfalarda gördüğümü perdede de görebilecek miyim, acaba hiç izlemesem de kendi gözümde canlandırdığım gibi mi kalsa her şey...
    benim bu konudaki kafa karışıklığımı ekşi sözlükteki bir yazar netleştirdi, şöyle demiş; "film çekildikten sonra o artık başka birinin eseri oluyor" pek güzel söylemiş. şahsi kararım şudur ki; her ne kadar "aynı adlı romanından" olsa da film ve kitap gerçekten başka eserler oluyor. bunu gözden kaçırmamak ve buna göre yaklaşmak lazım konuya. yoksa insan gerçekten hayal kırıklığı yaşıyor....
  • (bkz: jonathan livingston seagull)
    (bkz: martı)

    http://www.imdb.com/title/tt0070248/

    kitabın efsanevi bilinirliği yanında pek kimse tarafından bilinmeyen (ben de yıllar önce tesadüfen rastlayıp izlemiştim) 1973 yapımı filmdir.. hayatın mütemadi dalgalarına maruz kalıp bitap düşen insana bir nefes, bir huzur, bir umut verir.. filmde ancak bir belgeselcinin yıllarını verip yakalayabileceği o kadar muazzam sahneler var ki, pek çok sahnenin nasıl çekildiğini bugün hala çözebilmiş değilim..

    2 dalda oscar adayı.. (en iyi kurgu, en iyi sinamatografi)

    oscar'a aday olan görüntü yönetmeni:
    jack couffer

    oscar'a aday olan kurgu ekibi:
    marshall m. borden
    james galloway
    frank p. keller

    o yıl (1974) golden globe ve grammy kazanan muhteşem müzikleri neil diamond'a aittir..

    (bkz: lonely looking sky)
  • genelde soğuk bakılan, özellikle yapımcılar açısından tam bir risk olarak kabul edilen ve edilmesi gereken filmlerdir.

    bir okuyucu için, özellikle de fantastik kurgu kitaplarından hoşlanan bir okuyucu için, okuduğu kitabı mümkün olduğunca kendi hayal gücüne göre kafasında görselleştirmesi, bu tür kitaplarla ilgili en önemli ve en zevk verici ayrıntılardan biridir. dünya üzerinde milyarlarca insan olduğuna göre o kadar da hayal gücünün de var olduğu bir gerçek olduğuna ve herkesin kafasında beliren ayrıntılar farklı olduğuna göre, bir kitaptan görsel bir materyal çıkarıldığı zaman bu materyalin, sadece o materyali yaratan kişinin hayal gücüne bırakıldığı , olsa olsa etrafındai birkaç kişilik bir gruptan fikir alarak o materyalleri yarattığı ortada olan gerçektir. gerçekten kusursuz olmuş diye düşünülebilir, ancak kusursuz olan nedir? sizin kafanızdakileri tamamıyla aynı şekilde mi yaratmıştır? yoksa sizin kafanızda yarattıklarınızın içindeki boşlukları mı doldurmuştur sadece?

    işte bu kısım önemlidir, her okuyucu kendine göre kafasında betimler okuduğu kitabı, kendi hayal gücünün sınırları çerçevesinde oluşturur bir görüntüyü ya da bir karakteri, bir mekanı, bir ormanı, bir nehri, bir köprüyü, bir evi, bir yaratığı, vesaireyi... peki ya kendi hayal gücünden daha farklı bir hayal gücüne sahip başka bir insanın gözünden aynı şeylere bakmak nasıl bir şeydir? bunu hiç düşünmüş müdür? belki birçok şeyi birçok insan aynı şekilde düşünmüştür, ancak birçok şey birçok insanın düşündüğünden farklı olacaktır. bir uyarlama filmi değerlendirirken önemli olan bu ayrıntı olmalıdır: başka bir kafanın, başka kafaların görselliğe döktüğü bir kitaptır altı üstü, bundan daha fazlası yoktur. siz sadece “diğeri”nin gözünden göreceksiniz bunu.. ya istediğiniz gibi olacak (ki hiçbir zaman istediğiniz gibi olamaz, ancak ona yakın bir şeyler elde edebilirsiniz) ya da sizin hayal gücünüzün ürettiğinden daha vasat bir eser karşınıza çıkmış olacak, ancak sizin önem verdiğiniz, sizin beğendiğiniz bir eserin görsel olarak nasıl bir şey olabileceğini anlayacaksınız. hiç olmazsa bu fikir için bile yapılan filme bir göz atmak gerekmez mi? kendi kafanızda yarattıklarınızın bozulmasını istemiyorsanız, tabii ki bu tavsiye edilebilecek bir şey değildir. gene de bir film, sizin hayal gücünüze ne gibi bir zarar verebilir ki?

    burada konuşulan film endüstrisi ise, işin içindeki maddiyatı düşünmemek te abes olur. bir yapımcı elde edebileceği kara bakar herşeyden önce, ancak bir hayran ise farklı davranabilir, gene de filmin getireceği para önemlidir herşeyin başında, birer hayran olarak bu bize ne kadar yanlış gelse de yapılabilecek başka bir şey yoktur. hayal gücüne fazlasıyla dayanan bir uyarlama, aynı oranda efekte de ihtiyaç duyar, aynı oranda paraya da.. bir kitaptan uyarlanan filmi görebilmemizin tek yolu, masrafını karşılayabileceğini düşünen yapımcıların nerelerden kar getireceğini hesaplaması ve karın hesaptan fazla olmasıdır.

    bir kitabın hayranı olan her insan, doğal sebeplerle en iyi oyuncuların o filmde olmasını ister, en iyi yönetmenin, en iyi görüntü yönetmeninin, en iyi senaristin o yapımda görev almasını ister, herşeyin en iyisini ister ancak hibçir zaman kendi istediği olmaz, bu bir gerçektir. o işe doğrudan dahil olabilecek bir konumda değilse kendi hayal ettiklerinin de o yapımca olmayacağını bilir. bir peter jackson’ın yaptığı seçimlerin kaç tanesini uygun bulmuştur acaba bir yüzüklerin efendisi hayranı? hepsi kusursuz mudur kesinlikle, bence hayır, değildir. ancak peter jackson bir hayran olarak yapabileceğini ve yapmak istediğini gerçekleştirmiş ender ve şanslı insanlardan biridir. herşeyi geçsek bile onun verdiği emeğe saygı duyulması nasıl gerekiyorsa, başka bir kitabı filme uyarlayan başka insanlar da bu saygıyı haketmektedir. belki az, belki çok, ancak ortada emek verilmiş bir eser vardır. bazıları çok baştan savma yapsalar da bu onların kaybıdır, zira okuduğunuz bir kitabı gerçekten fazlasıyla beğendiyseniz, onu beğenmeye devam edeceksiniz nasıl olsa, “güzelim kitabı ne hale getirmiş” diye düşünüp hayal kırıklığına uğrasanız da, en kötüsünden de olsa altı üstü yaşadığınız görsel bir tecrübedir. o kitap hala o kitaptır sonuçta..
  • ruhların evi - isabel allende (the house of the spirits)
    guguk kuşu- ken kesey (one flew over cuckoo's nest)
    malta şahini - dashiell hammet (the maltese falcon)
    otomatik portakal- anthony burgess(a clockwork orange)
    happy together - manuel puig (buenos aires macerası)
    sevgili- marguerite duras(the lover)
    bizi ayıran nehir- norman maclean (a river runs through it)
    metroland- julian barnes(metroland)
    eylül fırtınası- habib bektaş (gölge kokusu)
    gece ziyaretçileri - jacques prevert(les visiteurs du soirs)
    tütün zamanı - necati cumalı(boş beşik)
    kırmızı pazartesi- gabriel garcia marquez
    gülün adı- umberto eco(il nome della rosa)
  • the picture of dorian gray vardir bir de,cagdas uyarlama olarak oldukca neseli* bir filmdir.
  • (bkz: mutluluk)*
  • (bkz: the hobbit)
hesabın var mı? giriş yap