• diyorlar ki eskiden hastanelerde kuyruklar vardı, şimdi yok. üniversite hastanesine giderken sevk almak gerekiyordu, şimdi gerekmiyor.

    görelim bakalım 13 senede neler değişti?..

    1) evet artık sevk falan yok, istediğin hastaneye gidiyorsun.

    ama bir tek sen gitmiyorsun, herkes gidiyor. başı ağrıyan, dişi ağrıyan herkes sevksiz mevksiz devlet hastanelerine, üniversite hastanelerine gidiyor. öyle olunca ne oldu? poliklinik sayıları arttı, bir günde bakılan hasta sayısı ikiye üçe katlandı. polikliniklerde bir hastaya düşen süre yarıya indi.

    2) ama kuyruklar azaldı. peki ne oldu da azaldı?

    çünkü hastanelere randevu sistemi geldi. artık sıra yok, randevu var. randevu aldın aldın, alamazsan "bugün git, randevu alınca gel".

    3) ve bazı branşlara randevu alınmaz hale geldi.

    boğazın mı ağrıyor, hiç uğraşma, git evinde yat. kulak burun boğazdan randevu alıp doktora ulaşıncaya kadar iyileşirsin zaten.

    hele ki ultrason ya da mr falan çekilecekse git özelde çektir gel. randevuyu beklersen 3 ay sonraya ancak çektirirsin benden söylemesi. tabi o 3 ay geçene kadar da kanserin falan varsa ilerler. adama amca sende kanser varmış, sen 3 aydır niye gelmedin diyoruz, "e bugüne randevu verdiler" diyor.

    o zaman allah taksiratını affetsin...

    4) 13 sene önce sadece randevu sistemi de değil, muayene ücreti de yoktu.

    herkes istediği hastaneye gidecek denilince tabi ki, muayene sayıları, tetkik giderleri, ilaç giderleri arttıkça arttı.

    ilk önce "hasta sayısı çok arttı, millet gerekli gereksiz ilaç yazdırıyor, sgk zarar ediyor" dediler, polikliniklerde 1 lira muayene ücreti alınmaya başlandı. sonra o ücret 3 lira oldu, sonra 5 lira, 8 lira, 15 lira derken sürekli artıyor, durduramıyoruz.

    5) muayene ücretleri yetmedi, ilaç katkı payı da alınmaya başlandı.

    artık reçetedeki ilaç sayısına göre ve ilaçlardan da belli bir yüzde olmak üzere ilaç katkı payı ve reçete parası alınmaya başladı.

    6) üstelik bu noktada hükümet iki tane uyanıklık yaptı;

    birincisi, bu paralar hastanede değil, eczanede alınıyor, bu sayede halk devletle değil, eczane ile karşı karşıya getiriliyor.

    ikincisi, muayene ücretleri hemen o gün değil, hastane sgk'ya fatura gönderdikten sonra çıkıyor. bu sayede seçim dönemlerinde bu paraları almayıp seçimden sonra 50-100-200 her ne kadarsa topluca alıyorlar.

    7) sonuçta muayene parası, ilaç katkı payı, sorma ver parası derken doktorun yazdığı 5 liralık ilaç için eczanede 15-20 lira ödemeye başladınız.

    ve bu nedenle pekçok hasta ilaçlarını kendi cebinden almaya başladı. bu da sistemin işine geliyordu.

    8) her seçim döneminde milyonlarca yeşil kart dağıtıp, seçimden üç ay sonra iptal etmeyi alışkanlık haline getirdiler.

    9) "isteyen özel hastaneye gidebilir" dediler, her yere mantar gibi özel hastane açılmasına vesile oldular.

    sonra baktılar, özel hastaneler yüzünden faturalar kabarıyor. bu sefer özel hastanelerden de fark ücreti alınmaya başlandı. o fark ücretleri başta sgk'nın ödediği paranın % 90'ı ile sınırlı idi, sonra % 200 oldu, bazı yerler için daha da arttı.

    şu an istanbul'da x özel hastanesinde bir y ameliyatı ücretli hastaya 5000 liraya yapılırken, sgk'lı hastaya 4500 liraya yapılıyor. e aradaki 500 liralık farkı da ücretli hasta azıcık pazarlık ile % 10 düşürtebilir. ikisi de aynı ücreti verecekse ben ne anladım o zaman gss'den?

    10) genel sağlık sigortası için belirlenen primler çok yüksek ve sürekli artıyor. en baba özel sağlık sigortasının primleri bile bu kadar yüksek değil.

    üstelik kapsamı da günden güne daraltılıyor. her gün daha fazla ilaç, daha fazla tedavi sistem tarafından ödeme harici tutuluyor.

    11) genel sağlık sigortası prim borcunuz varsa zaten kullanamıyorsunuz, prim borcunuz yoksa bile her hastaneye gidişinizde bir dolu para ödüyorsunuz.

    e o zaman, bu nasıl sigorta kardeşim?..

    12) genel sağlık sigortası borcu olanların bakılabileceği ve randevu gerektirmeyen sadece acil servisler kaldı. millet acil olsun ya da olmasın buralara hücum etti. acil servisler ana-baba günü. millet ilaç yazdırmaya, kolesterol baktırmaya acil servise geliyor. son bir yılda 139 defa acile gelen hastam var. ve dünya üzerinde toplam nüfusundan fazla acil servis başvurusu olan tek ülke türkiye.

    gerçek hastalar, gerçek aciller gss borçluları ve randevu alamayıp acile gelenler yüzünden arada kaynıyor, mağdur oluyor.

    13) arada bakıyorum; kapitalist amerikan sistemine döneceğiz, parası olmayan, sigortası olmayan gidecek hastane bulamayacak falan deniyor. yahu amerikan sisteminde bile kullanmadığın şeyin, almadığın hizmetin parasını kimse senden istemez, is-te-ye-mez. kimse sana durduğun yerde borç çıkartamaz, bunun adı kapitalizm falan değil, düpedüz soygundur.

    hangi kapitalist sistemde, işi gücü olmayan, bir kuruş dahi para kazanmayan insanlardan böyle bir haraç alınabilir?

    14) 7 milyon kişiye, 9 milyar lira borç çıkarmışlar. bu paralar gerçekten sağlığa harcanıyor olsa, sağlık sistemi ihya olur, kimseden de bir kuruş muayene ücreti alınmaz...

    bu artık genel sağlık sigortasını falan aştı. bu paralar ak-sarayın, örtülü ödeneğin finansmanından başka bir şey değil.

    ödemeyin, ödettirmeyin...
  • şiirimin adı: 10270 tl

    önemli olan
    denemek
    elbette
    yılmadan
    en iyiye
    nefer gibi
    ilerlemek

    sıkıntılarımız
    ilk değil
    katiyetle
    son da olmayacak
    inanın
    nelere katlandık
    layık olduğumuza
    en sonunda bile olsa
    rüzgar gibi varacağız
  • bu nasıl bir vatan borcu bu ödeye ödeye bitmiyor! aksine çoğalarak büyüyor, para pul yetmiyor kapatmaya... insanların hayat enerjisiyle besleniyor, hatta o da yetmiyor bizzat hayat alıyor lan bu devlet tahsilat için! neyin bekası bu arkadaş? karşılığında ne alıyoruz, neyi yaşatıcaz diye her şeyimizi veriyoruz bu kadar?

    oysa ben, 2013 yazına kadar (bkz: gezi parkı direnişi) bembeyaz yakalarımla sistemle oldukça uyumlu, vergisini ödeyen, hayvan gibi tüketen, kredi çeken, tok kapı sesli araba alan, faiz ödeyen, kenara üç kuruş para atamadan benzin, alkol-sigara, restoran, elektronik vs. harcamalarımla devleti ve bilimum haysiyetsiz güç odaklarını zengin eden bir vatandaştım kendi halimde. bordromu incelediğimde korkunç bir miktarda parama el koyuyordu devlet benim emeğim üzerinden. bu durum bana da koyuyordu tabii ama olsun diyordum. emekli olunca çok maaş verirler... üstüne bir de dolaylı vergileri ekleyince, benim alışveriş sepetimde de çoğunlukla en hayvani vergilerin bulunduğu ürünler olduğu için cebime girmesi gereken paranın %60-70'i hooop devlete transfer oluyordu. elde kalanı da istanbul plaza hayatı saçmalığında ve bankaların kıskacında heba olup gidiyordu.

    sonra isyan ettim. şehriniz de, avmleriniz de, bes planlarınız, emeklilikleriniz, sigortalarınız da yerin dibine batsın diyip istifa ettim ve ciddi ciddi gittim bir güney köyüne yerleştim. ufak bir arazi aldım ve kendim ekip biçip, hatta elektriğimi kendim üretip, gereksiz tüketmeden, atık yaratmadan 'sürdürülebilir' yaşamaya adım attım.

    sonra bir gün bir baktım ki karşımda yıllardır semiren kol gibi gss prim borcu! 4000 lira ne ulan allah belanızı versin!! üstelik taa 2012'de ben baya baya ülkenin en büyük bankalarından birinde bordrolu çalışıp maaşın yarısını devlete bırakırken borç işlemeye başlamış. askerlikte vatan borcumu insanlık onuruna aykırı binbir türlü rezilliğe katlanarak öderken devam etmiş, ardından işkur'dan işsizlik maaşı alırken bile büyümüş, serpilmiş... o kadar mal bir yapı ki, ben borcu her halükarda geçireyim, vatandaş itiraz eder de haklı çıkarsa nasıl olsa sileriz mentalitesi. hem silah altına alıyor, özgürlüğümden men ediyor, sonra lutfedip ben bunu işinden ettim o kadar diyerek 10 ay maaş bağlıyor, sağlık hizmeti alabileceğimi söylüyor. ama aynı süreçte de zaten asla gitmediğim devlet hastanelerinden yararlanmam gerektiğini düşündüğü için borç üstüne borç yazıyor. ulan ben zaten daha iki işi bir arada yapamayan bu kolpa devlet organizasyonunun 35 yıl sonra yer yarılsa bana asla emekli maaşı ödeyemeyeceğini bildiğim için çıktım zaten bu saçma sistemden!

    neden 'gerizekalı gibi' prim ödememeyi seçtiğimi biraz detaylı açıklamak istiyorum. belki okuyan da hak verir. boş bir hayalin peşinden koşan milyonlardan bir kişide bari bir soru işareti oluşur ben napıyorum diye...

    ***

    istifa ettiğimde yaşım 28'di ve en erken 35 yıl sonra emekli aylığı almaya hak kazanacaktım 63 yaşımda. yani sistem 2050 yılına kadar tüm vaktimi, sağlığımı, duygularımı ve yeteneklerimi 'iş hayatı' kisvesi altında alıp, buna karşılık fırsat maliyeti olarak içinde yaşlılığımı geçireceğim iyisinden bir ev, araba ve bir emeklilik planı verip, ardından artık senden bi cacık olmaz git köşede yaşamaya çalış diye dışarı atacaktı. hadi buna katlandım diyelim. hep sistemin emrinde, devletinin bekası için çalışan cici bir çocuk oldum ve emekli olacağım.

    peki ben veteran bir türkiye cumhuriyeti vatandaşı olarak 2050'de nasıl bir ülkede emekli olmayı planlıyordum? (tüik & tüsiad verileri kullanıyorum)

    - toplam nüfus 100 milyona dayanmış (savaş ve iklim mültecileri nedeniyle çok daha fazla olması kuvvetle muhtemel ama neyse).

    - 65 yaş üzeri nüfusun oranı %20'yi aşmış. ortalama yaş 40. (bildiğin yaşlı bir ülke olacağız ve bu tarihten sonra da çok daha hızlı yaşlanacağız. yani çok daha fazla sayıda insan (20 milyon yaşlı+dul+yetim) çalışmadan devletten sosyal transfer bekleyecek)

    - çalışma çağındaki (15-65) nüfus %65. (ab'ye göre çok iyi oran, ancak nüfusun çoğunluğu niteliksiz eğitim sonucu niteliksiz iş gücü)

    - beklenen yaşam süresi 78 yıl. (devlet daha çok kişiye, daha uzun süre emekli maaşı ödeyip sağlık hizmeti vermek zorunda. 13 yıl emekliliğin keyfini sürebileceğim. heyoo!)

    - işgücüne katılım %50 (ab'yle kıyaslayınca çok düşük. kadınlarımız evlerinde börek yapmakla meşgul hala.)

    - işsizlik %20+ (kendi öngörüm. bugünkü çağdışı eğitim zihniyetinin, post-endüstriyel devrimi yakalayamamanın, post-kapitalist ekonomi modelini öngöremenin ve devlet teşkilatını verimli kullanamamanın olağan sonucu. teknolojik gelişimle birlikte üretim ve hizmet faktörlerinin değişmesi niteliksiz işgücüne ihtiyacı tamamiyle ortadan kaldıracak. ayrıca %5 altındaki her büyüme rakamı artan işsizlik demektir. global ve yerel ölçekteki mevcut verilerin ışığında geleceğe bakınca, sadece türkiye için değil, tüm g20 için önümüzdeki onyıllarda bu rakamlarda ve üzerinde gsyh büyümesi beklemek ise en irrasyonel davranış olur.)

    - istihdamda tarımın payı %10'dan aşağıya düşmüş. tüm istihdam hizmet ve sanayi üzerinde yoğunlaşmış. (bugün 5 milyon çiftçimiz var. yani istihdam edilen nüfusun %20'si, toplam nüfusun %7'si. köyden kente göç, çiftçinin sefaleti, verimli tarım alanlarının hunharca yok edilişi uzunca bir süre şu an olduğu gibi devam edecek. 2050'de ülkede yaşayan 100 milyon insan içinde topraktan gıda üretecek 3 milyon kişi bulursanız öpün başınıza koyun. yani nüfusun en az %97'si kıt kaynaklarla sayılı insanın üretiminden beslenmek zorunda)

    - büyük istanbul depremi gerçekleşmiş. onbinlerce, hatta belki yüzbinlerce ölü var, milyonlarca kişi evsiz ve işsiz kalmış. istanbul kısmen terkedilmiş harap bir şehir kimliğine bürünmüş. milyonlarca depremzedenin hayatta kalabilmek için tek şansı devletin sağlayacağı sosyal transferler sonucu sağlayacağı yardımlar. (konuyla ilgili ibretlik çalışma için: (bkz: #44885300))

    yani sonuç olarak torunumuzu kucağımıza alıp, aksi bir yaşlı olarak gençlere hayatı zindan etmeye niyetlendiğimiz zaman diliminde ortaya çıkan tabloda, ülkedeki her on kişiden ikisi yaşlı, ikisi çocuk, altısı çalışabilir yetişkin fakat bu yetişkinlerin 3'ü prensip olarak işgücüne hiç katılmıyor. katılan diğer 3 kişiden birine de iş sağlayamıyoruz. yani tüm yük geriye kalan 2 kişi üzerinde. onlar çalışacak ve kalan 8 kişiyi besleyecek. üstelik dünya tarihinin gördüğü en korkunç deprem felaketine maruz kalmış, global rekabetçiliği çok az, eğitimi kalitesiz, doğal kaynakları yetersiz, doğası tahrip edilmiş, halkı mutsuz ve birbirine güvensiz bir ülkede!

    bu durumun sürdürülebilirliği mümkün mü? kesinlikle hayır!

    peki ülkeyi geçelim, daha büyük ölçekte düşünelim. 2050'de nasıl bir dünyada emekli olmayı planlıyoruz?

    - nüfus 10 milyara dayanmış.

    - 2015'te gezegen rekorlarının kırılmasıyla kendini tamamen hissettiren küresel ısınma deniz seviyesini 4 metre yükseltmiş. hollanda, bangladeş, miami ve irili ufaklı pek çok ülke sular altında kalmış.

    - doğal afetler ve iklim değişikliği nedeniyle tarım alanlarının çoğu yok olmuş. aşırı ilaçlama ve monokültür tarım faaliyetleri yüzünden toprak verimliliği aşırı şekilde düşmüş. türkiye'de olduğu gibi dünyada da çiftçi nüfusu çok azalmış. bir kaç büyük şirketin gdo'lu hibrit tohumlarıyla yaptığı topraksız tarım uygulamalarına bel bağlamışız. devam eden bir gıda krizinin içinde yaşıyoruz!

    - sular altında kalan ada ve kıyı ülkelerinin yüz milyonlarca vatandaşı mülteci olarak gelişmiş ülkelere hücum etmiş.

    - gıda, su ve enerji krizleri bir sürü ülkeyi birbirine düşürmüş. merkezi otorite boşluğu yeni terörist oluşumlar ortaya çıkarmış. savaşlar yeni mülteciler yaratmış. globalizm süreci tersine dönmüş, sınır ve gümrük anlaşmaları kalkmış. katı kontroller, korumacı politikalar devreye girmiş.

    - hiper androposen çağıyla birlikte fosil yakıtlar tükenmeye yüz tutmuş. alışılan uygarlık ve refah seviyesini sürdürmeye yetecek enerji üretimi imkansız hale gelmiş. kapitalizmin büyük global krizleriyle birlikte artık sistem yerini daha devletçi bir post-kapitalizm anlayışına bırakmış. endüstriler için 'kirleten öder' mentalitesi, iklim değişikliğinin inkar edilemez boyutlara erişmesinden itibaren çok daha katı önlemlerle değiştirilmiş ve uygarlıkla doğanın çelişkisi 'doğa' lehine işlemek zorunda kalınca şirketlerin üretim maliyetleri yükselmiş. yüksek teknoloji yüksek işsizlik getirmiş. üretim faktörlerindeki geçiş süreci yüzmilyonlarca işsiz yaratmış. her ülkede sosyal patlama riski mevcut.

    - doğa feedback loop'a girmiş. artık insan etkisi sıfırlansa bile küresel ısınma, gıda, su ve enerji krizi durdurulamıyor. tahribatın bir yıllık marjinal etkisi, geçmişin 15 yılına bedel bir hal almış. atmosferi yeniden dengeye sokmak için yüzlerce milyar dolar kaynak ayrılıyor. yüzleşmekten korktuğumuz son, beklenenden erken kendini hissettirmeye başlamış.

    ***

    peki bunların hepsi meczup bir pesimistin kıyamet senaryosu mu? maalesef değiller. mevcut sistem bir anda mucizevi şekilde değişip, kar maksimizasyonunu, büyümeyi, sürekli tüketmeyi düstur edinen anlayış yok olmayacağına göre şu anki gidişata göre bilim insanlarının oldukça nesnel verilere dayanan öngörüleri bunlar. fazlası yok, eksiği var.

    o zaman sorumuzu tekrar soralım. ben her ay devlete gelirimin %60-70'lik kısmını, 35 yıl sonra mümkün olması mucizelere bağlı bir emeklilik hayali için aktaracağım. üstelik bu hayal uğruna beni sağlığımdan, yeteneklerimden, hayallerimden, sevdiklerimden edecek bir iş için monitör ardında ömür geçireceğim. saçlarımı döküp, gözlerimi bozacağım. sinir ve stresten belki kanser olacağım. bana almam emredilen ürünleri tüketip, pozisyonumun gerektirdiği arabaları kullanacağım. mortgage çekip daha büyük evlere yerleşmenin hayalini kuracağım. olmadı bir yazlık, bir de çiftlik evi alacağım. sonuçta iyi kazanan, sonu en tepeye kadar çıkabilecek bir kariyer yarışındayım. gelgelelim hepsinin ardından sümüklü mendil gibi işe yaramaz bir yaşlı olarak, elimde hayatta kalmama yardım edecek hiçbir yeteneğim olmadan, fiziksel yetilerininin çoğunu kaybetmiş muhtaç biri olarak cehennemin ortasına atılacağım! üstelik tek güvencem varlığını sürdürmesi mümkün olmayan finansal sistemde dijital bir veri olarak var olan bir birikimim ve devletin boktan hastanelerinin bana sağlayacağı hizmet olacak!

    çok afedersiniz ama, yani çok üzülerek söylüyorum: ben öyle hayatı çok net sikerim arkadaş!

    şimdi en aşağılık mafyadan daha aşağı bu devlet bana gelmiş diyor ki:
    ''o işler öyle kolay değil. öyle yok ben düzen karşıtıyım, yok ben off-grid yaşamcıyım falan ben anlamam! her ay haracını aksatmadan ödeyeceksin! üstelik en üst limitten ödeyeceksin çünkü senin bir de utanmadan yan gelirin varmış. gel hele yamacıma şöyle! bak burda ne varmış? taa dedenin on yıllar önce çalışırken gelir vergisi kesilmiş maaşıyla aldığı, ardından babana geçerken veraset ve intikal vergisinin ödendiği, aynı verginin baban ölüp senin üzerine geçerken tekrar yinelendiği, alındığı tarihten itibaren emlak vergisinin aksatılmadan ödendiği, elde edilen kira gelirinin de beyan edilip üzerinden vergi alındığı, yetmiyormuş gibi yerel belediyenin de üzerinden çevre vergisi, asfalt parası, aydınlatma katılım payı aldığı aldığı bir konut görünüyor sistemde! aa bi de annenle mi yaşıyorsun? onun da emekli maaşı var! valla iyiymişin haa keranecii seniii. paraya para demiyondur sen! yazıyorum en üst limitten gss prim borcunu. hadi bakiym şimdi offgrid mi yaşıycan ne sikim yapıcaksan yap....

    yahu aklıma zor mukayyet oluyorum bu ülkede. ulan napiym ben? zorla mülteci olup türkiye'den siktirolup gideyim mi? borcu ödemeyeyim de ufacık bir iş yapmaya kalktığımda ömür boyu üstümde hacizle, tedbirle, blokeyle mi yaşayayım. tek zevkim ara sıra şu ülkeden siktirolup gitmekken havaalanında rehin mi alınayım borç var diye? lanet olsun devletinize! ya hakkaten helak olalım artık ülkece çok bile yaşadık bu bok çukurunda. böyle her şey sikinin ucuyla insanla dalga geçer gibi olacaksa hiç olmasın daha iyi! üçüncü dünya ülkesi vatandaşıyız, onun bile tadını çıkaramıyoruz şurda.

    bakıyorum, suriyeli mültecilerin bile onca zorluğun içinde hayalleri var. ona koşuyorlar hepsi ölümü bile göze alıp. dans edeceğim, şarkı söyleyeceğim, bisiklete bineceğim, bilim insanı olacağım, insan gibi yaşayacağım diyor çocuklar. izlerken gözlerim doluyor harbiden. onlara değil, kendi çaresizliğimize, arada kalmışlığımıza üzülüyorum. ne kadar lafını etsek de bardağın dolup taştığı, tüm gemileri yakacak noktaya gelemiyoruz çünkü sik ucuyla da olsa birşeyler hala yürüyormuş gibi. ama insanca yaşamaktan da fersah fersah uzağız ve daha da uzaklaşıyoruz! bizim koşabilecek, kaçabilecek bir yerimiz de yok. kuracak hayal bırakmadı şerefsiz evlatları anca oturup hayatımız bok yoluna gitmesin diye önlem almaya çalışıyoruz kendimizce.

    ha bi de ayrıca ben bu kadim coğrafyayı, bu iklim kuşağını, bu damak kültürünü terk etmek istemiyorum ulan. burada doğdum, buna alıştım, burada yaşamak istiyorum çok mu bunu istemek?? olması gerekeni istemek lüks oldu resmen! çomar-egemen kültürden azıcık farklı düşünüp, farklı hayat yaşamak istiyorsan sıçtın.

    kafamdaki fikirlerin bir kısmını, ya da sadece oy verdiğim partinin ismini uluorta bir yerde beyan etsem 2 saate kalmaz linç edilirim. hem de egenin güzide bir sahil kentinde olur bu... üstelik anayasaya uygun maddelerle yapılır linç. çoğunluğun kabul ettiği dini değerleri aşağılamak diye suç var lan! devlet büyüğüne hakaret diye suç var ve bu suçları işleyen insanlar şanslıysa tutuklanıyor, değilse dövülerek öldürülüyor. niye ben gidiyorum, ben dayak yiyorum, ben tutuklanıyorum, ben ölüyorum da bu çomar sürüsü kalıyor ulan bu ülkede?

    usandım. yeminle usandım! şu dünya üstünde bir toprak parçası verin bari benim gibi köksüzlere! kendi yiyeceğimizi yetiştirelim, kendi bilimimizi yapalım, doğayla dost yaşayalım, ırk-din-mezhep-renk kavramlarını yok edelim, sanatla anlaşalım, toplanıp kendi içimizde tüm devletlere ve dinlere ağız dolusu rahat rahat sövelim. insanlara tembellik hakkı tanıyalım. aşık olalım. başkan lazımsa elon musk reis'i koyalım tepeye. küçücük bir yer verin yeter siktir olup gidelim lan. öldürülmeden, içeriye atılmadan, sakat bırakılmadan gidelim. gss prim borcu tebligatını da kıvırıp gönderelim götünüze sokun diye. olmaz mı? oluversin hadi be...

    bi rahat verin gözünüzü seveyim. bi huzur verin!
  • eşimle evde iki kişiyiz ve işsiziz, çevreden yardımlarla idare ediyoruz uzun süredir. şimdi benim borcum 3000 tl civarı. annem aradı test yaptırıyorsun borcunu taksitlendiriyorlar dedi.
    benim borcumu taksitlendirseler de benim oraya verecek bir kuruş param yok taksitlendirmeseler de. eve haciz gelse evdeki eşyaları alsa zaten gene 3000 tl yapmaz. haliyle oraya verecek param olsa hacizden sonra kendim yeni eşyalar alırım. daha iyilerini üstelik. işsiz olduğum dönemde ne bir sağlık hizmetinden yararlanmışlığım var ne de ilaç almışlığım. merak ediyorum devlet herkes ayda 1000 tl ödeyecek diye yasa çıkarsaydı hepimiz o parayı ödemek zorunda kalacak ödemeyenlerde borçlu mu olacaktı. ben mantıklı bir şey göremiyorum bunda. sürekli hastaneye ve bakıma muhtaç kişiler var onlar için iyi bir şey diyenler olmuş. onlar için iyi olan şey o kişilere devletin ücretsiz sağlık hizmet vermesidir; 40 tl ya da 270 tl para alarak değil. özel sigortalar da yapıyorlar bunu. benden bu parayı almak isteyenlere hangi hizmetleri karşılığında talep ettiklerini sormak istiyorum. hava parası falan mı?
  • ulan devletin doktoru olarak çalışırken bile bana borç yazmışlar. millete sağlık hizmeti veriyorum ama haracını ödemeden sağlık hizmeti alamıyorum. komik lan resmen.
  • hiçbir parti seçim beyannamesinde bu konu hakkında bir şey demediğini, genel olarak hiçbirinin "borcu sileceğiz borç kalmadı" demediğini zanneden ex-ak sığırları bize gösteren insanlık ayıbı.

    https://www.youtube.com/watch?v=dcxgjtov3vk

    http://www.hurses.com.tr/goster.php?id=1832&tur=3

    http://www.bugun.com.tr/…rtasi-icin--haberi/1292220

    http://www.bugun.com.tr/…kili-ciray--haberi/1628787

    her fırsatta kendi vicdanını rahatlatmak için "chp hiç politika üretmiyor ya, o yüzden oyum akp'ye" diye diye bugünkü türkiye'nin mimarı olan sığırların hakkında en son konuşacağı şeylerden biridir.

    sizin gibi sığırlar 60 yıldır merkez sağda yer alan, ekonomide liberal, hayat görüşünde muhafazakar partilere oy verir, her seferinde de "ne olacak bu ülkenin hali," diyerek ağlayıp durur. yolsuzluklara "hepsi çalıyor yeaa, bu çalıyor ama çalışıyor," diye yaklaşır, haksızlıklara "sanki eskiden demokrasi mi vardı," diye çanak tutar.

    üstüne yüzsüz yüzsüz de, "bunun yüzünden akp'ye oy vermekten vazgeçtim," der. zamanında aynı şeyleri dyp, anap, ap, dp gibi partiler için de söylemiştir. sonra gider yine bir hayat görüşünde muhafazakar, ekonimide liberal bir merkez sağ partiye oy verip yeni bir döngü oluşturur.

    akıl yürütmenizi sikeyim sizin, geri zekalı sürüsü.

    yıkıl git!
  • 4 bin lirayı geçmiş olandır.

    ödeyecek gücüm var mı ? var. istesem şimdi girip internetten öderim.
    peki öder miyim ? nah öderim. öyle müşkül halde girecekler ki seçime, silinecek ilk borçlardan biri bu olacak. bırakın kimsenin zaten ödemediği gss’yi silmeyi, götü vermeye bile hazır olacaklar o çaresizlikle.

    peki silmeyeceklerini bilsem öder miyim ? yine nah öderim. ben yemin ettim bu hükümete hiçbir şey ödememeye. 1.5-2 yıldır hiçbir şey ödemiyorum. mtv’ler birikti, trafik cezaları birikti.

    yeni hükümeti bekliyorum her şeyi ödemek için. ben bu adamlara kuruş ödemem artık. yeni hükümet gelir, silinen silinir, sonrasında da yapılandırma çıkar, tek seferde öderim hepsini.

    kısacası, ödemeyin dostlar.

    devasa şirketlerin vergi borçları sıfırlanacak, demirören’e ziraat’ten çektiği 750 milyon dolarlık kredi helal edilecek, ben de işsiz kaldığım dönemde bana sorulmadan omzuma yüklenen bu hukuksuz “haraç”ı ödeyeceğim öyle mi ?

    tekrar söylüyorum,

    nah öderim !
  • yoktan haraç çıkartıp sildiler; ödeyeni sikip ödemeyeni mutlu ettiler. bir kez daha bu topraklarda devlet vatandaşı ile dalga geçti.
  • dün bir reklam izledim. "gelin, gelir testinizi yaptırın" falan diyordu. sonunda da "son gün 30 eylül" diyordu. dünün tarihi ise 4 ekim.

    o derece bir sistemdir yani. onlar bile anlamamış.
hesabın var mı? giriş yap