• ekşide bu film hakkındaki yorumların ikinci sayfansını okurken yazmaktan kendimi alamadığım bir ayrıntı var. evet miyazaki çok büyük bir hayal gücüne sahip ama bu filmde herkesin ay ne güzel bir fikir dediği şeylerin bir kısmı belki de çoğu uyarlandığı kitaptan geliyor. burada miyazaki'nin hayal gücü övülürken bana kalırsa kitabın yazarı olan diana wynne jones da aynı ölçüde övülmeli.

    --- spoiler ---

    sophie'nin saraya gitmesine kadar olan kısım kitapta daha ayrıntılı bir şekilde aynen bulunuyor. sadece belirgin farklılıklardan bahsedecek olursak en büyük fark sanırım filmde çok baskın olan savaş'ın kitapta neredeyse hiç geçmemesi. ayrıca şatoda yaşayan çocuk da kitapta 15 yaşında bir genç olan michael. kitapta sophie'nin ailesi, howl'un nereden geldiği neler yaptığı gibi birçok farklı ayrıntı da var.

    --- spoiler ---
  • miyazaki'nin aşk adına en net söyleminin olduğu filmdir.

    --- spoiler ---

    sophie’yi sarayın büyücüsü suliman’ın yanında yaşlı bir halde görürüz. sophie, suliman’la konuşurken howl’dan bahsetmeye ve howl’u korumaya başlar. farkında olmadan howl’u ne kadar çok sevdiğini anlatır. bu sırada ise büyü bozulur ve sophie gençleşmeye başlar. sophie, büyüden önceki genç haline döner. yani 20’li yaşlarına…

    ama sophie sözlerini bitirince, yani howl’dan bahsetmeyi bırakınca, tekrar eski yaşlı haline döner.

    filmin başka bir sahnesinde ise howl ve yaşlı sophie’yi howl’un şatosunda görürüz. bir büyücü olan howl, sophie’ye sürpriz yapar ve şatoyu bir eve dönüştürür. bu ev sophie’ye tanıdık gelir.

    çünkü bu ev, sophie’nin bir cadı tarafından yaşlı bir kadına dönüştürülmeden önce yaşadığı evdir. yaşlı sophie, kendi evini gördüğünde yine gençleşmeye başlar. howl’un sophie’ye böyle bir sürpriz yapması, ona sevgisini göstermesi yani sophie’nin sevildiğini hissetmesi de onu gençleştirir. ama bu dönüşüm, diğeri kadar etkili değildir. sophie, sevgisini ifade ettiği andaki kadar gençleşmez. yine de gençtir ama.

    ilginç bir şekilde sophie, en genç haline kendi sevgisini ifade ettiğinde bürünür.

    miyazaki, sevmek ve sevilmek arasında burada bir ayrım yapıyor. ve sevmeyi yüceltiyor. sevmek, sevilmekten daha çok gençleştiriyor insanı.

    --- spoiler ---

    yazının tamamını blog'umdan okuyabilirsiniz: miyazaki'nin anlamı
  • mükemmel ötesi bir miyazaki filmi daha. howl'a aşık olmamak mümkün değil. sophie'nin aşkı da çok güzeldi. izlemeyen varsa mutlaka izlemeli.
  • spirited away izlemiş ve gaza gelmiş bir bünye olarak spirited away kadar beğenemediğim hayao miyazaki filmidir. hızlı akıyor, yaratılan atmosfer şahane ama pek kapılamadım seline.

    daha gerilimli ve büyüsüz/tılsımsız anime önerilerine bir mesaj kutusu kadar yakınım, tabi öyle bir şey varsa...
  • çok fazla alt teması olan bir film. öyle bir film ki her izleyen kendine uygun bir şeyler bulabilir. ben kendime en uygun olarak o kaos ortamındaki aşkı buldum. eğer ortalık karışıksa, zorluklar varsa o aşkın çekim kuvveti daha fazla oluyor. sophie zaten aşkın neden bu kadar zor olduğunu da filmde söylüyor; kalp ağırdır, taşımak zordur.

    --- spoiler ---

    howl ve sophie arasındaki aşk aslında çok basit. iki karakter de birbirini kaos ortamından korumaya çalışıyor. kaos ortamı ise filmde öyle bir şekilde işlenmiş ki resmen o kaosun içinde kendimi buldum.

    sophie ise öyle bir karakter ki şatafatı seven annesinin aksine basit ama sevgi dolu tabi bu sevgi pollyanna tarzı bir sevgi değil çok daha gerçekçi. calcifer'i öptüğünde calcifer'in sevinçten alev alması, korkuluğun büyüsünün sadece ona aşık olan birisinin onu öptüğünde bozulması ve sophie'nin farkında olmadan bu büyüyü bozması ve korkuluğun kaosun nedeni olan iki krallıktan birinin prensi olması gördüğünüz gibi aşk savaşları bile bitiriyor.
    --- spoiler ---
  • bu film benim en sevmediğim studyo ghibli filmiydi. önceden izlemiştim çok kez, hiçbir zaman çok sevememiştim. zaman geçtikçe böyle bir filmi niye yapmışlar ki diye düşünmeye başladım. ve geçen haftalarda bir gün, aklıma bu film hakkındaki bir yorum geldi. nerede gördüm, kimden duydum bilmiyorum. miyazaki'nin aşkı anlattığı film demişti birileri. içim aniden büyük bir merakla doldu ve filmi bir kez daha izledim. hayran kaldım. ertesi hafta tekrar izledim, yine hayran kaldım. bu sefer kalbime çok dokundu, çok samimi geldi. tüm o duygular, müzikler, çizimler... hepsi öyle güzeldi ki izlerken dünyadan soyutlandım. ve şimdi, sanırım, en favori ghibli filmim oldu aniden.

    --- spoiler ---

    eskiden sophie'yi hiç sevmezdim. onun o yaşlı hali ile howl hiç gerçekçi gelmiyordu. aralarında bir sevgi hissetmiyordum. hatta o yaşlılığı, uyuşukluğu görmek beni sinirlendiriyordu. çirkin bir yaşlı cadıya benziyordu. ama bu sefer izlediğimde çok sevdim sophie'yi. kendimle bağdaştırabildim. kendimden parçalar gördüm. çok sevdiğim bir insanı anımsattı bana ayrıca. çok net hissettim sevgisini. çok güzeldi.

    sophie'nin sevgisinden bahsettiği, aşkını yoğun yaşadığı zamanki değişimleri benim için filmin en güzel şeyiydi.

    --- spoiler ---

    diğer bir güzel şeyi de müzikler.

    merry go round of life
  • şimdi önceki entrylerde de bahsedilmiştir belki ama hikaye ingiliz yazar diana wynne jones'a ait. yani burada hikaye bazında filmi eleştirmek çok tutarlı olmayacaktır, miyazaki'nin de yapabileceği bir şey yok. görüntü, çizim, hayal gücü, müzikler vs. çok iyi, insanı büyüleyen bir atmosferi var, ancak bu atmosferle daha iyi bir hikaye anlatılabilir miydi? anlatılabilirdi. ben hikayenin neden sönük kaldığını da anlayabiliyorum. esasında hikaye güzel ama filmlerden alışık olduğumuz bir gidişata ve sona sahip değil, bu yüzden de fazla beğenilmediğini düşünüyorum. mesela genelde filmlerde, hikayenin inişli çıkışlı olmasına alışığızdır, kötü bir olay yaşandıysa bir sonraki sahnede iyi bir şey yaşanarak hikaye geliştirilir ve bu döngüde ilerletilir, ancak bu hikayede iyi olaylar da yaşanıyor, hatta miyazaki bize bahçe sahnesindeki gibi görsel şölenlerle, bir önceki sahnede gördüğümüz savaş sahnesini fazlasıyla telafi etmeye çalışıyor ama hikaye buna el vermiyor. hikaye, klasik fakir bir gencin filmin sonunda gelişerek (zengin olarak vs.) sevdiği kızı elde ettiği (amacına ulaştığı) bir gidişattan uzak. bu hikayenin gidişatı üzerine epey kafa yorabiliriz ancak genel olarak, sorunlardan kaçılarak mutluluğa ulaşıldığını görüyoruz sanki. hatta bu durum da film içerisinde eleştirilmiş ancak süper kahraman filmlerindeki gibi ana kahramanın kötüleri alt etmesini izlemiyoruz, bir mücadele görüyoruz ve bu mücadelenin ana kahramanı yıprattığını görüyoruz. her ne kadar fantastik bir hikaye olsa da gerçeklik korunmuş burada. hikayenin sonunda da bu yıpranmışlığı yansıtıyor film, mutlu oluyoruz ama karşılığı ödenmiş bir mutluluk.

    hikayenin aslı da: howl's moving castle

    açıkçası hayao miyazaki sayesinde güzel bir yazar tanımış oldum. yazarın diğer kitaplarına bakmanızı da tavsiye ederim, özellikle fantastik türü seviyorsanız kaçırmayın.
  • splited away’den bağımsız olarak izledim. tasarım, renklendirme ve karakter seçimlerini çok beğendiğimi söyleyebilirim fakat hikayenin akıcılığı konusunda çok da tatmin olamadım. sanki filmin dünyasına çok giremiyorsunuz. hayao miyazaki ağabeyimin hatrına izlenir.
  • tene hafifçe değen ve bir ümide yönelmiş nazik bir ikindi rüzgârı gibiydi... pek çok sahne bende böyle bir enginlik bıraktı. bu sefer rüzgârlar engince ama elbette derinden esiyordu. komşum totoro'nun rüzgârı sevimli ve masumane bir edayla esiyordu. mononoke-hime'de vahşi sırlarla yüklü mitik rüzgârlar vardı. rüzgârlı vadi'nin nausicaa'sında kudretli ve gür bir rüzgâr vardı. bu eserde ise ihtişamlı bir enginlik getiren ve insanı sükûtun en nezih vadilerinde misafir eden bir rüzgâr çalındı gönlüme...

    her şey o kadar narince ve o kadar hafif bir ahenkteydi ki bir nezahet göğünde tatlı tatlı uçuyormuş hissine kapıldım. ayrıca izlediğim miyazaki eserleri içerisinde en süslü bulduğum eser bu idi. göz doyurucu olmanın fevkini aşmış bir tezyinatla donatılmış pek çok sahne. bu sebeple göz alıcılığı insanı mecnun edecek bir seviyeye sahip... karakterler de sımsıcak özellikle calcifer ve kakashi no kabu (korkuluk)... tabii bir komşum totoro yahut mimi wo sumaseba sıcaklığında değillerdi benimçin fakat zaten malumunuz ki miyazaki'nin karakterleri her zaman ve her filmde pek samimi.

    --- spoiler ---

    bazı ayrıntıların tatlılığı ise cidden beni benden aldı desem yeridir. mesela howl'ın, pastırmalı yumurta pişirirken yumurtaları kırıp tavaya koyduktan sonra kabuklarını calcifer'e attığı sahne nedense pek hoşuma gitmiş idi. calcifer'in sair sahneleri de oldukça tatlı sahnelerdi tabiî. sonraaaa sophie'nin ağladığı bir sahne vardı ki cidden pek sanatkârane idi. gözyaşlarının damla damla havada süzülmesi mükemmeldi! suliman'ın sarayından kaçarken bindikleri hava aracından bahsetmeden geçemeyeceğim. uçuşu tıpkı bir arının kanat çırpışını andırıyordu. yan taraflardaki kanatlar bana arıları hatırlattı. acaba miyazaki arılardan ilhamla mı çizdi bu aracı? merak edilesi... bir de sophie'nin çamaşır astıktan sonra göl kenarına oturup tatlı mı tatlı ufaklıkla çay içtiği sahne içime özge bir ferahlık bahşeden sahnelerdendi. pek çok sahne bu nitelikte idi zaten...
    --- spoiler ---

    ihtişamlı görünümleriyle olsun gönle hafif nağmelerle dokunan romantik hikayesiyle olsun bambaşka, ışıl ışıl bir eser idi. daha ne diyeyim. ıssızlık diyarına gidiyorum ben...
  • miyazaki abimizin yine alman mimarisini, alman şehri tasvirini yoğun olarak kullandığı anime filmidir. hatta kadınların giydiği kıyafetlerde de alman yansımaları vardır.
hesabın var mı? giriş yap