• elimde kalem, önümde patoloji notları kalakaldım.
    durup saydım, tam 6 gündür evden çıkmıyordum. çünkü cuma günü sınavım vardı. günde dört-beş saatlik uykular, oku oku bitmeyen notlar, ezberlenecek ilaçlar, durmadan içilen kahveler: tanıştırayım, tıp fakültesi 3. sınıf eğitimi.
    sonra durdum, gaziantep'te hasta yakını tarafından bıçaklanarak öldürülen doktorun haberi okudum. kalakaldım. dedim ki, ne için çalışıyorum ben burada? neden kafamı eskitiyorum? şu baharın yeni geldiği havada, dışarıda gezip dolaşmayı seçemez miydim? yahu ben ortaokulda iyi bir anadolu lisesini, lisede de tıp fakültesini kazanmak, şimdi ise fakülteden mezun olabilmek için geceler gündüzlerce çalışıyordum! hem de bunca senedir? neden o çalışmalar bitmiyordu? hayatımın şeklini, dinamiğini, bu fakülteye göre ayarlamıştım. zira doktorluk sadece bir meslek değil, yaşam biçimi de oluyordu. nöbetiyle, mecburi hizmetleriyle, rotasyonlarıyla..

    ama kahroldum bu haberle resmen.
    bilmiyorum, bunu en iyi nasıl açıklayabilirim ama hizmet verirken öldürülen 30 yaşındaki genç bir insandan bahsediyoruz.
    yıllarca başarılı olmak adına okudu, tıp fakültesini kazandı. tıp fakültesinde, sabahlara kadar ders çalıştı. 6 sene boyunca, gittikçe azalan yaz tatilleriyle, okudu, okudu, okudu. mezun oldu. tus'u kazandı. ki bir tus için nasıl çalışılıyor biliyor musunuz? insanlar, hayatlarından [en iyi ihtimalle] 8-9 ayı alıp kenara koyarlar. yaşanmamış sayarlar çünkü işin ucunda uzmanlık kazanmak vardır. evden çıkmamacasına, 6 senelik eğitim bilgisini sindirip, öğrenirler. nöbetiydi, teziydi derken en az 5 sene süren uzmanlaşmadan sonra tayininiz nereye çıkarsa, 5 yıl içinde kurduğunuz düzeninizi yıkıp, oraya gidersiniz.

    sonra bir gün, ameliyatta kaybettiğiniz hastanızın [ki bahsi geçen hasta 80 yaşında. ameliyatı kaldıramaması kadar doğal bir şey yok] 17 yaşındaki salak ve cahil torunu tarafından "planlanan" bir saldırıya maruz kalırsınız. öldürülürsünüz.

    ya, daha sen kaç yaşındaydın ki ersin kardeşim? 30 yaşındasın. uzmanlığını yeni tamamlamışsın. yeni yeni para kazanıyorsun. daha gün görmemişsin yahu! eşin hamile, baba olacaksın. ama sen daha yaşamadın ki? ve yaşayamayacaksın da.. dangalak, beyinsiz, gerizekalı 17 yaşında bir çocuk tarafından öldürüldün çünkü. hikaye somut olarak böyle. ama sana o bıçağı saplayan, o cahil ve henüz büyümemiş "çocuk" değil ki sadece:
    suç, o çocuğun arkasındaki ondan da cahil ailesinde.. evde artık neler konuşulduysa, nasıl bir kin varsa içlerinde, 17 yaşındaki çocuğun aklına böyle bir intikam planı gelmiş.
    suç, her fırsatta "aman doktorun yanına bırakmayın, doktoru şikayet edin!" diye halkı galeyana getiren doktor düşmanı siyasetçilerde.
    suç, günden güne vicdansızlaşan şu türk halkının eline "hasta hakları" diye bir zımbırtının verilmesinde.
    suç, bu kadar halkın bu kadar körleşebilmesinde. (bkz: türk halkının doktorlardan nefret etmesi/@eloise vera)

    bu canım devlet, ayda 4-5 nöbet tutan doktoruna karşılık olarak toplam 260 lira falan veriyor. o parasına göz diktiğiniz doktorlar, aslında küçük bir hesap yapınca, acınası hale geliyorlar. zira siz evinize temizliğe gelen [lise mezunu bile olmayan] yardımcı kadınlara gündelik olarak 100 lira verirken; en iyi ihtimalle 11 yıllık üniversite-uzmanlık eğitimi almış, o günün 24 saatinde uykusundan feragat ederek, hastalara yetişmeye çalışarak, eşinin ve çocuklarının yanında olmadan, o hastaneye kapanarak hizmet veren doktora verilen nöbet parasının karşılaştırmasını yapmak kolay. zor olan, insanların emeklerini değerlendirirken, bunu vicdanınızı kullanmadan yapabilmek. [recepcim, zor mor sınır tanımıyorsun]

    geçenlerde adana'da gerçekleşen bir hekime yönelik şiddet olayının davası sonuçlandı. bilinen hikaye, işte hasta gidiyor bir kadın doktoru, yoğun bakımlık edene dek dövüyor. doktor, hastaya karşı dava açıyor. ama işin mühim kısmı, hakim neye karar veriyor biliyor musunuz? saldırganın, bir daha buna benzer bir eylemde bulunmayacağı intibasında bulunarak, saldırganı serbest bırakıyor.

    yoğun bakımlık edilene dek dövülen kişi bir doktor değil de o hakimin meslektaşı olsaydı, tavrı nasıl olurdu hakikaten merak ediyorum. hiçbir zaman doktorları anlayamamış, empati yoksunu, hayatı boyunca da hiçbir bok olamamış adamlar, siyaset meydanında at koşturursa, alınan hukuki kararlar da, doktor maaşları da, gün geçtikçe artan doktora şiddet haberleri de böyle kalır.

    senin aklın alabiliyor mu ama hakikaten? bir doktor, hastasına bilerek zarar vermek ister mi?
    sen, biliyor musun, tıp fakültesinde öğretilen ilk şeylerden birisi nedir?
    primum non nocere.
    yani, öncelikle zarar vermeyeceksin.
    fakülteye adımın atar atmaz öğrendiği ilk şey bu olan bir insana sen napıyorsun?
    öldürüyorsun be, öldürüyorsun! dövüyorsun, küfrediyorsun, saldırıyorsun. o sana ne yapıyor? hizmet etmeye, sağlığını kazanmana yardımcı oluyor.
    kendi zevklerini, seçimlerini, ailesini, sağlığını, bir kenara bırakıp, senin için çalışıyor.

    çocukken, ileride doktor olunca başıma gelmesinden en çok korktuğum şey, bir hastaya müdahele ederken, bulaşıcı hastalık kapmaktı.
    olmayan şeyler değil neticede. takılan eldivenin bile koruyamadığı, iğnenin bir anda batıp çıktığı durumlar oluyor.
    12 yaşındayken, işin bu tehlikesinin farkındaydım. ama bunu metanetle karşılıyordum. 12 yaşındaki bir çocuk değilmişçesine, inanılmaz bir idealizmle tıp fakültesini istiyordum.

    şimdi tıp fakültesindeyim.
    21 yaşındayım.
    doktor olunca başıma gelmesinden en çok korktuğum şey, ne yazık ki artık bulaşıcı hastalık kapmak değil.
    ben, olan biten tüm olayların, halkın ve devletin bu çirkin tavırlarının, beni etkilemesini, insanlara karşı inancımı kaybetmeyi istemiyorum.
    ben, verdiğim emeğe saygı duymayan, suratsız hastaların karşısında, mesleğinden nefret eden birisine dönüşmekten korkuyorum.
    ben, aldığım eğitimi seviyorum ve insanlara yardım etmek istiyorum.
    ben, yaşamak istiyorum.
  • veterinere gitmesi gerekenler doktora gittiğinde gerçekleşendir, teşebbüsü de, kendisi de.
  • halen, bu yüzyılda savunulan, üstelik "ama bazısıda hak ediyor be kardeşim" diye savunulan şiddettir.

    nasıl bu kafalara erişiyor insanoğlu bilemiyorum, işini iyi yapmayan, insana iyi davranmayan her kişiyi dövecek miyiz be kardeşim? "ukala bunlar, dövdükleri iyi olmuş, sen diye hitap ediyorlar zaten, temiz bir sopa iyi gelir bunlara..." hani bunlarda insanlar ciddi midir acaba? lan minibüs şöförü de "sen" diye hitap ediyor, geçireyim mi elime geçen şeyi kafasına? belediye otobüsü şöförü hayvan gibi kullanıyor, toplayıp sülalemi adamı komaya mı sokayım?

    sahi kuzum, insanımızın bu doktor-sağlıkçı düşmanlığı nerden geliyor, aklım almıyor, tüm doktorlar istifa etse de, alayınızı hasta olduğunuzda imamlar mı üflese, kapotacılar mı çekiçlese ne olsa?

    düzenleme: yazım hataları.
  • biz bunu tam bir yıl önce ailece yaşadık. eşime hastası kafa atıp yüzünde 3 kemiğin kırılmasına neden oldu, yüzü ile alnı arasındaki köprü kemiği çöktü. apar topar ameliyata alındı, yüzünün düzelip düzelmeyeceği 4 hafta sonra belli olacak dediler, sancılı bir bekleyiş dönemi geçirdik. çok şükür ki suratında iz kalmadı ama eşim korkusunu ve travmasını hala atlatamadı. 3 ay boyunca yüzünde maske ile dolaştı, akşamları uyurken bile maske takmak zorunda kaldı, o sırada 2 yaşında olan oğlumuz ters bir hareket yapmasın diye onu kucağına alamadı.

    çalıştığı kurum ne mi yaptı? rapor aldığı 4 hafta nedeniyle döner sermayesini kesti. o kadar. görev yerini değiştirme ricası dahi kabul olmadı, hocaları gayrı resmi olarak servisini değiştirebildi ancak aynı hasta ile yüzleşmek zorunda kalmasın diye.

    doktorlardan nefret etme sebeplerini listeleyenler için alın size bir sebep. hem suratlarında 3 kırık oluşması gibi hafif bir sebeple 4 hafta rapor alırlar hem de gelirlerinin kesilmemesini beklerler. hepsi paracı bu doktorların. hepsi beleşçi.
  • 2010 senesi, ekim ayı. şişli etfal hastanesi acilinde, kulak burun ve boğaz kliniği acil tetkik odasının kapısındaki kağıtta yazan yazı şu şekilde:
    "serviste hasta bakmaya çıktım. yarım saat içerisinde dönerim. 22:00"

    odanın kapısında 2 tanesi sedyede olmak üzere yaklaşık 6 tane hasta var. hasta yakınlarından birisi kapıdaki yazıyı sökerek, sinirle başka tarafa yöneliyor, birkaç dakika içerisinde geri dönüyor. aradan yaklaşık 5 dakika geçtikten sonra amilyathaneler tarafındaki kapıdan saat 22:15 sularında doktor görünüyor.
    odasının kapısını açmak üzere hastaların arasından sıyrılırken, hasta yakını bağırıp doktoru azarlamaya başlıyor. doktorun neden hazırda bulunmadığını, niye yerine bakacak bir kişi bırakmadığını, neden yukarı çıktığını, koskoca hastanede bir kişinin mi kulak burun boğaz aciline baktığını bağıra çağıra sorgularken, güvenlik personeli tarafından sessiz olması yönünde uyarılıyor.
    aradan yarım saat geçmeden mevzu bahis hasta ve yakını odaya giriyorlar. ancak diğer hastalarda kapıyı kapattıran doktor, bu hasta ve yakını odaya girince kapının açık kalmasını özellikle rica ediyor. kapının önünde 2 güvenlik personeli hazırda. çünkü kbb asistanı olan doktor, bir şiddet ve veya hakarete maruz kalmaktan korkuyor.
    sorunsuzca muayenesini tamamladıktan sonra hastayı gönderiyor.
    detaylardan uzak, doktorun zaman zaman mazlum, zaman zaman "evet beyefendi, maalesef tek bir doktor var burada" diyerek hırçınlaşmasını ekşi sözlük haber ajansı olarak aktarmadık. doktorun muayene esnasındaki sakinliğini, ve yaşanmış olan şiddet olayından etkilenmemeye çalışmasından bahsetmedik.
    aylar öncesinde yaşanan, intörn bir doktorun bıçaklanmasını da aktarmadık. belki bir ay içerisinde kaç tane hekimin hastalar ve veya yakınları tarafından hakarete, suçlamaya, darpa ve benzeri diğer şiddet olaylarına maruz kaldığını da bu başlık altında incelemedik. hekimin bir bayan olması başlığımızı ve konumuzu belki temelli değiştirmedi, ancak yaşadığı şiddeti belki artırdı, belki de azalttı. aynı hekim bir hafta öncesinde başka bir hasta yakınında ağır bir küfür de duydu belki. belki mevzuyu diş hekimleri de yaşıyor, ancak sayıca az olmalarından ötürü ajanslara yeteri kadar seslerini duyuramıyorlar.
    olayın ajans esenliğinde aktarılmasından daha ziyade, tartışılması gereken konu, mevzunun kapsamı, nedeni ve etkisidir.
    ülkemizde hekimlere yönelik şiddet, sosyal dengesizliğe, sınıflara ve benzeri diğer sosyolojik gözlemlere dayandırılabilir. ancak hekimlerin belki de asıl şiddete maruz kaldıkları husus, eldeki yetersiz imkanlardan ötürü suçlanıyor olmalarıdır. örneğimizden devam edersek, acil serviste herhangi bir branşa ait kliniğin veya gözlem odasının boş olmaması gerektiğini bilen hekim, aynı zamanda o an orada yeterli gözlem ve tedavi imkanları bulunmadığı için, orayı boş bırakmak zorunda kalabilmekte. ve bu durumdan ötürü birincil olarak kendisi suçlanabilmektedir. kimse, hiç kimseyi maaş bordrosuyla veya aldığı eğitimdir, bulunduğu kültürdür, bunlarla suçlamıyorken bile, imkansızlıkları zorlayan hekimler ve hasta yakınları yer yer karşı karşıya bırakılmaktadır. burada sorumluluğu alabilecek kişiler ise sadece paçalarını çoraplarına tıkıştırmakla (bakanlık), veya tıp ve hekimlerle tamamen alakasız konularda ahkamlar kesmekle (tabipler birliği) yetinmekteler.
    şiddetin daha ileri boyutlarında ise durum cehalete, oradan da cahil cesaretine uzanmakta. hekimin durum ve konum itibariyle koruması gereken olguları yer yer zedelenmekte, buna karşı çıkan hastalar ve yakınları ise cahil cesaretleriyle hekimleri darp edebilmeyi ve hatta bıçaklayabilmeyi "o an" için de olsa kendilerine hak görebilmekteler.
    mağdur durumda bulunulan birçok konumda şiddet uygulanmazken, hekimlerin bahsi geçen şiddete sıkça maruz kalmaları ise apayrı bir inceleme ve tespit konusu. her meslek grubu benzer şiddete maruz kalabilirken, özellikle hekimlerde bunun ön plana çıkması ve kamuoyunca biliniyor olması sayıdan, çıkan gürültüden ve benzeri şeylerden ötürü değil, olayların sıklığından ötürüdür.
    "hırsızın hiç mi suçu yok" benzeri saçma ve yanlış genellemelerden doğmuş bir tespite girecek değilim. hekimin uyguladığı şiddet ayrı bir tartışma konusudur. ayrıca hekime yönelik şiddette çoğunlukla bu seçenek bir neden olarak gözlemlenmemektedir. hasta veya yakını kendisine şiddet uygulayan hekime şiddetle cevap vermemektedir, çoğunlukla.
    her meslek grubunun olduğu gibi hekimliğin de etik kuralları ve meslek hudutları bulunmaktadır. bunlarla yaşamak durumunda olan (bu yazıda tıp etiğini sorguluyor ve eleştiriyor değilim) hekimler, insani etiklerle karşılaşmayı, ve daha detaya inersek, hasta ve yakınlarının da belli etik ve ahlaki kurallara uymalarını beklemektedirler. buna kısaca anlayış da diyebiliriz. ancak bunun noksanlığı hastalara ve yakınlarına çoğunlukla bir yaptırım veya ceza olarak dönmemekteyken, hekimler yine bu tip durumlardan ötürü kağıt üzerinde olmasa da cezalandırılmaktadırlar. bir darp durumu olmadıkça sözlü şiddete maruz kalan hekimlerin, hiçbirşey olmamış gibi işlerine devam etmelerinin, kendilerine şiddet uygulayan hastalara da etik ve ahlaki kurallar çerçevesinde yaklaşmaları gerektiğinin bilincinde olmalıdırlar. mevzu, kolun kırılıp da, yenin içinde kalması olarak görülmemeli, mevzu kabul etmek gerekirse üstün bir vasıf olarak değerlendirilmelidir (verdiğim örnekteki asistan doktoru takdir etmedim değil).
    sorunun çözümü standartların yükseltilmesidir. kastedilen çözüm, sadece hekimlerin değil, aynı zamanda hastaların da standartlarının yükseltilmesidir. bir insanın vahşi bir hayvan benzeri bir yapıya kavuşuyor olması sadece o insanın suçu olamaz. bu aynı zamanda, kişinin içerisine sürüklendiği koşulların da suçudur. kaderden öte, karşılaşılan durumların niteliksizliği ve vasıfsızlığı, hasta ve yakınlarını şiddete yöneltebilmektedir.
    benzer bir şekilde, hekimlerin düşük standartlarda çalışıyor olmaları, kendilerine uygulanan şiddete boyunlarını eğiyor olmaları standartların yükseltilmesiyle çözümlenebilir. aynı zamanda hekimlerin idarecileri tarafından korunmaları, bakanlığın, tabip odaları ve sendikalarının, hekimlere yönelik şiddet konusunda artık bilinçli davranmaları gerekmektedir. hiçbir kurum, kendi çalışanını bu kadar yalnız bırakmamalı; görevi hekimlerin sorunlarına ve kaygılarına çözüm getirmek olan sendikalar, odalar ve birlikler bu konuya artık duyarlı yaklaşmalıdır. yani, yükselmesi gereken standart, hastane imkan ve koşullarından başlayarak; hasta, hasta yakını, hekim, bakanlık, sendika oda ve birliklerin bilincine kadar uzanmalıdır.
  • hiçbir canlıya hiçbir durumda şiddet uygulanmasını haklı bulmayan medeni sözlük yazarları nasıl olur da doktora şiddet konusunda yerine göre doğrudur diye düşünebilir diye beni şaşırtan olgudur.
  • 'yerine göre haklı bulduğum şiddet' yorumunu yapacak kadar aşağılık insanların da aynı havayı soluduğunu öğrenmeme neden olan olay.

    motorsiklet kazası geçirip olay yerinde kalbi duran, ambulansta iki kere geri döndürülen ancak 3. kez durduğunda tüm uğraşlara rağmen kalbi çalıştırılamayan hasta acile ölü olarak girmişti. o sırada yakınları gelip, öldüğünü öğrenir öğrenmez görevli acil doktoruna saldırdılar. bütün cam çerçeve indi acilde. ciğerleri yanıyordu evet ama suçlu doktor değildi, kimdi peki?

    az önce bahsettiğim yorumları yapan, insan demeye dilim varmayan 'ara yaşam formları'. doktorla ya da hayatınızın başka bir alanında bir görevliyle olan probleminizde bir zahmet şikayet mercilerini kullanın, tabii zeka puanınız buna yetiyorsa.

    yetmiyorsa da mazallah iri kıyım birine denk gelirsiniz, ertesi gün kahvede arkadaşlarınıza ' dün üzerinize afiyet bir dayak yemişim' ile başlayan bir hikaye anlatmak zorunda kalırsınız.
  • biber spreyini işyerine taşımak gerektiğinin bir göstergesidir. hasta masta demem saldırana sıkarım vallahi, hastaysan hastalığını bil, bilmiyorsan ben de doktorluğumu bilmem veririm spreyi gözüne. kendi hasta grubumdan olan psikotik ve manik hastaları dışında tutarım, onlar hastalıkları gereği saldırganlaşabilir, edepsizliklerinden yapmazlar bunu. hatta 2 hafta önce ilaçlarını bırakmış olan bir manik hastam ataktayken gelip kulağına gelen sesler yüzünden beni kesmeye karar verdiğini söyleyip kocaman bir rambo bıçağı çıkardı ve yüzüme yüzüme sallamaya başladı, çeşitli manipülasyonlarla güvenliği çağırdım, 4 kişi zor zaptetti hastamı, hatta bir güvenliğin yüzünde bir kesik var şu anda. korktum korkmasına ama hiç kızmadım hastama, çünkü hastalığının bir belirtisi bu davranış. ama acil servise gelen 1000 hastadan biri bekletiliyor ya da doktor laf anlatmaya çalıştığı halde anlatamıyor olduğu için orada hastaya hizmet vermeye çalışan doktora saldırırsan spreyi hak edersin. ha şunu belirtmeden geçemeyeceğim, acile gelen gerçek acil hastalar gözden kaçıyorsa bunun sorumlusu burnu aktığı, ayağı kaşındığı için acile gelen ve acil olmayan şuursuz hasta grubudur. tus sırasında pratisyenler ankara'ya gittiği için acil nöbeti tuttuğum bir gün acile gelen bir kadın ayağının altının çok kaşındığı için gelmişti, bu sırada ölümlü 2 trafik kazası ve üzerine tiner dökülerek yakılmış bir gençle ilgileniyorduk, kadın ısrarla ama benimle ilgilenmiyorsun diyecek kadar cüretkardı üstelik, insan diğer hastalardan utanır böyle bir şeyi söylerken, ertesi gün dermatolojide yarım saat sıra beklememek için doktoru da acili de meşgul etmeyi hakkı olarak görüyordu. o yüzden doktor şöyle, hak ediyorlar falan demeden önce insanlar önce dönüp bir kendilerine bakacak, sonra konuşacaklar. hasta olmak demek acil hasta olmak demek değil, hasta olmak edepsizlik hakkını insana veren bir şey değil, hasta olmak başka bir insana saldırıp bunun yanına kar kalması demek değil. doktor olduysak hasta da olduk, ne kimseye saldırdık ne yaraladık, herşeyin bir adabı var..
  • sorsanız "aile kutsaldır", sorsanız "cennet anaların ayakları altında".

    alın işte, herifin teki, 7 aylık hamile haliyle saat 15 :15 itibariyle 105. hastasına bakmakta olan (kaç dakkada bir hasta bakmak zorunda kalmış, ne ara yemek yemiş/tuvalete gidebilmiş, hasta da kaç dakika ilgilenilme şansı bulabilmiş siz hesaplayın) bir doktora tekme tokat girişebiliyor, kadını erken doğum riskiyle, daha da fenası, o aşağılanmışlık hissiyle bırakabiliyor.

    kendi anası, kendi eşi, kendi çocuğu çok önemli, ama onun o "önemli hasta"sını -hem de daha hızlı sonuç alabilmesi için- acile yönlendiren doktorun kendi canı ve bebeğinin canının hiçbir önemi yok. hani hayvanları insanlardan aşağı görürsünüz ya, yok işte hiçbir farkımız, tıpkı bir hayvan gibi, rakibinin zayıf yerine, bebek taşıyan karnına yöneliyor. biliyor çünkü, o anda en iyi hedef orası...

    ben zaten damar kelimesini söylerken bile içi çekilen biri olarak doktor filan olamazdım ya, olsam bile uzun süre devam edemezdim, böylesine hissiyattan uzak bir mahlukatı tedavi etmeyi reddediyorum. hastasını oraya bıraksın, kendisi de nereye istiyorsa defolsun gitsin. bunun "hasta yakını psikolojisi" ile açıklanabilir bir yanı yok artık!

    sonra hukukun caydırıcılığından dem vurduğumuzda "ama zihniyet çok önemli", evet önemli canım kardeşim de, n'apalım, zihniyet gelişene dek zarar görecek olan doktorlara ve anne karnındaki bebeklere "eğitim zaiyatı" gözüyle mi bakalım? belli bir yaşa gelmiş insana yontmak mümkün değildir, ama kallavisinden cezalarla caydırabilmek mümkündür. o esnada kimse size yeni nesilleri düzgün yetiştirmeyin demiyor...
  • yok ya kime ne anlatılıyor ki. insana bir şey antalmak ve anlamasını beklemek için önce azıcık da olsa sebep, sonuç, mantık ilişkisi kurması beklenir.

    "baskasinin hayatina kasdedenlerin hayatina kasdedilmesi normaldir. sahsi görüsümce, hekimlerin cogu dayagi hak etmektedirler."

    bu, ancak paranoid şizofren hezeyanları olan bir insanın ağzından çıkabilir. bu hezeyanlara sahip olan biri bir cinayet işledikten sonra "zevk alıyorum, arada sırada yaparım." diyebilir. örnek: dr. kamil furtun'un katili.

    tanrı böyle ruh hastalarından kadını, erkeği, çoluğu, çocuğu, herkesi korusun.

    not: bu şiddetin ucu hastaneye yolu düşen herkese dokunacak.
hesabın var mı? giriş yap