• basit bi savunma mekanizması parçası. iltihaplı yaralara, mikrop bulaşma ihtimali yüksek ter kokulu kalabalık ortamlara, içinden saç maç çıkan pis yemeklere, zararlı böceklere karşı falan. doğurgan oldukları için genlerini ve yavrularını daha bi korumaları gerektiğinden kadınlarda daha gelişmiş olan bi içgüdümsü ayrıca. araştırmalar böyle diyor. çok mantıklı.
  • bir şeyden bi kere iğrenirse kişi, onu her gördüğünde, hatta düşündüğünde bile midesi kalkar, kusucak gibi olur. (bkz: cornflakes)
  • ilginç bir şey. adeta kafamda bir çok soru işareti var.

    sevgili kedim, yakalayıp öldürdüğü bir fareyi terasın bir köşesine bırakmış (kendisinin kuş ve kertenkele avlayıp getirip ayağımın dibine bırakmak gibi bir huyu var, neyse ki bunu terasa bırakmış) ve ben de bir süre eve, daha sonra da bir süre terasa uğramamıştım. bu akşam şuraları bir temizliyim diyerek terasa çıktığımda önce fareyi sonra onla bütünleşmiş iki parmak kalınlığındaki kurtları farkettim. farkeder farketmez de midem bulandı, terastan kaçıp kapıyı kapadım. terasa çıkmayı bile midem kaldırmadığı için fareden ve kurtlardan nasıl kurtulacağımı kara kara düşünürken olayın kedimin hiç umrunda olmadığını farkettim. hatta bırak temizlemeyi, odamda otururken bile dışarda terasta bu tip bir şeyler olması benim tansiyonumun düşmesine yeterken, kedim cam kenarına tünemiş yalanmakla meşguldü.

    kedilerin farelerden iğrenmediği çok açık heralde. ayrıca kurtlardan da iğrenmiyorlar. hatta kedilerin iğrendiği bir şey var mı onu da bilmiyorum. peki ben niye iğreniyorum? veya pek çok insan niye iğreniyor?

    bu arada 'terasımdaki fare ölüsünü temizlersen sana yemek yaparım' gibi vaatlerle kandırmaya çalıştığım
    insanlardan gelen tepkiler de çok değişik oldu. kadınlardan genelde 'az sonra kusacağım' gibi tepkiler gelirken, erkeklerden 'ne var ya atarız, ne yemek yapacaksın?' gibi tepkiler geldi. bu da başka bir soru getirdi aklıma: kadınlar neden pek çok şeyden erkeklere göre daha çok iğreniyorlar?

    başka bir soru da benim aslında fareden değil, kurtlardan iğrendiğimi farketmemle ortaya çıktı: bir şeyden iğrenip diğerinden iğrenmememiz neye göre oluyor? ya da niye herkes aynı şeylerden iğrenmiyor?
    (ben hamsterlara bayılıp mıncıklarken anneannem kalp krizi geçirecek gibi olurdu mesela)

    bunun üzerine fareyi terasta çürümeye bırakıp biraz internette bakındım. iğrenmenin içgüdüsel bir şey olduğu ve besin zehirlenmesi veya enfeksiyon kapmak tipi şeylerden bizi koruduğu ve doğal seçilim de sağ olsun, böyle evrildiğimiz söylenmiş.

    bu neden bazı şeylerden iğreniyoruz da diğerlerinden iğrenmiyoruz sorusuna yanıt olabilir. bir fare ölüsünden çeşit çeşit bakteri kapma riskim olduğu için, iğreniyorum. iyi de kedim niye iğrenmiyor? aynı şey onun için de geçerli? (bunun cevabı, kedimin iğrenmediği ama onu bu tip şeylerden uzak tutacak başka bir özelliğe sahip olduğu olabilir. mesela kediler, yüzlerini buruşturup kusmaya gitmiyorlar ama gene de bozulmuş yemekleri yemiyorlar. fakat kedim, kapısını kapamasaydım terasta ve farenin etrafında takılmaya devam edecekti ki kendisi için pek sağlıklı bir durum olmasa gerek. ayrıca kedimin üzerine sümkürsem pek umrunda olacağını sanmıyorum. biz bundan iğrenirken, kedi kardeşimizin oldukça tepkisiz kalmasının sebebini anlamış değilim. bir de tabi iğrenmek bir yana söz konusu kurtları yiyen kuşlar var. demek ki kurtlarla temas etmek her bünyede aynı sorunlara yol açmıyor, kedimin umursamazlığı da burdan kaynaklanıyor olabilir.)

    aynı şekilde neden insanların farklı şeylerden iğrendikleri sorusu da yanıtsız kalıyor. hatta hayatta kalmamıza yarayan diğer bir faydalı şey olan korku için de geçerli bu soruların bir kısmı: neden aynı şeylerden korkmuyoruz?

    en önemli soruysa şu: ben bu fare ölüsünü nasıl temizleyeceğim?
  • insanların yaptıkları pek çok şeye dair hissettiğimdir.
    haber kaynaklarının ve kaynaklara gelen kan akışının teknolojik gelişmelere bağlı olarak artmasıyla insan denen yaratığın iğrenç yönleriyle daha fazla karşılaşır olduk.

    (bkz: münzevi hayatı)
  • aşırı temizliğe karşı hissettiğim his.
  • (bkz: zeytin cekirdegi) hayatta en igrendigim seylerden biridir. kahvaltiya misafir gelse hayatta zeytin koymam sofraya.
  • (bkz: insanları tanıdıkça) oluyor bu durum bende.
  • bu aslında doğal bi savunma mekanizması, hayatta kalabilme yeteneğiyle ilgili. ama ben yemek yerken ameliyat videoları izleyip üstüne yorum yaptığım için yakın bi zamanda zehirlenip vefat etmeyi düşünüyorum. hayatta kalmaya ikna edebilecek prezantabl doktorlar eqlesin.
  • "yiyecekten, kirden, atıktan, pislikten tiksinme. beni koruyan spazmlar ve kusmalar. beni kirden, dışkıdan, pislikten ayıran ve uzaklaştıran iğrenme ve mide bulantısı. gizli anlaşmanın, aynı anda iki yanda birden olmanın, ihanetin alçaklığı. beni bu alçaklığa yönelten ve bundan uzaklaştıran büyüleyici irkilme. iğrenmenin en temel ve en arkaik biçimini belki de yiyecekten tiksinme oluşturur. sütün yüzeyindeki, o savunmasız, bir sigara kağıdı gibi ince, tırnak kırpıntısı gibi önemsiz tabaka göze çarptığında, "dudaklarla temas ettiğinde, gırtlakta, daha aşağıda midede, karında, tüm iç organlarda ortaya çıkan bir spazm bedeni kasar, gözyaşlarını ve safrayı harekete geçirir, kalpte çarpıntıya yol açar, alnı ve elleri sicim sicim terletir. bulantı, gözleri karartan baş dönmesiyle beni sütün kaymağı karşısında iki büklüm geriye iter ve onu bana sunan anneden ve babadan beni ayırır. "ben" onların arzusunun göstergesi olan bu öğeyi istemem, "ben" onun hakkında bir şey bilmeyi reddederim, "ben" onu özümsemem, "ben" onu dışarı atarım. ama, bu besin, anne ve babanın arzusundan başka bir yerde var olamayan "ben"im [le moi] için bir "öteki" de olmadığından, kendimi oluşturmaya çalıştığım aynı edimle aslında kendimi dışarı atarım, kendimi tükürürüm, kendimden tiksinirim.

    bu önemsiz detay, ama anne babamın amaçladığı, üstlendiği, takdir ettiği, bana dayattığı detay, bu hiç, beni sanki bir eldiven gibi, bağırsaklarım ağzıma gelmiş bir şekilde tersime çevirir: böylelikle onlar, anne ve babam, benim ölümüm pahasına bir ötekine dönüşmekte olduğumu görürler. bu dönüşüm yolculuğunda, hıçkırığın ve kusmuğun yarattığı kasılmadan kendimi doğururum. semptomun dilsiz ortaya çıkışı, bir çırpınmanın yankı uyandıran, kuşkusuz simgesel bir sistemde kayıtlı, ama semptoma yanıt vermek için bu sistemle ne bütünleşmeyi isteyen ne de bütünleşebilen şiddeti, orada tepki verir, boşalır. tiksindirir.

    engellenemeyen çürüme, iğrenç ve ölü şey olarak ceset (cadere [lat. ölü beden], ölmek, düşmek), onunla kırılgan ve yanıltıcı bir rastlantıyla karşı karşıyaymışçasına yüz yüze gelen kişinin kimliğini daha şiddetli bir şekilde altüst eder. kanlı ve irinli bir yaranın, terin veya çürümenin yavan ve keskin kokusu, ölüm anlamına gelmez. anlamlandırılmış ölümü -örneğin düz bir ansefalografi- anlayabilir, ona tepki verebilir veya kabul edebilirim. ama makyajsız ve maskesiz bir gerçek tiyatro misali atık ve ceset, bana yaşayabilmem için durmaksızın uzaklaştığım şeyi gösterir. bu sıvılar, bu kir, bu dışkı, yaşamın zor katlandığı, ölüm sıkıntısıyla katlandığı şeylerdir. ölümle karşı karşıya kaldığımda, yaşayan varlık olma halimin sınırlarında yer alırım. bedenim canlılığını bu sınırlardan alır. bu atıklar yaşayabilmem için atılır, bu atılma atıla atıla bana geriye hiçbir şeyin kalmadığı ve bedenimin tamamen sınır ötesine geçtiği, ölüye, cesede dönüştüğü ana kadar devam eder. eğer pislik, olmadığım sınırın öte yanı anlamına geliyorsa ve bana var olma imkanı tanıyorsa, atıkların en tiksindiricisi olan ceset, her şeyi kuşatan bir sınırdır. dışarıya atan artık ben değilim, "ben" dışarıya atılanım. sınır, bir nesneye dönüşmüştür. nasıl olur da sınırsız olabilirim? şu anın ötesinde varolduğunu tahayyül ettiğim veya size seslenebilmek, sizi düşünebilmek için halüsinasyonunu kurduğum bu başka yer, defedilmiş ve iğrençleştirilmiş haliyle şimdi burada, "benim" dünyamdadır. bu durumda dünyadan yoksun kaldığımdan bayılırım. amaçsız gençlerle tıka basa dolu morgun ışıkları altında yatan bu ısrarcı, bu çiğ, bu küstah şeyde, artık ayırt edilemeyen ve bu yüzden artık hiçbir anlama gelmeyen bu şeyde, sınırları silinen bir dünyanın yokoluşunu seyrederim: bayılma.

    ceset -tanrıyı hesaba katmadan ve bilimin dışında düşünüldüğünde-iğrençliğin zirvesidir. ceset, yaşamı yağmalayan ölümdür. iğrenç. tıpkı ayrılamadığımız, kendimizi koruyamadığımız bir nesne gibi dışarı atılandır. hayali tuhaflık ile gerçek tehlike bizi çağırır ve eninde sonunda bizi yutmayı başarır. demek ki iğrenç kılan, kirlilik ya da hastalık değil, bir kimliği, bir sistemi, bir düzeni rahatsız edendir. iğrenç, sınırlara, konumlara ve kurallara saygı göstermeyen bir şeydir. arada, muğlak ve karışmış olandır. hain, yalancı, vicdan azabı duymayan suçlu, utanma duygusu olmayan tecavüzcü ve kurtardığını iddia eden katildir ... her suç, yasanın dayanıksızlığına işaret ettiğinden iğrençtir; ama önceden tasarlanan suç, sinsi cinayet, ikiyüzlü intikam, yasanın dayanıksızlığını çok daha iyi teşhir ettiklerinden daha da iğrençtirler. ahlakı reddeden kişi iğrenç değildir; ahlaksızlıkta, hatta yasaya saygı duymamanın açıkça ifadesi olan suçta, isyankar, özgürleştirici ve intihara yönelik bir suçta bile saygıdeğer bir şey olabilir. iğrenç olan ise ahlakdışı, anlaşılmaz, tereddütlü ve şüphelidir: gizli bir terör, yüze gülen bir kindir, bir bedene duyulan ama onu yanıp tutuşturmak yerine takas eden tutku, bizi satan bir borçlu, arkadan bıçaklayan bir dosttur ... auschwitz'den bugün geriye kalanların sergilendiği bir müzenin karanlık salonlarında bir yığın çocuk ayakkabısı görüyorum ya da başka bir yerde daha önce görmüş olduğum, mesela bir noel ağacının altında gördüğüm bir şeyler, sanırım oyuncak bebekler var. beni kaçınılmaz bir şekilde zaten ele geçirecek ölüm, yaşadığım evrende beni ondan kurtarması gereken şeye, örneğin çocukluğa, bilime ve benzeri şeylere karıştığında, nazi iğrençliği zirvesine ulaşır. (`julia
    kristeva`-korkunun güçleri; iğrençlik üzerine deneme. çev. nilgün tutal. istanbul:
    ayrıntı yayınları, 2004. ss. 15-17)
  • iğrenme, belirli koşullar altında olumlu bir estetik unsur olabilir. doğru karışım veya kompozisyonda belirli bir fikri vurgular, duyguyu biraz farklı bir nüansla boyar ve bize çekici ve güzel kavramlarının mutlakla örtüşen kavramlar olmadığını gösterir.

    örneğin francisco jose de goya y lucientes'in eserlerinde seyircide, tiksinme duygusunu uyandırma arzusu ana temadır. çok güçlü bir baharatın yemek pişirmede diğer tatları vurgulayabilmesi için goya da, tablolarında iğrenmenin estetik kullanımını gerçekleştirir. bir diğer örnek, orgazmın seksle bağlantısı ile cinayetin aşkla bağlantısı gibi ihlalkâr bir erotizm denklemi kuran marquis de sade'dır. özellikle 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın son çeyreğinde tiksinme duygusu birçok sanat dalında işlenmiş ve iğrenmenin belirli koşullar altında olumlu bir estetik bileşen olabileceğini vurgulanmıştır (bkz: tiksinmeden doğan arzu).

    aslında, resimde, sekste, hatta yemekte veya başka herhangi bir deneyimde iğrenme ile diğer unsurlar arasındaki ilişki şu paradoksta anlamlıdır: bir nesne bir yönden itici olabilir ve başka bir yönden çekici olabilir; bir kişi belirli bir deneyime dayanılmaz bir anlam atfedebilir ve bir başka kişinin kişisel tarihi nedeniyle itici unsur, ruhunun damarlarındaki bilinmeyen bir maddeyi detaylandırmak için tam olarak gereken şeydir. yani fark, kişilerin o nesne de bulduğu tattadır ve buna ek olarak tat kazanılmış bir konudur. ya da tam tersi bir denklem kurduğumuzda, tiksinti, tutkular uzak bir hedefe ya da vizyona yönlendiğinde, evrensel anlamda etten kandan bir arzuyu değil, yön değiştirmiş hafifletilmiş bir tutkuyu doğuracağı için tiksinti erotizmden temizlenip arınır.

    bazı insanlar vahşi yaşam belgesellerini izlerken müthiş bir haz duyar. mesela, bir aslanın avını parçalama anı, kimileri için iğrençlik, mide kaldırılmayacak görüntüler ve acımasızlık olarak görülse de onlar için, gerçekliğin estetik temsili olabilir. freudcu bir psikanalist olan sandor ferenczi'ye bakacak olursak iğrenmek, cinsel isteği harekete geçirici etkendir. hani şu sartre'ın sürekli korktuğu ve sözünü etmekten imtina ettiği döl yatağı itkisi ile ilişkilidir. sandor'a göre iğrenmek, yaradılış kültüne dek geriye gider. iğrenmek politik bir uyanış yaşattığı için yanan bir öfkeyle doludur ve her an mide bulandırıcı bir manzara yaratabilecek güzel bir yaratıktır. belki de iğrenmenin gücü tam da budur, bize gerçek doğamızı hatırlatmasıdır.
hesabın var mı? giriş yap