• dışarıdan bakınca son derece anlaşılmaz olan bu davanın, içerden bakınca bizlere (konuyla alakası olamayacak şehirli, eğitimli, modern insana) -de- anlaşılır gelmeyeceği kesin midir?

    seneler geçti üzerinden... geçici süre oturmak zorunda olduğumuz berbat ama merkezi muhitten taşınıyoruz... son bir poşet kaldı çöpe atılacak, sonra da bir daha adım atmamak üzere ayrılıyoruz oradan. arkamızda ne bir komşu ne bir anı ne de hatırlamak isteyeceğimiz herhangi bir şey bırakıyoruz. öyle ki kişisel hafızalarımızdan bile sileceğiz orayı, öyle unutmak istiyoruz. (bugün evin adresi dahi silinmiş aklımdan, ondan üç önceki evinkini tastamam hatırlarken..)

    son çöp poşeti atılmaya gidiyor, ben sabırsız, arabanın burnunu sokağın çıkışına çevirmiş, köşede bekliyorum, araba çalışır vaziyette. ama giden gelmiyor. bir 5 dakika daha bekliyorum, gene yok. inip etrafıma bakınırken çocuğun biri koşuyor, kardeşimin yüzünün kanadığını, apartmana geri girdiğini söylüyor. koşup yan komşunun banyosunda buluyorum onu. gözünü tutuyor, korkmuş, beti benzi atmış. elin ayağın boşalsa da orada dikilip tir tir titreme lüksün yok. baştan başa açılmış kaşını uygun şekilde tutmasını sağlayıp arabaya götürüyorum. sanki o arada bi gidip, o çöpün oraları bir dolaşıyorum ama çok emin de değilim bugün. "kaçtı" diyor etraftakiler sanki.

    en yakın hastaneye gidip diktiriyoruz kaşı. son derece ihtimamlı çalışıyor, 5 dikiş atılacak yere 15 dikiş atıp uzun uzun dikiyor cerrah, ben kardeşimin yanında bile duramıyorum, beni kan tutuyor.

    gittiğimiz karakol arabulucu hizmetini layıkıyla yerine getiriyor; hakkınız, tabii ki şikayetçi olabilirsiniz, ama bundan bi şey çıkmaz, mahkemelerde uğraştığınızla kalırsınız vs ile iknaya çalışıyor, olmuyorum. en son uzaklardan baba "boş verin" diyor, bırakıp çıkıyoruz.

    hukuktan faydalanmadık, o "buraya çöp atma" diyen, karşılık olarak kendisine tek laf edilmeyen, küfür edilmeyen, el kaldırılmayan ve ya kafa atılmayan herifi yolladık evine. peki şimdi ne olacak? biz nasıl alacağız hırsımızı? biz nereden çıkaracağız bu öfkemizi? hiç! biz de yollanıyoruz evimize.

    günler geçiyor ama sinir geçmiyor. kendimi gece yatağımda intikam planları kurgularken buluyorum. aklımdan geçen, beni bile korkutan, tek bir düşünce var: benim kardeşimin kanı aktı, onun kanı da akacak! ben ki karıncayı bile incitmeyen modelden, 5 sene pozitif bilim okumuş, sakin yaradılışlı, öfkesini kontrol edebilen, kolay kolay sinirlenmeyen, anlık öfke nedir bilmeyen biriyim, mevzunun üzerinde 3 sene geçmiş, 5 sene geçmiş farketmiyor, aynı hırsla titreye titreye aynı kan akıtma planını yapabiliyorum.

    geceler boyu kurulan planlar zamanla unutuluyor. ama bir gün bir yerden akla gelince (gözün dikiş izine takılınca falan) o hırsı aynı yerde aynı şiddetiyle alev alev bulmak, o hırsın sahibi ben iken beni bile şaşırtıyor. onu da kanı akmalıydı, akmadı. o cezasını bulmadı.

    ve bu durumda akla şu soru düşüyor; ya bu sadece açılan bir kaşla sınırlı kalmasaydı? ya biri benim kardeşin canına kastetseydi? ben de onun canını mı almak isteyecektim?

    utanmadan, alenen itiraf ediyorum ki evet. çağdaş insan olmak da buraya kadar demek ki benim için.

    ama memleketimin bu bitmek bilmeyen kan davalarına da sonuna kadar karşı mıyım? evet.
    bu bir çelişki midir? evet.
  • reşat nuri güntekin'in en güzel kitaplarından birisidir. yazarımız uzun seneler süren milli eğitim müfettişliği görevinde karşılaştığı olayların bir kısmını sanki bu kitaba süzmüştür. kitapta kahramanımız ömer, savaş bitince askerden yeni dönmüş ve bir uzak ilçeye bağlı dağ köyünde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. ve olaylar gelişir.

    kitabı okumaya başladıktan sonra elinizden bırakmanız ve anlatımın gücünden, doğa tasvilerinin etkisinden kurtulmanız çok zor. kitapta bir taraftan kahramanımızın yaşadığı zorlukları, tüm olanaksızlıklara rağmen başarılarını okurken bir yandan da türk köylüsünün gerçek yüzünü görürsünüz.

    kanımca en iyi on türk romanından bir tanesidir.
  • geçmişte, aralarında cinayetten, kan akmış olmaktan veya başka bir sebepten kökleşmiş bir düşmanlık bulunan iki ailenin karşılıklı kan gütmesi. gelişmemiş toplumlarda görülür, nedense türkiye'de hiçbir türkün yapmadığı halde türklere mal edilir.
  • toplumun cehaleti ya da geri kalmışlığıyla alakası yoktur. kan davasının sebebi hukuksaldır. devlet toplum vicdanını tatmin edecek cezaları uygulamazsa toplum ister istemez adaleti sağlamak zorunda kalır. yarın ingiltere'de devlet toplumda kan davası türetmek isterse bunu rahatlıkla başarabilir.

    eğer bir tartışmayı körüklemek istiyorsanız ayırıyormuş gibi yapın yeter. yıllarca kan davasının cehalet kaynaklı olduğunu kafamıza kazımak için her şeyi yaptılar. oysa toprağı işgal eden birine ceza vermezsen, tecavüzcüyü ya da katili saçma sapan cezalarla uğurlarsan ne yazık ki "sebebi bilinmeyen kan davalarına" kapıyı açarsın. çünkü kan bir kere yere damlamaya görsün, bozuk musluk gibi istediğin kadar sık akmasa da damlamaya devam eder.
  • "üzerimdeki toprak kuruyacak,
    o zaman sen bile beni unutacaksın, öz anam.
    mezarımı otlar kaplayacak,
    o zaman senin de kederin onların arasında gömülecek, ihtiyar babam.
    bacımın gözlerindeki yaşlar kuruyacak,
    yüreğindeki acılar uçup gidecek.
    ama, sen ey ağam...
    beni unutamayacaksın!
    ölümümün öcünü almadıkça gönlün rahat etmeyecek.
    sen de ikinci kardeşim,
    şu mezarda yanıma uzanıncaya kadar, beni aklından silemezsin!
    ne sıcaksın, ey kurşun!
    şimdi ölüm saçıyorsun,
    oysa daha dün benim kölem değil miydin?
    ey kara toprak,şimdi üstümü örtüyorsun...
    oysa senin otlarını ayaklarımla daha dün çiğnemedim mi?
    ne kadar soğuksun, ey ölüm!
    oysa daha dün efendin ben değil miydim?
    vücudumu toprak alsa da,
    ruhumu ancak gökler alacaktır."
    bir çeçen halk türküsü- hacı murat'tan
  • hz muhammed'in "hiç bir caninin işlediği suçun cezasını evladı çekemez. hiç bir evladın suçundan da babası mesuledilmez" diyerek veda hutbesinde üzerine egildiği olay
  • nur icinde yatsin
    -bu cani sana ben mi verdim ki, ben alam.
    (bkz: davaro)
  • topluma asosyal ve paranoyak bireyler katan çirkin kısır döngü.
  • “iki kardeş ve şükran güngör 1968'de harbiye'deki "kenter tiyatrosu" binasının inşaatını bitiriyorlar bu binanın masrafları için uzunca bir süre anadolu turneleri yapmaları da gerekiyor ...

    yeni binalarına geçiyorlar, ama hangi oyunla başlayacaklarına bir türlü karar veremiyorlar. müşfik kenter sürekli okulda klasik oyun çalışmaktan daralmış, istiyor ki çağdaş bir ingiliz ya da amerikan oyunu olsun.

    uzun araştırmalardan sonra "hamlet" yapmaya karar veriyorlar. müşfik kenter biraz mutsuz, ama olsun ne yapalım, ablası öyle uygun görmüş, öyle olacak tabii..
    bir süre istanbul'da oynuyorlar, derken diyarbakır'dan turne teklifi geliyor. dört gün oynayacaklar.

    müşfik kenter önce itiraz ediyor, "hamlet diyarbakır izleyicisine ağır gelebilir, oyundan sıkılabilirler" diyor. ama biletler hemen satılıyor. üstelik bir süre sonra, "turneyi uzatın, bir hafta olsun, çok talep var" deniyor ve turne bir hafta oluyor..

    diyarbakır'da bir hafta "hamlet"i ful salonda alkış kıyamet oynuyorlar. yıldız kenter diyor ki:

    "gördün mü caniko, oyun iyi olursa her yerde seyirci gelir ve hakkını verir."

    tabii o devirde valiler, belediye başkanları velhasıl tüm mülki amirlerde sanat sevgisi olduğu için hiç yalnız bırakmıyorlar. son oyundan sonra diyarbakır'da teşekkür mahiyetinde bir resepsiyon veriyorlar..

    tebrikler teşekkürler faslı devam ederken, resepsiyonda bir diyarbakırlı sanatsever
    müşfik kenter'in yanına gidiyor ve diyor ki:

    "vallah sene helal olsun. çok yaman oynadın. ben bu oyunun her akşamına bilet aldım, hepsini izlemişem."

    müşfik kenter şaşırıyor tabii. "ee peki bütün oyunları izledin tamam da ne anladın?"

    "valla bunda anlaşılmayacak ne var ağam, bildiğin kan davası !..''*
  • reşat nuri'nin az bilinen nadide eserlerinden biri ya da en azından benim aklımda öyle kaldı. ortaokul yıllarında okuyup uzunca bir süre etkisinde kaldığım, hatta bir dönem bana öğretmen mi olsam diye düşündüren kitaptır kendisi. sol frame'de reşat nuri güntekin'in ismini görünce aklıma ilk bu kitabı geldi, okuyalı 25 yılı geçti sanırım, kitabı da büyük ölçüde unuttum, tekrar okuyup hala o yıllardaki kadar etkileyici ve güzel buluyor muyum görmek istiyorum, belki de hala aynı insanımdır ve yine beğenirim.
hesabın var mı? giriş yap