2349 entry daha
  • cüneyd sinir edici sikimsonik bir isim.
    cüü neyyyyt. cüneyt.
    t ile t ile.

    tel fırça sakallı cüneyt. herkeşlerden farklı, deli veliyi oynayacağım diye özel dikim, açık tonlarda vatkalı cüppeler içinde sünnet çocuğu gibi kasım kasım kasılan cüno. manasız bakışlarını göz süzerek; aksanını h'leri hırlatarak oyun çıkarttığını sanan cüppo.

    hiç sevmedim bu oyuncuyu. dyson daha iyi oynuyor rolünü.

    bir de beste. atanamamış ajda pekkan.
  • özgür demirtaş bile bu diziyi övdüğüne gore biraz da ben oveyim.

    izledigim tek turk dizisi. dini sorgulamalari çok guzel yaptiriyor, bazi sacma yerleri olsa da genel olarak başarılı buluyorum. oyunculuklar iyi. doktorla cüneyt'in muhabbetleri çok güzel.
  • el kadar çocuklara tablet alınması, çocukların bunlarla okula devam edecekleri vs ütopya. internet bağlantısı lazım. bunca parayı kim ödeyecek. çocuğumuza bir tableti zor alıyoruz.
    ayrıca kimse de bu kadar iyi değil. levent zeytinliği satıp parasını zeynep'e veriyor vs, kimse böyle bir şey yapmaz, gerçekçi değil. kimse zeytinliğini vs satmaz bir başkası için reelde.

    yine de sekülerlerin ne kadar iyi olduklarını göstermek için olumlu.
    dizi bu sonuçta...
  • başlangıçta şaşırtıcı bir biçimde iyiydi ve dengeliydi. her iki tarikatin de "yanlış/aşırı yönlerine" dikkat çekiliyor, iki grubun "farklı dünya görüşlerine" bağlı "farklı bakış açıları" cüneyt ve levent üzerinden yansıtılıyordu.

    ama çok geçmeden sihirli bir güç ortaya çıktı ve “saçmalamayın lütfen, ne dengesi” deyip eşitliği bozdu ve üstünlüğü kemalizm tarikatine geçiriverdi.

    sonrasında da karakterlerin karakteri değişti.

    son bölümdeki, kızları bir odaya toplayıp; “hepiniz okuyacaksınız” sahnesi ise, kimilerimize “bir tv kanalında dev bir toplu ikna odası kurmuşlar” diye düşündürttü.

    “okulumun, eğitimimi engellemesine asla izin vermedim.” mark twain

    bu sözü eklemek istedim, çünkü "okul da okul" diye sayıklayan “iknacı”lar bu sözden hareketle biraz düşünürler de;
    okula gitmek ile eğitim almakın birbirinden farklı olduğunu,
    – günümüzdeki (ve ülkemizdeki) şekliyle okulların bir eğitim kurumu değil, bir insan programlama merkezi olduğunu,
    – okulların farklı bakış açılarını, özgünlükleri yok edip (bkz: tevhid-i tedrisat) insanları şunun gibi tek tip bir şey’e dönüştürmek için kurulduğunu,
    gerçekten eğitim almak isteyen birisinin, bir mekana, bir kuruma ihtiyaç duymayacağını (bkz: cüneyt),
    – eğitim almak isteyen birinin tek ihtiyacının merak olduğunu,
    merak ile, ve bilme/öğrenme isteği ile dolu birisinin, (tıpkı eskilerin yaptığı gibi) ülkeler şehirler aşarak bilgi ve bilge arayacağını ve bulunca bildiklerini kendisine öğretsin diye o bilgelere yalvaracağını, öğrenme arzusunun bu kadar şiddetli bir şey olduğunu anlarlar;

    yıllar boyunca her gün okula gidip bir şeyler ezberlediklerinde, ve “hangi mesleği seçersem daha rahat yaşarım, daha çok para kazanırım” düşüncesiyle yüksek eğitim gördüklerinde sandıkları gibi “aydınlanmadıklarını”,

    tam tersine; aşırı meraklı, öğrenme/anlama isteğiyle dolu birer "küçük prens" olarak başladıkları okullardan zihinsel olarak deaktif edilmiş, bütün ilgisini, merakını ve öğrenme isteğini yitirmiş, iyi ve rahat yaşamaktan başka gayesi olmayan anksiyete sahibi mutsuz insanlar olarak ve "olmasaydın olmazdık" diye "bir insana" tapınarak ayrıldıklarının farkına varırlar;

    ve sonunda "okula gitmeyi" yüceltmeyi bırakıp "eğitim almayı", “bilgi edinmek istemeyi” yüceltmeye, yitirdikleri anlam arayışını ve merakı tekrar kazanmaya, hem kendilerini hem de diğer insanları buna yönlendirmeye odaklanırlar belki.

    demek istediğim; karşıt gibi görünüyor olsalar da, bu şekilde bakıldığında (ilk bölümde mi ne, zeynep tahtaya bir formül yazıp iki grubun da aynı olduğu sonucunu göstermişti ya, aynı o şekilde), iki grup da birbirinin aynı.

    sadece bir grup okullarda programlanıyor, diğer grup tarikat medreselerinde programlanıyor, ve sonuç olarak, her iki tarikat de (gerçek anlamıyla) hem eğitimsiz, hem de eğitime karşı.

    buna karşın; “her iki grubun da” sandığı gibi islam bilgi edinmeye, eğitime karşı değil.

    tam tersine; “okuyanlar bilir ki”, kadın ya da erkek fark etmeksizin, tüm insanların "bilinçli, dikkatli, akıllı, meraklı, gözlemci" olmasını öğütleyen bir sürü ayet var. (hatta alkol bile sırf bu yüzden yasak, hiç kimse bir an bile bilincini/iradesini kaybetmesin, aklından bir an bile mahrum kalmasın diye. görsel)

    zaten yaratıcı "bilinmek istedim, tüm şeyleri bu nedenle var ettim" derken, kuran'da "hiç bakmıyorlar mı, görmüyorlar mı, hiç akıllarını kullanmıyorlar mı" diye yönlendirmeler yaparken, yani "var oluşumuzun amacı" "bilmek" iken, islam'da "bilgi edinmek" nasıl yasak olabilir ki?

    fakat buna rağmen apaçık ki müslümanlar bilgi'den (özellikle de doğa bilimlerinden) uzak duruyorlar.

    çünkü
    (doğa bilimleriyle ilgilenenlerin çoğu inançsız olduğundan) bazı din adamları müslümanların etkilenip sapacağı korkusuyla doğa bilimlerini “düşman ilan ediyor” ve müslümanları sadece dini ezberler yapmaya yönlendiriyorlar.

    müslümanlar da “kuran okumak”, "allah'ı tanımaya çalışmak" ve fizik-metafizik her alanda bilgi sahibi olmak yerine, bu din adamlarını dinlemeyi tercih ediyorlar.

    (doğa bilimlerine takıntılı olan) gayrimüslimler de müslümanların bu ilgisizliklerine bakıp islamı suçluyorlar.

    kısacası; müslümanlar, din adamlarının aklını-anlayışını din sanıyorlar,
    islam karşıtı gayrimüslimler bu tür müslümanların düşünce ve davranışlarını islam sanıyorlar,
    ve her iki grup da, bilgisizlikleri ve önyargıları nedeniyle birbirleriyle çatışıp duruyorlar.
    böyle acayip bir şey.

    ek olarak; bkz. islamda kadının yeri
  • şurada yazdığım meryem'in en toksik karakterlerden biri olması sorunsalını açmamı isteyen bir iki mesaj aldım. zevkle açayım. bir yazar arkadaşıma kendim yazdığım mesajdan da ekleme yapacağım.

    bir iki sahne var aklımda utanmazlık olarak addedilebilecek. örneğin doktor levent karakteri, tavlacı dayı tarafından "ya mira, ya zeynep" dendiğinde haklı olarak kendi kızını riske atamadı ve zeynep'e yardımcı olamadı. meryem bunun hesabını sorduğunda, levent "ya mira ya zeynep dediler bana meryem, bebekken illegal şekilde evlat edinmiştik, kızımla tehdit ettiler kızımdan olacaktım" dediğinde "kendi ayıbını örtmek için benim kızımın önünü kapattın" diye adamı azarladı.

    lan bu insanların sana yardım borcu mu var kadın. "levent bey çok üzüldüm böyle olduğunu bilmiyordum, durumlar iyi mi şimdi, keşke mira'dan bağımsız başka bir yolunu bulabilsek" diyeceği yerde adamı azarlıyor.

    sonra beste'nin, halen evli olduğu adamın meryem'le samimiyetini sorgulaması, naim'in de karısını levent'ten kıskanması çok da şaşılacak bir durum değil. tamam beste ve naim dizinin kötüleri olarak arz-ı endam ediyor olabilirler velakin bu insanlarla evliler ve "hayrola bu kadın/adam kim" diyecekler tabi. beste rahatsızlığını uygun bir uslupla dile getirmeye çalışırken, meryem beste'yi dahi azarlıyor. bu cüret bana fazla geldi. zaten bu insanlar sana yardım ediyorlar, biraz olsun sakin ol şampiyon. ayrıca suavi dedeyle meryem'in merhamete dayalı hasta-bakıcı ilişkisi bana geçmedi. adama cidden büyük bir merhamet ve sabırla, insaniyetle baktığı algısını yerleştiremediler şahsen.

    baştan beri dediğim gibi ben cüneyt-zeynep aralarındaki aşkı desteklemiyorum, "meryem'in genç bir kızı korkutmadan yaklaşması gerekir" diyorum yalnızca. kız 15 yaşında, bu yaşlar "abi" dedikleri insanlara ilgilerin başlayabileceği hassas yaşlardır. güven vererek yaklaşılması, alan açılması gerekir ki yanılgı olduğu rahat rahat konuşulsun, hedefleri hatırlatılsın.

    meryem başta belki iyi niyetliydi, gerçekten kızı okusun farklı bir hayatı olsun istiyordu fakat başka netflix yapımında da işlenen bir gerçek: anneler kızlarının büyümesine katlanamaz, çocuklarına proje gibi bakabilirler. kendi uzuvlarıymış gibi görebilirler. meryem'in tahammülsüz tutumu anne gibi değil, projesi yarım kalmış-yatırımları patlamış öfkeli bir patron gibi. bu toksik bağ çok yaşanır anne kız- baba oğul arasında.

    tekrarlıyorum 15 yaşında genç kız- 24 yaşında erkek aşkını desteklediğim yok, genç kızın kalbi hassas yönetilmeli diyorum. biz de 15 yaşlarındayken 20+ gençlerden hoşlandık ettik, platonik kalan oldu, aramızda o erkeklerle sevgili olanlar oldu - yanlıştı- ama duygular oluyor yani.

    hulasa "büyüdüğü için ilgisi yakınındaki bir erkeğe yönelen kızı"nı azarlamak, meryem karakterinin genel olarak çizilen, murşit hazretlerinin önünde dahi dillendirilen o "ulvi tahammül- merhamet aurası"na asla oturmuyor. işleri daha kötü hale getirir bu baskı. kızı kendisinin istediği gibi davranınca munis anne, kızı bireyselliğiyle tanışınca, kendisinin özerk olduğunu keşfedince, annesinin uzantısı olmayı reddedince "tırnak çıkaran anne" olunmaz, ebeveyn çocuğa hata yapması için de alan açmalı, "düşersen buradayım" demeli.

    15 yaş diyorsunuz, o yaştaki bir ergen bir kızdan yeterince "yetişkin gibi" davranmasını beklemiş zaten meryem karakteri. ben daha akli selim bir konuşma beklerdim, yaş dönemleri, ergenlik ve bu duyguların geçiciliğine dair. tokat falan nedir ya. "bak kızım yaşın geldi, duygularının hedeflerine engel olmasına izin verme" konuşması yerine "neeee artık benim bir uzvum gibi, uzantım gibi olmayı kabul etmiyor musun şraak" oldu resmen. zeynep'in babasından ne farkın kaldı meryem'cim. bu haliyle "naim efendiye duyduğu öfkenin hıncını naim'den çıkaramayıp, herkeslerden çıkaran bir kadın" olarak görünüyor. diğer bölümde kendisini yine makul ve anlamaya çalışan bir kadın olarak görmek isteriz inş maş dinimiz amen.

    p.s: yukarıda değinilmiş ben de eklemek istiyorum, koskoca tarikattan çıkarak öğretmen olmuş birgül'ün hikayesini bu kadar yüzeysel geçmemelilerdi. kızlara iki tablet verince eğitmiş olmuyorsunuz. suratında eğreti bir gülümsemeyle sınıfta matematikten bahsetmek de saçmaydı. arif ile olan aşkını da çok yüzeysel geçiyorlar orada da bir hikaye var flashback'i hak eden. arif karakteri için de, birgül karakteri için de oyuncu seçimleri yanlış olmuş diye yukarıdaki yazar arkadaşa yine katılıyorum.

    genel olarak senaristlerde bir "hala" travması mı var nedir; birgül ve hande, iki hala karakteri de çok zayıf kalmış ya. içime sinmeyen ne tam kestiremiyorum ama bu kadınlardan güçlü hikayeler çıkacakken, masada okey oynayanların yanındaki oralet karıştıran yancılar gibi kalmışlar. biri aşırı çapkın bir adamla yatıp ertesi gün "biz neyiz" havasına girip haber davasını unuttu, diğeri tarikattan çıkıp, kendi ayakları üzerinde durup, bir evde tek başına yaşayabilecek kadar güçlüyken arif'e evlenme teklif ederek kendi ayaklarıyla tarikata döndü, yazılarını sildi falan. hala takımı çıkınca istemsizce yüzümü buruşturuyorum, bu kadınların hiç olmazsa beste kadar benmerkezci hikayeleri olmalı.

    bu arada mira karakterinin çok güzel rol yaptığını düşünüyorum, zeynep'in mimiksizliği ile kıyaslanınca. ama ortaokul değil lise sıralarındalar artık bana kalırsa, senaryoda büyük değişiklik yapmışlar gibi. kız da liseli gibi davranıyor.

    yeni bölümü beklerken sıkılmaktan analiz kasıyorum. ilk 14 bölümü toptan izleyince her hafta beklemek koyuyor.
  • meryem'in zeynep'e attığı tokat.zeynep orda çok karışık konuştu.bi cüneydin gönlü bana düştü bana bir şey yapmaz,bir karı koca arasındakiler söylenmez filan.bir kızlar okuyacak anne ..meryem haliyle anlamadı.yapıştırdı tokadı.ama tabii tokata gerek de yoktu,hele hele bunları duyduktan sonra gidip herkesi ihbar etmesi,zeynep'in de bunun sonucunda sosyal hizmetlere teslim edilebileceğini bilmesine rağmen gitmesi iyi olmadı.bir anne kızının o hallere düşmesini istememeli.

    gözaltılardan sonra ortalık fena karışıyor.tarikat tarafı ve laik kesim protestolar düzenliyor.dizi bence çok ince bir çizgi üzerinde ilerliyor.sırf bu yüzden bile bu dizi sevilir.
444 entry daha
hesabın var mı? giriş yap