• pratik ambalajı ve de kendinden dilimli yapısıyla gönüllerde taht kuran, tasarım harikası zerzevat.
  • bulunabilirlik 10 (türkiye'nin her manavında var)
    alınabilirlik 10 (mevsiminde kilosu 1 lira)
    görsel güzellik 10 (dışı güzel bir sarı, içi daha güzel bir turuncu)
    kabuk soyma kolaylığı 10 (pıtır pıtır, soyması da zevkli, portakal gibi değil)
    yeme kolaylığı 10 (dilim dilim, ayrı ayrı sarılmış şeker gibi, paket içinde paket)
    paylaşılabilirlik 10 (şu an elimdeki 11 dilimli, 11 kişiyle tertemiz paylaşılır)
    lezzet 10 (ne tatlı ne ekşi, kıvamında bir lezzet, sulu sulu)

    10 üzerinden 10 ile en sevilen meyvelerden bir tanesi. benim en sevdiğim meyve.
  • annemin bir dayısı var, ekrem dayı, biz bildiğimizden bu yana bekar, kendi halinde takılan, sessiz sedasız bir adam. izmir'de yaşıyor ama ne zaman başka birilerinin evinde kalması icap etse, evlerde öyle pek de istenmeyen bir adam oluyor. sebebini çok sonraları, vefatının ardından annemden öğrendim.

    ekrem dayı, yakışıklı bir adam, bakınca gençliği hızlı geçmiştir diyeceğiniz insanlar var ya, onlardan. saçları beyaz ama hala gür, güzel güler hatta keyfi yerindeyse şöyle bir kahkaha savurur, sağlam içer. gençliğinde bir kadına aşık olmuş, evliyken ve çocuklarına rağmen. hani hep öyle gelir ya insana, çocuk olunca gönül işleri bitirilmeli gibi, ya da çocuklar büyüyene kadar bu işler ertelenmeli, doğrusunu böyle bildik hepimiz. ekrem dayı, bildiklerine öğrendiklerine rağmen aşkının peşinden gitmiş, sonra da kavuşmamışlar hiç kadınla. günahı boyunlarına ama kadın da biraz şeymiş diyorlar, bilirsiniz, kötü kadın işte. bu lafı duyunca da kötülük mevzusunu bir kere daha masaya yatırası gelir insanın.

    sonrası beklenen son, sevdiğine kavuşamayan, hani hiçbir zaman o eskisi gibi olamayan insanlardan ekrem dayı da. kavuşamadıkça içmiş, içtikçe işinden olmuş, işinden oldukça içmiş, içtikçe yalnızlaşmış. insanların evinde olmasından rahatsız olacağı, çocuklara kötü örnek bir adam olarak kabul edilmiş çoğusu tarafından.

    mevzunun sonunda, yani benim aklım onu tanıyacak kadar erdiğinde, kimseye bir zararını görmediğim, neden arkasından öyle kısık sesle konuşmalar yapıldığını anlamadığım, az gülen ve az konuşan bir adamdı. kulübeden hallice bir yerde yaşıyormuş ve ölümünden önce, o kadar parasızlık çekmiş ki, cebine para koyan uzaktan akrabaları kanser olan babalarını ekrem dayının sırtında taşıtıyormuş hastane odasına kadar.

    ekrem dayı, bir sanayi sitesinde, eski arabasını yaptırıp dönerken tamirci çırağının yaptığı kaza sonrası vefat etti. kazayı duyanlar, ilkin, alkollü araba kullandığı için sonunda kendini öldürdüğü yakıştırmasını yapmış da gerçeği öğrenip evine gidence, yalnızlığını ve yoksulluğunu anlatıp durdular. ölünün arkasından yalnızlığa, vefasız akrabalara, hayırsız çocuklara, hayattayken nasıl da kıymet bilinmediğine ağıt yakmak bizde bir cenaze ritüelidir zaten. öldüğünde o derme çatma kulübeye gitmişler ya, "bir tane çürümeye yüz tutmuş mandalina varmış masanın üstüne, tabağın içinde" dedi annem, başka da yiyecek hiçbir şey yokmuş.

    nasıl bazı yerler bazı insanları, bazı kokular bazı anları hatırlatır. mandalina da bana hep ekrem dayı'yı hatırlatır ve ağır roman'daki o sözler gelir aklıma:

    "savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın. nüksederken raksına mahallenin maşallahı, eyvallahı; güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın. şimdilik, ölümüne kadar hayattasın..."
  • meyvelerin şahı. kivi'yi her türlü sikip atar. amına koduğumun kivisi. adı bile gıcık. keşke kivinin soyu tükense.
  • mandalinadan başka hiç bir meyve işaret parmağına takıldığında nasrettin hoca'ya dönüşemez, tadı da cabası.
  • dünyanın en güzel meyvesi. yazın fikrim değişebilir ama bu realitenin değişeceği anlamına gelmez, benim kaypak biri olduğum anlamına gelebilir sadece.
  • turkusu de guzeldir, "mandalina yapmis yaz mi gelecek" diye gider, yurek telini titretir.
  • ilkokulda annemin beslenme çantama koyduğu, yemediğim zaman kızmasından korkup eve dönünce gizlice çekmeceme sakladığım meyve.

    ulan hadi yemedin, git bi arkadaşına ver o yesin dimi? illa ki birisi yer, kereviz değil ki bu. hadi kimse yemedi, eve dönerken hala duruyorsa soy kabuğunu koy kenara köşeye kuşlar böcekler yesin. ne diye şifonyerin en alt çekmecesine koyarsın? tamam kimse karıştırmıyor senin çekmeceni ama böyle mallık mı olur? hiç mi küflenmeyeceğini düşündün o mandalinaların? "evde çöpe atarsam annem görür de kızar" diye düşünürken "annem bunu çekmecede görürse terlikle* döver" diye de mi gelmedi aklına?

    hakkaten kafamı sikeyim. bi de bana zekisin derler.
  • hemen altında, buradan açınız mantığıyla oluşturulmuş yumuşak bir alan vardır. baş parmağınızı oradan içeriye plofp diye soktuğunuz vakit daha bir kolay soyulup servise hazır hale getirilebilmektedir.
  • bir gün eve gittim. bir kız vardı. tanımadığım garip birşeydi. japondu. çat pat türkçe konuşuyordu. sakallis anahtarı vermiş gelip kalsın diye. sen kimsin dedim. oyoka dedi. ne işin var evde demeye kalmadan. çok kalmayacağım, bir kaç güne ihtiyacım var. otele verecek param yok. çok uzun zamandır yalnız yaşıyordum ve bir yabancının evde sürekli olmasına izin veremezdim. salondaki masanın üstünde duran mandilina dolu kaseye bakıp, onlar bitince gidersin dedim. peki dedi.

    sonraki 2-3 gün çok keyifliydi. çok iyi tatlı bir kızmış. o günlerde hep bişeyler yaptık. sonra günler geçti ve ben unuttum onun kim olduğunu. hep berabermişiz gibi geldi. film izledik, motorla rastgele gezdik-her sapakta bir kere o rastgele bir kere ben rastgele yön değiştirme hakkına sahiptik-yemekler yaptık yedik. dövme yaptırdık. ben enseme "hiç" yazdırdım, o elinin baş barmağıyla birleştiği yere japonca birşeyler. tüm gece yürüyüp işe uykusuz gittim. körfezde balık tuttuk. günler geçti. mandalinalar bitmedi. aşık olduğumu fark etmeye başladım.günler geçiyordu. klişe gereçkmiş. bahar geliyordu.

    hiç merak etmedim neden bitmediklerini mandalinaların. aslında her yemekten sonra bir tane yiyordum. düşünmüyordum biteceklerini. biteceğe de benzemiyorlardı. sonsuza dek yetecek mandalina mı almıştım? hiç almıyordum ki. pazara bile gitmiyordum ne zamandır.

    bir gün eve geldim ve oyaka'yı bulamadım. nasılsa gelirdi. hep işten çıkış saatlerinde evde oluyordu. sonra onu beklerken mandalina yemek istedim. ama kase boştu. dolaba baktım. mandalina yoktu hiç biryerde. sokağa çıktım ve market manav heryerde mandalina aradım. nafile hepsi de bu mevsimde mandalina kalmaz abi, bulamazsın uğraşma dediler. tüm gün aradım durdum. eve döndüm ve son umudumun da bittiği ana tanıklık ettim. gitmişti. mandlinalar bitmişti.

    kendime kızıp duruyordum. fotoğraflarına bakıp duruyordum sürekli. arkadaşlarım teselli etmeye geliyordu. benim yüzümden diyordum. bak şu fotoğrafa ne kadar tatlı diyordum. sonra bir gün bir arkadaşım ne yazıyor dedi elindeki dövmede. bilmiyorum dedim ve japonca birine danışalım deyince peki dedim.

    fotoğrafı scan edip yolladık. cevap geldi bir kaç saat sonra. fotoğraftaki kızın elinde "mandalina al" yazıyordu. nasıl bitmeidğini anlamış, bunu daha önce öğrenmediğim için kendime kızmış, onsuz kaldığım için ağlamıştım. o kadar canım yandı ki mandalina yemedim o günden beri. unutmak istedim.
hesabın var mı? giriş yap