• çok büyük bir yolsuzluk ağı ile örülü şehir. bir önceki vali döneminde eğitim camiasında milli eğitim müdürlüğü yapımı, nihat hatipoglu dahil birçok söyleşi giderlerinde yapilan ihalelerde türkiye de bile rekor sayılacak hırsızlıklar yapılmıştır. bir kısım yolsuzluk dosyaları yüzünden vali merkeze çekildi ve adının verildiği okulların adı bile değişti. milli eğitim eski müdürü hapse girip 3 gün sonra çıktı. şube müdürleri hapse girip çıktı. bir tanesi bu iddialar yüzünden beyin kanaması geçirip vefat etti. suçsuz olduğu söyleniyordu. daha neler neler ama yerel basın da dahil kimse el atmıyor. bir çok bakan iki güne bir mardine geliyor. daha yazacak çok şey var. onlarca okul yapılacak parayı tek kalem giderde cebe atmışlar. nihat hatipoglu için 400 bin mesela. zamanla yazarim buraya. ismail saymaz a onlarca kez ulaşmaya çalıştım ama nafile

    edit: 30 mayıs 2022 de yani bugün yolsuzluk dosyasında adı geçen diğer bir milli eğitim mudur yardımcısının da aracında baygın bulunduğu ve durumunun ağır olduğu söylendi. intihar deniliyor.
  • haramilerin, hırsızların ve şeytanların elinde bulunan bir belediye yönetimine sahipler ki; her şey ama her şey kötülük ve yalan üzerine kurulmuş, şunları gizliden bilip, duyup ve saklayan orada meclis üyeleri umarım pislikler ve lânetler içinde geberirsiniz. haberde geçen rakamlarla yeni bir kasaba kurulur, bu şeytanlar ise sofrayı tıkanarak sömürmüşler.

    "artuklu belediye meclisi'nde kavgaya neden olan denetimin raporu açıklandı: yemek bedeli yerine asfalt ve kilit taşı faturası düzenlediği, yemek kartlarının meclis üyelerine dağıtıldığı ortaya çıktı.

    -yemek kartları ihtiyaç sahipleri yerine meclis üyelerine verilmiş-

    nisan 2021 tarihinde emirgan gida üzerinden 119.996,64 tl değerinde bin 200 adet, carrefoursa üzerinden 120.000.00 tl değerinde bin 200 adet ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere yemek kartları alımı yapıldığı tespit edilmişir. denetim komisyonu olarak yazılı ve sözlü dağıtılan kartların ihtiyaç sahipleri listesi istendiğinde herhangi bir liste bulunmadığı ve dağıtılan yemek kartlarının büyük bir kısmı bazı meclis üyelerine verildiği sözlü olarak ilgili birim müdürü tarafından denetim komisyonuna iletildi."

    • [haber detayı (tık)]
  • iş için 3 ay bulunduğum şehir. yaşaması biraz zor birazdan aşağıda sayacağım nedenlerden dolayı ama gezmesi görmesi tarihi bir o kadar güzel, bu yüzden her iki konuya da ayrı ayrı değinmek istiyorum.

    öncelikle turistik amaçlarla gidenler için güzel bir rota vermek istiyorum. eski mardin'de her şey aynı caddenin üstünde sayılır, bu yüzden 1 günde neredeyse her yeri görebilirsiniz. baştan söylemek istiyorum ki tüm medreseler tam bir fiyasko, gezip gördüğüm yerler arasındaki en zayıf halkalar; mesela kasımiye medresesi. görebileceğiniz önemli önemsiz neredeyse hiçbir şey yok. ortada mistik anlamları olan bir hayat çeşmesi var; suyun en çok olduğu son kısım ahireti temsil ediyormuş. zaten burası yerel halkın düğün nişan fotoğrafı çektirdiği yer olmuş. zinciriye medresesi de aynı şekilde hiçbir özelliği yok, aceleniz varsa ve cüzi de olsa giriş parası vermek istemiyorsanız buraları atlayın. bu arada hayat çeşmenin aynısı latifiye camiisinde var, eski mardin'de daha ulaşılabilir bir yer en azından.

    1) eski mardin gezi rotası: (bkz: kırklar kilisesi), (bkz: mardin protestan kilisesi) -burası opsiyonel- (bkz: latifiye cami) (bkz: mardin müzesi), (bkz: mar hılmız keldani kilisesi), (bkz: mardin tarihi kız meslek lisesi) -opsiyonel ama manzarası güzel-, ve (bkz: sabancı kent müzesi).

    kent müzesinden önce hasan ammar çarşısı var; buranın hemen girişindeki hamdoş sabunculuk'tan doğal yapım eşek sütlü, bademli sabunlar bulabilirsiniz, cadde üstündeki sabuncuların yarı fiyatına. buranın hemen 2 alt dükkanında ise adını unuttuğum bir kuruyemişçi var, badem şekerini makul fiyata alırsınız. bu çarşı zaten ana caddeye oranla fiyatlarda daha makul.

    süryani çöreği için kırklar kilisesi civarındaki istanbul pastanesini tek geçerim, o kadar taze ve güzel ki çörekleri insanın yatıp kalkıp yiyesi geliyor. yöresel yemek için de sultan sofrası makul, mardin tabağı güzeldi.

    telkari ve gümüş hediyeler için engin gümüşçülük'ü öneririm, çevredeki tüm dükkanlara nazaran en hesaplı yer çünkü kendi atölyeleri var. burası lokasyon olarak caddenin ortasında kalıyor keldani kilisesine yakın diye kalmış aklımda. hediyelik eşya ve magnet için de heja hediyelik, ama çok bir numarası yok buranın.

    süryani şarabı için mezopotamya şarapçılık. 2 şarabını denedim, tatlı olan favorim zaten ilk onu denetiyorlar, klasik olanın da içimi kolay.

    tüm bu mekanlar kendi deneyimlerim sonucu memnun kaldığım en uygun fiyatlı yerler. cadde üstündeki mekanların fiyatları gerçekten fazla.

    2) midyat'ı tekrar gezecek olursam: (bkz: mor gabriel manastırı), kafro pizza köyü (bkz: kafro's pizzeria) (pizzalar kocaman ve taş fırın ürünü), midyat merkezdeki kiliseler ve güleşke han (vakit varsa ve civarı) olarak belirlerdim ve tüm günümü ayırırdım.

    3) (bkz: dara antik kenti) ve (bkz: deyrulzafaran manastırı) birlikte gezilecek 2 rota. bir gününüz varsa da deyrulzafaran manastırı ile eski mardin birleştirilebilir. ama saatlere dikkat ederek. kapanış saatleri akşam 4, 5 genelde.

    yukarıda saydığım yerlerden sadece mor gabriel'e gidemedim, içimde uktedir. deyrulzafaran manastırı en sevdiğim ve en etkilendiğim yer oldu. kırklar kilisesi tarihi olarak çok etkileyiciydi. burada pazar günleri saat 10'da ayin oluyor, önceden haber vererek katılabilirsiniz belki ama sonra siz kimlerdensiniz niye buradasınız diye sorular geliyor.:) katolikler bu açıdan pek misafirperver değiller, her an tetikte olmaları da zaten çok anlaşılır.mardin protestan kilisesi de buraya çok yakın, yolun hemen altında ama onlar da biraz misyoner geldi bana, incil vs vermek istediler lafa tuttular falan. ama papazı çok renkli bir insan. kendisi liceli bir kürt, köyünün imamı büyük bir din alimi olacak demiş, o da protestan bir papaz olmuş. vakti olsaydı sohbet etmek isterdim.:)

    gelelim yaşam kısmına. eğer yeni mardin'e yerleşecekseniz öncelikle çirkin bina ve çöp içindeki çevreleri ile sonra da küçük şehir kurnazı esnafı ile başınız dertte. esnaf diyince en başta emlakçılar gelsin aklınıza. gittiğim dönemde zaten ev yoktu piyasada ama bulmak için inanılmaz zorlandım. mesleğimi beğenmeyen emlakçı ikinci aramada telefonumu açmadı mesela. bu arada onlar için kutsal kadın mesleği öğretmenlik. en son tuttum bir ev ama araya kaç kişi sokarak ve tam iki emlakçıdan :) birinin dediğini biri tutmuyor, biri trip atıyor ev sahipleri ayrı alemlerde zaten. kira sözleşmeme de öğretmen yazdılar bu arada.
    bir de araya tanıdık sokmadan mesela araba kiralamayın, ev tutmayın ya da büyük paralar harcayacağınız bir şey yapmayın. büyük şehirden gelen bir insan olarak tanıdık vasıtasıyla bir işe girişmenin ne demek olduğunu mardin'de öğrendim, e biraz faydası da dokunmadı değil. :)
  • gündüzü mezarlık, gecesi gerdanlık, taş diyarlar şehri; mardin ...
  • dunyadaki iki sehirden biridir. venedik ile birlikte tum sehrin sit alani secilmistir.
  • uzun zamandır gezdiğim yerleri yazmıyordum ama bu yazıyı mardin'in güzelliğine ve misafirperverliğine borçluyum. özellikle de orada keyfi olarak gün boyu süren internet kesintileri ile insanların dış dünya ile bağlantıları koparılmışken.

    gerçekten çok mutlu 3 gün geçirdim, kan mı çekti nedir, tek başına bir kadın olarak gittiğim mardin'de rahatsız edilmedim aksine sürekli el üstünde tutuldum.

    öncelikle kalacağınız yerden başlayayım; eski mardin merkezinde, mükemmel bir şekilde restore edilmiş, pamukçu ailesine ait, izala butik hotel kesinlikle önerimdir. bu vesile ile numan pamukçu bey'i de mardin misafirperverliğini böylesine güzel yansıttığı için tebrik ederim. otel için booking.com yerine doğrudan arayarak engin bey'den fiyat alabilirsiniz.

    kalacak yeri ayarladığımıza göre, oraları size kimin anlatacağına gelelim, bu konuda da önerim lokman açıl(instagram kullanıcı adı lokman_mardin), sizi normalde kapısının önünden geçeceğiniz, asla haberiniz olmayacak yerel hayatlara misafir ediyor ve fiyatları oldukça iyi emsallerine göre. yine isteyenlere ismimi ve telefon numarasını iletirim.

    bu konuyu da çözdüğümüze göre, gezi dışındaki vakitlerimizi nasıl değerlendireceğimizle ilgili önerilerime geçiyorum. bu konuda, gün içinde bile istediğiniz saatte gidip şarabınızı tadabileceğiniz, mardin'li bir süryani olan sahibi edip bey ile sohbet edebileceğiniz dzafaran'ı öneriyorum, yemekler için zaten duymuş olacağınız üzere cercis murat konağı olmazsa olmaz, soner bey'in tatlılığıyla sizi oradan mutsuz çıkarmayacağına eminim, benim için de mıkliyi anlattırın.

    uygun fiyatlı önerime gelince, kesinlikle, hiç şüphesiz yusuf usta diyorum, kebapçı rıdo kötü değildi ama mardin'de yaşayanların neden israrla yusuf usta dediklerini o kebabı yemeden anlayamamıştım.

    kahve için önerim yok, hiçbir yerde kötüsünü içmedim ama ortam olarak en çok izla art cafe ve leylan cafe'yi beğendim, sinek'i de önermişlerdi fakat benim vaktim olmadı. kahvelerde genellikle aromalar mevcut fakat benim algıladığım genelde mahlep'ti.

    meşhur kakuleli mırra'yı ilk denemem de maalesef tesadüfen kırklar kilisesi'nde mardin'in tanınan süryanilerinden hanna çilli için düzenlenmiş taziyeye denk gelmemle oldu. o sartlarda bile sohbetlerini eksik etmediler sağolsunlar. kırklar kilisesi'nin hemen arkasında da bir süryani evi var gezebileceğiniz, evlerini görmeniz için size açmaktan çekinmiyor burada insanlar, ben de çekinmedim, çok güzel insanlar tanıdım, çok hoş sohbetler ettim.

    gidin mutlu zamanlar geçirin, onlar da sizin gidişinizle mutlu oluyorlar, belki sınırların, kavgaların anlamsızlığını algılar herkes böylelikle.

    bir de küçük uyarım var, uçaktan indiğinizde sizi karşılayan tüfekli askerler şov amaçlı biraz, şehir merkezinde tek bir asker veya polis görmediğim gibi, binalarını beton bloklarla çevirip tamamen dış dünyayla bağlantılarını kesmişlerdi.

    not: benim gezimin en güzel kısmı kasımiye medresesi'nde mezopotamya'ya karşı gün batımını izlemekti. special thanks. :)
  • bir ortodoks kilisesi ve bir katolik kilisesinin bitişik duvarlarla sırt sırta yükseldiği tek dünya kenti.
  • bir zamanları(mı)n kaçıp gitme isteğinin mekanı.

    kaçıp gidecektim. nasıl becerektim bilmiyorum. ama yapacaktım. küçüktüm. "sen de benlen gelcen mi" dediklerim vardı. en sevdiklerim. bi umuttu mardin. umudumun bi adı vardı: mardin. haritada yerini bulmuştum. istanbuldan nasıl gidilir onu bulmuştum. istanbuldan nasıl gidilir? bunu sonradan öğrenmiş, dizimi kırıp oturmuştum. gidilmiyormuş, anladım. şimdilerde güzel bir anı, adı: mardin.

    (bkz: sevgili sözlük)
  • bir garip şehir..
    sabah 5.30tu mardin' e vardığımda. tek bir kişi yok tanıdığım, ne de yol iz bilirim. ama uyanmış şehrin ahalisi, sora sora bir çay bahçesi buldum meydanda...... işte böyle başlar benim mardin filmim; alıştığım, benimsediğim hiçbir kalıba uymuyordu orası, o yüzden yaşamın kendisinden öte, dokuz günlük bir filmdir benim mardin seyahatim. aç olduğumu düşünerek bana kahvaltı hazırlayan çay bahçesi sahibine mahçup mahçup teşekkür ediyordum ilk başta, sonra gideceğim adrese varana kadar her biri beni bir sonrakine emanet eden mardinlilere. bir yandan da hayret ediyordum inip çıktığım daracık merdivenli yollara, arabaların geçtiği küçücük sokaklara. ama hayret etmek kabullenmemeyi barındırıyorsa içinde az da olsa, burada mümkün değil insanın kendini dışarıda bırakması. birdenbire öyle bir mardinli kesiliveriyor ki insan, güneşin en yakıcı saatinde taş evlerin içine çekilmeyi öğreniyor serinlemek için, daha ilk günden; her sevindiğinde yanındakilerle omuz omuza halaya başlıyor; postaneye mektup atmak için gidip merdivenlerine oturup soluklanıyor biraz; mırrayı bir dikişte içip başında bekleyen çırağa uzatıyor bardağı; düğün boyunca damadın arkadaşlarının omuzların üstünde göbek atıp kendilerini göstermelerini bekliyor; akşamüstü başını gökyüzüne kaldırdığında onlarca uçurtma görmeye şaşırmıyor.. hiçbir efsaneye inanmamazlık etmiyor insan; bu ilkokulu yapan mimar bin küsür yıl yaşamış diyorlar, o kadar kısa zamanda nasıl bitirmiş ki bütün bu işlemeleri diye şaşırıyor; mardin' in gerdanlığını gösteriyorlar, ne güzel duruyor ışıl ışıl omuzlarının üstünde diye bakıyor uzun uzun; burası da mardin' in denizi diyorlar, ne kadar az gemi var bu gece, diye izliyor uçsuz bucaksız görünen mezapotamyayı.
    bir kere gidip gördükten sonra, orayı anlatmak istiyor insan, hiç susmadan. ne kadar çok anlatsa da, eksik kalan birşeyler hep oluyor. cümleler yetmiyor anlatmaya, resimler imdada yetişiyor bu sefer; yine de dinleyen anlatan kadar heyecanlanmıyor. gidip görmek lazım anlamak için, ve geri döndüğünde, henüz görmemişlere anlatamamanın sıkıntısını yaşamak için..
    "burası gibi değil gideceğim memleket, denizi ayrı deniz, havası ayrı hava.." dedikleri, sanki buraya benzemeli..
  • orta anadolu'nun çoraklığına sırtını verip de daha da doğ(r)uya yolunu düşüren insanlar, az çok farkındadırlar medeniyetin merkezine doğru gittiklerinin.. çok zor değildir şehirleri geçtikçe saflaşan bir silüeti algılamak; önce antep, urfa, viranşehir ve mardin..

    bir ovadan görünen bir kale ve etrafında yeşeren bir yaşam, bir medeniyetin en kısa tanımı "mardin"e sıkıştırılabilir.. zira binlerce yıllık evsahipliği, binlerce yıllık sakinliği ile yüksek bir yerden karşılar sizi.. kayalar ile çevrili sert virajlardan sonra "yenişehir"i geçer ve eski, yani mardin'in kendisine ulaşılır.. şehirli insanların "müze", "ticari müesseseye dönüştürülmüş konaklar" diye tanıdıkları binalar halen sıradan insanların yaşadıkları evlerdir.. bu taş evleri saran taş işçilikleri, özellikle ulucami'nin kapısındaki ve minaresindeki işçilik, kelimenin bütün anlamları içinde "göz kamaştırıcı"..

    sokaklar ise hala eski havasında, daracık, üstü taklar ile saklanmış, arnavut kaldırımlı, yokuş yokuş ilerleyen bu sokaklarda yürümek oldukça keyifli.. büyük bir ihtimalle ölünce arkasında yaptığı işi devam ettirecek kimse kalmayacak ustaların işçiliklerini görme şansı hala var.. mesela pirinç üzerine kalem kullanmadan, sadece çekici şahmeran çizenler.. tellaklar çarşısındaki hemen hemen her dükkan bir antikacı, bu dükkanlarda şehrin geçmişine dair onlarca ayrıntıyı yakalayabiliyor insan..

    bir de geceden bahsetmek gerek.. şehrin yüksek bir yerde olması, bütün ovayı ayaklarınızın altına getirmesi gündüz ve gün batarken bir başka güzel ama gece indikten sonra bambaşka bir güzel.. şimdi ismi aklıma gelmez, şeyhmus abi kızmasın bana, ulucami'ye bakan bir yerde rakınızı söyleyip, bir yandan suriye'nin ışıklarına, denize benzeyen karanlığına, ovadaki kasabaların ışıklarına kadeh kaldırmak olası.. zaten bir defa kadeh kalktı mı, iflah olmuyor insan, sallana sallana evin yolunu tutuyor.. hele bir de kızıltepe'den, yani ovadan bakarsanız, bir kadın görürsünüz, uzanmış, başında tacı ve ona gülümseyen ay ile ((c) muglak)..

    yanisi şudur dediklerimin; bir şehirde kaybolmak, bir şehirde yaşlanmak varsa, bu şehrin ismi illa ki mardin'dir..

    (ya hayırsız, neden giderek cezmi ve tayfun arası bir şey oluyorsun, bir türlü anlamıyorum)
hesabın var mı? giriş yap