• bir hakikat. levent bulut bugün köşesinde bu konuyu şöyle anlatmış:

    o gün her zamanki gibi gazeteden çıktım, durağa gidiyorum. bir müddet yürüdükten sonra arkamdan tanıdık bir ses yankılandı. dönüp baktığımda uzun zamandır görmediğim bir dostumu karşımda gördüm.
    *
    ne zaman telefonda konuşup bir gün buluşalım desek araya hep iş güç giriyor ve öyle kalıyordu. bayağı bir zamandır da artık buluşalım demeyi kesmiştik. o an küçük çocuklar gibi sevindik. sarmaş dolaş olduk.

    ayaküstü hâl hatır sorduktan sonra dostum, ortak bir arkadaşımızın ofis açtığını ve oraya gideceğini söyleyerek "gel beraber gidelim. seni görünce o da çok sevinecek" dedi.
    *
    bir an bile düşünmeden "tamam" dedim. yürürken yol boyunca sevincimizi gizlemeyerek eskiyi yad ederken, iletişim çağında iletişimsizlikten dert yandık.
    *
    eskiden mektupla haberleşilirken; şimdi telefon, whatsapp gibi imkânlara rağmen haberleşilmiyor, diye söylendik.
    bir müddet sonra ortak dostumuzun ofisine geldik. yine bir sarmaş dolaş.
    kahkahalar...
    gülüşmeler...
    ağzımız kulaklarda...
    *
    bir zaman sonra arkadaş "ne ikram edeyim?" diye sordu!
    birlikte gittiğim dostum, "kahve varsa, şekerli olabilir" dedi.
    - kahve yok maalesef...
    araya girerek, "o zaman çay alalım" dedim.
    - o da yok diye cevapladı.
    ister istemez duraksadık ve birbirimize baktık.
    *
    hayır, dağın başında da değiliz. ofis bir iş hanında.
    hanın çaycısı da var.
    sonuçta atla deve değil istenen…
    altı üstü bir çay…
    dayanamadım "ne var peki?" dedim.
    "ice tea var. ben çok severim" dedi ve küçük plastik bardaklara bize sormadan doldurmaya başladı.
    konuşma aynı...
    ses aynı...
    geçmişte yaşananlar da aynı, ama şu anki davranışı kesinlikle eskisi gibi değil...
    *
    bozuntuya vermedik, içtik. sevmesem de ikramı geri çevirmedim. bir müddet sonra ben müsaade istedim ve kalktım. en kısa zaman da tekrar görüşmek üzere sözleştik.
    *
    yolda nasıl bir ülke hâline geldik, diye düşündüm.
    eskiden evler salon, yatak odası, oturma odası ve misafir odası olarak 3+1 idi. evin diğer odalarına gösterilmeyen ilgi misafir odasına gösterilir ve o odaya yalnızca misafir geldiğinde girilirdi.

    hatırlıyorum o odada misafire ikram için sigaralık bile vardı. babam içmiyor olmasına rağmen mutlaka o sigaralığı dolu tutardı. oruçlu olduğumuzda eve gelen misafir niyetli değilse sebebini sorgulamaz, yemek yapılırdı.

    misafir ise "kesinlikle yemem sizinle iftarı beklerim" derdi... karşılıklı "aaa, olmaz"larsa yemek yapılıp ikram edilene kadar sürerdi. şimdi misafirin ne istediğinin bir önemi yok!
    *
    evde ülkü ile çay ve kahvede şeker kullanmıyoruz. ama misafir için mutlaka bulunduruyoruz. hatta yemeğe geliniyorsa içeceklerin envai çeşidini alıyoruz ki, isteyen sevdiğini içsin diye...
    olması gereken de bu değil midir?
    *
    şimdi bakıyorum bırakın ikramı insanımız misafiri yük görüyor.
    7/24 sayın hükümetimizin bakanları ve haysiyetli basınımız eskisinden daha zenginiz dese de -hadi diyelim- hayat pahalı, insanlarda para yok.
    eee, peki eskiden var mıydı? aslında bunun parayla da bir ilgisi yok.

    zira beş çocuklu ve tek maaşlı bir memurun oğlu olarak biz meyveyi misafirden misafire görebiliyorduk. misafir gelecekse borç harç ne yapıp eder mutlaka ikramlık meyve alınır, annem de kek ve poğaça türü şeyler yapardı. biz isterdik ki misafir gelsin.
    *
    şimdi insanımızın eski sıcaklığı da kalmadı. adam inanmadığı fikirlere, inanmadığı siyasîlere oy verirken, çıkarım neredeyse oradayım diyor. her şey yapay ve çıkar üstüne kurulu. eskinin fazileti ve dürüstlüğü para etmiyor artık.
    *
    milletçe biz olmak yerine 'ben'leştik. bireyselleştikçe de bencilleştik. birbirimize saygımızı kaybettik. toplu taşıma kullanıyorsanız insanların birbirine nasıl davrandığını çok net görüyorsunuzdur.

    metro ve metrobüste öyle saygısız kişiler var ki, "ben bunlar için mi diken üstünde oturup yazı yazmaya çalışıyorum." diyorsun.
    *
    bazen diyorum ki: "bırak bu işleri... yazma. ne gereği var... durduk yere başını ağrıtıyorsun. her ülke layıkıyla yönetilir."
    ama sonra kendime "iyi de türkiye'nin layıkı bu mu?" diye sorunca, işte o zaman gönlüm el vermiyor.
    *
    ülkenin her alanında çürüme var...
    taksiye biniyorsun üstüne vazife olmadan sohbetine dalıyor...
    metroya biniyor, ama inemiyorsun.
    zira inmeni beklemeden binenler seni tekrar metroya sokuyor.

    "nerelisin?" yerine "hangi partilisin?" diye soruluyor.
    tevâzunun yerini riya ve gösteriş alıyor.

    bir olayda haklı yerine "o bizden mi?" diye bakılıyor.
    edep ve haya sadece birer kelime olarak kullanılıyor.
    *
    şimdi soralım lütfen: neden böyle oldu?
    nasıl saygısız ve cehaletin erdem olduğu bir ülke hâline geldik?
    misafirperver bir millet iken biz nerede ve nasıl bir yanlış yaptık diye düşünmemizin vakti gelmedi mi?

    kaynak: https://www.gunboyugazetesi.com.tr/…madi-5836yy.htm
  • üç kuruş paralara bireysel alanlar dahilinde yaşadıktan sonra ne misafire saygı kalır ne de kendine.

    bundan 30 yıl önce insanların misafirlere ayırdığı temiz bir oda vardı çünkü en küçük evler ya müstakildi ya da 3+1.

    eskiden insanlar ikramlık çıkaracak ek bütçeyi bulabiliyordu ancak şimdi bu bütçe hem yok hem de ufak ikram çıkarsam laf olur mu? alay edilir mi? korkusu var. gelinlerin tatlı telaşı gibi sikim sokum sayfalarda bu dedikoduları bulabilirsiniz.

    yani sana kahve çay yerine ice tea veren adama kızma.zaten sen sana çay yok şunu vereyim diyen adama ya ne ayıp şey yaptı bana diyorsan seninde adına koyayım.adam elinde ki imkanı sana ikram etmiş işte.daha beğenmeyip üstüne laf geveliyorsun nankör oryantal çocuğu.
  • yalnız abimiz eğer kafasından hikaye uydurmuyorsa arkadaşına kamuya açık platformda baya sallamış. bu hikayede misafir umduğunu değil ice tea içmeliydi.

    (bkz: misafirin saygısının kalmaması)
  • türkiye'de neye saygı kaldı ki. hatta saygı kaldı mı millette? ama yine de saygılı ve nezaketli kalmaya devam eden insanlar olacaktır.
  • adama bir çay ısmarlamamışlar diye yaygara koparmış... gelsin, ben ısmarlarım.
  • aynı köşe yazarları koskoca salonu misafire ayırıp, göt kadar odalara tıkılmanın edebiyatını yaptı yıllarca ve ekmeğini de yedi. şimdi diğer yana yatırıp deniyorlar galiba. ama yanlış zaman.

    pandemide kimse kimseye gitmiyor yahu, ne misafiri?

    hayat mevsim normallerine döndüğünde yeniden kilitlenecek misafir odaları, toz almaya girecez sadece bi de havalandırmaya. 3 gün hazırlık yapıp kapıda ayakkabıların yönüne bile dikkat edicez. misafir picamaları alcaz penti'den. dur daha... * *
  • insanları ekonomik olarak köleleştirmeye başladığınız an ister istemez bireyselleşir, çünkü onların gözünde arkadaştan çok artık masrafsınızdır, bir çay bir yemek ısmarlama mevzusu çıktığı an artık insanlar hesap kitap işine girmeye başladı. eskiden hesap ödemek için insanlar birbiri ile yarışırdı şimdi gözüne bakıyor kim ödeyecek diye. ülkenin çoğunluğu artık aylık olarak hayatta kalma mücadelesi için çalışıyor bu ayda karnı doydu, ihtiyacını giderdi, evine gitti ve uyudu diğer ay sizi ne beklediği meçhul çünkü mevcut ekonomik sistem sizi borçlandırma üzerine kurulu kenara birşey koyamazsınız, evin var ama o ev senin değil modern tefeci dediğimiz bankaların veya krediler para cebinizde ama misliyle sizden geri alınıyor. böyle bir sistemde misafirlik beklemeyin. eskiden insanlar az kazanırdı belki ama hayat ucuzdu, bolluk vardı. daha sonra birileri bu bolluğa göz dikti, fazla kazanma hırsı olanların,fakirleştirdiği mutsuz insanların ülkesine evrildi.
  • davetsiz misafire evet
  • misafir umduğunu değil bulduğunu yer diye bir laf vardır. anlaşılan makaleyi yazan yazar bunu unutmuş.
  • misafirlikte yapılan ufak sapıklıklar gibi akla mantığa sığmayacak eylemlerde bulunan kişilere saygının kalmaması gayet doğal bir durum.
hesabın var mı? giriş yap