• sokaklarda yürürken, işten dönerken, tatile giderken, balkona çıktığınızda, uçak limana inerken, misafirlerinize şehri gezdirirken, sizi birileri misafir olarak ağırlarken... gözünüzün gördüğü yerlerle ilgili ilk ve en kalıcı intiba nedir?

    "ne kadar da çirkin"

    ben hep böyle düşünüyorum. her yer ne kadar çirkin. demir korkuluklara takılan battal boy çöp poşetleri, boğaza nazır otoparklar, güzelim kasabaların ciklet pembesine boyalı binaları; plastik tabureler, led tabelalar, kayan yazılarla döviz bürosuna benzeyen abide camiler; ahşap görünümlü plastik apartman cepheleri; cam fanusa dönüştürülmüş 2 metrekarelik balkonlar; dağlardaki gelişigüzel bıçak yaraları; hayvan gibi toplu konutlar; hiç dinmeyen gürültü ve uğultu, falan filan...

    çirkinliği tanımlamak da zor. karşıtı üzerinden yola çıksan [güzellik ne? ] işler daha da karmaşıklaşıyor. çok kabaca "uyumsuzluk" diyelim hadi. çok havada kaldığı için altını doldurmam lazım biraz. akdeniz mimarisi deyince ne canlanıyor aklınızda? alçı cepheler, düz çatılar, dikilen değil yayılan alçak katlı binalar vesaire. fas, güney ispanya, güney italya, güney yunanistan, libya, lübnan, batı anadolu gibi akdeniz'e bakan yerlerdeki sivil ve sivil olmayan mimarinin pek çok ortak özelliği vardır. hatta çok enteresandır venedik'te bir gotik mimari akımı vardır -belki duydunuz- ve buradaki gotik anlayış kuzey ve orta avrupa'dakinden epey farklıdır. ca' d'oro ve palazzo ducale'nin fotoğraflarına bir bakın. her ikisi de 12 metreden kısadır. italya'nın akdeniz ile ilişiğinin kesildiği yerdeki gotik mimariyle kıyaslayın. siena katedrali'ni duymuşsunuzdur. meşhur. 77 metre! milan katedrali 108 metre! kuzeye gittikçe, akdeniz ile bağ koptukça binalar daha da yükseliyor. gotik mimari deyince ne canlanıyor zihninizde? göğe uzanan soğuk binalar değil mi? uzunluk değil "göğe uzanma" dedim mahsus. aynı yükseklikteki kale bendi ve minareyi kıyaslarsan daha iyi anlarsın demek istediğimi. minare göğe uzanıyor gibidir. neden akdeniz kıyılarına bakan yapılar yatay da, akdeniz'e sırtını dönenler dikey? ve bir de şunu düşünün lütfen; 108 metrelik milan katedrali'ni 300 km doğuya, venedik'e kondursak nasıl durur? tabii ki çirkin duracaktır. peki niçin? konuyu belki iyice dağıtmış olacağım ama yine de anlatayım;

    evropa'nın ortası ve kuzeyinin yani görece yüksek kesiminin florası ile akdeniz'in bitki örtüsü epey uzaktır birbirilerine. almanya, fransa, kuzey italya, isveç vesaire görenleriniz fark etmiştir illa ki. buradaki ağaçlar dişbudak, köknar, ladin, kayın gibi yüksek ağaçlardır. 40 metrelik ağaçlar bunlar. 500 yıl evvelinde bu ağaçlar daha da uzunlarmış ve tabii ki yapılaşma az olduğundan çok daha fazla yer kaplıyorlarmış. akdeniz'de durum nasıldı dersiniz? akdeniz'in tarihi incir, zeytin ve asmanın tarihidir. başka ağaçlar, başka meyveler de vardır akdeniz'de ama hiçbiri bu üçü kadar yaygın değildir. bu üç ağaç akdeniz'e öylesine tesir etmiştir ki, medeniyet bile bu ağaçlarla yoğrulmuştur. bu benim tezim değil tabii. bunu ilk dillendiren victor hehn'dir. 1850'lerde yazdığı kitabı türkçe'ye "zeytin, üzüm ve incir kültür tarihi eskizleri" diye tercüme etti necati aça. hiç kıymeti bilinmedi. sade bizde değil avrupa'da da yeterince okunmadı bu kitap. bu kitabın tezlerinden biri şudur; "yapıların formu, yükseklikleri ve yapılarda kullanılan malzemeler her zaman çevreyle 'uyumlu' olmuştur. akdeniz'de 5 metreden yüksek yapı yoktur çünkü 5 metreden uzun ağaca da rastlanmaz. buna karşın avrupa'nın kuzeyindeki yapılar, florasını oluşturan ağaçlar gibi heybetli ve uzundur. " birebir cümleler bu değil ama özü bu. bu arada tabii ki malzeme de değişti. sazdan kulübeler, hayvan derisinden çadırlar yerini ahşap yapılara bıraktı. daha sonra ahşap, taş ve toprak tuğlalar ile kullanıldı. sonra cam, sonra demir... ama ne olursa olsun uyum gözetildi. yapılarda bir sevimlilik, insancıllık, ölçülülük vardı. dünyada hala uyum gözeten güzel yerler var ve bunu tek başına zenginlik ile izah etmek zor. ermenilerin iyi mimarlar oldukları söylenir. osmanlı'ya ait pek çok güzel yapının mimarı da ermenilerdir. aynı ermenilerin suriye veya lübnan'daki mahallelerini gördüm. eminim sizlerden de görenler vardır. sohbet etme fırsatı bulduğum insanların büyük kısmı türkçe biliyorlardı. babaları, dedeleri vs. 1915'e kadar türkiye'de yaşamışlar. zamanında çok yoksulluk çekmişler belli, fakat diyebilirim ki son 50 yıldır ortalama bir lübnan yahut suriye vatandaşından biraz daha varlıklı ve eğitimliler [savaştan önce görmüştüm, şimdiki durumu bilmem]. lübnan'da bourj hammoud diye koca bir ermeni mahallesi vardır. 100.000 ermeni burada yaşıyor. 30.00 falan da diğer cemaatler. ortadoğu'nun en yoğun nüfusa sahip yeri burasıydı sanırım. atıl bir yer değil yani. lütfen bir bakın internetten, google street view'den falan. sonra bir de zeytinburnu'ndaki çırpıcı mahallesi'ne bakın. arada pek fark göremeyeceksiniz. insanı usandıracak, bitkin düşürecek kadar çirkin bir yer. stepanakert'i görmüştüm. gittiğim yıl artsakh cumhuriyeti'ne bağlıydı. berbat bir yer. insanı boğan, her köşede çirkinliğe rastlayacağın şehirlerden biri. bu nasıl olabilir? hani ermeniler zevkli, kültürlü insanlardı; iyi mimarlardı falan filan? şöyle düşündüm; bu adamlar burada kalıcı olduklarına inanmıyorlar. burayı memleket bellememişler. bourj hammoud'a veya stepanakert'e bir yerlerden fırlatılmışlar adeta. kiracı gibiler. galiba bizim memleketteki insanlar da böyle hissediyorlar. bilhassa istanbul'da tabii. sartre diyor ya "insan dünyaya fırlatılmış bir varlıktır" diye. sanki istanbul da buraya fırlatılmış insanlardan oluşmuş bir şehir. sizce istanbul'da yaşayan insanların yüzde kaçı burayı memleketi olarak görüyordur? en eğitimlisinden zır cahiline; zengininden fakirine; kimin emeklilik hayalinin dekoru istanbul'dur ki? ne kadar ürkütücü değil mi? geçici bir süre ikamet ediyoruz burada. hissettiğimiz şey bu. buranın mazisi, sokağının güzelliği, astığımız tabelanın uyumsuzluğu vesaire umurumuzda bile değil. size bir şey söyleyeyim; dünya tarihi boyunca kimse, kiraladığı arabayı iç-dış yıkamaya vermemiştir.

    şimdi nardis'e geleyim artık. "çirkinlik" hakkında epey yazmış oldum. yine de net bir şey söylemedim, biliyorum. hastalığa benziyor biraz. hastalık ya da hasta karşısındaki tutumumuz da genelde benzer; yadsımak, başka tarafa bakmak. bir fark var ama; hastalık veya hasta bizi öfkelendirmez. olsa olsa sitem edersin. "niye ben", "niye o" falan. öfkenin muhatabı yok. çirkinliğe karşı bariz bir öfke duyarsın. ben duyuyorum. sokakta gezerken bu çirkinliğin müsebbiplerini gaz odalarına doldurma fantezileri kuruyorum. belediyeye ayrı, esnafa ayrı sövüyorum. geçenlerde nardis'e gittim. yolda neler gördüğümü tahmin ediyorsunuzdur. odakule'den galata'ya yürüyün işte zihninizde. neyse, oturdum nardis'e, içki falan söyledim. sonra müzik başladı. 8-9 masa doluydu. herhalde 30 kişi falandık. hafta içi bir gündü. o insanların içinde kendimi bir cemaatte gibi hissettim. ne büyük mutluluk. istanbul'daki insanlar kendilerini çoğunlukla bir topluluğun mensubu olarak görürler. "topluluk" ve "cemaat" aynı şey değildir. cemaatte duygudaşlık vardır. topluluğun birlikteliği aleladedir. kulübün duvarlarına, masalarına, sahnesine falan baktım. hiç değilse canımı acıtan bir şey yok. çirkinliğe rastlamadım. önder focan ve zuhal focan buranın sahibi. kiraya da verebilirler burayı. iyi de kazanırlar galiba. öyle yapmamışlar, burayı 20 sene boyunca ayakta tutmuşlar. içeride çalınan müziğin kalitesi falan umurumda değil. tali bir konu o. niyet önemli. genelde hafta içi gidiyorum ben. 15-40 kişi arasında dinleyici oluyor. gelenlerin üçte biri müzisyenlerin eşi dostu, diğer üçte biri de tanışı. tamamen "dışarıdan" olan kişi sayısı 10'u nadiren geçer. yarın focanlar "yetti abi kapatıyoruz" deseler, facebook'ta, twitter'da, instagram'da destek mesajları yağar. robinson crusoe kitabevi kapanırken de öyle olmuştu. kitaplarını internetten sipariş eden bir sürü insan bir anda robinson destekçisi oluvermişti. hala da internetten almaya devam ediyorlar kitaplarını. neyse, şimdi ben nardis'e gittim, geldim, yedim, içtim vesaire 200 lira para harcamışımdır. ceylan ertem, can güngör, cihan mürtezaoğlu, mabel matiz, nilipek, gaye su akyol, yasemin mori, şevket akıncı, james hakan dedeoğlu, serhan bali, kıvılcım güngörün, kalben, can kazaz vesaire vesaire... ben hiç bu insanlarla karşılaşmadım orada. caz müzisyeni olmayabilirler fakat "iyi müzik" alıcısı olduklarını söylüyorlar. "kent kimliğine" falan sahip çıkıyorlar. öyle diyorlar en azından. ayda iki- üç kez burada konser dinleyecek vakti de parayı da rahatlıkla bulurlar. buna da adım gibi eminim. hiç değilse nardis'in reklamını yapabilirler arada sırada. eğer burayı mahallen olarak görüyorsan, kendini bu cemaatin mensubu sayıyorsan buna sahip çıkmalısın. burada geçici olmadığını, kalıcı olmaya niyetin olduğunu göstermelisin. görüyorum ki yazılarım 2000 küsur kişiye ulaşıyor. hiç tanımadığım pek çok insandan mesajlar alıyorum. bunu bir ayrıcalık sayıyorum. kendimi bu cemaatin mensubu olarak görüyorum. daha evvel nardis'e gitmemiş olanlarınız varsa muhakkak gitmenizi öneriyorum. şehirde böylesine kurtarılmış çok az alan vardır, bana güvenin. buraya gitmeniz kulübün sahiplerini de müzisyenleri de teşvik edecektir. üstelik size de iyi hissettirecektir. bir cemaate ait olmak, duygudaşlık, bir yerin olması... 3-5 sene sonra "nardis kapanıyor" haberini duyacağımıza kalıbımı basarım. yukarıda saydığım isimler de en fazla sayıda "repost" yapacak kişiler olacaklardır. şüpheniz olmasın. sonra robinson kitabevi gibi başka bir yere taşınıp can çekişecek ya da emek sineması gibi yok olacak.

    nardis'e gidiniz.
  • caz her insanda farklı hisler uyandırabilen leziz bir müzik.
    bu lezzeti 20 milyonluk şehirde bulabilmek eskiden zordu, hala zor aslında, yeni yeni mekanlar açılıyor ama o zamandan beri tek bir yer vardı; nardis.
    samimiydi, güzeldi.
    güzeldi diyorum çünkü üniversite zamanlarımda gittiğim nardis'i hatırlıyorum ve dün akşamki nardis'e bakıyorum.
    fark var.
    koca şehirde lezzetli bir müziğe erişmenin bedeli madden olduğu kadar manen de zor hale gelmiş.
    caz müziği sadece bir tabakanın, bir kesimin müziğiymiş gibi hissettirilmesine hep karşı çıkıp "herkes caz dinlemeli, cazın güzelliğini yaşamalı" diye festivaller, etkinlikler bolca yapılırken ve bundan dert yanılırken caza erişmek ve cazı tüketmek neden bu kadar pahalı?
    bilmiyorum.
    hadi imkanlar dahilinde cazın yaşaması, müzisyenin, mekanın yaşaması için bu rakamlar elzem.
    caz dinlemek isteyen bu rakamlara tamam diyerek maddı bedele katlanmaya razı oluyor, elini taşın altına koyuyor.
    peki neden bir müzik dinleyicisi olarak caz dinlemek için gittiğiniz bir yerde garsonun kibirli davranışlarıyla ya da mekan sahibesi hanımefendinin kendi arasında kulaktan kulağa seviyesinde konuşan insanlara sınıf öğretmeni gibi "konuşmayın" diye uyarıp alt katta kendi sohbetine şahit olmak zorunda kalıyor insan, merak ediyorum.
    caz toplumdan her insana ulaşmalı derken bu rakamlar niye?
    bu bedellere razı olanların da mekanda kendilerine komutlar veren garsonlar, mekan sahibesi himayesinde müziği yaşaması normal mi?

    bilmiyorum.

    harika müzisyenlerin icra ettiği leziz eserleri bu koşulları yaşayarak dinlemek zorunda olmak beni mutsuz etti.

    üzgünüm.
  • nolursunuz yüksek sesle konuşmayın burada. buraya insanlar muhabbetten, içki içmekten daha çok müzik dinlemek için geliyorlar. konsepti de bu. tiyatroda konuşan yaşam formlarından farkınız kalmıyor çünkü bağlam konuşmak değil müzik din-le-mek. yanımdaki 2 erkek 1 dişiden oluşan 3 tane boz ayıyı 2 kez uyardım bir özür dahi dilemediler. asmalı mescitteki rezalet canlı müzik ortamları paklar sizi ayı yogiler.
  • istanbul'da en iyi en kaliteli jazz müziği yapan mekandır. müzisyenleri bir harika, vokalleri muhteşemdir. gidilesi, izlenilesi, dinlenilesi yerdir.
    ah bir de yaş ortalaması azcık daha düşse tadından yenmez.
  • galata kulesi sokağında, eski ceneviz duvarları arasında yerini alan, jazz müzisyenleri ve jazz dinleyicilerini bir araya getiren sade ve keyifli mekan.
  • uzun süredir gitmek isteyip de geçenlerde nihayet fırsat bulup gittiğim mekandır.

    bence şu ana kadar gittiğim en iyi mekanlardan birisi ki buna yurtdışındakiler de dahil.

    mekan galata kulesinin çok yakınında, pek büyük sayılmaz. anladığım kadarı ile sabit bir konser takvimi yok, yani her perşembe şu grup vs gibi. programları internet sitelerinde mevcut. mekan küçük olunca ve canlı müzik de olunca, muhtemelen hesabı denkleştirmek adına, masalar biraz sıkışık ve sandalyeler de küçük ve bence çok rahat da değildi (bel fıtığı problemi). bizim gittiğimiz akşam muhtemelen haftaiçi olması sebebiyle yarıdan az doluydu. kendi adıma sevinmekle birlikte bu kadar güzel ve kaliteli müzik sunan bir mekanın boş kalmasına ise üzüldüm.

    müzik kulağı olan birisi değilim ama bence ses sistemi ve enstrümanlar (davul, piyano vs mekana mı yoksa gruba mı ait bilmiyorum ama) mükemmeldi. gerçekten büyük zevk alarak dinledik.

    fiyatlara gelince, pahalı diye yakınılmış ama bu tabi göreceli bir kavram. giriş ücreti 35tl ki buna içki vs dahil değil, sadece müzik ücreti. şarapların şişesi 110-150tl arasıydı sanırım. dolayısıyla 2 kişi giriş artı 1 şişe şaraba 220 tl verdik ve bence harika bir jaz konseri dinledik. kesinlikle o paraya değer, tekrar gideceğim ve tavsiye ederim.
  • mekan güzel, müzik güzel ama fiyatları çok da mantıklı değil. sanırım ufak bir mekan olması ve müzisyenlere ödenen ücretlerden ötürü biraz yüksek bir fiyat politikası izliyorlar. özellikle şarap kalit/fiyat konusunda dikkat edilmesi gereken mekan.

    giriş : 35 tl (içecek dahil değil)
    efes : 15 tl
    miller: 18 tl
    ortalama bir şarap : 100 tl
  • bir kaç notayla devlerin ortaya çıktığını biliyorsak eğer bu mekan da dev yuvasıdır derim. soğuk görüntüsüne rağmen sıcacıktır. caz canlı dinlenir diyenlerdenseniz kesinlikle burası bildiğim bir numaralı adrestir. ha soracak olursanız başka nereleri var diye? bilmiyorum derim. nihayetinde ben de internetten araştırıp burayı bulmuş biriyim. tam 12 den vurduğumdan da eminim.
  • cok sevdigim bir mekan oldugu icin istanbul´a gelmeden önce takvimini ezberler gelirim.
    fakat bu gelisim cok kisa oldugu icin, istanbul´da bulunacagim 2 aksamda da jazz adina bir etkinlikleri yok. yansimalar ve moral ekibi sahne alacakmis.
    alternatif olarak atölye kuledibi´ni denemek istiyorum ama nardis kadar güzel bir mekan midir bilmiyorum.
  • 2 sene kadar önce içeri girdiğimde ne kadar da küçükmüş diye hayal kırıklığı yaşamıştım.. -en öndeydim ve ayağımın biri sahnenin içindeydi- 1 saat sonra program başladığında anladım.. pek de küçük sayılmazmış.. hatta kocamanmış.. önder focan, cem aksel, kooocaman bi kontrbas..
hesabın var mı? giriş yap