nazım hikmet
-
nazım hikmet'in bursa cezaevi'nde tutsaklık günleri.
koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren nazım, aynı zamanda cezaevi
yönetimine de yardım etmektedir.
cezaevi denetimine adalet bakanlığı'ndan bir müfettiş gelir. bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:
- nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir? der.
nazım'i odaya getirirler. müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş nazım'ı tepeden tırnağa süzer ve:
-demek nazım sizsiniz, der. nazım'a oturması için yer göstermez.
kısa bir konuşma sonrası, gidebilirsiniz, der.
nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:
-ömer hayyam adını duydunuz mu? diye sorar. müfettiş hemen atılır:
-kim duymaz hayyam'i.
nazım:
-hayyam zamanında iran hükümdarı kimdi? diye sorar.
müfettiş şaşırır. nazım konuşmasını sürdürür, görüyorsunuz sanatcıyı anımsadınız
ama hükümdarı anımsamadınız. yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin
adalet bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak, der çıkar.
müfettiş yaptığı yanlışı anlar, nazım'ı geri çağırır ama nazım
koğuşunun yolunu tutmuştur.
sahi, o dönemin adalet bakanı kimdi? -
canlar dostlar güzel insanlar ne de güzel yazmissiniz , nakletmissiniz.
benim nazarimda tüm zamanlarin gelmis gecmis en mükemmel anlatima sahip olan sairidir.evrensellik fiskiran dizelerinde dolanalim ey canlar.
(2005 editi: bu ne lan alevi dedesi gibi?) -
şiiri kendi dilinde okumak şarttır ve ben de türkçeden başka dile tam olarak hakim olamadığım için, benim için dünyada nazım hikmet'i aşan şair yoktur..
otobiyografisini otobiyografi adlı şiirinde yazmıştır..
1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda moskova komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine moskova tseka-parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
--------------------------------------ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
--------------------------------------ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde barış madalyasının bana verilmesini
-------------------------------------------------verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum pırağ'dan havana'ya
lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
--------------------------------------sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
--------ama durup dururken de yalan söylemedim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
----------çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
----------camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
----------ama kahve falına baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
----------türkiyem'de türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün berlin'de kederden gebermekte olsam da
--------------------------------------insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
-----------------------başımdan neler geçer daha
---------------------------------------------------kim bilir.
--------------------------------------bu otobiyografi 1961 yılı 11 eylülünde
--------------------------------------doğu berlin'de yazıldı.
rehayünlüel'e teşekkürler. -
sair.
ama $air degil.
(2005 editi: turkce karakterler ile, "şair. $air değil.". hani dolar isaretinden hareket ile. neyse. cok kotu bir entrymis zaten.) -
nazım hikmet'e "kartpostal şairi" diyenlere en iyi cevabı can yücel vermişti: "kart sensin, postal da sana girsin".
-
an den kaeis esy
an den kaw egw
an den kaoume emeis
pws tha lampsoun ta skotadia
bu dizeler ilk tanısmam dı nazımla.
yunanistan da bir lisenin tiyatro salonunun duvarında.
salonun en gorunen yerinde 3 yıl boyunca durdu orda
ne kardaklar ne egeler ne it dalasları gecti 3 yıl boyunca
kimse dokunmadı kimseye dokunmadı
benden once de ordaydı, sonra da
sen yanmazsan
ben yanmazsam
biz yanmazsak
nasıl cıkar karanlıklar aydınlıga
dizelerini de gordum nazımın anavatanında
bir fakulte koridorunda
sabah asılıp aksam toplanan yasak afislerde
yanarak aydınlatan ellerde -
lise 1'deydim. ergenlik çağıyla baş etmeye çalışan erkek çocuğu nasıl olur, heyecanlı, hayatın gerçekleriyle alakası olmayan bir çocuktum. hayattan anladığım spor, yaş gereği biraz biraz kızlar ve her türlü saçma sapan eğlence idi. nazım hikmet hakkında ise tek bildiğim rusya'ya sürgüne gönderilip orda ölen bir şair olduğu idi.. şiirle edebiyatla zerre alakam yoktu. sonra bir gün sokakta yürürken bir dükkanın vitrininde asılı şöyle bir yazı gördüm;
"bir vapur geçer varna önünden,
oy karadeniz'in gümüş telleri,
bir vapur geçer boğaz'a doğru.
nazım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri..."
nazım hikmet
"hasktir" dedim kendi kendime, "ne biçim anlatmış memleket hasretini.." durdum, o yazıya baktım uzun süre. o zamana kadar birçok şarkı sözü ile kendimden geçmişliğim vardı fakat bu çok farklı bir histi. ben ordaydım, boğaza ve vapurlara 100 metre mesafede.. o ise binlerce kilometre uzağa gitmiş, bir daha dönememişti. ve tek yapabildiği bu dizeleri yazabilmek olmuştu.. o ana dek şiire ve her türlü duygusallığa karşı homofobiye benzer bir tavır sahibi olan kişiliğim bir anda değişiverdi. hayatıma bir şiir boyutu eklendi, edebiyat derslerine hevesle girer oldum, usta'nın ve bir çok farklı şairin eserlerini, fikirlerini okudum, öğrendim. o zamana kadar her dinlediğimde "vay be" diye içimden geçirdiğim ve zülfü livaneli'nin sandığım "memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak" dizesinin de o'na ait olduğunu öğrendim, gülümsedim.
üzerinden yıllar geçti, o sokaktaki o anın etkisini unutamadım. huzur içinde yatsın.. -
seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum... -
nazim hakkinda trajikomik bir olay:
1928'de nazim ve arkadasi kaçak olarak hopa'dan türkiye'ye giris yaparlar. eski mahkumiyeti vardir, pasapotsuz giris yaptigi icin suç islemistir onlar ayri konu.
üzerinden bir siiri çikar. siirin adi "heraklit' i düsünürken"dir. fakat eski yazi ile yazilmistir siir. eski yazinin bir cilvesi olarak "ekaliyeti düsünürken" diye de okunabilmektedir. ekaliyet azinlik demek. bu defa paranoyak mahlukat nazim'in azinliklari kiskirtmak icin gelmis olabilecegi iddiasini ortaya atar. sorarlar:
"ne ekaliyeti?"
"ekaliyet degil efendim heraklit, yunan filozofu" der nazim.
"vay! hem de yunan ha? hesabini mahkemede verirsin" diye bitirirler bu muhabbeti.
kaynak: atilla coşkun'un nazım'ın siyasal yaşamı ve davaları isimli kitabı. -
hiç unutmam, lise 3'de bir edebiyat hocamız vardı. hem genç hem de çok güzeldi. herkes hastaydı kadına. giyimi kuşamı konuşması hal hareket ve tavırlarıyla son derece modern bir tarzı vardı. bir gün hoca herkese sırayla en sevdiği yazar ve şairleri, eğer biliyor isek sevdiğimiz bir şiirini okumamızı istedi. şiir okuyan pek çıkmadı ama ömer seyfettin'ler, mehmet akif ersoy'lar hava uçuyordu.
sonra, eğer okuyorsa burayı selam olsun, adını da hiç unutmam, sinan cem doğan isminde bir arkadaşım vardı sıra ona geldi. sinan ayağa kalktı ve hemen ''nazım hikmet ve aziz nesin'' dedi. hoca bir an şaşırdı, kızgın ve sert bir tavırla ne demek istiyorsun sen diye çıkıştı. sinan da hocanın bu tavrına şaşırmıştı, bir şey demek istemedim hocam dedi. sonra hoca oldukça ukala bir tavırla var mı bakalım bu yazarlardan bildiğin bir şiir dedi.
sinan hiç duraksamadan başladı şiiri ezberden okumaya;
biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim,
gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda.
ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye!
rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik.
anlayamadılar...
tüm sınıf koptu. hoca dondu kaldı. 10 saniyelik bir duraksamadan sonra kesin gürültüyü diyerek sıradaki öğrenciye geçmeye çalıştı.
yıllar sonra nazım hikmet şiirleri okurken tekrar aklıma gelen ve buraya yazmak istediğim bu olayda 2 tane şaşırtıcı ayrıntı var.
ilki; sınıftaki çocukların, ben dahil, bırakın şiirin gerçekten de nazım hikmet'e ait bir şiir olduğunu, nazım hikmet'in kim olduğuna dair bile bir fikrimiz yoktu. sinan tarafından hocaya verilmiş bir ayar olduğunu düşündüğümüz için sınıfta olay olmuştu. şimdi düşününce diyorum ki sinan gerçekten de hepimizden farklı ve hepimizden yıllar yıllar önde bir çocukmuş.
ikinci ayrıntı ise; sol görüşlü yazarların isminden dahi rahatsız olan son derece modern görünümlü hocamızdaki tezatlıktı.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap