• yunanca "gnothi seauton" sozunun latince tercumesi, socratesin benimsedigi, 16yy'da montaigne'nin gundeme getirdigi soz.kendini tani anlamina gelir.
  • louis eugène marie bautain'in "ruhunu tanı, yeteneğinin ne yapabileceğini bil" olarak yorumladığı söz. bütün ruhani değerlere açılış kapısı, felsefi bilimin temel taşıdır. ondandır ki delfi tapınağının kapısında yazar.
    insan kendini tanıdıkça yere sağlam basar, kendini tanıması dış etkenlerle çarpıştığında olduğu kadar, kendi içinde çatışmalarla da derinleşir. hayat seçimleri insanın kendini tanıması için kadim felsefede geçiş anlarıdır. bir devirin ötekinden baskülde ağır geldiği zamanlardır. insanın kendi başına değerlendirip yaşaması gereken tecrübelerdir.
    "insan sadece kendini bir adım ileriye götürecek şeyler için olan şeylerden vazgeçmelidir, vazgeçebilmek de yürek ister" demişti bir taksici bir gece vakti. delfi tapınağının kahini mi olmak gereklidir böyle bir laf yumurtlayabilmek için bilinmez, there is no spoon da diyebiliriz tabi amcayı sallamayarak, ama oracleın insanı nerede bulacağı belli olmaz.
    bi de çok şahane bir dövme olacağını düşünüyorum. o kadar.
  • delfi tapınağı'nın girişindeki vecizenin "noverim me noverim te" olduğuna dair belleğimde bir bilgi var. bu bilginin kaynağını bilmiyorum, araştırdım bulamadım. aziz augustinus'un da duasıymış. kaynaklarda, tapınağın girişindeki yazı "gnothi seauton/nosce te ipsum: kendini bil!" olarak geçiyor. "noverim me noverim te" ise, bu bilişin formülünü veren bir ifade: "bilirsem beni bilirim seni", yani "men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu; kendini bilen rabbini bilir." delfi'nin girişinde değil anladım da peki nerede, muamma...

    "kendini bil!"
    "kendini tanı!"
    "kendin ol!"

    "bilmek, bulmak, olmak"tan kastedilen şey.

    bu söz, insanoğlunun tarihinin ötesinden şimdiye getirebildiği ve üzerinde herkesin mutabık olduğu ender nasihatlerden... yazılı çağdan itibaren de feylesofların şiarı, akademilerin kapı kitabesi, kitapların besmelesi...

    kendini bil/tanı sözünden anlamamız gereken nedir? bir kendimiz olduğu ve bizim onu tanımadığımız, değil mi? yunus emre'nin "bir ben var benden içeri" derken anıştırdığı şey... içimizde biri var ve biz onu bilmiyoruz/tanımıyoruz. normal şartlar altında bu, insanı hücrelerine dek titretecek bir vakıa, amma gariptir titremiyoruz da...

    kendimiz hakkında elle tutulur hiçbir şey bilmediğimiz için, bu söz asırlardır güncelliğinden bir şey kaybetmemiş, çağımızda ise beyhude bir kişisel gelişim zırvasına dönüşmüş... çok güç çünkü kendini bilmek. bilenler, insanlık tarihinde peygamber, veli, arif, bilge olarak isimlenmiş, onların da bazısı ayan, bazısını kimse bilmez. kendini bilmek, önermenin öte yanındaki sen'e bağlı, çetinliği de bundan sebep muhtemelen. sen yoksa ben yok, sen varsa ben var.

    o yüzden bilgelerin, mürşitlerin ilk dersi "önce sen" demeyi öğretmektir. ha ağulu aş mı var, o zaman önce ben, yine kıyak sen'e... zor yani, rıza lokması kolay yutulası değil... buradaki "önce sen"; sempatiyi yani beraber duyuşu ve empatiyi yani içeriden duyuşu da aşıp karşıdakini kendine tercih etmeyi işaret eden cinsten: adına îsâr dedikleri...

    güzel âşık cevrimizi
    çekemezsin demedim mi
    bu bir rıza lokmasıdır
    yiyemezsin demedim mi

    diyor, hep diyecek. çünkü bu ölümcül iş "bedava ama çok pahalı" ve pahası: can parası. başka akçe geçmez, diyor. yunus baba, kendinin mekânı olarak "içeri"yi işaret ediyor. içeride olanın dışarıya çıkması için bir şey gerek. bir acı, bir sancı, bir kırılma, bir soyulma, bir soyunma... önce sen demiştik ya, "önce sen" ben kabuğunu soyan en keskin bıçak, ölüm gibi bir şey! ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi, diyemeyeceğim, zira sonunda tüm benler ölür. paf puf, cuppadak tabut! tabutun içinde bir şey gizli: "yaşam, bu kapağın altında!" (e gülücük) hangi yaşam? gerçek yaşam. sebastian knight'ın gerçek yaşamı, çok severim, ne müthiş kitaptır.

    ölümde yaşam gizli... zıtların birliği diyoruz da; o zıtları bir edebilmek, aynı edebilmek, kahırla lütfu mesela, neşeyle hüznü, genişlikle darlığı bir, aynı, bütün görebilmek: er kişinin harcı. hani şuradaki: "iyiliğe iyilikle mukabele etmek her kişinin harcı, kötülüğe iyilikle karşılık vermek ise er kişinin"... söz konusu aynı er kişi. âlemde, tüm zamanlar içinde bir tane er kişi varmış zaten. bulan (ve olan) yaşadı!

    "önce sen"i dedirtebilen de o er kişidir. hatta muhtemelen insan, onun karşısında sırf sen'dir. kendi olmak, sırf sen olabileceğimiz kişiyi bulmaya bağlı demek ki; o yüzden önce bilmek, sonra bulmak ve meyvesi: olmak... nerede bulmak? ne içeride ne dışarıda, hem içeride hem dışarıda...

    soyulmak ve soyunmak... bu soyunmak üzerinden palto çıkarmaya benzemez. o soyulmak da, güneşten yanmış derinin soyulmasına... dikkat edersek ikisi de edilgen fiil, yani bunları insan kendi başına yapamaz. etken birinin varlığı gerektir. meyveyi heder etmeden kabuğunu soyacak biri. bıçak kullanmayı iyi bilen, ehil, kâmil biri... bıçağı en iyi kullanan da ancak o bıçakla can vermiş olandır, değil mi?

    bu kadim mevzunun güncel uzantısı için mahmut erol kılıç'ın şu yazısını okuyunuz: http://aa.com.tr/…fetonun-mistik-hezeyanlari/659424 beyefendi, kimi nasıl tanıyacağımıza dair hayati bilgiler vermiş. evvel refik badel tarik, önce yoldaş sonra yolculuk. yoldaş dediği, kılavuz dediği, yolu bilendir. kılavuz olmadan yola çıkılmaz. yolu bilmeyenden kılavuz olmaz. kılavuzu karga olanın da burnu yerden kurtulmaz.

    bir pınarın başına
    bir testiyi koysalar
    kırk yıl anda durursa
    kendi dolası değil*
  • nosce te ipsum - kendini bil!

    yaşamı ve insanlığımızı anlamak için, hayatı sadece “içinde ve bir parçası” olarak algılayıp yaşayabildiğimizde gerçekten yaşıyor olduğumuzu bilebilmek için bu iki sözcükten daha fazlasına ihtiyacımız var mı? belki de var! çünkü zihnimiz, bir yandan muhabbet salgılayarak dünyayı kendi yaşayabileceği bir yere dönüştürmeye çalışırken, bir yandan da bahaneler ve kuşkular üreterek, edindiği yaşam alanlarını yerle bir etme eğiliminde. belki de sırf bu yüzden yalnızız, engellenmişiz, hayallerimiz sınırlanmış; yani bir türlü kendimiz olamıyoruz... işte bu son cümle hiç de masum değil! kolaycı, yapay, kompleksli, kirli, kandırmacı bir acınasılığı var bu cümlenin. ve aynı zamanda bir ucubenin resmini apaçık gözler önüne seriyor: toplum denen ucubenin resmidir bu. düşündüğünün, yaptığının sorumluluğunu üzerine alamayan, eylemlerini diğerine duyduğu ama ifade etmekten korktuğu öfkenin iteklemesiyle yarım yamalak gerçekleştirebilen, zaman zaman “kimse beni anlamıyor”un eteğinin altına saklanıp, eline bir kibrit geçtiğinde ilk işi o altına saklandığı eteğin dışında ne var ne yok hepsini tutuşturmak olacak güdük kuklaların resmi!
  • ilim ilim bilmektir,
    ilim kendin bilmektir,
    sen kendini bilmezsen,
    ya nice okumaktır?

    (bkz: yunus emre)
  • (bkz: know thyself)
  • her şeyi bilmene gerek yok, kendini bil yeter
    ve sanırım bu bir insanın kendisine yapabileceği en büyük iyiliktir
  • “nosce te ipsum” yani kendini bilmek. gerçekten bilmek, tanımak, hissetmek, anlamak, yaşamak. sanırım bu hayatta bir kişinin sahip olabileceği en büyük hazinedir. bu felsefe benim için çok ama çok önemli olduğu için ve hiç unutmamak adına her gün, her an görebileceğim şekilde bileğime latincesini yazdırdığım dövmedir. şu an okumakta olduğum hermann hesse’nin yazmış olduğu siddhartha adlı kitabın konusu olan doğu felsefesi öğretisinde bahsettiği gibi herkesin kendi içindeki ben’i bulması ümidiyle...

    “hikmetini ve iç yüzünü öğrenmek istediğim şey, ben’di. kurtulmak, alt etmek istediğim şey de, ben’di. ama alt edemedim, sadece yanılttım, sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim. doğrusu, dünyada benim bu ben’im kadar, bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiçbir şey kurcalamadı. ve dünyada kendim kadar az bildiğim başka hiçbir şey yok!”

    hermann hesse, “siddhartha”, s. 47.

    (bkz: siddhartha)
    https://eksiup.com/p/89335717toqb
  • sokrates’e göre, insanın kendini bilmesi, erdemli olmasının önkoşuludur. erdem bilgi ile özdeştir. başka bir anlatımla bilge insan erdemlidir. bir eylemin iyi olması için, öncelikle yararlı olması gerekir. eylemin yararlı olması, kişinin amaçlarına ve beklentilerine karşılık vermesi ile doğru orantılıdır. bunun için insan, insanlığın ortak amaç ve beklentileri üzerinde odaklanmalıdır. çünkü bireyin mutluluğu, toplumun mutluluğuna bağlıdır. ona göre iyi davranışlar herkese başarı ve mutluluk getirirken, kötü davranışlar da başarısızlık ve endişe getirir. insanlar doğaları gereği mutlu olmayı isterler. mutluluk, insansal varoluşun en yüksek amacı ve insanın dünyadaki varlığının temel nedenidir. ancak mutlu olmak için, insan bilgi ve erdeme gereksinim duyar. bilgi, insana neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösteren bir yol haritasına benzer. böyle bir yol haritasına sahip olan insan, bile bile kötülük yapmaz.
hesabın var mı? giriş yap