• günlerdir tembelliğimden dolayı kendime kızıyordum. okumam gereken bir şeyler varken bilgisayar karşısında zaman öldürüyordum. kendime kızarak kalktım yerimden. hızla kalkarken bilgisayarı öylece açık bıraktım. aldım kitabımı elime, salondaki koltuğa uzandım. kitaba pek yoğunlaşamasam da, okuduklarımı pek anlamasam da bir şeyler okuyabilmiştim. bu sevindiriciydi benim için. saati farkettiğimde, gün çoktan değişmişti. iyiden iyiye geç olmaya başlamıştı. ertesi sabah yapacağım işleri düşünüp isteksizce yatağa yollandım...

    sabah daha alarm çalmadan uyandığımda nedeni anlayamadığım bir halde bilgisayarın karşısına sürüklendim. akşam masadan kalkarken açık unutmuştum; ama bunu bildiğimden değildi bilgisayara doğru gidişim. gözler yarı açık yarı kapalı oturdum masanın başına. beni bekleyen bir mesaj vardı. "merhaba ruh ikizi" yazmıştı mesajın sahibi. arkadaşlarla sohbet etmeye yarayan bir mesajlaşma programı kullanıyordum. yeni insanlarla tanışmaya da imkan veren bir bilgisayar yazılımdı bu. "seni arıyorum" anlamına gelen bir ismi vardı. beni bulan birisinden bir mesaj almıştım. ne güzel bir merhabaydı bu. "slm", "mrb" gibi kısaltmalardan uzak oluşu bir yana, bana beni düşünerek hitap ediyordu. hayatı ciddiye alan birileri böyle hitap ederdi. yapmacık değildi, buna rağmen kendini ortaya koyabiliyordu. güçlü bir merhabaydı bu, cevap almayı hakeden bir merhaba. bir an gözüm mesajı gönderene takıldı. tahminlerim beni yanılmazdı, bu sözcüklerle hitap eden birisiyle daha önce de tanışmıştık. mesaj, aylardır görüşmediğim eski sevgilimdendi. hiç beklemiyordum ondan bir mesaj almayı. eski sevgilimin beni bulması ilginçti. artık, eskiden kullandığım kullanıcı hesabımı kullanmıyordum. bir gün benim ben olduğumu bilmeden bana selam verebileceğinin hayalini kurduğum zamanlar olmuştu. ama o günün gelebileceğini sanmıyordum. bacaklarımın titrediğini hissettim. heyecan beni hem kendime getirmiş, hem de sersemletmişti. uykum kaçarken, mantığım tutulmuştu. ne düşüneceğimi bilmeden baktım bir süre ışıklı ekrana. maviye dönüşüyordu ekran. ekranla birlikte aklım da maviye çalıyordu. onunla konuşabilmeyi çok istiyordum; ama ne diyeceğimi bilemiyordum. aylar sonra tekrar karşılaşmamıza sevinmiştim. bu karşılaşmanın bir anlamı olduğunu düşünüyordum. onu nasıl sevdiğimden çok emin olamasam da, hala sevdiğimi biliyordum. cevap yazmak istedim. yeni birisiymiş gibi davranabilirdim. belki aklından geçenleri anlama şansım da olurdu onunla sanal dünyada yeniden arkadaş olsak. ama sırf onunla konuşmak uğruna başka birisi gibi davranamazdım. hayatta beceremediğim şeylerdendi yalan söylemek. yalanların bir zaman sonra ortaya çıkacağı düşüncesi çok korkuturdu beni. bazen yalan söylemediğim halde tam doğruyu anlatamadığımı düşünerek açıklamalar yapardım çevremdekilere. çok konuşmakla suçlayanlar olurdu beni böyle zamanlarda. ben aklımdan geçenleri olduğu gibi anlatamadığımı, tam anlaşılmak istediğimi düşünerek konuşurken, onlar gevezelik yaptığımı düşünürlerdi. dürüst davranmalıydım, kim olduğumu yazıp kendimi evden dışarı attım.

    sabahın kör saati fırlamıştım evden. hava günlük güneşlikti. yeni tatile giren liseliler okula gittikleri günlerdeki gibi erkenden dışarı çıkmaya devam ediyorlardı. insanlar rengarenk giyinmişlerdi. bu kadar güzel bir günde işe gitmek istemediğimi farkettim. işyerini arayıp geç kalacağımı söyledim. dakika hesabı yapan yöneticim, her zamanki gibi ters tavrıyla fazla geç kalmamamı tembihledi. üzülmedim, düşüneceğim en son şey yöneticimin tavrı olurdu şu an. hatta, az da olsa geç kalabilme hakkını aldığıma sevindim. deniz kenarına gidip bir çay istedim, bir de sigara yaktım. denize doğru sigaramı tüttürürken adalar'ı düşündüm. acaba adalar'a davet etsem gelir miydi? ne güzel olurdu bir akşam adalar'da oturup karşılıklı kafaları çekerken sohbet etmek. onun, benim ben olduğumu öğrendikten sonra benimle yazışmaya devam edip etmeyeceğini bile bilmezken hiçbir yere davet edemezdim ki... bir gün gelir de, tekrar yakınlaşma şansımız olursa adalar'a gitmeyi teklif etmeye karar verdim. sigaramın son nefesini çekmek bana üzücü geldi. zamanın ilerlediğini işe gitmenin vaktinin geldiğini bildiren bir alarmdı sanki sigaranın bitmesi.

    yoğun geçiyordu iş yerinde günler. toplantılar toplantıları, yeni projeler yeni projeleri kovalıyordu. büyük değişimler oluyordu, herkese çok iş düşüyordu. işlerden kafamı kaldırabildiğim an kendimi binanın dışına atıyor, içime biraz temiz hava içime çekiyor, geri işe dönüyordum. yaz güneşi ısıtıyordu bedenimi. aklıma, aynı güneşin altında, dünyanın bir ucunda oturduğumuz geldi. beraber ısındığımız, biribirimizin sesini duyduğumuz, yakın olduğumuz zamanlar... o anları hatırlamak acı verirdi eskiden, bir daha tekrar etmeyeceğini düşünmek acı verirdi. o acıyla düşünürken, sorunun nerede olduğunu da anlayamazdım. şimdiyse, o kadar acı çekmiyordum. eskisi gibi değildim, sorunun nerede olduğunu az çok anlayabiliyordum artık. ayrılığı kabullenebiliyordum. o şaşkın günlerimde, onu tamamen kaybetmeden durum düzeltmek istemiş, iyice sarılmıştım ona. onu tamamen kaçırmadan yakalamalıydım sanki... oysa, bu amaçla attığım her adım onun benden daha da uzaklaşmasına sebep olmuştu. zamanla bu acıların geçeceğine ve onu artık özlemeyeceğime inanmaya başlamıştım. o dönemin geçtiği, biribirimizi tamamen kaybettiğimiz bu anda görüyordum ki, biteceğini sandığım duygular tamamen bitmemişti. ben olduğumu öğrennde bana yazmamasını diledim önce. sonra, bu düşüncemden vazgeçip yazmasını diledim. karmaşık duygular içindeydim. en son, olamsı gereken her şeyin olması gerktiği gibi olacağını düşünerek kendimi rahatlattım.

    akşam eve geldiğimde mesaj ışığı yanıyordu. cevap yazmıştı demek... içim çekildi bir anda, çok heyecanlanmıştım. ne yapacağımı bilemeden bir müddet seyrettim o yanıp sönen ışığı. aynı yerde dönüp durduğumuzu yazmıştı. söyleyemedim; ama ne güzeldi onunla aynı yerlerde dönüp durabilmek. yeniden yeniden karşılaşabilmek. hiçbir şey yazamadım; kafam yazacak bir şey üretemiyor, parmaklarım klavyenin üstünde yatıyordu. aklım ve ellerim tutulmuştu. sakin olmak gerektiğini düşündüm. sonra da, gerekli diye bir şey olmadığını. gereken tek şey dürüst olmaktı. dürüst olmak ve sonuçlarına katlanmak. heyecanlandığım için konuşacak bir şey bulamadığımı itiraf ettim. söyleyebileceğim tek şey, bir şey söyleyemiyor olmamdı. durum, biz farkında olmasak da çok komikti. aslında başka zaman olsa buna ikimiz de gülebilirdik; ama şimdi gülemiyorduk. zaman geçiyordu ve ben ne konuşabileceğimi bilmiyordum. bir şey yazamayacağıma karar verdim, izin istemeyi düşünürken konuşmak zorunda olmadığımızı yazdı. beni anlayabiliyordu, anladığını farkedebiliyordum. benim düşündüklerimi o yazıya geçiriyor gibiydi. belki o da benimkine benzer duygular içindeydi. konuşmak zorunda olmadığımızı söylemesinin ardından tekrar izin istemeyi düşündüm. konuşma konuşmamazlığa doğru devam ediyordu. ne diyeceğimi bilmediğimi, yanlış bir şey söylemekten korktuğumu söyleyiverdim. aslında yanlış diye bir şey yoktu; ama onu kırabilecek bir şeyler söylemek istemezdim. insan hayatında öyle anlar olur ki, kişi bir değil birden çok doğru olduğunu düşünür. birini seçmekten sakınır, en doğruyu seçememekten korkar. ve aslında o an insana doğru gelen durumların hiçbiri gerçekte doğru olmayabilir. ne zordu bir şeyler söylemek. rahat olabilseydim keşke... ben kafamdan bunları geçirirken o çıkacağını söyleyip iyi akşamlar diledi. benim söyleyemediklerimi söyleyebiliyordu. beni üzeceğini bilse bile söyleyebiliyordu. bu özelliğine hayrandım, doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapıyordu. ben yanlış yapmamak için hiçbir şey yapmıyordum.

    ona veda ederken, yine bir şeylerin eksik kaldığı hissi vardı içimde. neyin eksik kaldığını anlayamadım. neyin fazla geldiğini göremediğim gibi, neyin eksik kaldığını da göremiyordum.
    söylemek istediğim bir şeyler vardı sanki. sanki her şeyi söylemiştim.
    belki de hayatta eksik diye bir şey yoktu.

    her şey olduğu kadardı...
  • beklentilemin üzerinde çıkan, özellikle de anlatım dili açısından hoşuma giden feyyaz yigit kitabı.

    kitabın ana karakterinin (anlatıcı kişinin) kendi içinde yaşadığı çelişkileri, duygu karmaşalarını, ufak tefek kelime oyunlarıyla birleştirerek anlatması hoş zaman geçirtebilliyor.

    ve altını çizdiğim, hatta altına imza atabileceğim bir alıntı:
    "bu kız benim olmayacaktı. neden biliyor musunuz? çünkü ben annemin karşısına türkçe pop dinleyen ve televizyon izlemekten keyif alan bir gelin çıkaramazdım."
  • feyyaz yiğit'in uzun süredir ortalarda gözükmemesinin sebebi. çok yakında tüm seçkin kitapçıların kitap raflarında olacak. feyyaz ise yine tüm seçkin kitapçıların etrafında sinsi gibi, kurnaz gibi, muhtaç gibi geziyor olacak. ve sizleri gözlüyor olacak.

    http://youtu.be/-c8kdsuvq5a
  • albümün isyan şarkısı...artık yorgun, tükenmiş bünyenin serzenişi...
  • her şeyi deneyip hiçbir şeye varamayınca huzur verecek büyülü sözler. nihilizm dininin ikrası...

    paranız yetmediğinde, devletin zulmü altında inlediğinizde, yaşınız geçerken evlenecek düzgün insan bulamadığınızda, hayat size iki beden bol geldiğinde... her ne koşul altında olursa olsun, hayatı beceremediğinizi düşündüğünüzde, aklınıza gelmeli bu laf!

    afedersiniz koyun g.tüne... dünyanın derdi sizi mi gerdi! olduğu kadar... daha iyisini yapan gelsin yapsın.
  • albüme bakar bakmaz adıyla dikkatimi çeken şarkı.
    dinler dinlemez de kaptirdim kendimi, üst üste dinlenebilecek kadar güzel sözlerle bezenmiş.

    bir serzeniş var ama kime?
    ona mı kendine mi mesafelere mi ? neyse, gittiği yere kadar.
  • insanı anlık kahkaha patlamalarına maruz bırakan, absürt komedinin çok güzel bir örneği. okurken asla sıkılmıyorsunuz ve feyyaz yiğit'in o olağanüstü kafasına mütemadiyen hayret ediyorsunuz. içerisindeki o aşırı saçma ama güzelliğinin de sacmalığından geldiği aşikar diyolaglar ve hayata dair olağanüstü saptamalar olması da cabası. spoiler tırnağı içerisine yazılacak tonla bölümü olsa da, kitap içerisinde geçen şu sözü yazmak istiyorum.

    --- spoiler ---

    zaten bizi bulunduğumuz bu noktaya sahip olduğumuz total yetersizlik getirdi.
    --- spoiler ---

    cok az göze batan bir olumsuz taraf ise kitabın sonlarına doğru yazım yanlışları baya bir artıyor.
  • acaip bir salma duygusu yüklüyen parça. "ne gerek var, gittiği yere kadar, olduğu kadar, hadi be sen de" derken boşverditiyor.
  • sınavdan önceki gün 'artık' ders çalışmanın bırakılmasını haber verir repliktir. n'apiym yaa olduğu kadar' denir, sanki çok müthiş çalışmış gibi, ertesi gün sınavda sıçılır.

    (bkz: sınavda sıçmadan önceki son sözler)
  • boş zamanlarını geçmişi geleceği didiklemeye alışmış beyinlere sakinleştirici etkisinde gripin şarkısı.
    aslında gayet basit fakat çoğu durumu çok iyi özetleyen bir söz de vardır düşün düşün boktur işin şeklinde fakat hani yine de kendini alıkoyamadığında sebep sonuç ilişkilerine dalmaktan, yine de vazgeçemediğinde "aşkından", "kızgınlığından", "nefretinden" vesaireden, duvarlar üstüne çok gelip alkol dertten kanında akmaya başladığında insana iyi gelebilecek bir şarkı. yeterse yeter be dedirtiyor bir süreliğine insanı comfortably numb yapıyor.
hesabın var mı? giriş yap