• feci bir ucak kazasinda can veren mukemmel besteci. her yil bir kez daha aniyoruz kendisini lakin beni en cok uzen ise onno'yu aramak icin yola cikan 2 dagcinin donarak olmesini kimsenin hatirlamiyor olusu. kaza haberini alinca kendi baslarina arama calismasi baslatan amator dagcilar cem emrah celebi ve selcuk olcay soguktan donarak olmustur. olumlerinin en buyuk nedeni ise kis dagciligina ve hava sartlatina uygun ekipmanlari olmadan boyle bir ise kalkismis olmalaridir. bu olayi ne yazik ki cogu kisi bilmez. hepsi nurlar icinde yatsin...
  • '90'ların efsane türk pop müziği de bu adamla birlikte toprak olup gitmiştir. dikkat edilirse onno tunç'un öldüğü sene olan 1996 sonrasında o cesur, yenilikçi ve batıdaki muadilleriyle aynı ringde dövüşecek güçte düzenlemelerin yerini iğrenç gırtlak nağmeleri, alaturka çalgılar, adeta 2002'yi haber verircesine yüzünü ortadoğu'ya dönmüş ve bol keyboard soslu ucuz yapımlar almaya başlamıştır. fantezi müziğin arşa çıktığı, kral tv'nin artık arabesk kanalına döndüğü ve batı müziği ile doğu müziği arasındaki net çizginin git gide silikleşerek yok olmaya yüz tuttuğu zamanlardır bunlar. o yüzden de '70'lerin acemi, '80'lerin ürkek, 2000'lerin yozlaşmış türk pop müziğinin kendini bulduğu, hatta ismine de basbayağı türkçe pop dediğimiz mesele birkaç istisna dışında 1996 ve öncesidir.

    bu toprakların yetiştirdiği en dâhi insanlardan biri olan onno'dan sonra yalnızca sezen aksu değildi bir daha aynı olamayan. koskoca bir müzik türü de onunla birlikte bu coğrafyadan elini ayağını çekiyor, eliyle büyüttüğü, nakış gibi işlediği bir nesle veda ediyordu. bütün bunlara tanıklık etmemiş insanların karma'yı yere göğe sığdıramamasına da o yüzden şaşırmamak gerek.

    edit: karma ile ilgili yorumuma eleştiriler geldi. aşağıda da sorulan “ne alakası var?” sorusunun yanıtı yazı dikkatli okunursa gayet açık, 1996 ve öncesini, onno tunç'un aslan payını kaptığı türkçe popun en has dönemini ve o alt yapıları, düzenlemeleri, görülmemiş duyulmamış deneysel ve batılı “sound”ı deneyimlemiş insanların çıtasının bayağı yüksek olması gerektiği ile ilgili bir önerme. zevklere saygımız olmakla birlikte “karma” değil türkçe popun, tarkan'ın bile zirvesi olmaktan oldukça uzaktır. türüne hiçbir yenilik getirmeyen, tarkan'ın kendini yinelediği ve cepten yediği, git gide alaturkalaşan ve buram buram oryantalist, hatta yarısı gayet vasat bir albümdür. aacayipsin'deki, ölürüm sana'daki türler geçidinden, rockvari düzenlemelerden, eşi benzeri görülmemiş altyapılardan gram barındırmaz. kuzu kuzu ve hüp dışında bir hit de çıkardığı söylenemez ayrıca, hadi bir de dünya kupası için uyarlanmış hâli sağ olsun taş'ın ne kadar sıradan bir şarkı olduğunu görmezden gelelim. nerede o avrupa'da, rusya'da, hatta okyanus ötesinde yankılanan şımarıklar, şıkıdımlar, kır zincirleriniler, nerede klipleriyle ana haber bültenlerine konu olan ölürüm sanalar, salına salına sinsiceler, nerede zamanının fersah fersah ötesinde şeytan azapta, seviş benimle ve gecenin ürkek kanatlarında, nerede bu türkiye dışında kimsenin iplemediği, tribünlere oynayan, “iki göbek atarım, ismini de böyle felsefi tarafından koyalım, nasılsa yiyorlar” alt mesajlı meh albüm. tam anlamıyla onno tunç sonrası türk popunun tarkan yansıması yani.

    edit: kimi ek örnekler.
  • iyi ki bu topraklarda yaşamış, iyi ki müzikle bir yerlerden yolu kesişmiş, ve geçmişten günümüze kulaklarımıza misafir olmuş.

    bu akşam kendisini anmam şöyle oldu, youtube music var telefonda, işte favoriye aldıklarımı çevirip çevirip dinliyorum, işte sıradan haydi gel benimle ol çalıyor, hemen çocukluğuma, o lunapark akşamları geldi.

    neyse, bu parçaya döneceğim. kendisinin müzik yolculuğunda aranjör olarak çalıştığı ve taptığım onlarca şarkısı var, ki kendisi yavaş yavaş olgunluğuna denk gelen sezen aksu döneminden önce de, gökhan abur, nilüfer, ayten alpman, seyyal taner, asu maralman, erol evgin, neco, bülent ortaçgil* gibi kişilerle zaten çalışmış, akda pekkan‘ zannımca ajda pekkan yapan super star albümlerinde de norayr demirci ile çalışmış.

    böyle böyle derken, sezen aksu ile tanışması nasıl oluyor, bilmiyorum; 1981 senesinde çıkarmış olduğu ağlamak güzeldir albümüne iki adet düzenleme ile ortaklığına merhaba diyor sezen aksu ile. sonrası malum tutkulu aşk ve mükemmel parçalar, şahane düzenlemeler, 80 öncesi doğumluluların da tabii ki gönlünü çalsa da özellikle 80 sonrası doğanların yaklaşık 40 senedir dillerine pelesenk olmuş şarkılar.

    her ne kadar sezen aksu ile yapmış olduğu çalışmalarla bilinse de, benim için ayrıca nilüfer için yapmış olduğu düzenlemeler de ayrıca özeldir. bendeniz için yapmış olduğu kapında günlerim düzenlemesi bile ne kadar büyük müzik adamı olduğunu gösterir de, 35 yaşına gelmiş olmama rağmen, 90’lar türk popundan hiçbir zaman kopamamış bir fert olarak, hala seve seve dinlediğim parçalarından bazıları ise,

    -yeniden sev - nilüfer(daha sonra gipsy kings tarafından no vivire olarak tekrar okunan parça. en sevdiklerimden.)

    - ne masal ne rüya - nilüfer(gümbür gümbür çağlıyor mübarek)

    - olay olay - zerrin özer

    - alev alev - ayşegül aldinç

    - eğrisi doğrusu - her sevda yeni bir veda - çarem benim - nilüfer

    - ben senin bildiğin erkeklerden değilim - zalim - yas - levent yüksel

    - ben yoldan gönüllü çıktım - yeşim salkım(ki nazarımda deli mavi dışında yeşim salkım’ın kariyerindeki en dişe dokunur şarkılarından birisidir. )

    - hep bana - zerrin özer

    gibi gibi daha onlarcası vardır, ilk aklıma gelenler.

    sezen aksu ile olan çalışmalarına geldiğimiz zaman, hiçbirisi ayıramıyorum ki.* bir çocuk sevdim‘in dehşet girişi mi, son bakış‘ın dehşeti mi, sen ağlama, tükeneceğiz, git, geri dön , ünzile nin dimağlarda yer eden düzenlemeleri mi...

    ama yine başta bahsettiğim şarkıya geliyorum. güç bela yaşamımızı idame ettirmeye çalıştığımız, yerleri süpüren ekonomi, covid-19 denen garabet, dedikodu-gıybet, her gün kadın cinayetleri, leş bir ortam içerisinde en azından nefes almamı, yüzümde küçükte olsa bir tebessüm oluşmasını sağlıyor, haydi gel benimle ol. enginlere sığmayan düzenlemesiyle birlikte, 90’ların sıcak bir yaz akşamına ışınlıyor beni, paramız az olduğu için az oyuncakla iştigal edebildiğim dönemde haftada bir kere gittiğimiz lunapark‘ta en korkmayarak bindiğim, ahtapottayken, yüzüme vuran tatlı esintinin birleşmesiyle kulaklarımda çınlıyor haydi gel benimle ol.

    ahtapotun bir geri bir sağa bir sola, bir yukarı bir aşağı sallanmasıyla içim gıdıklanırlen, bir yandan bitmemesini istememe rağmen, bir yandan da çocuk yaşıma rağmen “ya düşersem” endişesine güzel bir es veriyor haydi gel benimle ol. sözlerinden pek anlam çıkaramayacak yaşlarda olduğum için, o düzenleme yaylılar, çatır çatır patlayan bas gitar içimi okşuyor, arkada pat pat ses çıkaran efektler, sezen aksu’nun haykırışlarıyla bütünleşip çocukluğumun güzel anlarına el sallıyor dostum.

    işte bu akşam bu parçayı dinledim, anlıkta olsa o masumiyete döndüm, hiçbir şeyden haberi olmayan bir çocuğun kulaklarına sanki” gülümseyerek başını okşayan bir amca” edasıyla dokunuşlarını hissettim onno tunç‘un. iyi ki o günlere döndürdü beni. çok uzaklardan andım kendisini. iyi andım, güzel andım. anmaya da devam edeceğim. güzel uyusun, allah’ım günahlarını affetsin.

    tanım: rahmetli müzik adamı. ohannes tunçboyacıyan.

    edit: debe için herkese çok teşekürler. o zaman, şahane bir sezen aksu yorumu eşliğinde, piyanoda onno tunç‘a kulak verelim.

    kurşuni renkler

    edit: onno tunç’la sezen aksu’nun nasıl tanıştığına dair, sevgili ziggy‘nin yorumu;

    -nükhet duru'nun seninle adlı şarkısının bestesini duyunca çok beğenmiş sezen ve onno tunç'la tanışmak için haber göndermiş. adım sezen'den gelmiş, sonrası malum.
  • bugün ölüm yıldönümü olan büyük müzisyen.

    14 ocak 1996 tarihinden itibaren aramızda değil ve müzik her zaman biraz daha kötüye gidiyor.iyi ki bu topraklarda yaşadın ahparig.
  • "onno genel olarak duygularını, beğenilerini ya da bir konudaki fikrini çok böyle abartarak belli etmeyen birisiydi zaten, ben de çok küçüktüm, beğenmedi zannettim beni, meğer çok beğenmiş. ... fakat ondan sonra uzun bir süre görüşmedik,aradan zaman geçti ben şarkı söylemeye başladım. fakat ilk türk müziği eğitimiyle başlamıştım, ve öğrenmek istiyordum bu yeni alanda bir takım şeyler. ne yapayım ne edeyim diye düşünürken nükhet duru’nun bir albümü çıktı, orda onno genel olarak düzenleme yapıyordu; işte galata kulesi’nde caz konserleri yaptığını biliyorum o dönemlerde, hiç ücretsiz; sonra seninle diye bir şarkı vardı orda, o kadar beğendim ki ben gecenin bir saatinde telefon numarasını buldum onno’nun, telefon açtım. dedim ki “çok heyecanlandım, çok beğendim, ne güzel bir şarkı bu, ben sizinle görüşmek isterim”. sonra görüştüm ve ders almak istediğimi söyledim. zannediyorum ki 77, ders almaya başladım onno tunç’tan. henüz birlikte çalışmıyorduk, sadece ders alıyordum. ondan sonra zaman zaman bir araya geldik, bir süre de devam etti. sonra zaman zaman kopukluklar oldu. sonra benim şan tiyatrosu’ndaki bir çalışmam sırasında; egemen bostancı’nın büyük hayranlığı vardı ona, herkes gibi; bir orkestra kuruldu orada yapılan bir gösteriyle ilgili. o çalışmadan itibaren ben kendisiyle birlikte çalışmak istediğimi söyledim. birkaç tane bestesi vardı, belki de daha fazlaydı yani, benim bildiğim, onun da söylediği bana çok fazla yoktu o sırada. “beste yapar mısın, niçin beste yapmıyorsun?” dedim, “tabii yaparım.” dedi. şeyi düşündüm çünkü ben, düzenleme yapan insan, yani işte türkiye’de bilinen tanımıyla aranjör dediğimiz kimse aslında en önemli kişilik, bir perform’un arkasındaki, çünkü on tane beste yapıyor demek nerdeyse en az. işte gitar partisi, bas partisi, davul partisi, kontrşanı kontrpuanı, çok sesli müziğin gerektirdiği bütün hatları yazmak ve onları matematiğini gerçekten bilerek akademik olarak doğru yerlerine oturtmak çok ciddi bir uzmanlık meselesi. o zamanlar küçüktüm ama hissettim bunu, bu kadar çok şeyi bilen ve yapan birisinin beste yapmaması mümkün değil diye; gerçi onno’nun bir lafı vardı “dünyada tek okulu olmayan şey besteciliktir” diye ama. melodisyenlik yine de farklı birşeydir benim için kompositörlüğe göre, ben hep öyle hissederim.

    sonra birlikte çalışmaya başladık, hatta ilk hatırladığım şey ben onno tunç’la çalışmak istiyorum dediğim zaman, birlikte çalıştığım plak şirketinin sahibi müthiş karşı çıktı. “onno düzenleme yaptığı zaman o kaset satmaz” diye bir laf etti bana, halbuki daha önce yaptığı bir sürü çalışma var, çok satanlar da var ama onun dışında, işte prodüksiyonun kendi bütünündeki meseleyle ilgili, işte böyle durumlarda hemen bir tane şey bulmak gerekir ya, o sıradan alışkanlıkla o sırada suçu onno’nun o çok özel ve nakış gibi işlemeci oymacı yazısına bağlıyorlardı. zaten onno’nun orkestrasyon yaparkenki yazısının derinliğini yeteri kadar kim anlıyor kim anlamıyor bilmiyorum, mutlaka çok fark eden var ama.. sonra biz birlikte çalışmaya başladık. birlikte çalışmak derken yani iki iş arkadaşının yan yana gelip zaman zaman “hadi birlikte iş yapalım” gibi değildi yani bizim çalışma sistemimiz. ben çok heyecanlanıyordum, bilerek değil belki o zamanlar, hislerimle çok özel bir durumla kaldığımı tamamen fark ettim.
    ......
    onno hızlı öğrenen insanları çok severdi. hiç farkında olmadan baktım ki yani benim ders almak istediğim, öğrenmek istediğim şeylerin dışında da bana bir sürü şey öğretiyordu. çok uzun, bir altı yıl, yani müzik yapmakla birlikte bir okul süreci geçirdim ben onla. fakat sanki bir şey öğretiyor gibi değil, zaten hayatındaki genel duruşu da kimseye öyle parmağını kaldırıp gözüne soka soka bir şey öğretmekten hoşlanan birisi değildi, ama yani siz tuhaf bir şekilde, onla kim ilişki kurarsa kursun, eğer dışarıdan gelen bilgiye, öneriye, o kadar parlak birinin fikrine açıksa devreleriniz, onno’dan bir şeyler öğrenmemek, kapmamak, yani onunla birlikte coşmamak mümkün değildi.
    ...
    ...
    o sabahlara kadar klasik müzik analizleri yapıyordu, hiç bıkmadan usanmadan. dünyanın en hafif, en sıradan, en kolay algılanır melodilerinin altına, dünyanın en güneş görmemiş armonilerini koyuyordu. ama şuna çok inanıyordu ve bence haklıydı, yani monodik müziğe alışmış bir ülkede, polifonik müziği zaman içinde altına böyle gizli gizli nakışlar, işlemeler yaparak insanların kulağının gelişmesi çok sade bir yol diye düşünüyordu. yani habire “şunu öğrenin, bunu öğrenin” yerine, ya da “o müzik kaliteli, bu kalitesiz, onu şöyle yapmak lazım bunu böyle yapmak lazım” yerine.. hisleriyle ve duygularıyla öyle hareket ediyordu, ve bence doğruydu, yani söylediğimiz en sıradan şarkının altında bile işte.. müzik adamları bunu daha iyi bilirler yani benim söylememe gerek yok, ben bunu normal sadece dinleyici olanlar için söylüyorum, ama iyi müzisyenlerin hepsi, bir daha öyle bir müzisyenin gelmesi için dua etmemiz gerektiğini gayet iyi hissediyorlardır. "

    sezen aksu(aynalar - onno tunç belgeseli)
    www.sezenaksu.com.tr
  • yillar once.. kucukluk.. haberlerde bir olum haberi daha: onno tunc'un ucagi bir daga saplandi.. peki, kim bu onno tunc? 8 harften meydana gelen bir isim.. bir yabanciyi andiriyor.. ha bir de adi, sezen aksu denince mi geciyor ne?... o gun kucuktum, herhangi bir olum haberi gibi gelmisti, bu adamin hakkindaki.. neticede onlarca hatta yuzlerce olum haberi geliyordu ekranlara.. 2 dakikalik bir haber.. o zaman pek bir anlam ifade etmiyordu bu.. ama bu gun gelmis, kursuni renkler'i dinlerken o kazada sadece siradan bir adamin yere cakilmadigini anladim.. o gun notalar yanmis, o gun insanin icini titreten melodiler ve daha titrecek olan yuzlerce melodi bir ucagin enkazinda kalmis.. kursuni renkler'in sezen aksu kaleminden cikan sozleri de, bu adamin olumunu cagristirir:

    "yok olmaz erken daha
    biraz gec kalin ne olur
    hic hazir degilim henuz..

    ne olur baharlarimi
    birakin bir sure daha
    tanidik degil bana guz.."

    yaklasik 10 yil gecmis.. o haberin uzerinden.. ve ben bilmedigim bir adamin sarkisini dinlerken, o adam icin agliyorum.. ve ben dinleyebilecegim ama dinlemekten mahrum birakildigim onlarca guzel sarki icin agliyorum..
  • kompozisyon yeteneği ve orkestrasyonuyla hayranlığımı kazanmış bir adam. bir çocuk sevdim ve bindokuzyüzkırkbeş'in örgü gibi işlenmiş partileri meslektaşlarınca mutlaka incelenmelidir. sen ağlama'nın nakaratında ''al yüreğim'' kısmından itibaren arkadan yükselen kornonun bastığı do, yeniden sev'in nakarat ezgisi tekrar edilmeden önce flüt'ün çaldığı tema, kurşuni renkler'deki o fa - mi bemol çarpması... bunun gibi nice kulaklara kazınan ayrıntıları vardır.
  • kendisinin ölümünden sonra sezen aksu'nun müziği irtifa kaybetmiş. piyasadaki arabesklerin kalitelisi sayılabilecek parçalarla idare etmeye çalışmıştır.
  • sezen aksu'nun kendisi için "sese söze büründü, onno diye göründü" şeklinde yarım sayfaya yakın büyüklükte bir ölüm ilanı verdiği kişi.
  • eğer yaşasaydı türk pop müziğinin kalitesi çok daha yukarılarda olurdu.
    şimdi kalite, kime göre neye göre kapısını aralamış durumdayım.
    ama bir elimde bir çocuk sevdim diğer elimde sana taptığım yıl geçen seneydi var.
    bugünün teknolojisine sahip olsaydı neler yapacağını hayal ederek mutlu oluyorum. sabah sabah radyoyu açtığımda sabit dım-tıs üzerine ispanyol dörtlüsü veya marş armoniyle karşılaşmazdım belki.
hesabın var mı? giriş yap