• nasıl doğurduğumu bilmediğim bir şey bu. ne? şaşkın mesela, şapşal da denir, salak da, süzme de, aptal da.....(evladıma istediğim gibi çemkirme ve onu istediğim gibi rencide etme hakkımı kullanıyorum ne var?)

    şimdi, neden bu kadar yükleniyorum? hemen izah edeyim.

    dün gece en son konuştuğumuzda hayatı gayet normal giden bu benim salak kızım, dün gece saat 10 sularında canı açma yemek ve kola içmek istediği için civciv sarısı inekli pijamasının üzerine kaşmir mantosunu(özellikle belirtiyorum ki ne kadar salak olduğunu birlikte onaylayalım) giyip cebine 3 lira gibi gayet cüzi bir para alarak bakkala gitmiş. ne kadar normal gözüküyor değil mi?

    değil.

    kapıyı çektiği an anahtarını çantasında bıraktığını hatırlamasın mı? neyse, bakkala inmiş, nasıl becerdiye çilingir çağırmayı akıl etmiş ve oradan arayarak çağırmış. o zibidi çilingir de nasıl çilingirse açamamış kapıyı. alt komşunun zilini çalmış, açan yok. gerisin geriye bakkala inmiş. o esnada dışarda olan ev arkadaşını arayacak ama telefonunu bilmiyor, telefon da evde kalmış. neyse, arkadaşının numarasını bilen bir arkadaşının numarasını hatırlamış, arayıp numarayı almış, ama kıza ulaşamamış. bir süre sarı, inekli pijamasıyla bakkalda beklemiş, adam "ben beş dakikaya kapatacağım" diyince de bir paket sigarasını, kolasını alıp apartmana girmiş. yaklaşık bir buçuk saat(evet şaka değil. bunu yapmış bu salak. bir taksiye binip teyzesine gitmek, kapıda ondan para alıp taksiye vermek falan aklına gelmemiş.) apartmanda beklemiş, en sonunda üst komşusuna gidip ev arkadaşına bir mesaj çekmek gelmiş aklına. ama ev arkadaşı sinemada olduğundan hemen yanıt alamamış.

    neyse, biraz da orda oturmuş, saat 2 gibi ev arkadaşı gelince eve girebilmiş.

    şimdi, bu insan tabii ki benim parçam; tabii ki üzülüyorum dışarda kaldığına falan ama, bu kadar da salaklık olmaz ki! müstehak yani bir yerde... kime çektin bilmiyorum ki sen?!?!(hihihihi)

    bir de bin türlü şaklabanlık yapıyor bana "yazma anne, bak sakın yazma" falan diye... yazacağım işte be, senden korkan senin gibi olsun! hahahaha.
  • bugün piretinin doğum günü, yani kuzucuğumun. 27 yıl önce bugün şu saatlerde doğurmuştum bebişimi. ahhh caanım. kolay olmuştu doğum, ama doğum işte en kolayı bile zor aslında. canınızdan bir can geliyor dünyaya. sizin olan, ama sadece sizin. bir de o zamanlar ultrason falan yok. üç aylık hamileyken yenilen kötü bir dayak ve sonrasında yaşanan düşük tehlikesi. ardından çok zor geçen altı ay, o kadar uzuuuundu ki, şimdi daha iyi idrak edebiliyorum bazı şeyleri.. o süre zarfında bebeğimin sadece kalp sesini dinletebilmişti doktor. belki o an yetmişti ama.... doğar doğmaz doktora ilk sorduğum soru "eli ayağı düzgün mü, bir sakatlığı var mı" olmuştu doğal olarak. bir de küçük yerlerde hamile kadınlara bebeğin cinsiyetini belirlemek ile ilgili olmadık şeyler yapilır.örneğin; başa biraz tuz serpilir, sonra burnunu kaşırsa erkek, ağzını ellerse kız bebek olur derler. veya oturacağın yere makas ve bıçak koyarlar bıçağa oturursan erkek, makasa oturursan kız bebeğin olur derler. böyle uzar gider bu örnekler. işte bana da bunların hemen hepsi yapılmıştı ve sonuçta oğlum olacağına karar verilmişti. sonuç belli olduğuna göre cinsiyetini hiç sormak aklıma gelmemişti doğumdan sonra doktora. ama ben "eli ayağı düzgün mü" diye sorunca doktorum "her şeyi düzgün yerli yerinde pembe beyaz bir kızın oldu" dedi. ben de aynen "neee olamaz hani benim oğlum olacaktı" dedim. belki de ondan piretiyi erkek gibi yetiştirdim kimbilir. canım kızım geçen bunca yılda;her nefes alışta var olduğunu duymak,seni sevmek, seni yaşamak dünyanın en güzel şeyi.iyi ki seni doğurmuşum. yeni yaşın kutlu, mutlu ve umutlu olsun birtanem.
  • hakkında yazdığım entryi mesajlaşmamız sonrasında sildiğim yazar.
    aynen şöyle yazmıştım --sivas katliamı entrysini okuyunca egosantrikliği ile midemi bulandıran yazar vari bir şey.
    annesini ayrı tutarak-çünkü gerçekten (bkz: ana yuregi)silinmiş bu entry üzerinden yazılanları havada bırakmamak adına tekrar yazıyor ve ekliyorum.sivasda yakılarak öldürülenler hakkında yazarken kendisine-sözlük yazarlarına karşı üretilen dedikodular,kutuplaşmalar,eleştirilmelerden bahsederek aynı kefeye koyması idi midemi bulandıran.
    ben belki de sözlüğü çok önemsemediğimden bu sözlükteki herhangi bir durumun sivasta yakılmakla aynı paragrafa alınmasını anlamıyorum.ancak sözlüğü de ne kadar önemserseniz önemseyin yine de buna curet edilmesine de karşıyım.
    edit:annesini de kendisini de tanımam.
  • ortamlarda bahisleri açıldığı zaman onlar için kullandığım tek bir tabir var:"tencere ve kapak!" hakikaten de öyle ama; bu kadar deli-dolu, bir o kadar da aklı başında iki insan öyle çok denk gelmiyorlar. genelde böyle durumlarda çiftin biri daha çok sevilir, öbürü içgüveysi muamelesi görür; bir soğukluk, bir mesafe olur. ama bunlarda öyle bir şey de yok. ikisi de munis, tatlı, bizleri de çok severler (ah kedi canınızı sizin). tam özenilecek çiftler yani. hepimiz nazar değmesin diyerek imrendik içten içe.

    şu sıralar hayatım pek boktan. 2010 iyi geçmediği gibi 2011'e de iyi başlamadım yani. az önce arkadaşım uyandırınca tesadüfen gördüm evlilik teklif olayını. "hayatta güzel şeyler de oluyor ağbi yae..." naifliğini geçip takımı kontratakla gol atmış futbolcu gibi sevindim, kadere karşı şöyle okkalı bir "girdi mi" hareketi yaptım; yatağıma geri döndüm.

    öyle çok sevgi pötürcüklüğü olayım yoktur ama sanırım onları sevdiğimden ötürü bu kadar mutlu oldum. umarım onlar da uzun yıllar mutlu olurlar...
  • "annee kar yağıyoo" diye çığırıp sokakta kar altında göbek atan karlar kraliçesi. en fazla yarın hapşırmaya başlayacak olan geleceğin zatürre adayı, küçük beyinli salak. hayır tamam güzel bir olay kar yağması ama sen neden zibidi gibi altında durup bekliyorsun? camdan bak çocuğum? kar aynı kar, gökyüzü aynı gökyüzü. efendim neymiş, diliyle kar tanesi yakalamaya çalışıyormuş!

    keşke seni biraz geç yazdıraydık biz nüfusa da şu rezilliği çekmeseydik hiç olmazsa. tekrar ediyorum, küçük beyinlisin.
  • bu insan yavrusu hakkında uzun zamandır yazmak isteyip de yazamadığım bir şeyler var.

    (konseptti, formattı diye kafamı yediğin şey, aşağı yukarı böyle bir şey işte be yavrucuğum, anlaşılmayacak nesi var? nasıl kavramışmışım... tövbe tövbe...)

    neyse, ben gayet ciddi şeyler yazacağım bu kez. bu insan çok güçlü aslında. kendisi hiç farkında değil, hatta çok da mızmız çoğu zaman ama zamanla o da gücünü anlayacak. hayata baktığı nokta, hayatta durduğu kısım çok güzel. tek ihtiyacı olan güçlü olduğunu fark etmek. onun yaşadığı bir çok şeyi bir başkası yaşasa, biliyorum ki böyle güzel sindirip yoluna devam edemezdi. kendimi de dahil ederek söylüyorum; ne yazık ki hayatlarımızı seçemiyoruz. varolduğumuz, sahip olduğumuz, yani bir anlamda gökten kucağımıza düşüvermiş hayatlarımıza adapte olup yaşamaya çalışıyoruz hepimiz. bu kız, benim kızım, mızmızlansa dahi bunu öyle güzel yapıyor ki...

    kendinden hep şikayetçi olmasına çok kızıyorum. ben doğurdum diye demiyorum bak, gerçekten çok güzel bir kere. güzel, akıllı... kötü niyetli olmayışı yüzüne, gözlerine çok açık şekilde yansıyor. o kadar duru bakıyor ki, aklından geçen şeyleri ile tahmin edebiliyorum çoğu zaman gözlerinden. ayrıca son derece eğlenceli bir insan. bir araya geldiğimizde bir anne-kız ilişkisinden çok, çok kafa dengi olduğunu düşündüğüm bir arkadaşımın yanındaymışım gibi hissediyorum. bir de, sürekli yazılarımda bahsettiğim gibi, onu çok çok sevimli kılan; şapşal, salak, sersem bir hali var. ama bu hali akıllılığını, cin gibiliğini değiştirmiyor. cin gibi cin. bu cin gibilik, çoğu zaman sivridillilik ve hazırcevaplık olarak yansıyor bana, ama allahtan annesiyim. az nasipleniyorum bereket...(burada hafif bir tehdit havası sezdin mi pireti?)

    olaylara bakış açısına da hayran oluyorum. son derece doğru, son derece insancıl. kendisi için doğru olandan ziyade, cemii cümle için doğru olanı yapmaya çalışıp, gerekirse kendi canını yakabiliyor... şimdi, ilişkimizin öyle bir yerindeyiz ki, benim göremediklerimi gösteriyor bana bazen, "anne bak, hayır" diye konuya girdiği zaman hemen kurduğu mantığa ve açıkladığı düzleme hayran oluyorum.

    yaptığı işe duyduğum saygıyı, dile getirecek kelimem ise ne yazık ki yok. gurur duyuyorum...

    bunları yazıyorum, çünkü kolay kolay sevgimi belli edebilen birisi değilim. oturup sohbet ederken değil, pireti yattıktan sonra, o uyurken öperim kendisini... yanlış belki ama biz de ailemizden böyle gördük, değişemiyor bir şeyler, tutulup kalıyor insan kendi evladına karşı da...

    işte pireti hanım, "sürekli azarlıyorsun!" diyordun... yüzüne karşı hiç söylemediğim bir sürü şey okuyacaksın burda. işte seni kendi arkadaşlarıma anlatırken ben, senden böyle bahsediyorum onlara. bilesin diye yazayım dedim. böyle kal hep, kimse olmasa dahi, seni bu halinle, olduğun gibi seviyorum ben. bırak, kimse de olmasın zaten; sen kendine yetecek kadar, hatta başkalarına bile yetecek kadar güçlüsün... sağlam dur.

    ha, ama bütün bunlar ara ara yaptığın eşeklikleri değiştiriyor mu? hayır. bak, son kez uyarıyorum; kendini topla biraz. vallahi alacağım ayağımın altına, sersem şey. (bari bu entryde yapmayayım diyordum ama dayanamadım gene. çok uyuzsun.)
  • serseri mayın, deli fişek. ya da bunlar gibi bir şeyler.

    başına gelecek var bak ama, söylemedi deme sonra.

    - anne burnumu deldirdim!
    - anne saçımı x renge boyatacağım ben!
    - kolumu dövdürdüm anne!
    - afrika'ya yerleşiyorum ben!

    şeklinde telefon konuşmaları yapmaktan bıktım seninle. yetti ulan!

    prenses formunda yolladım, her yeri piercingli, dövmeli, kapkara saçlarla geri alacağım sanırım ondan korkuyorum. ayrıca evde oturun azıcık. aaaaaaaaaaa!
  • inatçı keçinin tekidir, hem de öyle pis inatçıdır ki haksız da olsa söylenir durur. bir nevi zeytinyağı modu. bir buçuk senedir hayatımda ve o kadar çok şey öğrendim ki kendisinden. yeri geldi sevgilim gibi, yeri geldi kardeşim gibi, yeri geldi dostum gibi davrandı, yanımda durdu, elimi tuttu hatta kulağımı çekti. "bir ilişkide iki insan yalnız kaldığında da eğlenebilmeli" bıdı bıdısıyla yaptığı şebekliklerle beni güldürdü.

    hayatımda vazgeçemediğim şeylerden birisinin deniz olduğunu farketti, kendi de dahil oldu denize, denizkızım oldu.. benden her dalışta deniz yıldızı istedi ve getirmeyince de suratını astı. bilmiyor ki bana deniz yıldızları onu hatırlatıyor. nasıl alıp da çıkartayım denizden??

    "sessiz gelir yanıma,
    başını dizime yaslar..
    öylece uyur; yağmur çiseler,
    damla damla göz yaşlarında;
    rüzgarı dinlenir kuytuda..

    ölüm ya da ayrılık;
    farkeder mi söyle sensiz?
    rüzgar ol uğulda özgürlüğünle;
    ne olur durma göz yaşlarında;
    bugünden kal yarınlarıma.."
  • sourberry'nin en yalakası bol dj'yi.*
    (bkz: ayar gibi ama değil)

    eklenti: pazartesi sendromuna sahip olmayan gece kuşu dinleyicilere sahip olmasını, şu saatte (02:28) 50 dinleyicisi (ben dahil) olmasından anlıyoruz.
    valla bravo. ben bu saatlerde nöbet filan tuttuğumda 20 kişi bulunca "bu kadar adamla devrim olur hacı" diyorum. kıskanıyorum düpedüz. fakat dinliyorum muntazaman.
    bi de rakı içiyor olmasına ayrıca saygı duyuyorum.
    kendisine şu şiirle selam ediyorum:

    güzel kadınları severim.
    rakı içen kadınları da severim.
    güzel rakı içen kadınları daha çok severim.
    (orhan veli'den çalıntı)*
  • bana göre,

    gerçek bir başyapıt(evet ben yaptım?)
    dünyanın en huysuz insanı,

    ve de bugün 4. yılını kutlayan dünyanın en güzel öğretmeni... yaptığı işe deli gibi aşık, başarılarıyla gurur duyduğum süper eğitim neferi.

    laf sokmadan duramayan insanın hazin notu: gerçi şu da bir gerçek ki ben sana öğretmen olamazsın demedim! dedim mi? demedim. ne böbürleniyorsun ülen o zaman?
hesabın var mı? giriş yap