• şöyle bir anım var: geçen ramazan, iftara yakın üsküdar'ın arka semtlerinden birinde, daracık bir yolda koşturuyorum. eski apartmanlar, ara ara cumbalı ahşap evler, kıyıda köşede bir zamanların azametinden eser kalmamış metruk binalar, taş kavuklu osmanlı mezarlıkları, serviler, muslukları aşırılmış ecdat yadigarı çeşmeler...

    ezana az bir zaman var, pencelerden sesler geliyor. başımı kaldırıyorum; perdelerin ardında bir koşturmaca, telaş... zaman zaman yemek kokuları geliyor burnuma. boğaz tarafına bakıyorum, gün batmak üzere, nefis ve hüzünlü bir kızıllık... bazen, iki evin arasından, ansızın, tarihi yarımada'yla birlikte şahane bir boğaz görünüyor; eminönü tarafı cıvıldaşıyor. fatih acı acı gülümsüyor bana.

    adımlarım ister istemez yavaşlıyor, neye yetişmeye çalışıyorsun diyorum kendime, niye bu telaş?

    sonra bir sessizlik çöktü sokağa, belki birkaç saniye sokakta kimse nefes bile almadı sanki. derken büyülü bir ezan başladı. başka ezanlar da yetişti, çoğaldılar. ardından çatal, kaşık sesleri, sevinçli konuşmalar ve mutluluk yükseldi sokaktan; bu mutluluk o kadar gerçekti ki elimi uzatıp yakalamak istedim, olmadı.

    aziz mahmud hüdayi tarafına sürükledi beni ayaklarım. avlusuna girdim, oturdum. yavru kediler vardı etrafta, onlardan ve benden başka kimse yoktu...

    severim ramazanları; ruhunu severim bir kere; rengine, cıvıltısına, kokusuna, iklimine bayılırım. ikindiden sonraki halsizliği, iftara az kala gelen enerjiyi filan severim.

    bu yıl daha bir güzel yaşamak, o mutluluğu tutup bırakmamak istediğim nurlu zaman dilimi.
  • normalde 2 çeşit yemek yerken ramazanda 5 çeşit yemek, üzerine güllüoğlundan baklava, meyvesi çayı derken iftardan sahura kadar geviş getirmeyle "açlığı" çoğunuz anlayamazsınız, anlayamıyorsunuz.

    o yüzden size bu gece açlığı anlatcam.
    bi defa aç insan akşam olduğunda bi dolu yemek yemeyi ummaz.
    genelde kuru ve bayat yiyeceklerle beslenir, az yer, midesi ve sindirim sistemi bozulur, iştahsız olur.
    ekmeğin bayatlığına aldırış etmez, görebildiği küflü yerlerini koparıp kalanını yer, lokmalarını bikaç dakka ağzında geveledikten sonra zorla yutar.
    elleri daima titrer, karnı daima doymaz.
    ayağa kalkınca kafası döner. kas ve mafsallarında mecalsizlik hisseder. kan şekeri düşer başta ağrı olur.
    düşünce hızı düşer unutkanlık başlar.
    tansiyon düşer, vücudun kütlesi ve hacmi düşer.
    tek iyi yanı aç insanda irade keskinleşir... (bu önemli bi tespittir)

    bir de sizin sokaklarda gördüğünüz allah rızası için bi ekmek parası diye yalvaranların dışında çok fazla sayıda, başkalarından yardım istemeyen gururlu açlar vardır. yada pantalonunun cebindeki üç lirayla bu gece karnını doyurma ihtimali olmayan açlar. bu insanlar da yukarda saydıklarımın biçoğunu hisseder.

    bilimsel bi araştırmaya göre açlığın evreleri ile kanserin evrelerinde vücut çok benzerlik gösteriyormuş, özellikle kanserin son evresi ile açlıktan ölme kıvamı..

    ramazanda size önerilerim:
    iftar davetlerinde; "kenan bizi davet etti bizim de onu davet etmemiz gerek" havasında olmayın, gerçekten masasında 3-5 çeşit yemeği görmekte zorlanan insanları yemeğe davet edin. yardım isterken zorlanan durumu kötü insanları ya da öğrencileri ya da bekarları...vs

    heryerin bi yemek adeti vardır, mesela bizim oralarda iftara davet edilmişsen pilav, et, ve tarhana çorbasını genelde görürsün yemeklerde. iftarda et olmak zorunda değil, çeşitli sebze yemekleri ve mezeler hazırlayın, farklı yemekler yapın.
  • 11 ayin diktatoru (bkz: atilla atalay)
  • ramazan güzeldir

    dindar olmasan da güzeldir ramazan.
    iskalanmaması,
    tadına varılması gereken çok özel bir dönemdir.
    ramazan;
    sıcak pide kuyruğundaki sabırsız bekleyiştir.
    posta kutunda davulcuların fotoğraflı ilan savaşları;
    elinde tokmak, kapına dayanmış bıyıklıdır.

    eski günlerdir;
    anneannendir, dedendir,
    oradan oraya koşturan aç annendir.
    gün doğumuna yakın; uykulu gözlerle içtiğin çay,
    televizyondaki türk filmi, radyodaki türküler ve oyun havalarıdır.

    gün batımına yakın; mutfaktan gelen mis gibi kokular,
    tertemiz masanın üzerindeki zeytin tabağı, beklediğin ezandır.
    alış veriş sonrası verilmiş imsakiye, abur cubura uzun aradır.
    minarelerdeki renkli floresanlar, akşam sokakta atılan volta,
    ciğerin en derinine çekilmiş dumandır.

    yetişilememiş bir iftar, uyanılamamış bir sahur,
    erken kopartılmış bir lokma ekmektir kimi zaman.
    bir ortaklık duygusudur ramazan.
    yalnız, yapayalnız olmadığının duygusudur.
    hep birlikteliktir.

    acıya, sıkıntıya beraber katlanma, ödülünü de beraber paylaşmadır.
    çevrende onca gönülle aç kalmış insan varken,
    "sizinleyim - ben de yemiyorum !" dur.
    arkasından gelen bayram, öpülen eller, açılmış kollar,
    belki bir daha asla olamayacak sımsıkı kucaklaşmalardır.
    "iyi dilekler"dir ramazan.

    yüzyıllardır süregelen bir paylaşma dönemini ıskalamayın.
    dindar olmasan da, tek dua bilmesen de,
    çok güzeldir ramazan.
    tadına varın...

    düş hekimi - yalçın ergir
  • millet olarak yanlış anladığımız bir mesele var. aslında yanlış uyguladığımız demek istiyorum. oruç tutmak, tutmamak değil kastım. oruç çok şahsi bir ibadet, tutandan daha çok tutmayanın üstüne konuşması falan da ırgalamıyor beni. aslında bu hususta edilen iyi veya kötü sözlerin hepsini duymamayı yeğliyorum. bence iradeyi tutup fezaya fırlatmaktır ve bu hususta hiç kimseye hiç bir şey izah etmek zorunda olmamaktır. açların halinden anlamak, yardıma muhtaçların elinden tutmak vs..çok fazla bu dünyaya ait şeyler, işin olsa olsa tozudur, özü değil.

    neyse, benim yanlış anladığımızı düşündüğüm şey direkt olarak bu değilse de dolaylı olarak ilişkili. tam da bu irade nedir ne değildir düşünmemiz gereken zamanlarda cümle akraba ile, eş-dost ile saatlerce vakit geçirmek bana biraz tuhaf geliyor. yemekler yeniyor, çaylar kahveler içiliyor, haftasonları sahur birleştiriliyor. iyi güzel, sonuçta insan insanla var oluyor. ama ben napıyorum diye oturup düşünmeye hiç fırsat kalmıyor. gerçi buna diğer onbir ayda da hiç vakit olmuyor. sürekli bir telaş, bir koşuşturmaca, bir kakofoni. sırf bu yüzden ramazan ayında oruç tutan insanların biraz yalnız kalması, kalabilmesi gerektiğini düşünüyorum. birbirimize "ben kalabalıklar arasında yalnızım şekerim" mavalını okumayalım, gerek yok. kendi kendimizle kalmanın bizim için bir ihtiyaçtan ziyade bir lüks haline gelmesi çok üzücü.

    zaten avcumuzda kırgın aksimizi seyretmek * artık bizim için bir cesaret, bir yüzleşme meselesi. bu saf hale -inananlar için- teknik olarak ancak oruçlu iken ulaşabiliyorsak kendimizle yüzleşme zamanlarımızı sabote etmemekten başka çaremiz yoktur. diğer türlü ah yalan dünya diye diye ölüp gideceğiz.
  • şu dakikalarda 2012 yılının ilk orucunu tutmak için sahur yapılan aydır. allah tüm oruç tutacaklara hayır ve huzur versin, şimdiden orucunuzu kabul etsin inşallah. ömrümde ilk kez babasız bir ramazan geçireceğim. bir tefeci yüzünden tahhadü ihlal yani borç taahhüdünü yerine getiremeyerek cezaevine girdi. allah herkesi sevdiğine kavuştursun inşallah.

    --- spoiler ---

    "kim allah teâla yolunda bir gün oruç tutsa, allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar."
    tirmizî, cihâd 3, (1624)

    --- spoiler ---
  • bence bir insan hangi inanca mensup olursa olsun, ramazan deyince en azından teravih namazı bahanesiyle evden çıkıp gidilen, atari, internet salonlarını hatırladığında içine ufak bir mutluluk çökmüyorsa, bi zahmet oturup bi düşünsün geçmişe dair olan tüm güzel şeylerden nasıl bu kadar kopabildiğini.
    tabii ki kişiler büyüyünce algıları, görüşleri değişebilir ama bu görüşü desteklemenin yolu yordamı, ağız kokusu, oruç tutmayanların dövülmesi, içki içen ama ramazanda içmeyen adam gibilerinden eleştiri yapmak mıdır?
    cidden merak ediyorum da,
    hiç mi ardından gelen güzel bayramla güzel anılar bırakmadı bu güzel ay sende?
    hiç mi hatrı yok güllacın be kardeşim...
    hiç mi top atılsın diye beklemedin pencere başında...
    hiç mi iftara gelmediler size, siz hiç mi gitmediniz iftara başka evlere...
    bütün bunların hepsi, bir kısmı, belki daha fazlası, en azından çocukluktan, gençlikten bir kare olarak hiç mi kalmadı da aklında bugün yerden yere vurmak için çaba gösteriyorsun...
    sen bunları yaşamamış ya da yaşadıysan dahi şimdi çok anlamsız buluyor olabilirsin... ama hala geçmişine saygı duyan insanlar var... terbiyesizlik etmenin luzumu yok.
    belki biraz fazla duygusalım bilemiyorum keşke şimdi sahur vakti hz ömer'in adaleti filmi olsa da izlesek, sonra sonunu bekleyemeden uyuyakalsam...
  • allah'ın; irademize hakim olmayı öğrenelim, kendimizi açlıkla terbiye edelim, fakirin açın halinden anlayalım diye oruç tutumamızı buyurduğu, fakat nasıl oluyorsa yapılan gıda harcamalarının, diğer aylara göre kat kat arttığı ay. kimse niye oruç tuttuğunu bilmiyor galiba. bütün gün yemek yemeyip akşama şahane bir yemeğin yeneceği bir şölen, bir ritüel zannediliyor sanırım. millet iradesine hakim olup açlıkla terbiye olacağına, fakirin açın halinden anlayacağına, "vay be açlık ne fenaymış. dur o zaman yediklerimin kıymetini bileyim, açlara yardım edeyim" diyeceğine gıdalara fütursuzca hücum ediyor. insanın bir günde yiyemeyeceği kadar çok ve çeşitli yemekler sofralarda yer buluyor. patlayana kadar yemek yenip mide fesatları geçiriliyor. e nooldu şimdi peki? oruç tuttuk da allah'ın yaptırmak istediğini yapmış olduk mu, ibadetimiz yerini buldu mu acaba?
  • her sene oldugu gibi turk tvlerinde yine sira sira ramazan yavsakligini baslatacak olan ay.
  • çoğunluğun müslüman olduğu toplumlarda oruç tutmayanlar için sıkıntılı bi dönem. milletin kıyafetinden yediğine içtiğine karışma hakkını kendilerinde o kadar çok görüyorlar ki! ortamını buldukları yerde hakaret etmekten, dövmekten de çekinmiyorlar.

    çünkü insanlar çoğunluk olmanın verdiği gücü kullanmaya bayılıyor.
    çünkü ahlak bekçiliği yapmak kolay.
    çünkü başkasının kendisi gibi düşünmeyebileceği/hissetmeyebileceği olasılığına tahammül edemiyorlar.

    şöyle söyleyeyim dar kafalı kardeşim, dinin benim için önemli değil. dünyadaki bir milyon diğer dinin umurumda olmadığı gibi, seninki de zerre umurumda değil. sana neyin günah olduğu seni ilgilendiriyor. canın çekiyorsa, senin sorunun. senin keyfine kimsenin bilmem nesinden kısması gerekmiyor.

    sağlık sorunlarım nedeniyle aylarca vanilya (vanilyalı tatlılar), karabiber (döner, midye dolma, sosların çoğu, marinelenmiş çoğu et...vs), yeşil biber (bazı salatalar, bazı mezeler, sebze yemeklerinin çoğu) buğday/arpa/kepek&maya (ekmek, pizza, hamurişleri, makarna, cipslerin bi kısmı, sosların bi kısmı, şinitzel, köfte...vs), nohut (bi sürü glutensiz gıdanın içinde bulunur) ve daha bir dolu şey yiyemezken, bi kez de bakıp "benim karşımda hangi cüretle yerler canım bu kadar çekerken :(" diye düşünmedim. öyle iftara kadar 9-10 saat bekleyeyim falan değil, haftalarca, aylarca ağzıma sürmedim. yesem vücuduma vereceğim tahribatın farkındaydım ve bir seçim yaptım.

    sen de ruhani bir seçim yapıyorsun yavrucum. eğer sen dininin gerektirdiklerini bile yerine getirmekten acizsen, bunu başkasına yükleyemezsin şekercim.

    saygıymış... densiz. sen ne anlarsın saygıdan.
    azıcık insan ol önce. o beyin orada süs olsun diye durmuyor.
hesabın var mı? giriş yap