• her bir sahnesi belli bir film janrının ya da burjuva ahlaki düzenin sorunsallaştırılmasını içerir. bu yanıyla salt deneysel, yıkıcı, avant-garde bir örnek değil, aynı zamanda politik bir karşı-sanat ürünüdür de. bu yüzden kanaatimce hayli önemli bir filmdir.

    mesela:

    iki kafadarın yaşlı kodamanları trenlerle uğurladıkları sahneler. bunların her biri hollywood melodramlarının sarkastik yorumunu içerir. oyunlardaki belirgin rahatlık ve şirinlik sessiz filmleri hatırlatır. ortajen avrupai kara mizah düsturlarının işe koşulması. diğer yandan, bu girişim, özellikle hollywood menşeli kara film dizisindeki yaşlı erkek-genç kadın tenakuzunun ironisini de içerir. ama burada femme fatale arketipinin yapısökümüne uğratıldığını belirtmeye lüzum var mı?

    gene mesela:

    iki kafadarın burjuva sofrasının üstüne çıkıp tepindikleri sahne. hollywood müzikallerinin alaya alınışını örnekler. lüksün, şatafatın, görkemin reddedilişi komünist rejimlerin sözcülüğünü üstlendikleri politik dilin de içselleştirildiğini örnekler.

    ama gene mesela:

    komünist retoriğin kendisine de saldırıda bulunan bir filmdir. bir sahnede, yatağın üstünde (odada tek yatak vardır ki iki kafadarın lezbiyen olduğu sonucuna varılabilir) muzu makasla kesip paylaşıp yerler. nedir bu? eşitliğin, kardeşliğin, paylaşımın ideolojisi mi? yoksa muzun (penisin) makasla kesilerek (iğdiş edilerek) feminizmin zaferinin kutsallaştırılması mı? yoruma açıktır.

    nazarımda hakiki bir başyapıttır. ama satıraralarını iyi okumak gerekir, yoksa her üstün sanat eseri gibi çoğu nüvesi gözden kaçırılabilir.

    edit: yazım yanlışı düzeltildi.
  • vera chytilova'nın çok akıl karıştırıcı filmi. şimdi bir yanda kendisinin film hakkında söyledikleri var (çok tüketen toplumun başına gelecekler?) ama bir yanda da filmin kendisinin dedikleri var. bir yanda sosyalist gerçekçilik var, bir yanda da kapitalizm. izleyen bir sürü kişiye filmi anlamsız kılan de bence bu kadar çok akıl karıştırıcı ikilem arasında belirsiz bir noktada durması filmin.

    öncelikle yeni dalgalarda bulunan kadın sayısının azlığından dolayı chytilova'nın üzerine otomatik olarak feminist bir görev yerleştiriliyor (hem kendi zamanında hem de sonrasında). senaryoda marie i ve marie ii olarak geçen, ama filmde isimsiz kalan iki ana karakter film boyunca yaşlı adamlar oyunlar oynuyor, durmaksızın yemek yiyor, dans ediyor ve anlamsız gözüken bir sürü şey daha yapıyor. davranışlarının ve konuşma şekillerinin oldukça salak durmasından dolayı bu iki karaktere aptal etiketi yapıştırıp filmin politik yanına geçmek kolay olduğundan genellikle filmin feminist argümanı (bence) gözardı ediliyor.

    kolaylık olması için marie i ve ii olarak bahsetmeye devam edeceğim bu iki karakter film boyunca bir kadına iliştirilebilecek tüm basmakalıp kimlikleri kıyafet giyer çıkarır gibi deniyorlar. marie ii başlarda kafasına papatya bir tacı koyup bak bakire oldum diyor marie i'e (ya da bu civarda bir şey, filmi izleyeli çok olduğu için hatalar olabilir kusura kalmayın). sonra bir bakıyoruz femme fatale olmuşlar, aptal olmuşlar, saf olmuşlar, obur olmuşlar, bencil olmuşlar. içine girmedikleri karakter kalmıyor filmin sonunda artık. şimdi film boyunca bu ikisi aptal ve güzel iki kadın olarak kalsalardı ben de derdim tamam, chytilova politik ajandasını güçlendirmek için hemen bir cinsiyet normunu kabullenip onu kullanmış. ama ikisinin nedensizce ve sürekli değişen kişilikleri onları cinsiyet normlarının üstünde bir noktaya yerleştiriyor ve chytilova kadınların üzerine çok rahat yapıştırdığımız etiketlerin ne kadar kolay çıktığını göstermiş oluyor.

    bir de filmin kapitalizm-sosyalizm ekseninde nerede durduğuna bakalım. öncelikle chytilova ve diğer doğu bloğu ülkelerinden çıkmış yeni dalga yönetmenlerinin karşısında durdukları kapı gibi bir sosyalist gerçekçilik gerçeği var. chytilova yetkililere filminin bir kapitalizm eleştirisi olduğunu iddia etse de kendisinin 1975'e kadar film yapması yasaklanıyor. filme dönersek, marie'lerin bitmek bilmeyen yemek yeme faslından daha açık bir tüketme metaforu olamaz evet. peki ne oluyor bu kadar tüketince marie i ve ii? en sonda tepelerine düşen devasa bir lamba tarafından cezalandırılıyorlar bir kere. ama filmi bir şekilde formal olarak sosyalizm temasıyla bitirmek için eklendiği açık olan bu sahne dışında marie'ler yemek yemekten, tüketmekten oldukça memnun gözüküyorlar. onların da dışında bir izleyici olarak ben de yaptıkları tüm muzipliklerden, masaların üzerinde dans etmelerinden, makasla filmin kendisini bile kesilebilir bir objeye çevirip filmi parçalara ayırmalarından oldukça zevk aldım. otoriteler tarafından da filmin sosyalist ajandaya karşı olduğunun düşünülmesinin sebebi de bence filmi izlemenin çok eğlenceli olması.

    neyse şimdilik bu kadar olsun. kısacası izlemesi çok eğlenceli, düşünmesi çok kafa karıştırıcı güzel bir film.
  • çek yeni dalgasının önemli yönetmenlerinden vera chytilova'nın 66 yapımı filmi. film iki kızın odalarında kendilerince eğlenmesi, yaşlı adamları tavladıktan sonra tren garından uğurlamaları (çek yeni dalgasında trenlerin önemi?) yemeklerle donatılmış masanın üzerinde dans etmeleri gibi birbirinden alakasız sahnelerden oluşuyor. herhangi bir hikayeden de karakterden de bahsetmek olanaksız. tabiri caizdir diye tahmin ediyorum ki tam manasıyla kes-yapıştır (dadaist?) bir filmdir bu. makasla kesilen muz, başroldeki marielerin erkeklere karşı tavrıyla feminizme; genelindeki hedonist karakterleri, filmin başında ve sonunda gördüğümüz savaş görüntüleri ve sondaki yazılı mesajıyla sistem eleştirisine göz kırpıyor. ancak şunu da söylemek lazım ki film ne dönemdaşı menzel, forman gibi iyi bir senaryoyu alegoriyle destekliyor ne de godardesk oyunbazlığında orijinal gözüküyor; her ne kadar seveni için eşsiz bir deneyim gibi gözükebilecekse de, *sevmeyeni için sanat için sanat bir farstan öteye gitmiyor.
  • bu filmi kesinlikle izleyin.

    hiç kuşkusuz 1960'ların en coşkulu sinemasal üslup ve duygu patlamalarından biri olan vera chytilovâ'nın sedmikrasky’si (küçük papatyalar), delişmen ve saldırgan bir feminist fars olarak birçok yönden dikkat çeker. o dönemde birçok amerikalı ve batı avrupalı yönetmenin yıkıcılıklarından onur duymalarına karşın, o on yılın ideolojik ve biçimsel açıdan en radikal filminin doğu'dan, 1968'de çekoslovakya'daki prag baharı'nın kısa vadeli politik reformlarına yol açan özgürleştirici galeyandan doğmuş olması doğal.

    sedmikrasky (küçük papatyalar): her ikisi de marie adlı, 17 yaşında iki özgür kızın (jitka cerhovâ ve ıvana karbanovâ) hikâyesini anlatır. kızların bir olay örgüsünden çok, unutulmaz bir edepsizlik sahneleri dizisi oluşturan çeşitli çılgınlıkları arasında, chytilovâ'nın başını hükümetle belaya sokmasına yol açan birçok penis- karşıtı gag'ler (salatalık ve muz soymak gibi), çirkin yaşlı adamlara eğilim ve kaliteli yemeklerin ikram edildiği herkese açık (laurel ve hardy'ye rakip olabilecek cinsten) bir parti bulunur. bu rahatsız edici ama özgürleştirici güç gösterisi, yetenekli yönetmeninin özgürlükle neler yapabileceğini gözler önüne serer. jacques rivette'nin celine and julie go boating'i üzerinde büyük bir etkisi olan sedmikrasky, eleştirmen ruby rich'in de dile getirdiği üzere, medusa'nın kahkahası ola¬rak yorumlanabilecek, yıkıcı, canlı, enerjik ve çoğu erkek izleyici için (tehditkâr değilse bile) ürkütücü kadın kıkırdamalarıma dopdolu.
  • yavaş yavaş çökmekte olan bir topluma karşı öfkelenen ve ergenliğin yıkıcı kaygısını mükemmel bir şekilde içine alan vera chytilova'nın ufuk açıcı bu filmi çekoslovak yeni dalgası'nın absürdist görsellerini ve deneysel biçimlerini stalinizme ve dünya çapında kadınlara yönelik kötü muameleye karşı bir protesto olarak kullanır.

    çökmekte olan bir ekonomi ve kontrolsüz bir otoriter devlet nedeniyle boş boş oturamayan ve ülkelerinin parçalanmasını izleyemeyen çek sanatçı grupları, film yapımcıları ve aydınlar, halkın sesini duyurmak için bir araya gelir. prag'daki zamanın öğrencileri ve geleceğin sinema sanatçıları, çek yeni dalgası olarak bilinen bir hareketi başlatarak değişime karar verirler. film ve televizyonu baskıcı stalinist hükümetlerine karşı kitlesel protesto aracı olarak kullanırlar.

    onlardan biri de chytilova'dır ve son derece tartışmalı temaları, üstü kapalı protestoları ile baştan çıkarıcı bir şekilde büyüleyici bir film olan ''papatyalar''ı dünya sinemasına armağan eder. chytilova filmde sadece sürrealizm unsurlarını kullanmakla kalmaz, aynı zamanda izleyiciyi zaten dağınık olan anlatıdan daha da uzaklaştırmak için bir dizi kamera ve manipülasyon teknikleri de kullanır. bu sayede hikayeye olan duygusal bağlılıktan kopan seyirci, filmin altında yatan mesajı düşünmeye zorlanır. ister yeni ortamlara geçişi zorlayan sesler olsun, isterse nesneler mucizevi bir şekilde başka nesnelere dönüşsün, chytilova anlatı bütünlüğünü araştırır ve gerçekliğin sınırlarını zorlar.

    filmin başlangıcından itibaren iki kadınımız marie'ler, genç ve çekici dişiler oldukları için kendilerine dayatılan etiketlerden dolayı aşağılanmışlardır. toplumun onları adeta birer cinsel obje ve yetişkinlikten uzak bireyler olarak gördüğü ima edilir ve toplumsal kurallara uymak zorunda kalmaları istenir. onlar bilim adamı olmamalılar, sanatçı olamazlar, asla kendi başlarına yapamazlar; flört ederken eğlenmeli ve çabucak bir koca bulmalılar. güzelliğin ve gençliğin geçici olduğu bilgisi ile sürekli olarak karşı karşıya kalırlar. onlara sadece daha parlak bir gelecek sağlamak için kendilerini asla iyileştirmemeleri, mümkün olduğu sürece eğlenmeleri söylenir. ikiliden sisteme karşı herhangi bir çıkış hemen uygunsuz olarak kabul edilir ki kadınlar nazik konuşmalı ve kibar olmalı, büyük bir iştaha sahip olan ve küstahça konuşabilen ise sadece erkeklerdir.

    filmdeki çok daha açık olan olgu ise, sovyetler birliği tarafından çekoslovakya'ya dayatılan sapkın değerler sisteminin ve devleti kontrol eden komünist partilerin kınanmasıdır. stalin, filmin gösterime girmesinden 13 yıl önce ölmesine rağmen, çekoslovakya'da stalinizmin çürümesi ve acımasız devlet terörü politikaları inanılmaz derecede yavaş ilerliyordu. politikacılar ve muhalifler toplanıyor, hain ve casus olarak damgalanıyor ve devlet tarafından hızla idam ediliyordu.

    chytilova ise filmde görünüşte önemsiz bir mesele olan yiyecek israfını alır ve müthiş bir sistem eleştirisi yapar. film boyunca, marie'lerin yemek israfı, bugünün dünyasında bile aşırıdır. ikili, sıra dışı ziyafet salonlarında yemekler yerken, masaların her tarafında artık yemekler bırakarak, seyircinin gözünde ikisinin aşağılanması sağlanır. ancak bu aşağılanma, zenginlerin yaşam tarzlarını alıp yüzlerine on kat geri iade edildiğinde, kızlara bir tür hayranlık uyandırılır.

    kızların zengin erkeklerin oyuncakları haline geldikleri anda yaşanan yemek israfları ile gerçek sorular ortaya çıkmaya başlıyor. milyonlarca vatandaş açlıktan ölürken, insan neden bu tür yerlerin hala var olduğunu sorgulamaya başlar. sorun, kızların yüzsüzce bir aileyi besleyecek kadar artık yemekleri geride bırakmaları değil, zengin ve güçlülerin, binlerce kişiyi besleyebilecek günlük aşırılıklara düşkün olmalarıdır.

    chytilova, açlıktan ölmek üzere olan izleyicisinin aşırı müsamahalardan muhtemelen iğreneceğinin farkındadır, ancak onları, görüntülerinin ardındaki daha derin anlamları bulmaları için açıkça zorlamaktadır.

    chytilova'nın papatyalarının güzelliği , belirsizliği ve akışkanlığıdır. her sahne, birçok insan için birçok şey ifade etme yeteneğine ve esnek bir görüntüye sahiptir. papatyaların gücü yemek israfının saçmalığında veya toplumsal itaatin yok edilmesinde değil, tartışmaların kışkırtılmasındadır. çekoslovakya halkını ve dünyadaki diğer kültürleri, önce varlıklarını sorgulamadan anlamsız sınırlamaları asla kabul etmemeleri gerektiğini öğrenmeye yönlendirir.
  • benim icin yorumlamasi kolay olmayan ancak bir cok onceki entry'de de alti cizildigi gibi icinde bir kapitalizm / burjuva sinifi elestirisinin net olarak bulundugu bu filmin son ve çarpici yemek sahnesinde arka planda wagner'in nibelung'un yuzugu opera dortlemesinin son operasi gotterdammerung'un 3. ve son perdesinden siegfried'in cenaze marsi'nin calinmasi sok ediciydi.

    ilgili parçanin bir goruntu kaydi için: https://www.youtube.com/watch?v=xpmldlr3bjw

    o barbar burjuva eglencesinin arka planinda, adi geçen sinifin cenazesinin sembolik olarak kaldirildigini gordum sanki. gercekten, muzigi bilmem ve çok takdir ediyor olmamdan dolayi da, bu sahne ekran karsisinda yasadigim en sarsici deneyimlerden birisini oldu.

    ayni killing of a sacred deer'in sonunda bach'in aziz yuhanna'ya gore çile yapitinin açilis korosunu duydugumda yasadigim hissiyat gibi.

    etkili muzik seçimi ve kullanimi bir sahneyi gerçekten oldugundan da buyuk gosteriyor. bunun guzel orneklerinden birisiydi.

    yemek sahnesinden hemen onceki asansor sahnesinde (yemek yenilen salona cikan asansor) iki kizi ekonomik siniflari yasamadan yukselen iki gorgusuz burjuva olarak goruyorum. dolayisiyla vardiklari zenginligi (masadaki yiyecekler) ne yapacaklarini bulamiyorlar. o sinifa ulasana kadar once calisanlar sinifinin katindan geciyorlar, sonra ilk burjuva kulturunun katindan geciyorlar (orkestranin oldugu kat, beethoven senfoni no. 5 endustri devrimi çaginin, 19.yy'in en bilinen ses yapiti) ve sonra ust burjuva katina variyorlar ve vari yogu gorgusuzce, yarinlar yokmuscasina talan ediyorlar. bu talan onlarin yikimini beraberinde getiriyor ve yikimlari siegfried'in cenaze marsiyla anlatiliyor. zaten ring bir yapit olarak 19.yy sinifsal catismalarindan da esinlenmis ve bunlardan ilham almis, hatta bunlari gorece sembolize eden bir yapit. bernard shaw 'the perfect wagnerian'da yuzugu ve altinlari alip bir magara kovugunda uyuklayan fafner'i isci sinifina benzetir; zenginlikle ne yapacagini bilemeyen vizyonsuz fakirler. bu sadece bir ornektir. bunun gibi baska ornekler de vardir. ozetle ring sinifsal catismalarla ilintili bir yapittir ve bu filmin son sahnesinde, asansorle tirmanistan (burjuvanin yukselisi [sanayi devrimi] ve yeni sanatin [19.yy sanati] dogusu) yemek salonu orgy'sinin (burjuvanin [ozellikle gormemis olanlarinin] sapitisi ve sinifin kulturel ve ahlaki çokusu, ekonomik sinifin tepesindekilerin, tanrilarin, sonu - gotterdammerung) sonuna kadar, bu yukselis ve yikimin anlatisinda, bu yapitlarin kullanimi kadar dogal bir sey olamaz.

    ama bu kadar dogal olsalar da bunlari seçmeyi akil etmek bence dahiyanedir.
  • absürd komedi tadında ilerleyip, sonunda bir luis bunuel filmi derinliğine ulaşan vera chytilova eseri.

    filmin açılış sekansında bir yandan bir makinenin dişlileri dönerken peş peşe bombardıman görüntüleri izleriz, arkada ise savaş tamtamları çalmaktadır. ilk sahnede üzerlerinde bikiniden başka bir şey olmayan iki genç kadın, tahtadan bir duvara yaslanmış konuşmaktadır ve şunları söylerler: kimse bizi anlamıyor. dünyada her şey bozuluyor. madem her şey bozuluyor, biz de bozulalım.

    filmin her sahnesi sembolik imajlarla dolu olup, türlü okumalara ve yorumlara açık olmakla birlikte, ben bu filmde gayet açık ve ciddi şekilde bir kapitalizm ve sınıf eleştirisi olduğunu gördüm. bunun en net göstergelerinden biri, burjuva sınıfının nimetlerinden faydalanarak neredeyse her istediğini elde eden başroldeki iki genç kadının, filmin sonlarına doğru işçiler tarafından görmezden gelindiklerini fark etmeleri ve bunun sonrasında yaşadıkları histeri krizidir. öyle ki filmin başlarında kendilerinden daha yaşlı (sugar daddy diyebileceğimiz), burjuva sınıfından olan erkekleri ayartarak onlar üzerinden tüketim ihtiyaçlarını karşılayan genç kızlarımız, bu durumun zamanla yarattığı tatminsizlik nedeniyle başka arayışlara girerler. fakat sürekli yemek yiyerek tüketmek dışında varlıklarını anlamlandırabilecekleri bir şey bulamazlar. etrafta dolaşıp dururken karşılaştıkları emekçiler ise onları görmezden gelir. bu durum bizim kafadarların tatminsizliğini daha da şiddetlendirir. nihayet filmin sonunda fabrika benzeri bir binaya girerler. bindikleri asansörde katları tek tek çıkarken önce et kesen bir kasap görürler, hemen üst katında ise bir senfoni orkestrası konser vermektedir. daha yukarıda ise kendilerini tekrar çılgınlar gibi yemek yiyecekleri ve eğlenecekleri bir ziyafet sofrasında bulurlar. son derece etkileyici olan bu final bölümü filmin amacını çok net şekilde belli eder. zira umarsızca tüketimin bir bedeli vardır ve bu bedel eninde sonunda ödenecektir. filmin son sözü de fevkalade manidar: bu film sadece salataları pörsümüş olduğunda öfkelenen tüm insanlara adanmıştır.
  • bu tarz öncü filmleri genelde severim ama bu filme bir buçuk saat tahammül etmekte çok zorlandım. sürekli eliyle yemek yiyen ve ağız şapırtadan iki tane kadın var. üstelik bebek taklidi yapıyorlar. sinirlerim zıpladı gerçekten. dünyadan çok sıkılıyoruz öyleyse hayvan taklidi yapalım demek istediler sanırım.
  • sarhoşken izlenmesi gereken film. büyük umutlar, düz hikaye ve ciddi mesaj beklentileriyle izlemeye başlamazsanız çok eğlenebilirsiniz. şaşırtıyor ve güldürüyor.
  • bechdel testini hakkiyla gecen surrealist film. yönetmenine göre “philosophical documentary in the form of farce”. cekce bilinirse veya bilen kisilerle izlenirse dilin inceliklerini de farkederek yoruma daha da acik bir hale getirilebiliyor. örnegin marie ii'nin giris sahnesinde kullandigi panna kelimesi cekce'de hem bakire hem de oyuncak bebek anlamina geliyor. tabii cekce bilmek filmi yorumlamayi kolaylastirmiyor o ayri. vermek istedigi mesaja sanki yönetmenin kendisi de karar verememis gibi kafa karistirici fakat izlemesi inanilmaz keyifli, estetik haz kaynagi sahnelerden olusan tuhaf bir film.
hesabın var mı? giriş yap