• okuduklarım sonucu şok olduğum hashtag.
  • özellikle üniversiteye başlayana kadar, lise yıllarında özellikle toplu taşımada taciz hikayeleri artık rutin gibi bir şeydi. sadece benim değil lisede her gün nerdeyse birinin başına bir şey gelirdi okula gelirken.
    benim iki tane beni etkileyen olay var. birincisi bizim siteden komşunun aşırı samimiyetiydi. hani böyle ellisine yaklaşmış ama ben daha ölmedim tipliler vardır ya, kıyafetine özen gösteren ama nursuz suratlı iblisler. böyle bir adamla tanıştım site servisinde (ring servis var). bu adam garip bir samimiyet içine girdi, taciz desem yok ama bir kaç kere de başka yerlerde karşılaştık ve bir gün eve minibüsle çıkarken onun ineceği yerde inmem için beni zorladı. nerdeyse yalvardı. gitmedim. o yılışık tavı hiç gözümün önünden gitmedi. hala inkar edebileceği düzeyde davrandığı için hiç kimseye söyleyemedim.

    ikincisi de minibüste taciz eden bir adamdı. hadi bu artık sıradan ama sabah hep aynı saatlerde aynı yerden minibüs sırasında ona denk geleceğim diye ödüm kopardı. uzun süre aldı bu korkuyu aşmam. yaşadığım yerde panik oluyordum, durağa gidiyordum o var mı yok mu yoksa biniyordum. bir kaç kere ona benzettim başkalarını. acaip strese girmiştim.
    bunu da kimseye söyleyemezdim. babama söylesem öldürür adamı diye korktum, ki babam cahil biri değil.

    allaha şükür üniversite döneminde böyle durumlar kesildi. lise forması, o etek ve sizin küçük ve savunmasız olmanız onları yüreklendiriyor. sonrasında yetişkin kadından korkuyorlar ses çıkarır diye.

    benim hikayelerim minimal, şanslıymışım ama o zaman için benim açımdan çok korkutucu olaylardı. bu iki adam da işinde gücündeydi, yaşlı olan hatta zengince bir adamdı. eğitim diyoruz ama eğitim de açıklamıyor bu durumu.
    şans heralde ya da kader bu adamlar ile karşılaşmak ya da karşılaşmamak. şans hepimizin yanında olsun.
  • bir tane de benden... ama taciz ya da fiziksel bir şiddet yok bu yazıda, sadece benim paranoyaklıklarımdan dolayı bu gece yaşadığım korku var. sahi niye bu kadar paranoyaktık biz kadınlar?

    bu akşam saat 22.00 civarı neredeyse yarım saat dolmuş bekledim ve durakta tek başımaydım. malum pazar gecesi, malum sokakları ölü gibi olan edirne... tek tük insanlar gelip geçiyor ama hepsi erkek. ben doğal olarak huzursuzum, tedirginim, tetikteyim (hoş tetikte olsam ne olacak), telefonuma yapışık vaziyetteyim. tam önümde bir araç durdu -ki araçların otobüs duraklarında beklemesini yasak sanıyordum- içinde 6 tane erkek vardı, hepsi de bir an bana baktılar ve güldüler. ben görmezden geldim, telefonumla ilgilenmeye ve gelen dolmuşlara bakmaya devam ettim, araçtan da birkaç kişi indi ve sonra hepsi yoluna gitti, araç da gitti ve ben yine yalnızlığımla kaldım (yalnız beklemenin de daha huzurlu olduğunu anlamış bulunmaktayım).

    o kadar herifle birden göz göze gelmem sadece 1 dakika sürdü belki ama o an neler hissettiğimi kelimelere bile dökemiyorum şu an.

    neden bu kadar koktum ki, di mi? karşıda taksi durağı, yan sokakta market var, hatta ordu evine de yakınım, nöbette askerler vardır herhalde orada. bir çığlık atsam yanımda bitiverecek o kadar insan, düzeltiyorum; o kadar erkek... peki onlar yetebilecek mi yardım etmeye? ya da daha önemlisi, önemseyip gelirler miydi ki? durun durun daha da önemlisi -hani biz kayıtlı ve güvenilir olduğunu düşündüğümüz bir otobüs şöförüne bile güvenemeyeceğimizi acı verici bir şekilde öğrenmiştik ya- o adamların bana yardım edeceklerinden emin miydim? peki söyler misiniz, saydığım bu kadar adama ben nasıl güvenebilirim? o taksi şöförlerine, o market çalışanlarına nasıl güvenebilirim? gecenin bir köründe beni süzen heriflere nasıl güvenebilirim?!

    ben bunlarla boğuşurken benim korkum daha bitmemiş meğer. dolmuş geldiğinde yarısı doluydu rahatladım ama daha sonra herkes indi ben de 1 herif ve şöförle başbaşa kaldım. son durakta inmem gerekiyor o yüzden daha da huzursuzum bu sefer. çünkü en öndeki adam dönüp dönüp bana bakıyordu ve artık en sonunda hiç önüne dönmeden sürekli bana bakmaya devam etti. ben de korkudan kendi durağımdan önce indim ve eve kadar nasıl koşup apartmana nasıl girmeyi başardığımı hatırlamıyorum. evime vardığımda ise hissettiğim o güven ve minnettarlık duygusu da bir garipti. neye minnettardım ben sahi? yaşadığıma mı? ya da sadece, tacize uğramadığıma mı?

    evet ben sıcacık evime geldiğimde, annemin bana kapıyı açmasıyla rahatladım. peki sizce özgecan aslan ne naptı? daha doğrusu ne hissetti? ben sadece birkaç dakikalık gereksiz korkumu bile sayfalarca anlatabilecek vaziyetteyim şu an. peki ya onun yaşadıkları, onun korkuları?

    böyle durumlarda bize "kezban" diyen, korktuğumuz ve onlarla diyaloğa girmediğimiz için bizi aşağılayan, bize küfreden kısaca bu şekilde davranarak kendini erkek sananlara gelsin bu yazı.

    biz sizin yüzünüzden böyleyiz!
    biz sizin yüzünüzden korkağız!
    biz sizin yüzünüzden artık insanlara güvenmiyoruz!
    biz sizin yüzünüzden gece dışarda tek başımıza yürürken ceylan gibi tedirgin oluyoruz!
    biz sizin yüzünüzden mini etek giyemiyoruz, yazın kırk derece sıcağında bile sutyensiz dışarıya çıkamıyoruz, dekolte hatta bırak dekolteyi dar hiçbir şey giyemiyoruz!
    biz sizin yüzünüzden insan gibi yaşayamıyoruz!
  • evet yine ben. anca aklıma gelen bir olay var sırada.
    ortaokuldayım, 7.sınıfta. biz birbiriyle çok yakın olan ve iyi anlaşan bir sınıftık aslında. bahsedeceğim kişiler de benim en yakın arkadaşlarımdandı dediğim 2 herif. koşuşturmalı bir tenefüsten sonra hoca sınıfa geldiğinde hepimiz yerimize gitmeye çalışıyorduk, bir tek ben ayakta kaldım çünkü nasıl başardıysam sırama en uzak yerde durmuşum. hoca sınıfa girdiği için herkes ayaktayken ben çaktırmadan oradan sırama geçmeye çalışıyordum ve bir anda popomu avuçlayan iki el hissettim. ilk saniye şokunu atlattıktan sonra bir hışım dönüp "napıyorsunuz siz be" diye bağırdığımı ve onların sus pus olduğunu hatırlıyorum. sonra yakın bir kız arkadaşıma seslendim, "dersten sonra müdürün yanına gideceğiz" diye, bunlar daha bir koktular. benden özür dilemeye çalışıyorlar filan ama nafile. zaten daha fazla sesimizi çıkaramadık derste, zira hoca bunları görmemişti ben de dersi bozmak istemedim.

    zaten o an hiçbir şey anlatabilecek halde değildim, hocama da anlatamazdım yani, kelimelere dökemiyordum ki... arkadaşımdı onlar benim, doğal olarak şok geçiriyordum.

    sinirden zangır zangır titreyerek 40 dakikanın bitmesini bekleyip zil çalınca önce sınıf öğretmenimize koştuk o kız arkadaşımla. anlattım olanları, adam çok şaşırdı haliyle ve benimle çok ilgilendi sağolsun. sonra müdür yardımcılarına, müdüre defalarca anlattım olanları. benim ailem geldi şikayetçi olmaya, onların ailesi geldi bu tacizi savunmaya!

    bu mevzu haftalarca sürdü ve şu an dönüp bakınca şaşırıyorum nasıl bu kadar dimdik ve kararlı durabilmişim diye. uyarı gibi bir şey alacaklardı sanırım, okulum beni haklı bulduğu için içim rahattı zaten. bu çocuklar sınıfta ağlıyorlardı bir ara, hepimiz şaşırmıştık. ben de bu yüzden ağladıklarını tahmin edemedim önce. sonuçta böyle berbat bir insan, arkadaşına böyle bir şey yapacak cesareti buluyorsa da böyle ağlamamalı di mi? sonra öğrendik ki sicillerine işleyecekmiş bu olay, çok korkmuşlar, bunu istemiyorlarmış filan. ben de tabi ki "oh olsun, az bile size, yapmasaydınız bana ne" modundayım, zerre ilgilenmiyorum.

    sınıftaki birtakım kız arkadaşlarım onlarla konuşmuşlar ve benim yanıma gelip "sen de çok uzattın artık bak çocuklar çok üzgün çok pişman, ne gerek vardı bu kadar şikayet etmene, abartıyorsun." gibi şeyler söylediler bana. kanım dondu! hemcinsimsiniz lan siz benim! o herifleri değil, beni savunmanız gerekiyordu, beni!

    bu düşüncelerle boğuşurken yine de sakin kalabilmeyi başarmışım o an, "ben onlara bir şey yapmıyorum, bir kez şikayet ettim bitti" dedim, "böyle bir şey yapmayacaklardı bana, yanlarına kalamaz" gibi şeyler de söylediğimi hatırlıyorum. olay bu kadar, sonrası yok. çünkü ne oldu ne bitti hatırlamıyorum, muhtemelen sicillerine de işlememiştir. ama benim içim çok rahat çünkü bütün okulu ayağa kaldırıp onları rezil etmiştim. tabi muhtemelen herkes benim arkamdan konuştu ve beni kim bilir ne olmakla suçladı ama olsun. o da onların karaktersizliğidir.

    daha sonra o çocuklardan bir tanesiyle aynı liseyi kazanmışım, konuşmam-görmem olur biter dedim, önemsemedim ama sonraları sorun olmaya başladı. çünkü ben lisede çoğu kişiyle konuşan geveze bir tiptim, onun çevresinde de benim arkadaşlarımın olması beni biraz geriyordu. kimseye anlatmamıştım, o yüzden arkadaşlarım onunla hiç konuşmadığım için bana çok şaşırıyorlardı "o çocuk iyi bir çocuk ki, aslında tanısan seversin" gibi yüzlerce şey işittim. ama hepsine gülüp geçmeyi öğrenmiştim. bu arada, etrafınızda böyle kaç tane "iyi çocuk" vardır, bir düşünsenize...
  • #bendeanlatıyorum. ama gülümseten bir anı anlatmak istiyorum.

    mekan: hastane kantini

    zaman: 18.02.15 23.15

    söz konusu kantinde bazen tostlar hazırlanmış ısıtıcıda bekliyor olur, bazen tost makinesinde hazırlanıyor olur, bazen de tost yapımı bitmiştir ve soğumuş patateslere talim ediceksiniz demektir.

    yorucu bir gün. ilacımın hediyesi mide bulantımdan yemek yiyememişim. açlığım artık kendini bağırarak hissettiriyor. saate baktım, eve gitme vakti de gelmiş. annemin çok geç saate kalma telkinleri bütün konuşmalarımızı kaplıyor artık çok hassas. binadan çıkarken kantinden bir tost alıp yemeye ikna ediyorum kendimi. ama gittiğimde ısıtıcıda tost yok. ilk defa gördüğüm görevli 'hanımefendi sizin ne vardı' diyince bi umutla 'tost kalmadı mı' diye soruyorum. bir kaç saniye kararsız kararsız ısıtıcıya bakıyo ve 'var var' diyor, bunun üstüne ben de kasaya fiş kestirmeye gidiyorum. kasadaki çok konuşkan abimize bir tost deyince basıyor feryadı, tatlı tatlı isyan etmeye başlıyor. 'tost muuu, sebebi ne, niye ki?' diye soruyor gülerek ilk defa gördüğüm görevliye. bi anda arkamı dönünce görevlinin, çok konuşkan abiye hastanelerdeki hemşire posterleri gibi 'şş' tarzı bişeyler yaptığını görüyorum. 'tost yok demiştin az önce, neden iltimas geçiyorsun, hani tost yoktu, neden böyle yaptın' vs vs diye yakınmalarına devam ediyo konuşkan abimiz. bunun üzerine ilk defa gördüğüm görevli de 'kadınlarımız çok zor günler geçiriyor, çok kötü şeyler yaşatıyorlar, şu günlerde onlara destek olmalıyız rahat hissettirmeliyiz.' diyor ve bu kadar olağan görünen bir cümle, kadın erkek hepimiz için gerçekten zor olan şu günlerde ne kadar anlamlı geliyor, nasıl içimi ısıtıyor anlatamam. sonrasında çok teşekkür ederek tostu alıp çıkıyorum ve 'iyi insanlar da var galiba' diye düşünürken midemi unutup afiyetle tostumu yiyorum.
  • çocukken, sokağımızdaki komşu evde bir yaşlı adam, eşi, gelinin, oğlu ve iki torunu ile yaşıyodu. adam yatalak gibiydi, yerinden çok nadir kalkardı, hastaydı. torunu arkadaşımdı ve onların evine girdiğimi bilirim arada sırada. bir gün, bir başka arkadaşım o eve girmiş, evde kimse yokmuş sanırım, o yaşlı adam, arkadaşımın eşofmanını indirmiş, arkadaşım çook ama çok korkup kendini sokağa zor atmış. bunu bana başka bi arkadaşım anlattı. kaç yaşlarında olduğumuzu hatırlamıyorum, ama duyduğumda, bunu yaşayan arkadaşıma sormaktan bile çokk korkmuştum. kıyamam ona ya. o günden sonra, o adam ölene kadar o eve girmedim diye hatırlıyorum, çok korkmuştuk ya. ama adamın torunları, biri kız biri erkek, o mağdur arkadaşıma gülmüştü diye hatırlıyorum. şaka gibi ya...
  • sömestr tatili dönüşü,
    servisten evime en yakın yerde indim. evim dediğim üniversiteye yakın olsun diye tuttuğum, dağ başında bir yer. üniversitede işi olmayanın girmeyeceği bir yan yolda ve yaklaşık olarak 1km'lik bir yokuşun da ucunda.
    neyse, her yer kardan bembeyaz olmuş, gündüz vakti sokaklar bomboş, öyle tek tük insan var.
    ben de elimde valiz, taksi bekliyorum. hava da adeta buz kesiyor, aksi gibi gelmiyor taksi de(bkz: murphy yasaları). biraz hareket edip ısınmak için elimdeki valizi de aldım sürüye sürüye zar zor ilerliyorum o karda kışta. yokuş olmasa gidicem de düşmekten korkuyorum valiz de ağır, taksi gelmezse nasıl giderimin planını yaparken bir araç duruyor yanımda. araç dediğim son model bir bmw ve içinde de çok şık giyimli yakışıklı bir genç var.

    - merhaba, ne tarafa gidiyorsun?
    + üniversiteye doğru gidiyordum.
    - bu karda taksi bulman zor olur, istersen atla daha fazla üşümeden, zaten benim yolumun üzeri, seni de bırakayım.

    ( kibar, öyle işinde gücünde biri, insana zarar verecek birine de hiç benzemiyor, kabul ediyorum)

    + olur, bagajı açar mısınız?

    en sonunda biniyorum ben de, havadan sudan sohbet ediyoruz,

    - öğrenci misin burda?
    + evet, öğrenciyim bla bla bölümünde okuyorum,
    - kaçıncı sene, nasıl gidiyor
    ...
    - ben de bla bla da okudum, öğrencilik de zor.
    + yoo, aslında çok güzel yanları var ya, okul uzayınca çok boş vaktim oldu yani, o kadar kötü değil,
    - var tabi de, şimdi sizin sıkıntılarınız olur, paraya ihtiyacınız vardır,
    + bizimkilerin durumu iyi ya, yolluyorlar sağ olsunlar hiç sıkıntı yaşamıyoruz,

    ben saf gibi konuşurken adam elini bacağıma götürmüş okşuyordu bir güzel.
    - vardır vardır.. bak, ben sana maddi olarak da yardımcı olabilirim, ne istersen..

    bunu görünce şok oldum tabi, niyetini anladım ama ne yapacaktım, aklımın ucundan böyle bir şey yaşayacağım geçmezdi ki ne yapacağımı bileyim. bağırmaya başladım ben de, küfrediyorum ağız dolusu, arabayı durdurmasını söylesem de durmuyordu. yanımızdan geçen arabaları görünce, muhtemelen çok sevdiği bmw'sinin kapısını açarak durması için tehtid ettim, durmazsa kapıyı yanımızdan geçen araçlara sürtecektim. ciddi olduğumu anlayınca yavaşladı. biraz uzak da olsa bir polis aracı vardı ve bunu ikimizde görüyorduk, durdu. arabadan indim, bagajdan valizimi almaya çalışırken, torpido gözüne uzandı bu, bir yandan da onu izliyorum tabi. bir tane silah çıkarıyordu, o an panikledim ve bağırmaya başladım "imdaaat poliiiiss yardım ediiin" diye. bunu duyan polisin bize doğru yöneldiğini farkedince silahı yerine fırlatıp gaza bastı ve hızla gözden kayboldu.
    o an aklıma ne plakasını almak ne de başka bir şey geldi. kalakalmıştım.
    memur bey yanıma gelince "iyi misin, sana bir şey yaptı mı" dedi, bana bir şey yapmış mıydı? olanların gerçek olduğunu kavramam ve her şeyin bitmiş olmasıyla biraz rahatladım ama plakasını alamadığımız için şikayetçi de olamamıştım.

    kızım sen arabayı görünce eridin baştan, baktın adam da hoş, dünden razı gibi atladın tabi arabaya, müstehak bunlar sana vs. diyenler olmuştur mutlaka.
    ama sorun şu ki, ben bir erkeğim arkadaşlar.
    bu yaşımda, güvenip de bindiğim araçta, erkek halimle bunlar geldi başıma.
    eğer etrafımızda hiç araç olmasa ve ben o arabayı durdurmanın bir yolunu bulamasaydım, orada o memurları görmeseydik, o torpido gözündeki silah ne için kullanılabilirdi, tabi başıma neler geldikten sonra.. düşünmek bile istemiyorum.

    kadınların benim yaşadığım şu durumu ne kadar sık yaşadıklarını gördükçe, bu hastalıklı zihniyetten utanmamak ya da sinirden kudurmamak elimde değil.

    ama kadınlar da "tohrik ediyorlar", "onlar da şöyle goyonmesinlor", "boşı oçık gozmesin", "doz kopoğı tahrik edici unsurdur" "mini etek giyoyorlor" hede hödö diyen şerefsizler,
    ulan!!!
    ben o karda kışta etek ile mi geziyordum?
    adama dekolte mi verdim?
    diz kapağım mı gözüküyordu?!
    o pezevengi tahrik edecek hiçbir şey de yapmamıştım!
    (küfürlü kısımları atlıyorum yazarken arkadaşlar)
    ama o adamın böyle davranması için kimsenin bir şey yapmasına gerek yoktu zaten.

    bu sabah da boş geçmedi,
    12 yaşındaki kıza tecavüz etmeye çalışan iti izledik haberlerde. her sabah bunları izliyoruz zaten, çünkü insanlıktan çıkmış bir kısım bu durumu hoş görüyor, çocuklarını da kendileri gibi insanlıktan yoksun yetiştiriyorlar.

    bana göre, bunu yapmaya meyilli olan kişi ancak normal karşılayabilir bu durumu.
    bundan sonra daha neler göreceğiz hiç merak etmiyorum doğrusu..
    artık ülkemizde sadece kadınlar değil, erkekler de tacizcilerin hedefi haline gelmiş durumda, söylenecek çok şey var ancak şuan sanırım başlamasam daha iyi olacak.

    çok değil, birazcık saygı...

    edit: imla.
  • anlatamadığım heşteg.

    birinde daha anaokuluna bile başlamamıştım.
    birinde henüz ergen değildim.
    ergenliğin başları zaten en yoğun dönemdi, otobüsteydim, dolmuştaydım, duraktaydım, sokaktaydım...
    liseyi çok hatırlamıyorum, ama neticede sınıftaydım, arkadaşlarımın lehine ya da aleyhine tanıklık yapmaktaydım.

    üniversite başka bir alemdi, tacizin şekli değişmişti. artık "rahat" olmak, kadınlığımla barışmak ve bu barışmayı erkeklerden "onların istediği şekilde çekinmeyerek" göstermek zorundaydım.

    yani cinsel varlığımla barışma şeklime bile onlar karar verirdi ve buna direndiğim takdirde, "kukusunu nimet gören kezban" olacağım gerçeğini kanıksamalıydım.

    uzun yıllarım böyle geçti.

    sonra nasıl olduysa... meğer bu gerçekten nimetmiş ya la?

    çünkü sadece bir organ değil bir varlık şekliymiş, kendi hormonları, kendine özgü düşünme yolları, tamamen özgün bir acı çekme algısı olan bir şey. bunu sadece bir organ olarak görmek, tam da erkeklerin istediği algılama şeklinin tuzağına düşmekmiş.

    ben bunu daha bir iki sene önce, 30 yaşıma yaklaşırken ancak fark ettim. jetonum ne kadar köşeli idiyse...

    ama kendimi geç kalmış saymıyorum.

    çok fazla erkekleşiyoruz biz. ve bunu marifet sanıyoruz. anlattıklarımızdan kaçmayı, onları kendi gözümüzde önemsizleştirerek başarabileceğimizi düşünüyoruz. ama bu son derece geçici bir başarı oluyor, işte bak, bir heşteg çıkıyor ortaya ve her şeyinle yüzleşiveriyorsun.

    arkadaşınla sohbet ederken, kendine bile hatırlatmayı unuttuğun bir şey çıkıveriyor ağzından, arkadaşın da bunu senin en olağan, en gündelik hareketine bağlayıveriyor: "demek sen o yüzden geçen öyle dedin..." öyle mi dedim? bu yüzden miydi? hiç düşünmemiştim. ama evet öyleydi.

    bu arada, en son üniversite demişiz... üzerinden yıllar geçti. artık kimsenin benim aklıma kötü bir şey gelmeyeceğinden faydalanamayacağı yaşlara geldim çünkü aklım ziyadesiyle kirlenmişti. bu sefer de "yazısız sosyal koşullanmalara" sığındı insanlar, benim başıma gelenleri kanıksamış olacağım önkabulüne, "kadın halimle" insanlara dedikodu malzemesi olmaktan çekineceğim rahatlığına, iş ortamında konuşursam işsiz kalmaktan korkacağım konforuna...

    bir şeylere hep güvenildi, çünkü ben hep kadındım. güvende olmayacağım kesindi.

    o yüzden, benim anlatacak çok fazla şeyim var. her gün oluyor. her. bir. gün.

    evden çıkmadan aynaya bakıp yakamı düzelttiğim,

    çok beğendiğim eteğin oturup kalkarken nasıl göründüğünü anlamaya çalıştığım,

    insan gibi diyalog kurduğumu sandığım ya da sadece sorusuna gülümseyerek cevap verdiğim adamın "güldü, verecek" diye düşünmemesine uğraştığım,

    aceleden patlasam bile ısrarla bir sonraki otobüsü beklediğim,

    her ay sancıdan veya halsızlikten geberirken ayıp olur diye bunu çaktırmamayı iş ettiğim,

    köpek gibi çalıştığım bir günün sonunda toparlamam gereken bir evin ve benimki dışında en az bir hayatın daha bulunduğu,

    ve bütün bunlar olurken her zaman hanım hanımcık olmam gereken,

    her. bir. an.

    beyler allahaşkına, siz ne yapıyordunuz o arada, tam olarak?

    anlamıyorsunuz demiyorum, anlayamazsınız diyorum. mümkün değil.

    ama saygı duyabilirsiniz. duyacaksınız. çünkü duymak zorundasınız. ve buna alışacaksınız.

    hani siz çok söylersiniz ve hatta bizim dilimize de pelesenk ettiniz ya, anlamanız için öyle söyleyeyim... alışacaksınız; "sike sike."
  • #bendeanlatayım peki...yok hayır taciz hikayesi degil anlatacağım. türkiye'de yaşayan tüm hemcinslerim gibi, fıtratıma düşeni almadığımdan değil. bu kadar iç karartıcı hikayenin üstüne biraz umut vermek, elden ne gelir demeyip farklı bir noktadan bakmak, baktırmak istediğimden. sonucta kadına uygulanan tacizin, mahalle baskısının, namus bekçiliğinin, psikolojik şiddetin türlü şekli ve dozu var memlekette, adının taciz olmaması meşrulaştırmıyor hiçbirini...lise sondayım sanırım, öss bitmiş, bir rahvanlık gelmiş, yaz da mevsim, kavak yelleri havada. akrabaların çokça olduğu bir beldede el ele geziyorum sevdiceğimle, hava, deniz, güneş o kadar güzel ki gezmesen günah bence. görülmüş, hemen görev bilinmiş, babama haber uçurulmuş, kızın böyle böyle sarmaş dolaş erkeklerle diye, bak bak haber değeri taşısın diye abartıya, sanırsın bir kabataş vakası. annem anlatıyor, ben de dinliyorum ikinci ağızdan tedirginlikle babamın tepkisini, ilk vukuatım olduğundan daha sonraki vakalar için de emsal teşkil edecek kararı, iki dudağından çıkacak sanıyorum kadınlığımın fermanı. "ben kızıma güveniyorum, ne yapmışsa doğru yapmıştır" diyor bir tek laf daha etmiyor, ettirmiyor mağrur 68 kuşağı... gözlerim yaşarıyor, icimde guvercinler havalaniyor, bir kanat hediye ediyor farkında olmadan babam bana aklıma kazınacak o cümlesiyle... seneler sonra, çok kırıldığım bir ilişkinin sonunda terkedilmenin hıncını alamayan bir kıymet bilmez, üzerime geliyor verip veriştiriyor şöylesin böylesin diye, üzülüyorum, büzülüyorum, gerçeklik algım kaymış duyduklarımın şokuyla kendimden şüphe etmeye başlıyorum. abime anlatıyorum derdimi ağlayarak, çekip alıyor beni kabustan bir sözü ile. "bulunmaz hint kumaşı değilsin" diye seslenmiş demet akalın ruhlu merhum son sözlerinde bana. "abime sordum, öyleymişim dersin, çünkü bana göre öylesin" diyor arkamdaki koca dağ, gözyaşımı siliyor, gülüyoruz bu defa...bir kanadım daha oluyor. bugün uçabiliyorsam, en çok da bu iki kanattandır...

    bir kız çocuğu için en yakınındaki erkeklerin ona verdiği değer, onun haksızlık karşısında duruşudur, özgüveninin omurgasıdır, özgürlüğe açtığı kanatlarıdır. işte bu yüzden başta sevgili kız babaları, abiler, kardeşler, eşler, sevgililer, arkadaşlar..en yakınınızdan başlayın. kanat kırmayın, kanatlandırın. onur kırmayın, onurlandırın. hayatına dokunursun, bir kız çocuğu değişir, bir kadın değişir, bir aile değişir, toplum değişir, bakarsın böyle böyle dünya bile değişir...şaşırırsın...

    "why is my daughter so strong? because ı didn’t clip her wings." (kızım neden bu kadar güçlü? çünkü ben onun kanatlarını kırpmadım.) diyor ziauddin yousafzai. geçtiğimiz ekim ayında en genç nobel barış ödülü sahibi olma ünvanına sahip olan 17 yaşındaki insan hakları savunucusu pakistanlı malala yousafzai'nin babası. (konuşması için: http://www.ted.com/t…/ziauddin_yousafzai_my_daughter_malala…)

    dip not: gender issues meraklılarına daha yeni izlediğim bu belgeselde çok tatlı, yürek burkan bolca baba, abi hikayeleri var dünyanı dört bir yanından kadın hakları bakımından dünyanın en zor coğrafyalarında yaşayan kızların anlattığı, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız eğer izlerseniz: girl rising. http://www.imdb.com/title/tt2444946/
hesabın var mı? giriş yap