• statü, kişinin toplumdaki konumunu ifade eder. sözcüğün kökeni latince "ayakta duruş" anlamına gelen statum fiilidir.
  • hemen hemen her satranç büyükustasının dehasını ve alaycılığını sergilediği en az bir "nn" partisi var.
    nomen nescio: adı bilinmeyen.

    ismi bilinen öznenin karşısında, patenti alınmış bir acemilik kardeşliği, figüratif konumunda, gösteriye pürüzler gideren bir tesfiye ordusu. belirsizlik proletaryası gibi bir şey. tam bir kara mizah tetiği.

    bir de sekundantları var malum, büyükustaların. ikinci adamlar.

    hiyerarşi denilen sekundantlar paktının ayakta tuttuğu, sistematik piramidin alfa canavarının başı tam da bu statü denilen yerde. tabanda ise bir sürü ayağı var ve tek tek isimlendirilmesi imkansız.
  • anlamını bilmediğim zamanlarda internette yokken cümle içinde kullan denildiğinde "babamın bir statüsü var" şeklinde ortaya çıkaracağım çocuksu ama aslında akılsız ve bilgisiz olduğumun kanıtı olan kelimedir.
  • gelir dağılımının aşırı uç olduğu ülkelerde yüksek statü sahibi insanların daha iyi genetik materyale sahip olması arasında pozitif korelasyon vardır.
    işlerine daha az vakit ayrıldıkları için spor yapma imkanları var, çok para kazandıkları için sağlıklı beslenirler, daha iyi eğitim alma olasılıkları yüksek olduğu için haliyle daha iyi genetik materyale sahip oluyorlar.

    gelir dağılımının eşit olduğu ülkelerde ise insanların genetik yapıları haliyle daha eşit bir seviyede.
  • (bkz: çaylak),
    (bkz: leyla)

    ekşi sözlükte bildiğim statüler.
    statü önemlidir, çaylak olmak her zaman güzeldir.
  • statü, içerisinde barındırdığı hiyerarşik düzen sayesinde, insanların sahip olmak istediği etiketlere karşı bir anahtar görevi görmektedir. anahtar olarak nitelendirilen etiketler, kişinin hayatında kazanmak istediği rolü, gücü, prestiji ve sınıfsal hareketleri nitelendirmektedir. yaşanılan yer, yapılan iş ve alınan eğitim gibi kısıtlı görünse de aslında kişinin hayatında olan beşeri ihtiyaçlardan lüks tüketim anlayışına kadar uzanır. etkileyen birçok unsur mevcuttur. bunlar;

    doğduğunuz coğrafya

    coğrafyanızda hakim olan din

    yer aldığınız ülke

    doğduğunuz aile

    ailenin sahip olduğu siyasi ideoloji

    genetik özellikleriniz (ten rengi, boy uzunluğu vs)

    ailenin sahip olduğu maddi imkanlar

    bulunduğunuz toplumun vizyonu
  • o kadınlara çok istediği statüyü vericem ama bu sefer ben ağızlarına sıçacağım
  • insanoğlunun hayatı anlama biçiminin yansıması.
  • çoğunluğa göre, bir insanın nüfuz sahibi olması, ayrıcalıklı bir konumda bulunması hiç de yadırgatıcı bir unsur değil. bu nedenle ülkemizde insanlar statü elde etmek için diğer toplumlara göre daha fazla çaba gösteriyorlar. cep telefonlarının veya teknolojik ürünlerin hiç sorgusuz bir şekilde ülkemizde çok hızlı bir yer edinmesinin nedeni burada gizli. insanlar kendi gelirlerinin daha üzerindeki markalara sahip olmak için bütçelerini zorluyorlar. prestijli markaların yalın bir kurgusu vardır. bir markanın statü simgesi olması için o markanın herkes tarafından tanınması; ama çok az sayıda insan tarafından ulaşılabilir olması gerekir. büyük bir markanın sahtesinin geniş kitleler tarafından kullanılması, o markanın tanınmasına büyük katkı sağlar; ama markayı "herkesin" kullanması o markayı "statü simgesi" olmaktan uzaklaştırır. büyük lüks markalarının taklit edilmekten bir taraftan memnuniyet duyması diğer taraftan da sahtecilikle savaşması bu nedenledir. herkesin ulaşamayacağına ulaşmak statü sağlıyor; ama statü sahibi olmak kalıcı bir durum değil. statü sahibi olmanın içeriği zaman içinde hep değişir. dünün statü simgeleri bugün bir anlam ifade etmeyebilir.

    diğer taraftan lüks olana daha çok insanın ulaşması sonucu, statü artık ürünlerden deneyimlere doğru kayıyor. bugün bazı markalar, sadece ayrıcalıklı bir grubun satın alabileceği deneyimler sunuyor. kalıcı olmasa bile yoğun ve prestijli bir deneyim yaşamak pekala bir statü sembolü olabiliyor. yeter ki bu deneyimlerin herkesin imreneceği bir öyküsü olsun ve bu deneyimi çok az sayıdaki özel bir grup yaşasın. statü, sadece sahip olmakla ilgili bir kavram da değil, sadece "almak" değil "vermek" de statü getirebilir. kamuoyunun ilgisini çeken senfonik orkestralara, modern sanata, müzelere ya da elit sınıfın önemsediği toplumsal hareketlere hesapsızca para yatıran birçok "hayırsever" var. bu insanlar bu yatırımları yaparak herkesin imreneceği bir hikaye anlatabilme ayrıcalığına ulaşıyorlar, statülerini yükseltiyorlar. ki bu hususta maddi bir zenginliğin de tek başına statü sağlamadığı aşikar. statü arzusu, sosyal basamaklarda bir üst sıraya çıkma arzusudur. ne kadar soylu bir edayla yapılırsa yapılsın bu arzunun içinde karanlık bir taraf da vardır aynı zamanda. en iyi kalpli olanlarımız bile içindeki şeytana yenilir bazen. gore vidal’in "ne zaman bir dost başarsa sanki içimde bir parça ölüyor. ne garip, kazanmak insana yetmiyor. diğerlerinin kaybettiğini de görmek istiyorum." dediği gibi çoğumuzun içinde ziyadesiyle karanlık hakimiyet sürüyor. statü arayışı her insanın içinde bir miktar var olan "aşağılık kompleksinin" dışa yansımasıdır. insani zayıflıkları fazla olanlar daha fazla "gösteriş ve statü" sembollerine bel bağlarlar. bence statü arayışına cevap veren markalar hayatımızdan hiç çıkmayacak; ama diğer taraftan da yaşadığımız çağda bunun tersine gelişen akımlar yükseliyor. son yıllarda insanın egosunu terbiye etmesi, kişisel gelişim, doğallık, sadelik ve sahicilik yükselişteki yeni değerler oldu. bu değişiminin, zamanla maddi statü simgelerini dengeleyeceğini düşünüyorum. nasıl artık çok enerji tüketen ultra lüks arabalar yerine daha çevre dostu araçlar kullanmak daha havalı (cool) olmaya başladıysa daha fazla tüketmek yerine daha az tüketmek ve sadeleşmek de zaman içinde daha fazla tercih edilecek bir yol olabilir. kendi hesabıma ben insan doğasının, soylu tarafları kadar sefil yönlerini de anlamanın peşindeyim. insan doğasının gizlerini bir nebze bile anlamak beni hala heyecanlandırıyor. statü arayanları da anlamaya çalıştığım gibi bir dindarın kendini dünya nimetlerinden arındırma çabasını da anlamaya çalışıyorum. her şeyden evvel kendimi anlamaya çalışıyorum. bu konuya yaklaşırken kendi değer yargılarımı bir kenara bırakmaya meyil ediyorum. insanı anlamanın sadece marka ve pazarlamada değil sanatta da siyasette de toplumsal ilişkilerimizde de birinci önceliğimiz olması gerektiğini düşünüyorum.

    statü arayışının insanlık tarihi kadar eski olduğu aşikar. avcı ve toplayıcı toplumlarda en iyi avcılar ve savaşçılar, ortaçağda şövalyeler ya da rahipler, aristokratik toplumlarda köklü aileler hep yüksek statüye layık görülmüşlerdir. bu yüzden göze göz, dişe diş bir rekabet hayatın her alanını hala kaplıyor. günümüzde statüsü yüksek olanların sözleri daha fazla dinleniyor, çevreleri onların yaptıklarını daha çok onaylıyor, komik olmayan esprileri bile komik bulunuyor. hataları ve bariz cahillikleri bile hoş görülüyor. yüksek statü, sahibine "güç ve özgürlük" olarak dönüyor. tıpkı ay çiçeklerinin güneşe dönmesi gibi insanlarda yüzlerini güçlü olana doğru çeviriyorlar. bunu hala aşamamız çok garip. statü sahibi olanlar da bu ilgi nedeniyle kendilerini önemli ve değerli hissediyorlar. gerçek öyle olmasa bile. bu durum hiç kuşkusuz insan doğasının bir zayıflığı. bütün dinler, bütün "kişisel gelişim" kitapları insanın bu zafiyetinden kurtulması gerektiğini söylese de insan kendi doğasını terbiye edip olgunlaşmak yerine bu zayıflığının şehvetiyle yaşamayı tercih ediyor. insan ruhunun bu zayıflığı imkan bulduğu zaman zapt edilmez olabiliyor.

    öte yandan statü sahibi olmak insanı daha kaprisli ve şımarık yapıyor. unutmamak gerekir ki statü markalarının hayatımızdaki önemi içimizi kemiren güvensizlik duygusunda beliriyor.

    hepimizin bildiği üzere, statü arayışı sadece zenginlere özgü bir arzu değildir. sınırlı geliri olan insanlar da temel ihtiyaçlarından bile fedakarlık edip kendilerine statü sağlayacak markalara sahip olmak istiyorlar. cep telefonları, çantalar, giysiler bu amaca hizmet ediyor. bu arzuya hitap eden markalar insanların kimlik yaratma projelerinin ayrılmaz bir parçası oluyor. insanlar bu markaları tüketerek kendi kimliklerini üretiyorlar.

    ve her toplumun kendine özgü kültürü, statüyü nasıl algıladığını belirliyor. bazı toplumlar daha eşitlikçi bir yapıya sahipken bazıları toplumsal basamakları daha "doğal" buluyor. yapılan bir araştırmaya göre ülkemiz , dünya ülkeleri arasında "eşitsizliği" ve "yoksulluğu" daha rahat kabullenen toplumlar arasında yer alıyor.

    neticeye varacak olursak giderek daha trajik bir hal aldığımız ortada, tüketim ile kurulan bağ toplumları en iyi yansıtan aynalardan birisi olsa gerek, şimdilerde döviz kuruyla hesap edilen çoğu şey birkaç ay sonra çoktan unutulmuş olacak ve yeni araçlar ile kendine statü olarak dönüşeceği muhakkak. çok garip bir şey, kimisi kuru ekmeğe açlık hissediyor, kimisi ise varlığına sebep olması için bir güç istenci yaratıyor.

    not: sevgili a, bunca kalabalık ve kargaşa içinde bu yazıya denk gelir misin, böyle bir platformu okur musun bilemiyorum? olur da denk gelirsen seni anmak için yazıldığını düşün lütfen, sana sevgi ve selamlar.

    edit: imlada kusur.
  • insanoğlunun yaratılıştan itibaren güce, güçlü olana, güçlü olmaya zaafı vardır. toplumsal ikiyüzlülük tam olarak güçle, insanların bulunduğu konumla başlar.

    eşit kültürel düzeyde yaşayanların meskenine, kahvesine bir doktorla bir vatandaşın girmesi arasında bariz farklar vardır. kişiler doktor kişisine abartılı bir saygı gösterirken sıradan vatandaşı önemsemezler hatta belki alaşağı etmeye çalışırlar.

    birçok kişi diliyle bu ikiyüzlülükten yakınırken içten içe destekler, benzer konumda olsa tıpa tıp aynısını yapacaktir. yalnızca kendine itiraf edemez.

    statü güven verir, konfor sağlar, ayrıcalıklı hissettirir nimetleri saymakla bitmez. belki sahte yanılsamalar belki gerçek tatminler nasıl bakarsanız bakın. statü, yaşamınızın her alanında insanların kendilerini/başkalarını ölçme yöntemlerinin başında gelecektir.
hesabın var mı? giriş yap