38 entry daha
  • çoğunluğa göre, bir insanın nüfuz sahibi olması, ayrıcalıklı bir konumda bulunması hiç de yadırgatıcı bir unsur değil. bu nedenle ülkemizde insanlar statü elde etmek için diğer toplumlara göre daha fazla çaba gösteriyorlar. cep telefonlarının veya teknolojik ürünlerin hiç sorgusuz bir şekilde ülkemizde çok hızlı bir yer edinmesinin nedeni burada gizli. insanlar kendi gelirlerinin daha üzerindeki markalara sahip olmak için bütçelerini zorluyorlar. prestijli markaların yalın bir kurgusu vardır. bir markanın statü simgesi olması için o markanın herkes tarafından tanınması; ama çok az sayıda insan tarafından ulaşılabilir olması gerekir. büyük bir markanın sahtesinin geniş kitleler tarafından kullanılması, o markanın tanınmasına büyük katkı sağlar; ama markayı "herkesin" kullanması o markayı "statü simgesi" olmaktan uzaklaştırır. büyük lüks markalarının taklit edilmekten bir taraftan memnuniyet duyması diğer taraftan da sahtecilikle savaşması bu nedenledir. herkesin ulaşamayacağına ulaşmak statü sağlıyor; ama statü sahibi olmak kalıcı bir durum değil. statü sahibi olmanın içeriği zaman içinde hep değişir. dünün statü simgeleri bugün bir anlam ifade etmeyebilir.

    diğer taraftan lüks olana daha çok insanın ulaşması sonucu, statü artık ürünlerden deneyimlere doğru kayıyor. bugün bazı markalar, sadece ayrıcalıklı bir grubun satın alabileceği deneyimler sunuyor. kalıcı olmasa bile yoğun ve prestijli bir deneyim yaşamak pekala bir statü sembolü olabiliyor. yeter ki bu deneyimlerin herkesin imreneceği bir öyküsü olsun ve bu deneyimi çok az sayıdaki özel bir grup yaşasın. statü, sadece sahip olmakla ilgili bir kavram da değil, sadece "almak" değil "vermek" de statü getirebilir. kamuoyunun ilgisini çeken senfonik orkestralara, modern sanata, müzelere ya da elit sınıfın önemsediği toplumsal hareketlere hesapsızca para yatıran birçok "hayırsever" var. bu insanlar bu yatırımları yaparak herkesin imreneceği bir hikaye anlatabilme ayrıcalığına ulaşıyorlar, statülerini yükseltiyorlar. ki bu hususta maddi bir zenginliğin de tek başına statü sağlamadığı aşikar. statü arzusu, sosyal basamaklarda bir üst sıraya çıkma arzusudur. ne kadar soylu bir edayla yapılırsa yapılsın bu arzunun içinde karanlık bir taraf da vardır aynı zamanda. en iyi kalpli olanlarımız bile içindeki şeytana yenilir bazen. gore vidal’in "ne zaman bir dost başarsa sanki içimde bir parça ölüyor. ne garip, kazanmak insana yetmiyor. diğerlerinin kaybettiğini de görmek istiyorum." dediği gibi çoğumuzun içinde ziyadesiyle karanlık hakimiyet sürüyor. statü arayışı her insanın içinde bir miktar var olan "aşağılık kompleksinin" dışa yansımasıdır. insani zayıflıkları fazla olanlar daha fazla "gösteriş ve statü" sembollerine bel bağlarlar. bence statü arayışına cevap veren markalar hayatımızdan hiç çıkmayacak; ama diğer taraftan da yaşadığımız çağda bunun tersine gelişen akımlar yükseliyor. son yıllarda insanın egosunu terbiye etmesi, kişisel gelişim, doğallık, sadelik ve sahicilik yükselişteki yeni değerler oldu. bu değişiminin, zamanla maddi statü simgelerini dengeleyeceğini düşünüyorum. nasıl artık çok enerji tüketen ultra lüks arabalar yerine daha çevre dostu araçlar kullanmak daha havalı (cool) olmaya başladıysa daha fazla tüketmek yerine daha az tüketmek ve sadeleşmek de zaman içinde daha fazla tercih edilecek bir yol olabilir. kendi hesabıma ben insan doğasının, soylu tarafları kadar sefil yönlerini de anlamanın peşindeyim. insan doğasının gizlerini bir nebze bile anlamak beni hala heyecanlandırıyor. statü arayanları da anlamaya çalıştığım gibi bir dindarın kendini dünya nimetlerinden arındırma çabasını da anlamaya çalışıyorum. her şeyden evvel kendimi anlamaya çalışıyorum. bu konuya yaklaşırken kendi değer yargılarımı bir kenara bırakmaya meyil ediyorum. insanı anlamanın sadece marka ve pazarlamada değil sanatta da siyasette de toplumsal ilişkilerimizde de birinci önceliğimiz olması gerektiğini düşünüyorum.

    statü arayışının insanlık tarihi kadar eski olduğu aşikar. avcı ve toplayıcı toplumlarda en iyi avcılar ve savaşçılar, ortaçağda şövalyeler ya da rahipler, aristokratik toplumlarda köklü aileler hep yüksek statüye layık görülmüşlerdir. bu yüzden göze göz, dişe diş bir rekabet hayatın her alanını hala kaplıyor. günümüzde statüsü yüksek olanların sözleri daha fazla dinleniyor, çevreleri onların yaptıklarını daha çok onaylıyor, komik olmayan esprileri bile komik bulunuyor. hataları ve bariz cahillikleri bile hoş görülüyor. yüksek statü, sahibine "güç ve özgürlük" olarak dönüyor. tıpkı ay çiçeklerinin güneşe dönmesi gibi insanlarda yüzlerini güçlü olana doğru çeviriyorlar. bunu hala aşamamız çok garip. statü sahibi olanlar da bu ilgi nedeniyle kendilerini önemli ve değerli hissediyorlar. gerçek öyle olmasa bile. bu durum hiç kuşkusuz insan doğasının bir zayıflığı. bütün dinler, bütün "kişisel gelişim" kitapları insanın bu zafiyetinden kurtulması gerektiğini söylese de insan kendi doğasını terbiye edip olgunlaşmak yerine bu zayıflığının şehvetiyle yaşamayı tercih ediyor. insan ruhunun bu zayıflığı imkan bulduğu zaman zapt edilmez olabiliyor.

    öte yandan statü sahibi olmak insanı daha kaprisli ve şımarık yapıyor. unutmamak gerekir ki statü markalarının hayatımızdaki önemi içimizi kemiren güvensizlik duygusunda beliriyor.

    hepimizin bildiği üzere, statü arayışı sadece zenginlere özgü bir arzu değildir. sınırlı geliri olan insanlar da temel ihtiyaçlarından bile fedakarlık edip kendilerine statü sağlayacak markalara sahip olmak istiyorlar. cep telefonları, çantalar, giysiler bu amaca hizmet ediyor. bu arzuya hitap eden markalar insanların kimlik yaratma projelerinin ayrılmaz bir parçası oluyor. insanlar bu markaları tüketerek kendi kimliklerini üretiyorlar.

    ve her toplumun kendine özgü kültürü, statüyü nasıl algıladığını belirliyor. bazı toplumlar daha eşitlikçi bir yapıya sahipken bazıları toplumsal basamakları daha "doğal" buluyor. yapılan bir araştırmaya göre ülkemiz , dünya ülkeleri arasında "eşitsizliği" ve "yoksulluğu" daha rahat kabullenen toplumlar arasında yer alıyor.

    neticeye varacak olursak giderek daha trajik bir hal aldığımız ortada, tüketim ile kurulan bağ toplumları en iyi yansıtan aynalardan birisi olsa gerek, şimdilerde döviz kuruyla hesap edilen çoğu şey birkaç ay sonra çoktan unutulmuş olacak ve yeni araçlar ile kendine statü olarak dönüşeceği muhakkak. çok garip bir şey, kimisi kuru ekmeğe açlık hissediyor, kimisi ise varlığına sebep olması için bir güç istenci yaratıyor.

    not: sevgili a, bunca kalabalık ve kargaşa içinde bu yazıya denk gelir misin, böyle bir platformu okur musun bilemiyorum? olur da denk gelirsen seni anmak için yazıldığını düşün lütfen, sana sevgi ve selamlar.

    edit: imlada kusur.
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap