• hayatımda izlediğim en iyi film gibi bir yorumu hiçbir film için yapamayacağımı düşünürken, bu film "hayatımda izlediğim en iyi film"dir. izledikten sonra ne yapsanız olmuyor; elinizi kolunuzu koyacağınız yeri bile şaşırıyorsunuz. müzikleri, efektleri, hakkında hiçbir zaman adam gibi tek kelime edemeyeceğimi bildiğim ama iliklerime kadar hissettiğim, içime yerleşmiş o hikayesi ile bundan daha iyi bir film izleyebilir miyim diye soramıyorum bile...

    --- spoiler ---

    ölüm ve yaşam arasındaki uyuşmazlığı aronofsky, aşkı bir mediator olarak kullanarak çözümlemiş; clint mansell, kronos quartet ve mogwai ise fonda harikalar yaratmışlar. bir taraf ölümden korkmazken ve hatta onunla "tam" hissettiğini ifade ederken, sevdiği kadının ölümüyle yüzyüze yaşamak zorunda kalan tarafın bunu kabullenemeyişi, ölümü hayata karşı bir zıtlık olarak görmesi ve sonucunda yazılması gereken bir 12. chapter ile aslında aşık olunan şey'i kaybetmenin yaşamsal anlamsızlığıyla karşılaşması var özde. oysa ki sınırlı bir bedene karşı duyulan aşkın bir yerlerde sonlanacağını hepimiz biliyoruz öyle ya da böyle... işte tam bu noktada ayrılıyor aşkın niteliği ikiye. bir türü bu hayatta varolmayan bir bedenin yasını tutuyor bir süre, diğer türü ise bir kitap gibi bitiriyor aşkın bu yanını. sonra bir yerlerde bütünleşmeyi bekliyor umutla sonuna kadar... yaşam, ölüm ve arada boyutlar arası yolculuğa kapıları açan o kitapla bütünleşen aşk hep devam edip gidiyor. finish it gibi bir cümle ise aslında bitirilmeyecek olana doğru açılan bir kapının anahtarı oluyor adeta.

    --- spoiler ---

    ben ise burada turuncu perdelerimin zerre kadar kıpırdamadığı küçük odamda, bu filmi yüzlerce kez daha izleyeceğimi, hakkındaki bu entryi yüzlerce kez editleyeceğimi, gün geçtikçe bir şeyler ekleyeceğimi biliyorum artık; bitmeyen bir hikaye gibi yazmayı sürdüreceğim bu entry acaba ne zaman kim tarafından sonlanacak onu düşünüyorum.

    (bkz: bir filme aşık olan insan)

    edit: ne abartmisim ama. iyi film iyi, izleyin de yani oyle yuzlerce kez izlemek falan sacmalamisim. 12 sene sonra okuyunca dusuncesi bile icimi daraltti. yine de izleyin siz.
  • sıcak ve nemli bir istanbul gecesini
    ben için farklı kılan film.

    sinema salonunda izlemenin keyfinin ap - ayrı olacağını düşünüyorum.

    --- spoiler ---
    doktor olmak, misyon üstlenmek, kanseri yenmek
    bir yandan aynı neden ile yaşamından kayan aşkına, kayışına çaresiz seyirci olmak, bir adam.

    beynindeki tümör ile, aşıkının gecesiz gündüzsüz misyon uğruna ondan uzaklaşmasına, sonsuz aşk ile katlanan,
    sonsuz, ölümsüz aşk ı ona anlatmak için bir öykü yazan bir kadın. ölümsüzlüğe gideceğini çok iyi bilerek, öykünün sonunu tamamlamayı aşkına bırakan kadın.

    erkek ve kadın nın, özleri ile buluştuğu, iletişim içinde olduğu;
    yer ile gök arası bir yerde ölümsüz, sonsuz aşk ile olan, olmayan yaşam ağacı: insan, dünya, evren..
    ölüm yoktur, değişim, dönüşüm vardır - ı anlatan bir öykü...

    kadının yazdığı öyküde;
    koşullu bir aşk var;
    yaşam ağacını bulursan özünü bana getir; sonsuz yaşama kavuşalım ve bir olalım diyen kadın;
    bunu uğruna, tek kalmak uğruna ağaca ve ağacın özüne ulaşan adam;
    koşullu aşk ta, önce kendi ölümsüzlük ister,
    ölümsüzlük dönüşümdür, canlı ise canlı dır-
    ha insan, ha ağaç, ha hayvan...

    ölüm yoktur, değişim, dönüşüm vardır
    ve doğa olur dönüşür,
    koşullu aşk ile onu bekleyene ulaşamaz,
    ya da böyle ulaşır...
    --- spoiler ---

    bir kadın bir erkek
    aşk
    bir olmak
    onun gözünde kendine aşık olmak
    sonra
    ilahi aşka, ölümsüzlüğü, sonsuzluğa gitmek,
    değişim ve dönüşüm ile...
  • bonus dvdsinin mutlaka izlenmesi gereken yapit.
  • dr. creo nöroloji alanında araştırmalar yapan bir bilimadamıdır. kendisinin bulunduğu ekip maymunlar üzerinde beyin tümörlerini yok etmeye ve hastaların fiziksel olarak yaşlanmadan iyileşmelerini sağlamak amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir. hatta üzerinde ihtisas yaptıkları konu nöroloji alanında bir keşif içindir... dr. creo'nun eşi de bir kitap yazmaktadır ve kitabın yaklaşık onbir bölümü bitmiştir. bu kitabın bitimine çok az kala izzi beynindeki bir rahatsızlıktan dolayı hastalığa yakalanmıştır. artık creo karısının hayata döndürmek için uğraşmaktadır. gecesini gündüzüne katarak çalışmaktadır fakat; izzi'nin de dediği gibi "düşdüğüm zaman, tükenmiştim" sözü aslında ölümün her an ensemizde varlığını hissettirirken hayata bu kadar bağlı kalmanın ne önemsizliğine atıfta bulunmaktadır...

    filmde, aslında insanların hayata sadece bedeni olarak bağlanabileceğini ve bedenin aslında ruhumuzun hapishanesi olduğunu ölümsüzlüğün ise hayatı ve ölümü paylaşmakla kazanılabileceğini anlatmaktadır. bu hayatta ölen kişilerin toprağa gömülünce oradan toprağa atılan bir tohum gibi yeniden yeşerebileceğini ve bununla birlikte yeşeren ağacın meyvesinin bir kuşun gagasıyla tekrardan uçarak özgür şekilde dolaşabileceği anlatılmaktadır...uçmak eylemi, sonsuzla birleşince, özgürlüğün nihayetsiz olduğu o ilk meyvenin ağaçtan koparılmadan önceki cennet hayatı şeklinde anlatılması da nihayetsiz zaman diliminde ölümsüzlüğün bir ömrü paylaşmakla mümkün olabileceğini anlatan harika bir filmdir...ayrıca filmde doğa üstü maya inançlarına, mistik öğelere, sevginin gücüne yer verilmektedir.

    edit: izzi'in yazdığı kitap aynı zamanda filmin adıdır...the fountain
  • sanırım filme duyulan sınırsız hayranlığı aktarırken biraz yavaş gelmek gerekiyor.

    the fountain görselliğin tüm pahalı olanaklarını kullanmış, parayla satın alınacakları alarak bizi efektlere boğmuş olsa da, yine biçimin bir öğesi olan olay örgüsünden sınıfta kalıyor. bu kadar sığ, bu kadar şişirilmiş ve idealizmin böylesine kucağına oturan bir film, sırf şöyledir efektleri, böyledir düşünsel boyutu diye övülünce efkar basıyor zatıma.

    bir kere her şeyin etrafında döndüğü ana olay örgüsü basit mi basit bir kısa öyküden ibaret. filmi izlememişler için rezil etmekten kaçınarak şunu söyleyebilirim ki, karısını kurtarmak için deney yapan bilimadamı ve ailesinin çelişkilerle dolu arabesk yaşam öyküsü ne kadar da şişirseniz klişedir. bir de bunun üzerine yan olay örgüsünü kör göze parmak bir batılı conquistador öyküsüyle (macera! aksiyon!) birleştirince artık bir cnbc-e dizisi tadı yakalamış oluyorsunuz zaten. sonrasında ver gözyaşını, ver ucu ucuna yiten yaşamlar klişesini, seyirci geçsin kendinden. kusura bakmayın ama bunca esaslı acı ve işkencenin çekildiği bir dünyada, genç çiftin kanser belasına karşı verdiği bireyci mücadele (ve bu mücadelenin simgesel boyutunda kahraman olarak amerika kıtasının sakinlerini kılıçtan geçirmekle mükellef bir eşşoğluyu göstermek) beni ilgilendirmediği gibi, madende çalışırken ciğerleri kömür tozuna bulanan, beş kuruş para bulamadığı için tedavi olamayanlara ninni gibi gelecektir.

    gelelim budizm meselesine.
    bu vıcık vıcık bireyciliğin budizm gibi başka bir bireycilik lafazanlığıyla desteklenmesi şaşırtıcı değil. filmin mistik sahnesinin tek işlevi var; iki tane birbirinden sığ olay örgüsüne görece bir derinlik katıyor ama o derinliği derinleşerek değil, anlamsızlaşarak daha doğrusu kendini zor yorumlanır bir olay düzlemi kisvesine büründürerek sağlıyor. toplumdan soyutlanmış bireyimiz nihayetinde huzura eriyor, oh! dünyanın dertleri orada bitti ama bir sürpriz yapayım ben bu kurtulduğunu zanneden bencile: o doktorluktan kazandığı parayla sakin sakin acısını çeker nirvanaya ererken, çektiği acıları dillendirecek ne bir zaman ne de bir zemin bulamayan köleler, bugün dünyanın her yerinde öldürülüyor, tecavüze uğruyor, eziliyor.

    dolayısıyla iki tane sade olamayacak kadar sığ ve bir tane de idealizm batağına batmış deriiiin aksiyon düzlemiyle bu film bize ne veriyor?
    kocaman bir hiç.

    bunun yerine birno mans land, bir el laberinto del fauno izler, gerçek acı nasıl olurmuş o zaman görür insan.
  • tüm efektleri kimyasallar kullanılarak yapılmış olan filmdir.
  • "therefore, the lord god banished adam and eve
    from the garden of eden and placed a
    flaming sword to protect the tree of life."

    genesis 3:24
  • sanırım salak salak izlediğim filmdir. yorumlara bakınca... kesin salağım ben.
  • --- spoiler ---
    filmde kullanılan en baskın simge yüzük. evlilikte kabullenmeyi ve bağlanmayı simgeleyen bu nesne filmin de merkezine oturuyor. üç karakterimiz var biri 1600 lerden, diğeri günümüze yakın bir zamanda ve sonuncusu ise uzak gelecekte. karakterimiz derken burada kastettiğim hem tom hem de isabel. bu ikiliyi üç hikayede de görebiliyoruz. ve üç hikayede de erkek karaterimizin aşık olduğu kadının hayatı sona ermek üzere.

    ilkin isabel'in vücudunu saran tümör kadının hayatını tehdit etmektedir. fountain'daki yani isabel'in yazdığı öyküdeki kraliçeyi de benzer bir kader beklemektedir. bu sefer tehdit bir engizitördür. engizitörün ispanya haritasını kanla kaplarkenki tiradını hatırlayın, vücudu saran tümör ve ispanya'yı ele geçirip kraliçeyi öldürmek niyetindeki engizitör arasındaki bağlantı gözünüzden kaçmayacaktır. engizitör haritayı kanlı elleri ile boyarken, "onun bir parçası daha elime geçti, yakında tamamı benim olacak" der. tıpkı tümör'ün vücudu ele geçirmesi gibi.

    konkistador kraliçeyi kurtarmak için engizitörü öldürmeyi hedefler. tom isabel'i kurtarmak için tümörü yok etmeyi. konkistador tam hedefine ulaşacakken, kraliçe tarafından engellenir. tom eğer isabel'i dinlemeyip son geceyi de laboratuvarda geçirmiş olsaydı, tümörün ilacını bulabilecekti. fakat iki öyküde de erkek karakter, kadın karakter tarafından engellenir. kadının hayatına kast eden unsur hayatta kalır. kraliçe konkistadoru çağırtır, isabel tom'u son gecesinde yanında kalmaya ikna eder.

    bu arada kraliçenin konkistador'a verdiği yüzüğü ve tom'un kaybolan yüzüğünü aklımızda tutalım.

    konkistador'un ve tom'un öyküsü tamamen paraleldir, tom geçmişte konkistador ise bir kurgu geçmişte aynı hikayeyi yaşar. ya da isabel kendi yaşadıklarını böyle metaforik bir şekilde hikaye etmiştir. hikayenin on ikinci bölümünü tamamlayamadan hayata veda eder. hikaye bitirilmek üzere tom'a geçmiştir.

    hikayenin "şimdi"si ise uzak gelecektedir. tom en son bıraktığımızda sevgili eşini kaybetmişti. ve hatırlarsanız, kaybettiği yüzüğünün yerine bir dövme yapmıştı. yüzük filmde ölümü kabullenmeyi simgeliyorsa, bu dövme, yani simgenin taklidi, tam zıttını yani yaşama sarılmayı ve ölümü reddetmeyi simgeler. tom için ölüm bir hastalıktır ve tedavisi vardır. tom aradığı tedaviyi bulur. ve çok uzun bir süre yaşar. küçük prens'i çağrıştıran küre içinde bir ağaç ile uzayda dolaşmaktadır.

    tom ara ara ağaçla konuşur, ona sarılır, buradaki sahneleri çoğu kişi ağacın isabel'i simgelediği yolunda yorumlamış. bana kalırsa ağaç isabel'in kendisidir. isabel'in tom'a anlattığı hikayeyi hatırlayalım. maya rehber ve babası hakkındaki, eşkiya çağrışımlı olan evet. filmin sonunda tom'un isabel'in mezarına bir tohum ektiğini görüyoruz. işte orası hikayenin sonu değil, başlangıcı sayılır.

    tom hayat ağacının sırrına vakıf olmuştur, kendisi ebedi yaşama kavuşmuştur. yanıbaşındaki ağaç isabel'in mezarında büyüyen ağaçtır ve bir şekilde isabel'in ruhu o ağacın içerisindedir. tom ara ara ağaçtan parçalar koparıp yemektedir, böylece ölümsüzlüğe kavuşur. nihai amacı ise bir hastalık olarak adlandırdığı ölümü tamamen oratadan kaldırmaktır; xibalba'nın, ölmek üzere olan bir yıldızın, küllerinden isabel'i tekrar dünyaya getirmek, tekrar yaşatmak. tom kürede geçirdiği yıllarda, ölümü reddetmenin simgesi olarak, parmağına çizdiğine benzer yüzlerce yüzük çizer koluna. böylece yıllar, yıllar, yıllar boyunca kendisi ve sevdiği kadın, uğruna ölümü yendiği kadın, bir başlarına uzayda ilerlerler.

    hedefe varmalarına az kalmıştır, ama isabel tom'a sürekli bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. filmin bilge karakteri kadındır. kadın ölümü kucaklamıştır, ondan korkmaz, onu kabul etmiştir; yüzük isabel'in parmağındadır. ve tom üçüncü kez başarısızlığa uğrar. sevgilisi ölür.

    bu son ölüm tom'un aydınlanmasını tamamlar. tom ölümle arasındaki savaşı bitirir ve ölen bir yıldızın tam kalbinde yaşamına son verirken, isabel'in öyküsünü de tamamlar. işte tam bu noktada yüzük ortaya çıkar ve tom yüzüğünü parmağına geçirir. kabullenmenin ve bağlılığın sembolü, ölümü kucaklamanın sembolüne dönüşür.

    kısıtlı kelimeler ve kısıtlı zamanla, yalnızca bir kere seyretme fırsatım olan bu muhteşem filmi kısaca böyle yorumladım. üzerine düşünürken, izlerken aldığımdan çok daha fazla zevk aldığım filmde, daha pek çok simge gönderme ve anlatım mevcut.

    son olarak, aranofsky doğu mistisizmine sarmış, moda olmuş tiki olmuş diyenler için, filmde maya ve budist mistisizminin kullanılmış olmasına şöyle bir yorum getirilebilir; filmin sonunda, tom ölümle barışı sağlar, budizimde de bizim bildiğimiz anlamda bir son, bir ölüm söz konusu değildir. ölüm bir başlangıçtır, ızdıraba açılan bir pencere değil. bu sebeple tom'un aydınlanmasının böyle bir fonda işlenmiş olması doğal ve hatta çok estetik.

    sonuç itibarı ile, anlatılacak, ya da sadece izlenilecek bir film değildir, üzerine düşünülecek, tadı zamanla vücudumuza yayılacak bir filmdir the fountain. tıpkı 2001 gibi, yerin dibine sokanlar tarafından bir süre sonra baş tacı edileceğinden şüphem yok.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    varolu$sal kaygilarimizin en temelinde yer alan ölüm kavraminin reddi ve yok sayilmasina ili$kin insana özgü tepkileri ele almi$, sürec icinde progress göstererek gercegin ölümden kacmak yerine onunla bari$mak oldugu mesajini gözümüze sokarak vermi$, varolu$cu medyaya gayet siradan konulari i$leyerek katkida bulunmu$ aronofsky filmi

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap