• fikriyatında korkunun başat etmen olduğu ingiliz düşünür. korkusunun iki temel kaynağı vardır. ilki, annesinin onu, ispanyol armadasının işgalinden korktuğu için 2 ay erken doğurması;ikincisiyse iç savaş yıllarında yaşamına devam etmiş oluşudur.

    hobbes'un çekincesi, mutlak bir gücün olmadığı durumlarda insanların kaçınılmaz olarak savaş durumuna gelip birbirlerini boğazlayacakları ihtimalidir.çünkü ona göre, doğa durumunda herkes eşittir ve eşit oldukları için, istek bakımından da herkes kendi isteğini gerçeğe dönüştürme bakımından eşittir. isteklerin gerçekleşmesini belirleyen şey güçtür,bu yüzden de mutlak bir gücün olmadığı doğa durumunda "kimin gücü kime yeterse" anlayışı hakimdir. böyle bir ortamda kuşkusuz herkesin herkese karşı savaşı vardır, şöyle ki, bir insanın kendini güvende hissedebilmesi için, kendisine karşı koyabilecek tüm güçleri ortadan kaldırması gerekir. herkesin herkesle potansiyel bir savaş durumunda olduğu böyle bir ortamda ne adalet vardır ne sanat, ne üretim ne mülkiyet. çünkü savaş ve yok etme tehditi altında, herkesin her şeye hakkı vardır.

    bütün bu savaş durumunu oradan kaldırabilecek yegane oluşum, bütün insanların bir araya gelip haklarını devretme suretiyle bir sözleşme yaparak ortaya çıkacak yapma bir kurumdur. o da leviathan'dır. bireyler, haklarını ona devrettikten kelli, artık haklarını geri isteme ya da leviathan'a direnme gibi seçenekleri yoktur. zaten leviathan'ın uygulamaları asla bireylerin çıkarına ve adalete aykırı olamaz. zira leviathan, bireylerin ortak ürünü olduğundan, bireyler nasıl ki kendi çıkarlarına aykırı isteklerde bulunmayacaklarsa leviathan da onların çıkarına aykırı isteklerde bulunamaz.

    hobbes'in leviathan'la kastetmeye çalıştığı bir yönetim biçimi değildir. leviathan egemenin kendisidir. leviathan mutlaktır. çünkü birden fazla sayıda yöneten olması durumunda yine doğa durumundaki çıkarlar çatışması sorununun görülebileceğinden korkmuştur. leviathan'ın mutlak gücü karşısında uyruklarının fazla söz hakkı yoktur. uyrukların leviathan'a direnme hakkı sadece tek bir durumda olur ki o istisna da hobbes'ın sistematiğinin en zayıf noktalarından biridir.şöyle ki, hobbes'a göre, bireyler, leviathan kendilerinin hayatlarını bir şekilde tehdit ettiğinde leviathan'a direnme hakkına sahiptir. örneğin egemen güç savaşmanızı emrettiği halde buna karşı koyabilirsiniz. ya da idam cezasına çarptırıldığınızda uygulanmaması için tüm yolları seferber edebilirsiniz. çünkü doğal hak olan yaşama hakkı, hobbes'a göre her şeyin üstündedir. yalnız burada bir açmaz vardır o da şudur: bireylerin yaşama haklarını güvence altına alması motivasyonuyla kurulan leviathan'ı çözen şey yine o yaşama haklarının savunulmasıdır.
  • belki de kulaktan dolma fikirlerle en fazla eleştirilen filozof thomas hobbes'tur. canhıraş bir biçimde onu eleştiren kişilere leviathan'ı okuyup okumadıklarını sorun, büyük olasılıkla olumsuz bir yanıt alacaksınız. durum böyleyken hobbes'a eleştiri adı altında oluşturulan bilgi kirliliğinin boyutunu düşünmek bile insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor. örneğin yukarıda birisi, onun, "insan doğası gereği kötüdür" dediğini sanmış. oysa hobbes'a göre doğal durumda kötü diye bir şey yoktur, çünkü neyin iyi neyin kötü olduğunu belirleyen bir kural yoktur. ne zamanki bir egemen güç ortaya çıkar ve birtakım davranışları yasaklar, işte biz bu durumda kötüden ve iyiden söz edebiliriz. yine o, iyi ve kötüye metafiziksel anlamlar katan anlayışa şiddetle karşı çıkmış ve insan için iyi olan şeyi insanın arzusunun nesnesi olarak tanımlamıştır. yani ona göre iyi olan şey insanın istediği bir şeydir ve başka bir anlamı da yoktur.

    hobbes'un bu tanımı sığ bulunabilir. ancak, bu tanım değerlendirilirken, birleşik krallık'ta oldukça kanlı bir biçimde süren iç savaş görmezden gelinmemelidir. bu tanımın en büyük yararı, hobbes'a kadar sürekli metafizik kavramlarla beraber ele alınan ve böylece büyük tartışmaların, kavgaların ve hattâ savaşların gerekçesi olarak kullanılmış olan iyilik kavramını nesnel bir temele oturtmasıdır. gerçekten de bakıldığı zaman insan iyi olmayan bir şeyi istemez. bu tanım, iyilik kavramını uzlaşılmaz ve karmaşık olmaktan çıkartıp insanların hiç değilse tanım üzerinde uzlaşmalarını sağlıyor. bunun sonucu ise gerçekten hayranlık uyandırıcıdır. şöyle ki, hobbes, iyilik kavramının değil de insanlar için neyin iyi olduğunun göreceli olduğunu söylüyor. bir başka deyişle, iyilik, tanım olarak insanın arzusunun nesnesidir; oysa insanların arzuları çeşit çeşittir, hepsi aynı şeyi arzulamaz. bu durumda üzerine uzlaşılamayan şey iyilik kavramı değil, insanların arzularıdır. o hâlde birisi çıkıp iyilik adına zarar verici eylemler yaptığını ileri sürerse -ki dünyayı adeta yaşanılmaz bir yere dönüştüren tüm eylemlerin kaynağı bu savdır-, ona, "hayır, sen iyilik adına değil, arzuların adına bunu yapıyorsun" denilebilir. böylece, metafiziksel ögelerle bulandırıldığı durumuyla kullanışlı bir provokasyon aracı olan iyilik kavramının kötüye kullanımı engellenmiş oluyor. işte bu dahicedir.

    hobbes'un felsefeye diğer bir katkısı, ahlâk ve siyaset gibi göreli olduğu ileri sürülen konulara da nesnel bir temel bulmaya çalışmasıdır. ahlâkta bunu nasıl yaptığını yukarıda kısmen söyledik. söylemediğimiz kısım ise şudur: hobbes, bir kişinin konuşurken, kullanacağı kavramları düzgün bir biçimde tanımlaması, bu tanımdan önermeler sunup bunları kanıtlaması ve böylece kanıtlanmış bir sonuca varması gerektiğini söylüyor. bu geometrik yöntemdir. şöyle ki, geometride, "üçgenin iç açılarının toplamı iki dik açıya eşittir." önermesi bu yöntemle ortaya konulur ve üzerine de kimse tartışmaz. hobbes, ahlâk ve siyasette de böyle davranılması gerektiğini, aksi durumda saçmalamanın kaçınılmaz olacağını söylüyor. bu yöntemi felsefede en etkili kullanan benedictus de spinoza’nın ethica’sının özgün adının ethica, ordine geometrico demonstrata, yani geometrik yöntemle kanıtlanmış ahlâk olmasının nedeni de budur. spinoza'nın bu yöntemi benimsemesinin nedenlerinden birisi, hurafe yaymaya çalışan kişilerin aslında ne kadar boş ve saçma konuştuklarını göstermeye ve bu hurafelerin -genel olarak kimin saçmalayıp saçmalamadığını- ayırt edebilmek adına insanların ellerine bir araç vermeye çalışmaktır. ki spinoza'nın hobbes ve machiavelli'den etkilendiğini biliyoruz.

    hobbes'un diğer bir katkısı ise din konusunda olmuştur. bu konuda spinoza'nın tractatus theologico-politicus'undaki gibi kapsamlı bir biçimde yazmasa da çok ilginç bir şey söylemiştir. ona göre, tanrı'ya iman ile başka bir kişiye iman farklı şeylerdir. şöyle ki, bir kişi kutsal kitap ile karşılaştığında, şayet kutsal kitap'a inanmışsa, bu durumda doğrudan doğruya tanrı'ya değil, o kutsal kitap'ı insanlara ulaştıran kişiye, yani peygamber'e iman etmiştir. örnek verecek olursak: kur'an'ın doğru olduğuna inanan birisi, zorunlu olarak, ilkin muhammed'e inanmak zorundadır. muhammed'e inandıktan sonra kur'an'a ve onun anlattığı tanrı'ya inanabilir. böylece, muhammed'e ve dolayısıyla kur'an'a inanmamak, tanrı'ya inanmamak anlamına gelmez; yalnızca kur'an'ın anlattığı tanrı'ya inanmamak -dolayısıyla bir kişiye, yani muhammed'e- anlamına gelir. böylece hobbes, bir kutsal kitap'a inanmamak ile tanrı'ya inanmamak arasında doğrudan bir bağ kurabilmenin olanaklı ve mantıklı olmadığını sağlam bir biçimde ortaya koymuş oluyor. peki bunun yararı nedir? insanları, kendi emellerine ulaşabilmek için hurafelerle korkutmaya çalışacak olan din şarlatanlarına, kolayca, "hadi be oradan" diyebilme olanağını yaratmasıdır. çünkü din şarlatanlarına inanmamak ile tanrı'ya inanmamak arasındaki bağ kopartılmış oluyor.

    aslında yukarıda anlattıklarımızın leitmotifi iç savaştır. metafiziksel ögelerle yüklü iyilik kavramı tartışmaya neden olur; iyilik kavramının belirsizliği tartışmaya neden olur; insanların kendi emellerine ulaşabilmek için hurafeyi kullanarak diğer insanları tahrik etmeye çalışmaları tartışmaya neden olur ve tüm bunların hepsi iç savaşta bir unsur olarak yerlerini alır. hobbes'u okuma kararı almışsak ve onu eleştireceksek tüm bunları görmezden gelmemeli ve doğrudan onun düşüncelerinden hareket etmeliyiz. çünkü eleştirinin de bir namusu olmalı.
  • hobbes ayni zamanda meşrutiyetin ateşli bir savunucusudur... o kadar ateşlidir ki, alti tane kari değiştirmiştir. hatta bir gece, hava yağmurlu, hobbes dördüncü karisiyla beraber, eoo, neyse, konu bu değil tabi... hobbes'a göre, lara croft'un zamaninda dediği gibi, insan insanin kurdudur, insan doğal halinde, yani, yapabildiğim herşeyi yapma hakkim vardir halinde, diğer insanlarin ağzina siçmaktadir, bu yüzden de başina bir bekçi gerekmektedir. işte bu yüzden de monarşi dünyanin kurtuluşu olacaktir. hobbes'un bu fikirleri o sirada avrupada yayilan demokrasi düşüncesine killik olsun diye yaratip yaratmadiği sorusunun sorulmasi ise ayiptir... insanin doğal hali ve kötülüğü için yapilabilinecek en basit açiklama, "eğer iki insan ayni şeyi istiyorlarsa, ve ikisinin birden o şeyi kullanmasi mümkün değilse, o ikisi düşman haline gelirler {leviathan}"
  • kendiyle çelişen bir insandır hobbes. önce uygar (devletli) dünyayı açıklamak, anlamak için ayrıştırmacılık yapar, temellere iner, insan doğasını açıklar. hobbes'a göre insan doğası gereği ölümden korkar, bu yüzden diğer insanlarla ilişkileri devamlı bir korku tabanındadır. iktidar kavramı güven arayışından ortaya çıkar. oysa ki daha sonra, doğal durumun savaş olduğu durumda ise insanın gözü kapalı veya gönüllü olarak savaşa katılmasını açıklayamaz hobbes. nitekim insanoğlunun en güvensiz durumda olduğu savaş durumu nasıl olur da insanları kendine çeken bir olgudur? bunun cevabı hobbes'ta belirsizdir.

    yıllar sonra gelen edit: yazdığım bu şeye bakıyorum da ağır saçmalamışım. zannediyorum bir political theory dersi çıkışında kafam güzelken yazmışım bunu. ancak ben hatalarımla yüzleşebilen bir kişiyim. ibret olarak dursun, na silmiyorum bunu da.
  • daha dün inanmıyorum ve saygı da duymuyorum başlığıında kendisiine bakınız verdiğim filozof. bir kiişinin bile baktığını sanmıyorum gerçi de yine de bakanlar iiçin yazalım. hobbes doğalcılıığı savunur ve her türlü bilginin kaynağını deney olarak görüür. bu deneyle elde ettiği bilgiinin amacı da çevresine hükmetme isteğidir.

    hayatta tek gerçek olan şey ciisimlerdir ve cisimlerle bağlantısı olmayan her şey birer safsatadır, kurgudur, kuruntudur. kendisi de descartesiin bir artçılı olduğu için bütün rönesans filozofları gibi descartes'dan etkilenmiştir. descartes bir matematikçidir ve bütün olayların matematiksel bağlantısı olduğuna inanır. hobbes da benzer şekilde olayların matematik bağlantısı kurulduğunda safsatalardan kurtulunabileceğine inanır. eğer olaylarımatematiksel olarak ifade edebiilirsek duygulardan arındırmış oluruz. bu bakış açısına göre hobbes için ruh diye bir kavramın olmaması gerekir ki yoktur da. kısaca bütün ''şeyler'' maddidir. bu kısa giriişten sonra hobbes'un ana felsefesine yani devlet kuramına geçelim.

    hobbes felsefesine göre devlet yapay bir cisimdir, kurgudur. asıl olan insandır yani birey. devlet ise sonradan oluşturulmuş bir kavramdır. insanın yani bireyin varolma çabasının, yaşamını devam ettirme güdüsünün kendisini geliştirme daha rahat yaşama amacının bir sonucudur. normal bir insan kendisine çekiici gelen istek uyandıran herşeye sahip olmak ister. ama işte normal bir insan sadece biz değğilizdir ya da şöyle diyelim dünyadaki tek normal insan biz değilizdir. herşeye sahip olma duygusu bütün insanlarda olduğu için bu insanlar birbiriyle küçük çaplı bir savaş haline geçer. işte bu savaş hali içinde bulunduğumuz paragrafta bahsettiiiğimiz yaşamını devam ettirme güdüsüyle çeliişir.

    nasıl ki hukukta anayasanın üstünlüğü söz konusuysa burda da yani insan hayatında da üstünlük, yaşama güdüsündedir. ilk ilke yaşamayı devam ettirebilmektir. gerçi bu konu yani yaşama isteğinin diğer isteklerden üstün olduğu konusu tam olarak doğru değildir. doğru olsa arap baharı yaşşanmazdı mesela. hiçbir halk devrimi gerçekleşmezdi. bir noktadan sonra önemli olan yaşamak değildir insan için. insana yakışır şekilde yaşamak neslinin daha rahat yaşaması insanın kendii yaşama güdüsünün önüne geçer çoğu zaman. neyse işte biz kendi düşüncelerimizi bırakıp hobbes'a devam edelim.

    işte mister hobbes, insanın hayatta kalma dürtüsü yüzünden, kendi gücünü kullanma yetkisini bir otoriiteye bıraktığını söyler. devlet, bu yüzden ortaya çıkmıştır ona göre. yani insanın göt korkusu devletin ortaya çıkmasının nedenidir. herkes kendi gücü boyutunca hakkını ve isteklerini almaya kalksa götü kaybetmesi olasıdır. tariihe bir baktığınız zaman zaten devletlere imparatorluklara gücünün yettiğini düşünenler karşı gelirler ilk başta. devlet güüçsüzler içindir. ama artık devlet içine girdiğimizde doğal hakkımızı yitiririz. doğal halden yurttaşlık haline geçeriz.

    devlet güvenliği sağlamak yani götümüzü korumak amacıyla kurulmuştur ve bu güüvenliği sağlamaya yarayan şeyler artık ''iyi''dirler, ''yasal''dırlar. güvenliği bozan şeyler ise ''kötü''dür, ''yasa dışı''dır. yani inanmıyorum ve saygı da duymuyorum dediğinizde güüvenliği tehlikeye atarsınız ve bu ''yasa dışı''olur. çünkü bu düşünce devlet ööncesi doğa durumuna geçişi gösterir. doğa durumunda insan saygı duymak zorunda değildir. güçlü ise istediğini elde eder, saygı duymak gibi bir yükümlülüğü yoktur. bu noktada artık ''güvenlik hak getire'' hali oluşur.

    işte bu güvenliği sağlamak yani ''iyi'' ve ''yasal'' şeylerin sürekliliğini sağlamak devletin birinci görevidir, kuruluş amacııdır. bu görevini yerine getirmek için de devlet güçlü olmalıdır. tabiri caizse devlet dev gibi olmalıdır ki güvenliği sağlayabilsin. bu yüzden de hobbes bu düşüncelerini anlattığı kitabına tevratta geçen bir dev'in ismini vermiştir: leviathan

    hobbes için hukuk ve ahlak bile devletten sonra gelir. çünkü hukuk ve ahlak'ın temeli, devleti devam ettirmektir ona göre. bu düşünce tehlikeli yerlere gidebilir ki gitmiştir de tarih booyunca. temelde devletin kuruluş amacı insanın varoluşunu sürdürmek ve bunu güvenceye almakken yanlış yorumlamalar yüzünden insan, devlet çarkının dönmesi için bir girdi konumuna gelmiştiir. bu konuma geldiğinde de bir müddet sonra aynı insan devletin sonunu getirecek hale bürünür. işte buna da afilli bir isim vermişler diyalektik demişler. marks bu sürecin sonunda proleteryanın kazanacağını düşünür. belki bi gün marks hakkında yazarım, şimdilik esen kalın.
  • bu adama en iyi şamarı john wallis vermiştir.

    bu da sadece küfretmekle yetinmiş ve john wallis yeni matematik yöntemleriyle bu adamın yanlışlıklarını ortaya koyarken de küsküyü sırtından eksik etmemiştir.

    hobbes'a monarşiyi savunmasından dolayı çok yüklenmek bence haksızlık olur.

    çünkü demokrasi o zamanlar hiç de iyi bir örnek değildi ve insanların hep kanına ve canına mal oluyordu.

    hobbes'a yüklenilecek en güzel yer matematik ve dolayısıyla geometridir.

    çağdaşlarıyla birlikte calculus'un yazımına katkıları olan (çağdaşlar: leibniz, newton, euler, fermat) ve onlarla çalışan john wallis gibi bir adamı sırf yermek için yeni yöntemleri kullanmasına bok atması hobbes'u bitiren bir anektoddur kanımca.

    o kadar çok gömülmüştür ki geometriye; "sonsuzluk, değişkenlik" gibi yeni teoremleri es geçmiştir ve bunları zırvalık olarak nitelendirmiştir. tam anlamıyla monarşi muhafazakarı olduğu kadar, bilim muhafazakarıdır kendisi.

    hobbes'a felsefi açıdan yüklenmek ve dönemin monarşi yalakası olarak nitelendirmek de cahillikten başka bir şey değildir. çünkü ne monarşiye ne de vatikan'a yaranamamıştır. ayrıca kendisi yine de büyük bir geometri üstadı olduğundan dolayı royal society'i haketmesine rağmen john wallis tarafından kuyusu kazılmış ve alınmamıştır. nice niteliksiz adam alınırken kendisinin alınmaması da ayrı bir haksızlıktır.

    son olarak vatikan tarafından aforoz edilmiş bu abimiz, monarşi tarafından pek sevilmemiştir. kendi söylediklerine inanan ve kendisine göre doğrucu olan bir adamdı. hayatının son dönemindeki john wallis saçmalığı olmasa gayet iyi bir şekilde anılıyor olabilirdi.

    ayrıca hobbes ne kadar muhafazakar bir bilimci olsa da john wallis gibi "deney saçmalıktır" deyip, ardından galileo'ya da giydirmeyecek kadar da akli melakelerini yitirmemiştir.

    sözün özü, tuhaf adamlar 17. ve 18. yüzyıl bilim adamları. saygı duyulacak çok yönleri varken, yerilecek de bir o kadar fazla özellikleri ve düşünceleri var. fakat bu adamlar rönesansı, aydınlanmayı ve ne olursa olsun vatikan'ın iğrençliğine karşı başkaldırmayı bize öğretti.

    saygıyla anmak lazım gelir.
  • hatırlatmak gerekir ki hobbes'un bütün özgünlüğü kendi zamanına kadar olan iyi toplum nasıl olmalıdır sorusuyla değil, bir toplum nasıl en az kötü olabilir sorusuyla ilgilenir. analizinde toplumsal sınıflar, sınıfsızlık gibi üretim ilişkileriyle ilintili kavramlar yoktur. kapitalist olsun olmasın birbirimizi boğazlamadan yaşamamızı borçlu olduğumuz, zorba dahi olsa, devlettir.
    ancak bu demek değildir ki, hobbes kendi tarihinin adamı değildir. elbette ki leviathan'ın yazılışının uzun vadede dönem ingilteresinin pazar birliğiyle sonuçlanacak ingiliz iç savaşının bitiş tarihi (1651) olması tesadüf değildir. hobbes bir yerde sınırlı zaman-mekanın dış gerçekliğine bakıp gördüğünü insan doğasına sabitleyip, evrenselleştirmiştir. sınıflı toplumun ideolojisi ancak bu anlamda çok dolaylı da olsa çıkarılabilir hobbes'tan.
  • hobbes öncelikle insanların çeşitli zihinsel ve fiziksel farklılıkları olmasına rağmen hepsinin eşit olduğunu savunur. o yüzden bir eşitlik tartışılması güdülmez leviathan'da. hobbes'ın yarattığı tartışma insan doğasıyla(state of nature) ve onun özellikleriyle ilgilidir. insanlar birbiriyle sürekli rekabet halindedir ve birbirlerini geçmeye çalışırlar. insanı yönlendiren asıl güdü ise korkudur hobbes'a göre. hobbes insanın en zayıfının, en güçlüsünü yok edebilme becerisinden(çeşitli kumpaslarla ya da müttefikleriyle) bahseder. liberty kavramının insan doğasının içinde bulunduğunu ancak bu kavramın insanlar arasında çatışma yaratabileceğini söyler. iki insan aynı şeyi istediği vakit bu çatışma durumunun (bkz: warre) başlayacağını ve insan ırkının kaos içinde yaşayacağını söyler. peki bizi bu durumdan kurtaran nedir? hobbes'a göre cevap gayet basit: uygarlık, medeniyet. hobbes uygarlıktan önceki dönemleri karanlık ve kaos olarak görür. (bkz: savage man) ne zaman ki insanlar bir araya gelip fedakarlık ederek bir toplumsal sözleşme ile egemenlik haklarını bir "egemen"e (leviathan) devretmiştir, işte o zaman kaos engellenmiştir. hobbes devlet kavramının gerekliliğini vurgulamıştır, ancak otoriter rejimlere de hafiften göz kırpmıştır. negatif özgürlük kavramını benimsemiş ama devletin buna müdahale edebileceğini de söylemekten geri kalmamıştır.

    zıttı için (bkz: #39955731)
  • insan doğasından yola çıkarak oluşturduğu ideal devlet kuramı şu an desteklenmek için fazla kötümser kaçsa da, zamanında bir çok filozofa (bkz: jj rousseau) ilham kaynağı olarak insanlığa hizmet eden insan. evet, jj rousseau ve hobbes'un düşünceleri neredeyse taban tabana zıttır, ancak hobbes'un jj'in felsefesinin gelişmesindeki rolü yadsınamaz kanımca. leviathan'ı okuyunca kan beynine fırlayan rousseau belki de kaleme, kağıda ve fikirlerine böylesine sarılmaz, bütün dünyayı etkileyen bir devrime böylesine güçlü bir ilham kaynağı olmazdı belki de... leviathan ayrıca biçim olarak da jj ve onun gibi bir çok düşünüre örnek olmuştur. (human nature, natural state, vs..)
  • “hiçbir bostan korkuluğunu kurt suretinde göremezsiniz. ayı ya da leopar suretinde de göremezsiniz. sanıyorum ki, insandan daha korkuncunu bulamamışlar.”
hesabın var mı? giriş yap