• kendisiyle 3 yıl önce ekşi sözlük'ün doğumgünü etkinliğinde tanışmıştım. yazarların oluşturduğu kalabalığa bakıp "ne kadar güzel insanlar böyle" demişti. benim o dediğinde gördüğüm ise kocaman bir insan sevgisi ve teveccühlü bir tevazu olmuştu. sanat camiası için büyük kayıp.
  • zeytinbağı bahçesinde tam da tuncel kurtiz'in evine bakan şöyle bir gemi vardı.

    otelin bir de köpeği.

    her sabah geminin en ucuna oturarak tuncel kurtiz'in sabah yürüyüşü öncesinde kendisini beklerdi.

    tuncel kurtiz her sabah vurup giderdi o çok sevdiği kaz dağlarına.

    gün içerisinde geleni gideni çok olurdu her yaştan.

    öyle konuşmayı pek sevmezdi. maddi olarak mecbur kaldığı için ezel'de oynadığını hissetmiştim. inat hikayeleri inanılmaz güzeldi dediğimde gözlerinin içi gülmüştü. "çoğu kimse bu filmi bilmez karslı mısın" diye sormuştu. biraz mahcup bir şekilde "bu filmi bilmek için karslı olmaya gerek var mı" diye cevaplamıştım.

    kaz dağları öksüz kaldı...

    onu her sabah bekleyen köpek öksüz kaldı...

    bu topraklar öksüz kaldı...

    (bkz: #22789480)
  • yıllar evvel bir söyleşide, her şeyi bilen! ergen rahatlığıyla kendisine, ''12 eylül'den sonra niye kaçıp isveç'e gittiniz? mücadeleye devam edilemez miydi?'' gibi küçümseyici bir soru sırmuştum. baba şöyle bıyıkları burup; ''dostum siz gençler bizim gördüklerimizi rüyanızda görseniz, ,kuzey kutbuna ilk uçakla kaçardınız. bak geldik yine buradayız, hala, tek bir gün bile dünyayı görmemiş körlere, ''kırmızı'' rengi anlatıyoruz .'' demişti de rengim bir altı ay kadar mor kalmıştı.
  • ekşi sözlük 11 yaşında zirvesi'ne teşrifleri ile şahsıma tarifsiz bir mutluluk yaşatmıştır. kendisi ile imkan ölçüsünde sohbet edilmiş, ve bir de fotoğraf çektirilmiştir.

    kendisi fotoğraf sonrası bi punduna getirmiş ve kulağıma eğilerek ;
    - 'neden kozmik odadayız biliyor musun yeğen?' dedi.
    + ben de, 'mevzuu mu var dayı hayrola' deyip, sanki silahım varmış gibi silahıma davrandım.
    - 'anladın mı şimdi ben olmanın ne demek olduğunu?' dedi bu sefer.
    + anlamamıştım ama, 'anladım dayı, anladım' dedim kafamı ağır ağır 3 kez aşağı ve yukarı sallayarak.
    - 'ne anladın lan!' dedi, 'ne anladın? bi şey ima etmedim ki. anlamışmış, mekana girer girmez ilk burayı gördüm ondan buraya daldım. ezel'i izleye izleye aklınız çıktı lan, 74 yaşındayım ben bugüne kadar haberin mi vardı benden.' dedi.
    + ben de 'vardı dedim sayın kurtiz, vardı. sultan palamut'dan beri haberim vardı. verin eliniz öpeyim' dedim.

    tabi ondan sonra hep böyle bi duygusal anlar falan.. çok detaya, özelimize girmek istemiyorum burda.

    en son;
    - ezel'i izliyomusun?' diye sordu.
    + 'ezel'i değil de yani nası diyim, sizi izliyorum tuncel bey' dedim.
    - 'şindi;' dedi, 'bu bi kaç bölüme kalmaz, benim bi tane kızım çıkıcak piyasaya' dedi. 'senin bilgin olsun, başkalarından duyma, güzel bi insansın' dedi.

    böyleyken böyle.
  • tuncel kurtiz bir acayip adamdı. bir cebinde bedreddin, bir cebinde yılmaz güney, kafasında çiçekler, kulağında rengarenk sesler; civanmert, tatlı dilli, fil hafızalı... son nefesine kadar sanat yaptı, aralarında 1987'de berlin'de aldığı "en iyi aktör”ün de olduğu birçok ödülü var, ama dahası da var: oscar wilde'ın “mühim olan insanın kendisini sanat eseri kılmasıdır" sözünün timsali gibiydi kendisi.

    gençken futbolu seviyordu, fenerbahçe genç takımında zamanında top da koşturmuştu. “iyi gidiyorsun” dediler kendisine, bir maçta yenildiler, hakem kendisine takmıştı. şeref stadı'nda, şimdi otel olan yerde, yanına çağırdı genç tuncel'i... “oğlum” dedi, “sen futbol oynama, sen adamı katil edersin”. beş metre önünden top geçiyor, kendini atıyor “belki vururum” diye. öyle deliymiş yani ilk gençliğinde. yenildikten sonra o şeref stadı'nın rutubetli odalarında duş yapardı. maçlardan sonra çiçek pasajı'na gelir, bir buzbağ, bir buzbağ daha, bir tane daha içer. okula sürünerek gider, yatakhaneden çıkamaz. müdür aşağıda kıyameti koparır. rüyasında top oynarken görür kendini. topa bir vuruyor, top gidiyor, girerken kaleci kurtarıyor topu. bir türlü gol olmuyor, gene olmuyor. ve futbol tuncel kurtiz için bitiyor orada...

    sonra hikayecilik başlıyor hayatında. çok iyi hikayeci olduğuna inanıyor. sait faik'i idol belliyor kendisine, o derece. çok seviyor sait faik'i. yaşı daha 18 falan. sevgilisi yanında, sait faik'in evine gidiyorlar. giderken vapurda hır çıkıyor. “vatandaş, türkçe konuş” propagandası başlamış o dönemlerde. faşist tipler gidiyorlar yahudi kadınlarına, “vatandaş, türkçe konuş” diyorlar. olan biteni görüp “ne yapıyorsunuz” diyor tuncel kurtiz, kavga çıkıyor, karakolluk oluyorlar. ondan sonra sait faik'in evine gidiyorlar, annesi de var. annesi, oğlunun kim olduğunu tanımıyor, tuncel kurtiz için ne ifade ettiğini bilmiyor. sait faik'in koyu neftî pantolonu, aşınmış fötr şapkası, ortada yatak, yanında son okuduğu kitap, kafka ve “son kuşlar" duruyor, yanında kahve içtiği fincanı... tuncel kurtiz de hikayeler yazıyor o sıralar, üniversitede edebiyat matinelerinde şiir okur gibi okuyor onları. özdemir asaf'la arkadaşlık ediyor, daha 20'li yaşların başında. matbaasına gidiyor, asaf kendisine adam muamelesi yapıyor. dünyanın en nazik, en kibar adamlarından biri özdemir asaf. yuvarlak masa yayınları'nn işlerini küçücük bir oda içinde yürütüyor. “yuvarlak masada bir şövalye gibiydi” diyor tuncel kurtiz, özdemir asaf için… daima pırıl pırıl giyimli, bıyıklar taralı, şık...

    kimse yayınlamıyor yazdıklarını… yılmaz güney de var yazarlar arasında, onun hikâyeleri yayınlanıyor. yılmaz güney bela, çok değişik hikayeler yazıyor. o adana'dan gelmiş, oraları yazıyor. tuncel kurtiz kafka, james joyce ayaklarında… edebiyat fakültesi, kantin, tiyatro arasında mekik dokurken kitapçılardan kitap çalıyorlar, bir tane parayla alıyorlarsa bir tane kenara ayırıyorlar.

    tuncel kurtiz tam bir caz müptelası... cazı ilk defa brubeck'le seviyor. saray sineması'na dizzy gillespie gelir. dizzy gillespie'nin trompet çalarken yanakları şişer, tuncel kurtiz izlerken mest olur. sonra louis armstrong gelir türkiye'ye. duke ellington da gelecektir ama kennedy öldürülür ve konser de iptal olur. tuncel kurtiz o dönem tiyatrocu olmuştur artık, kıbrıs'a gider, iyi para kazanır. dönüşte bir sürü plak alır kendine. külüstür bir pikabı da vardır. bir plak bulmak, bir pikabın olması büyük bir lükstür o zamanlarda.

    o dönem bir israil filminde oynamak için teklif gelir kendisine. kabul eder. filmin adı “kuzunun gülümseyişi”. o filmdeki rolüyle berlin'de ödül alır. hilmi diye bir adam vardır filmde, filistinli, toprağı işgal edilmiş. bu adama mecnun diyorlar, bağırarak dolaşan, mağarada yaşayan bir meczup. bu meczuba hamile kalan kızları getiriyorlar, şereflerini kurtarmak için kızla evleniyor, buna karşılık para alıyor, hayatını böyle sürdürüyor.

    tuncel kurtiz'in sanat hayatındaki en önemli kişilerden biri de 12 saatlik “mahabarata” adlı oyunda birlikte çalıştığı tiyatro adamı peter brook'tur. brook, tuncel kurtiz'i “sürü” filminden tanıyor. tuncel kurtiz ile çalışmak istiyor. peter brook çok disiplinli, her gün prova yapıyor. “mahabbarata''da çok karşı olduğu anlar oluyor tuncel kurtiz'in, ama peter brook'un kendi doğrusunun en iyisini yaptığına inanıyor.

    sahnelediği efsane oyun şeyh bedreddin destanı'nı yabancı dilde altı oyuncuyla hazırlıyor. hepsine ritmler veriyor, uçma ritmleri… her gün dağa koşmakla başlıyorlar, sonra dans, vücut hareketleri, yerden sıçrayabilmek, uçabilme duygusunu elde edebilmek... bütün ayinler vardır bunun içinde artık. alman oyuncu latince dualar okur, meksikalı kız kendi ağıtlarını yakar ve müthiş bir ritm vardır oyunda. bir davulun üzerinde oynarlar zaten oyunu. dünya denen davuldur işte o, magma güm güm devamlı vurur ve durmadan değişir, devinir. onun içinde ritmler bulunur. bu oyunda peter brook etkileri de vardır tabii…

    yılmaz güney ile pek çok anısı vardır. yılmaz güney'in sinemasını çok sever, “inanılmaz bir şiir” olarak tanımlar o sinemayı. çok gerçek bir sinemadır ona göre… bir gün yılmaz güney der ki, 'tuncel, baba, başka bir sinemaya başlıyoruz artık. artık yeter, bitti bu iş, vur kır bitti.' sonra bakar ki, vur kır yine başlar, birdenbire çektikleri film değişir. 'seyit han' kovboy filmi gibi başlar, sanki amerikan barında birden kovboy içeri girer, kötü adamlar, üst üste deli yumruklar... sonra iş değişir, artık sanat yapıyorlardır. duvar filminin ayrı bir yeri vardır bu anlamda. cezayirli, tunuslu, kürdü, türkü, çingenesi, batakhanelerden, gettolardan toplanmış çocuklar oynar filmde. devamlı kumar, sigara vardır. yılmaz güney, tuncel kurtiz ile beraber çocukları disipline etmeye çalışır. kendi aralarında kavgalar vardır. dünya güzeli çocuklardır ama yaramazdırlar işte. “baba", "acı", “ağıt”ta da aynı şey. tuncel kurtiz'e göre yılmaz güney'in güzelliği buradadır. birdenbire bir kuş yuvası ve yavrusu görür, “mutlaka çekmeliyim bunu” der, çünkü o kuş yavrularının aczi, zavallılığı, ama güzelliği, başka bir şeyler getirir aklına. yılmaz güney'in yazılı senaryo olmadan da yapabildiği şeyler vardır. tuncel kurtiz, yılmaz güney'in senaryoyu kafasında güzel kurabilen bir adam olduğunu söyler. “umut” filminde yazılı senaryo yoktur mesela. umut'u yapacağı zaman çok az vakti vardır, yirmi gün kadar. tuncel kurtiz'e telefon eder, “mutlaka geleceksin” diye. “tamam” der, gelir tuncel kurtiz. hikâyeyi anlatır. yılmaz güney bir şairdir tuncel kurtiz için. erken gelmiş ve erken gitmiştir. biraz daha zamanı olabilseydi, belki çok şeyi değiştireceğini düşünür.

    son yıllarında televizyon dizilerinin de etkisiyle sokakta rahatça yürüyemeyecek kadar şöhret sahibidir. ama yeteneği, ustalığı bu şöhretten çok daha ileridedir. insanların değerlerinin ne yaptıklarıyla değil, televizyonda ne kadar gözüktüğüyle ölçüldüğü bir zamanda bu şekilde tanınmayı yadırgar. "ramiz dayı" karakteri üzerinden röportaj teklifleri almaktan sıkılır; medyanın, haberleriyle sanki ezel'den önce tuncel kurtiz diye biri yokmuş gibisinden popülist bir hava yaratmasından rahatsızdır. televizyon şöhreti için söylediği şu sözler çok anlamlıdır: "yarın unutulacaktır, televizyon şöhreti. yeni diziler gelip, götürecektir onu. beni en ufak şekilde etkilemiyor; alkışlar, gürültüler, fotoğraf çektirmek istenmesi. yarın unutulacağını, çok iyi biliyorum. ben nereden geldiğimi biliyorum; anadolu yollarının tozunu yuttum, sırtımda kalas taşıdım, dekor taşıdım. valiler, belediye başkanları beni yemeğe beklerdi, gitmezdim; önce kamyona yüklerdim, son malzemeyi. kısacası, bu şöhretin bana kazandırdığı, fazladan hissettirdiği bir şey yok."

    14 yaşında dostoyevski, emile zola okuyan, lisede kendini sait faik sanan deli dolu çocuk, eğilmeden yaşadı ve bir gün aniden veda etti, '10 yıl daha yaşamak istiyorum' dediği hayata.
  • çok şükür ölen kişinin arasından sövmeyecek kadar dinli imanlı ve ahlaklı yetiştirildim.
    tuncel kurtiz "ben komünistim" dedi diye sövüyorlar bu adama.
    o videoyu açıp izleseler adam eşitlikten, orta doğuda ölen insanlardan bahsettikleri görürler.
    bir müslüman olarak eşitliktan bahsetmek, ölen ve zulüm gören insanların var olduğu bir sisteme karşı çıkmak çok mu aykırı bilmiyorum. ama benim inandığım islama göre farza yakın olduğunu düşünüyorum.

    mekanı cennet olur veya olmaz. allahın bileceği iş. ama önemli bir değerin kaybedildiği aşikar.
  • 2 hafta önce bir trafik kazasında kaybettiğim kardeşime dayılık yapmasını dilediğim güzel adam. .
  • tayfun talipoğlu'nun rivayetine göre 'biz zengin olma tehlikesini atlattık, şimdi daha huzurlu yaşayabilirim.' demiş insan. bu sözü üzerine düşündüm, saygı duydum kendisine.
  • rol aldığı her filme, oyuna ayrı bir hava katan, çok ama çok yenetekli bir oyuncu. onun içinde olduğu her ürün bir başka türlü olur. rolü ne olursa olsun gözüm hep onun oyununa kayar. isterim ki daha fazla rolü olsun, her sahnede görünsün. zira iyi bir oyuncuyu seyretmek gerçekten büyük bir hazdır, bir sanat eseri izlemektir sonuçta. nasıl ki robert de niro, al pacino gibi üstün oyuncuları izlerken bir keyif alıyorsak, ben aynı keyf tuncel kurtiz'i izlerken de alıyorum. bence evrensel düzeyde, ve gelmesi gereken yere gelememiş bir aktörümüzdür. ülkemizde böyle bir aktör varken mesela kerem alışık gibi bir zevzeğin de oyuncu olarak anılması ne feci.
  • eski zamanlarda sıklıkla istiklal caddesinde görünen sanat adamı.

    ezel bitmişti o zaman, gördüm yine. selam verdim başımla, aldı. herkesin selamını alırdı zaten.
    yanına yanaştım. özür dıleyerek, yeğen der misiniz bir kere, dedim.
    "o dizi bitti yeğen" dedi. mutlu etti beni. akşama kadar 100 kişiye anlattım.

    şimdi gitmiş.
    meleklerle, selametle gitsin.
    altına girdiği toprak sıkmasın.
    burada seveni pek çok idi. diğer yanda da bol olacaktır umarım.

    tanrı, hadi olmadı iblis muhakkak yeğen demesini isteyecektir.
hesabın var mı? giriş yap